Zariyat Suresi (Ayet Ayet) – Tasavvuf Yolu

Zariyat Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًاۙ

Vez zâriyâti zervâ.

Andolsun, (tozları) savurdukça savuranlara.

2

فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًاۙ

Fel hâmilâti vıkrâ.

Ağır yük taşıyanlara (bulutlara).

3

فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًاۙ

Fel câriyâti yusrâ.

Kolaylıkla akıp gidenlere (gemilere).

4

فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْرًاۙ

Fel mukassimâti emrâ.

Ve işi taksim edenlere (meleklere).

5

اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ

İnnemâ tûadûne le sâdik.

Şüphesiz, size vaat edilen kesinlikle doğrudur.

6

وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِعٌۜ

Ve inned dîne le vâkı’.

Ve şüphesiz, ceza (ve mükâfat) günü mutlaka gerçekleşecektir.

7

وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْحُبُكِۙ

Ves semâi zâtil hubuk.

Andolsun, yörüngelerle donatılmış gökyüzüne.

8

اِنَّكُمْ لَف۪ي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍۙ

İnnekum le fî kavlin muhtelif.

Şüphesiz siz, çelişkili bir söz içindesiniz.

9

يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ اُفِكَۜ

Yu’feku anhu men ufik.

Ondan, (haktan) döndürülen kimse döndürülür.

10

قُتِلَ الْخَرَّاصُونَۙ

Kutilel harrâsûn.

Kahrolsun o (körü körüne) zanlarda bulunan yalancılar!

11

اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ سَهُونَۙ

Ellezîne hum fî gamretin sâhûn.

Onlar ki, cehalet içinde gaflete dalmışlardır.

12

يَسْـَٔلُونَ اَيَّانَ يَوْمُ الدّ۪ينِۜ

Yes’elûne eyyâne yevmud dîn.

“Ceza günü ne zaman?” diye sorarlar.

13

يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ

Yevme hum alen nâri yuftenûn.

O gün onlar, ateş üzerinde azaba uğratılırlar.

14

ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْۜ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ

Zûkû fitnetekum, hâzellezî kuntum bihî testa’cilûn.

(Onlara) “Tadın azabınızı! İşte bu, acele isteyip durduğunuz şeydir” (denir).

15

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ

İnnel muttakîne fî cennâtin ve uyûn.

Şüphesiz, takva sahipleri cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.

16

اٰخِذ۪ينَ مَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُحْسِن۪ينَۜ

Âhızîne mâ âtâhum rabbuhum, innehum kânû kable zâlike muhsinîn.

Rablerinin kendilerine verdiklerini alarak. Çünkü onlar, bundan önce iyilik yapanlardı.

17

كَانُوا قَل۪يلًا مِنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ

Kânû kalîlen minel leyli mâ yehceûn.

Geceleri pek az uyurlardı.

18

وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْfِرُونَ

Ve bil eshâri hum yestagfirûn.

Seher vakitlerinde de bağışlanma dilerlerdi.

19

وَف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِ

Ve fî emvâlihim hakkun lis sâili vel mahrûm.

Mallarında, isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olan için bir hak vardı.

20

وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ

Ve fîl ardı âyâtun lil mûkınîn.

Kesin olarak inananlar için yeryüzünde nice deliller vardır.

21

وَف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ

Ve fî enfusikum, e fe lâ tubsirûn.

Kendi nefislerinizde de. Hâlâ görmüyor musunuz?

22

وَفِي السَّمَٓاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ

Ve fîs semâi rızkukum ve mâ tûadûn.

Gökyüzünde rızkınız ve size vaat edilen şeyler vardır.

23

فَوَرَبِّ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَٓا اَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ

Fe ve rabbis semâi vel ardı innehu le hakkun misle mâ ennekum tentıkûn.

Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (vaat edilenler), sizin konuşmanız gibi gerçektir.

24

هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَ الْمُكْرَم۪ينَ

Hel etâke hadîsu dayfi ibrâhîmel mukremîn.

Sana İbrahim’in şerefli misafirlerinin haberi geldi mi?

25

اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًاۜ قَالَ سَلَامٌۚ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ

İz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ, kâle selâm, kavmun munkerûn.

Hani onlar, onun yanına girmişler ve “Selam!” demişlerdi. O da “Selam! (Siz) tanınmayan bir topluluksunuz” demişti.

26

فَرَاغَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ فَجَٓاءَ بِعِجْلٍ سَم۪ينٍۙ

Fe râga ilâ ehlihî fe câe bi iclin semîn.

Hemen ailesinin yanına gidip semiz bir buzağı (kızartması) getirdi.

27

فَقَرَّبَهُٓ اِلَيْهِمْ قَالَ اَلَا تَأْكُلُونَ

Fe karrabehu ileyhim kâle e lâ te’kulûn.

Onların önüne koyup “Yemez misiniz?” dedi.

28

فَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْ وبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ

Fe evcese minhum hîfeh, kâlû lâ tehaf, ve beşşerûhu bi gulâmin alîm.

Onlardan içine bir korku düştü. “Korkma” dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.

29

فَاَقْبَلَتِ امْرَاَتُهُ ف۪ي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَق۪يمٌ

Fe akbeletimraetuhu fî sarretin fe sakkat vechehâ ve kâlet acûzun akîm.

