Şura Suresi (Ayet Ayet) – Tasavvuf Yolu

Şura Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

حمٓ

Hâ Mîm.

Hâ, Mîm.

2

عٓسٓقٓ

Ayn Sîn Kâf.

Ayn, Sîn, Kâf.

3

كَذٰلِكَ يُوح۪ٓي اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۙ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

Kezâlike yûhî ileyke ve ilellezîne min kablikellâhul azîzul hakîm.

Mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder.

4

لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ

Lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard, ve huvel aliyyul azîm.

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O, yücedir, büyüktür.

5

تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْfِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

Tekâdus semâvâtu yetefettarne min fevkıhinne vel melâiketu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yestagfirûne li men fîl ard, e lâ innallâhe huvel gafûrur rahîm.

Neredeyse gökler (O’nun azametinden) üstlerinden çatlayacaklar. Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ederler ve yeryüzündekiler için bağışlanma dilerler. İyi bilin ki Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

6

وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ

Vellezînettehazû min dûnihî evliyâallâhu hafîzun aleyhim ve mâ ente aleyhim bi vekîl.

Allah’tan başka dostlar edinenlere gelince, Allah onların üzerinde bir gözetleyicidir. Sen onların üzerinde bir vekil değilsin.

7

وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ

Ve kezâlike evhaynâ ileyke kur’ânen arabiyyen li tunzire ummel kurâ ve men havlehâ ve tunzire yevmel cem’ı lâ raybe fîh, ferîkun fîl cenneti ve ferîkun fîs saîr.

Şehirlerin anası (Mekke) ve çevresindekileri uyarman ve hakkında şüphe olmayan toplanma günüyle korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik. (O gün) bir fırka cennette, bir fırka da cehennemdedir.

8

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

Ve lev şâallâhu le cealehum ummeten vâhideten ve lâkin yudhilu men yeşâu fî rahmetih, vez zâlimûne mâ lehum min veliyyin ve lâ nasîr.

Eğer Allah dileseydi, onları tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine sokar. Zalimlerin ise ne bir dostu ne de bir yardımcısı vardır.

9

اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۚ فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِ الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Emittehazû min dûnihî evliyâ’, fallâhu huvel veliyyu ve huve yuhyîl mevtâ ve huve alâ kulli şey’in kadîr.

Yoksa onlar Allah’tan başka dostlar mı edindiler? Asıl dost Allah’tır. Ölüleri O diriltir. O, her şeye kadirdir.

10

وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ

Ve mahtelefum fîhi min şey’in fe hukmuhû ilallâh, zâlikumullâhu rabbî aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîb.

Anlaşmazlığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte O, benim Rabbim olan Allah’tır. Ben yalnız O’na tevekkül ettim ve yalnız O’na yönelirim.

11

فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجًاۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

Fâtırus semâvâti vel ard, ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve minel en’âmi ezvâcâ, yezraukum fîh, leyse ke mislihî şey’, ve huves semîul basîr.

O, gökleri ve yeri yaratandır. Size kendi nefislerinizden eşler, hayvanlardan da çiftler yarattı. Sizi bu şekilde çoğaltır. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

12

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

Lehu mekâlîdus semâvâti vel ard, yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir, innehu bi kulli şey’in alîm.

Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir.

13

شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا وَصّٰى بِه۪ نُوحًا وَالَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِه۪ٓ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسٰٓى اَنْ اَق۪يمُوا الدّ۪ينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا ف۪يهِۜ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ مَا تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِۜ اَللّٰهُ يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يُن۪يبُ

Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîh, kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb.

O, Nûh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya tavsiye ettiğimizi, “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye sizin için de bir din kıldı. Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.

14

وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ

Ve mâ teferrakû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve levlâ kelimetun sebekat min rabbike ilâ ecelin musemmen le kudıye beynehum, ve innellezîne ûrisûl kitâbe min ba’dihim le fî şekkin minhu murîb.

Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, belirlenmiş bir süreye kadar ertelenmiş bir söz olmasaydı, aralarında mutlaka hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba mirasçı kılınanlar ise, onun hakkında derin bir şüphe içindedirler.