Bunun üzerine karısı bir çığlık atarak geldi, elini yüzüne vurdu ve “Ben kısır bir kocakarıyım!” dedi.

30

قَالُوا كَذٰلِكِۙ قَالَ رَبُّكِۜ اِنَّهُ هُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ

Kâlû kezâlik(i), kâle rabbuk(i), innehu huvel hakîmul alîm.

Dediler ki: “Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”

31

قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ

Kâle fe mâ hatbukum eyyuhel murselûn.

(İbrahim) “Ey elçiler! Göreviniz nedir?” dedi.

32

قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ

Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîn.

Dediler ki: “Biz, suçlu bir topluma gönderildik.”

33

لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ

Li nursile aleyhim hıcâreten min tîn.

“Üzerlerine çamurdan (pişirilmiş) taşlar yağdırmak için.”

34

مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ

Musevvemeten inde rabbike lil musrifîn.

“O taşlar, Rabbinin katında haddi aşanlar için damgalanmıştır.”

35

فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

Fe ahracnâ men kâne fîhâ minel mu’minîn.

Bunun üzerine orada bulunan mü’minleri çıkardık.

36

فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ

Fe mâ vecednâ fîhâ gayra beytin minel muslimîn.

Zaten orada, bir ev halkından başka Müslüman da bulamadık.

37

وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ

Ve tereknâ fîhâ âyeten lillezîne yehâfûnel azâbel elîm.

Elem dolu azaptan korkanlar için orada bir ibret bıraktık.

38

وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ

Ve fî mûsâ iz erselnâhu ilâ fir’avne bi sultânin mubîn.

Musa’da da (ibretler vardır). Hani biz onu apaçık bir delil ile Firavun’a göndermiştik.

39

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

Fe tevellâ bi ruknihî ve kâle sâhırun ev mecnûn.

Fakat o, ordusuna güvenerek yüz çevirdi ve “Bu bir sihirbazdır veya bir delidir” dedi.

40

فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌ

Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemmi ve huve mulîm.

Biz de onu ve ordularını yakalayıp denize attık. O, (zaten) kınanacak işler yapıyordu.

41

وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَ

Ve fî âdin iz erselnâ aleyhimur rîhal akîm.

Âd (kavminde) de (ibretler vardır). Hani onların üzerine o kısır rüzgârı göndermiştik.

42

مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِ

Mâ tezeru min şey’in etet aleyhi illâ cealethu ker remîm.

Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi bırakmıyor, onu çürümüş bir hale getiriyordu.

43

وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ

Ve fî semûde iz kîle lehum temetteû hattâ hîn.

Semud (kavminde) de (ibretler vardır). Hani onlara, “Bir süreye kadar faydalanın” denilmişti.

44

فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ

Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus sâıkatu ve hum yenzurûn.

Fakat Rablerinin emrine karşı geldiler. Bunun üzerine, bakıp dururlarken onları o yıldırım yakalayıverdi.

45

فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَ

Fe mestetâû min kıyâmin ve mâ kânû muntasırîn.

Artık ne ayağa kalkmaya güçleri yetti, ne de kendilerine yardım eden oldu.

46

وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ

Ve kavme nûhın min kabl(u), innehum kânû kavmen fâsikîn.

Daha önce Nuh kavmini de (helak etmiştik). Çünkü onlar, yoldan çıkmış bir toplum idiler.

47

وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ

Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn.

Göğü biz, kendi gücümüzle bina ettik ve şüphesiz biz, (onu) genişleticiyiz.

48

وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ

Vel arda feraşnâhâ fe ni’mel mâhidûn.

Yeryüzünü de biz döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz!

49

وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

Ve min kulli şey’in halaknâ zevceyni leallekum tezekkerûn.

Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.

50

فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ

Fe firrû ilâllâh(i), innî lekum minhu nezîrun mubîn.

O halde Allah’a kaçın. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.

51

وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ

Ve lâ tec’alû meallâhi ilâhen âhar(a), innî lekum minhu nezîrun mubîn.

Allah ile beraber başka bir ilah edinmeyin. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.

52

كَذٰلِكَ مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

Kezâlike mâ etellezîne min kablihim min resûlin illâ kâlû sâhırun ev mecnûn.

İşte böyle, onlardan öncekilere ne zaman bir peygamber geldiyse, mutlaka “Bu bir sihirbazdır veya bir delidir” dediler.

53

اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ

E tevâsav bih, bel hum kavmun tâgûn.

Bunu birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.

54

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَٓا اَنْتَ بِمَلُومٍ

Fe tevelle anhum fe mâ ente bi melûm.

O halde onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin.

55

وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ

Ve zekkir fe innez zikrâ tenfeul mu’minîn.

Ve öğüt ver. Çünkü öğüt, mü’minlere fayda verir.

56

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya’budûn.

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

57

مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ

Mâ urîdu minhum min rızkın ve mâ urîdu en yut’imûn.

Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.

58

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ

İnnallâhe huver rezzâku zul kuvvetil metîn.

Şüphesiz, rızık veren, mutlak güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.

59

فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ

Fe inne lillezîne zalemû zenûben misle zenûbi ashâbihim fe lâ yesta’cilûn.

Şüphesiz, zulmedenlerin, (geçmiş) arkadaşlarının payı gibi bir payları vardır. O halde acele etmesinler.

60

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ

Fe veylun lillezîne keferû min yevmihimullezî yûadûn.

Vaat edildikleri o günden dolayı, vay o kâfirlerin haline!