15

فَلِذٰلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُ

Fe li zâlike fed’u vestakım kemâ umirt(e), ve lâ tettebi’ ehvâehum, ve kul âmentu bimâ enzelallâhu min kitâb, ve umirtu li a’dile beynekum, allâhu rabbunâ ve rabbukum, lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum, lâ huccete beynenâ ve beynekum, allâhu yecmeu beynenâ, ve ileyhil masîr.

İşte bunun için sen (dine) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına uyma ve de ki: “Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda bir tartışma yoktur. Allah hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de ancak O’nadır.”

16

وَالَّذ۪ينَ يُحَٓاجُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُج۪يبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ

Vellezîne yuhâccûne fîllâhi min ba’di mestucîbe lehu huccetuhum dâhıdatun inde rabbihim ve aleyhim gadabun ve lehum azâbun şedîd.

O’na (İslam’a) icabet edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında geçersizdir. Onların üzerine bir gazap ve onlar için şiddetli bir azap vardır.

17

اَللّٰهُ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ

Allâhullezî enzelel kitâbe bil hakkı vel mîzân, ve mâ yudrîke lealles sâate karîb.

Kitabı hak ve hikmete uygun olarak ve mizanı (adaleti) indiren Allah’tır. Ne bilirsin, belki de o saat (kıyamet) yakındır.

18

يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْfِقُونَ مِنْهَا وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ اَلَٓا اِنَّ الَّذ۪ينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ

Yesta’cilu bihellezîne lâ yu’minûne bihâ, vellezîne âmenû muşfikûne minhâ ve ya’lemûne ennehel hakk, e lâ innellezîne yumârûne fîs sâati le fî dalâlin baîd.

Ona inanmayanlar, onun çabuk gelmesini isterler. İnananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyamet hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.

19

اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ

Allâhu latîfun bi ıbâdihî yerzuku men yeşâu, ve huvel kaviyyul azîz.

Allah, kullarına çok lütufkârdır. Dilediğini rızıklandırır. O, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.

20

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ

Men kâne yurîdu harsel âhireti nezid lehu fî harsih, ve men kâne yurîdu harsed dunyâ nu’tihî minhâ ve mâ lehu fîl âhireti min nasîb.

Kim ahiret ekinini isterse, onun ekinini artırırız. Kim de dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.

21

اَمْ لَهُمْ شُرَكَٓاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

Em lehum şurakâu şeraû lehum mined dîni mâ lem ye’zen bihillâh, ve levlâ kelimetul fasli le kudıye beynehum, ve innez zâlimîne lehum azâbun elîm.

Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine meşru kılan ortakları mı var? Eğer o hüküm sözü olmasaydı, aralarında derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz, zalimler için elem dolu bir azap vardır.

22

تَرَى الظَّالِم۪ينَ مُشْfِق۪ينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُ

Teraz zâlimîne muşfikîne mimmâ kesebû ve huve vâkıun bihim, vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fî ravdâtil cennât, lehum mâ yeşâûne inde rabbihim, zâlike huvel fadlul kebîr.

Zalimleri, kazandıkları yüzünden korku içinde görürsün. O (azap) ise, onların başına gelecektir. İman edip sâlih ameller işleyenler ise cennet bahçelerindedirler. Rableri katında onlar için diledikleri her şey vardır. İşte bu, büyük lütfun ta kendisidir.

23

ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْنًاۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ

Zâlikellezî yubeşşirullâhu ıbâdehullezîne âmenû ve amilûs sâlihât, kul lâ es’elukum aleyhi ecran illel meveddete fîl kurbâ, ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ, innallâhe gafûrun şekûr.

İşte bu, Allah’ın, iman edip sâlih ameller işleyen kullarını müjdelediği şeydir. De ki: “Ben buna karşılık sizden, akrabalığa sevgi dışında bir ücret istemiyorum.” Kim bir iyilik kazanırsa, biz onun için o iyiliği daha da güzelleştiririz. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.

24

اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًاۚ فَاِنْ يَشَاِ اللّٰهُ يَخْتِمْ عَلٰى قَلْبِكَۜ وَيَمْحُ اللّٰهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

Em yekûlûnefterâ alâllâhi kezibâ, fe in yeşeillâhu yahtim alâ kalbik, ve yemhullâhul bâtıle ve yuhıkkul hakka bi kelimâtih, innehu alîmun bizâtis sudûr.

Yoksa “Allah’a karşı yalan uydurdu” mu diyorlar? Eğer Allah dilerse, senin kalbini mühürler. Allah bâtılı yok eder ve kelimeleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz O, göğüslerin özünü hakkıyla bilendir.

25

وَهُوَ الَّذ۪ي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَعْfُوا عَنِ السَّيِّـَٔاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَfْعَلُونَۙ

Ve huvellezî yakbelut tevbete an ıbâdihî ve ya’fû anis seyyiâti ve ya’lemu mâ tef’alûn.

Kullarından tövbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve yaptıklarınızı bilen O’dur.

26

وَيَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ

Ve yestecîbullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve yezîduhum min fadlih, vel kâfirûne lehum azâbun şedîd.

İman edip sâlih ameller işleyenlerin (dualarını) kabul eder ve lütfundan onlara fazlasını verir. Kâfirlere gelince, onlar için çetin bir azap vardır.

27

وَلَوْ بَسَطَ اللّٰهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِه۪ لَبَغَوْا فِي الْاَرْضِ وَلٰكِنْ يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرٌ بَص۪يرٌ

Ve lev besetallâhur rızka li ıbâdihî le begav fîl ardı ve lâkin yunezzilu bi kaderin mâ yeşâu, innehu bi ıbâdihî habîrun basîr.

Eğer Allah, kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde mutlaka azgınlık ederlerdi. Fakat O, dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarından hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.

28

وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ

Ve huvellezî yunezzilul gayse min ba’di mâ kanetû ve yenşuru rahmeteh, ve huvel veliyyul hamîd.

Onlar ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayan O’dur. O, gerçek dosttur, övülmeye en layık olandır.

29

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ وَهُوَ عَلٰى جَمْعِهِمْ اِذَا يَشَٓاءُ قَد۪يرٌ

Ve min âyâtihî halkus semâvâti vel ardı ve mâ besse fîhimâ min dâbbeh, ve huve alâ cem’ıhim izâ yeşâu kadîr.

Gökleri, yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması, O’nun âyetlerindendir. O, dilediği zaman onları bir araya toplamaya da kadirdir.

30

وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْfُوا عَنْ كَث۪يرٍ

Ve mâ esâbekum min musîbetin fe bimâ kesebet eydîkum ve ya’fû an kesîr.

Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah, birçoğunu da affeder.

31

وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

Ve mâ entum bi mu’cizîne fîl ard, ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr.

Siz yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakacak değilsiniz. Sizin Allah’tan başka ne bir dostunuz ne de bir yardımcınız vardır.

32

وَمِنْ اٰيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِ

Ve min âyâtihil cevâri fîl bahri kel a’lâm.

Denizde dağlar gibi yüzen gemiler de O’nun âyetlerindendir.

33

اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ

İn yeşe’ yuskinir rîha fe yazlelne revâkide alâ zahrîh, inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin şekûr.

Dilerse rüzgârı durdurur da (gemiler) denizin üzerinde hareketsiz kalıverirler. Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

34

اَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْfُ عَنْ كَث۪يرٍ

Ev yûbıkhunne bimâ kesebû ve ya’fu an kesîr.

Yahut (içindekilerin) kazandıkları yüzünden onları helak eder. Birçoğunu da affeder.

35

وَيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ

Ve ya’lemellezîne yucâdilûne fî âyâtinâ, mâ lehum min mahîs.

Âyetlerimiz hakkında tartışanlar, kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilsinler.

36

فَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ

Fe mâ ûtîtum min şey’in fe metâul hayâtid dunyâ, ve mâ indallâhi hayrun ve ebkâ lillezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn.

Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar ise, iman edip Rablerine tevekkül edenler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

37

وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْfِرُونَۚ

Vellezîne yectenibûne kebâiral ismi vel fevâhışe ve izâ mâ gadıbû hum yagfirûn.

Onlar, günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınırlar ve öfkelendikleri zaman bağışlarlar.

38

وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْfِقُونَۚ

Vellezînestecâbû li rabbihim ve ekâmûs salâte, ve emruhum şûrâ beynehum, ve mimmâ razaknâhum yunfikûn.

Onlar, Rablerinin çağrısına icabet ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. İşleri, kendi aralarında danışma iledir. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infak ederler.

39

وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ

Vellezîne izâ esâbehumul bagyu hum yentesırûn.

Onlar, bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.

40

وَجَزٰٓؤُا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ

Ve cezâu seyyietin seyyietun misluhâ, fe men afâ ve asleha fe ecruhu alâllâh, innehu lâ yuhıbbuz zâlimîn.

Bir kötülüğün karşılığı, ona denk bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışırsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zalimleri sevmez.

41

وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ

Ve le menintasara ba’de zulmihî fe ulâike mâ aleyhim min sebîl.

Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, artık onların aleyhine bir yol yoktur.

42

اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

İnnemes sebîlu alellezîne yazlimûnen nâse ve yebgûne fîl ardı bi gayril hakk, ulâike lehum azâbun elîm.

Sorumluluk ancak, insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenleredir. İşte onlar için elem dolu bir azap vardır.

43

وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ

Ve le men sabera ve gafere inne zâlike le min azmil umûr.

Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, yapılması gereken azimli işlerdendir.

44

وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ

Ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min veliyyin min ba’dih, ve teraz zâlimîne lemmâ raevul azâbe yekûlûne hel ilâ mereddin min sebîl.

Allah kimi saptırırsa, artık onun O’ndan sonra bir dostu yoktur. Zalimlerin, azabı gördükleri zaman, “Geri dönmeye bir yol var mı?” dediklerini görürsün.

45

وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْfٍ خَفِيٍّۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُsEHÜM VE EHLÎHİM YEVMEL KIYÂMEH E LÂ İNNEZ ZÂLİMÎNE FÎ AZÂBİN MUKÎM.

Onları, zilletten başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli bakarken ateşe sunulduklarını görürsün. İman edenler de, “Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana uğratanlardır” derler. İyi bilin ki, zalimler sürekli bir azap içindedirler.

46

وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍ

Ve mâ kâne lehum min evliyâe yensurûnehum min dûnillâh, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min sebîl.

Onların, Allah’tan başka kendilerine yardım edecek dostları yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir çıkış yolu yoktur.

47

اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ

İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh, mâ lekum min melcein yevmeizin ve mâ lekum min nekîr.

Allah’tan, geri çevrilmesi mümkün olmayan o gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrısına uyun. O gün sizin için ne sığınacak bir yer vardır, ne de (günahlarınızı) inkâr etme (imkânı).

48

فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ

Fe in a’radû fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ, in aleyke illel belâg, ve innâ izâ ezaknel insâne minnâ rahmeten feriha bihâ, ve in tusıbhum seyyietun bimâ kaddemet eydîhim fe innel insâne kefûr.

Eğer yüz çevirirlerse, biz seni onların üzerine bir bekçi göndermedik. Sana düşen sadece tebliğ etmektir. Şüphesiz biz insana, tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman, onunla sevinir. Ama kendi ellerinin yaptığı yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, o zaman insan çok nankördür.

49

لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ

Lillâhi mulkus semâvâti vel ard, yahluku mâ yeşâu, yehebu li men yeşâu inâsen ve yehebu li men yeşâuz zukûr.

Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocuklar, dilediğine de erkek çocuklar bahşeder.

50

اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَاِنَاثًاۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يمًاۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ

Ev yuzevvicuhum zukrânen ve inâsâ, ve yec’alu men yeşâu akîmâ, innehu alîmun kadîr.

Yahut onları, erkekler ve dişiler olarak çift verir. Dilediğini de kısır yapar. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, her şeye kadirdir.

51

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ

Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhiye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm.

Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya bir perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder. Şüphesiz O, yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.

52

وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحًا مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ

Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî mel kitâbu ve lel îmânu ve lâkin cealnâhu nûran nehdî bihî men neşâu min ıbâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm.

İşte böylece sana da emrimizle bir ruh (Kur’an) vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle hidayete erdirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz sen, dosdoğru bir yola iletiyorsun.

53

صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ

Sırâtıllâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard, e lâ ilallâhi tasîrul umûr.

Göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna. İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah’a döner.