Ra’d Suresi (Ayet Ayet) – Tasavvuf Yolu

Ra’d Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

الٓمٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ وَالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ

Elif lâm mîm râ, tilke âyâtul kitâb, vellezî unzile ileyke min rabbikel hakku ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu’minûn.

Elif, Lâm, Mîm, Râ. Bunlar Kitab’ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır, fakat insanların çoğu inanmazlar.

2

اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ

Allâhullezî rafeas semâvâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alel arşı ve sahharas şemse vel kamer, kullun yecrî li ecelin musemmâ, yudebbirul emre yufassılul âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn.

Allah, gökleri görebileceğiniz bir direk olmaksızın yükselten, sonra Arş’a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirendir. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gider. O, işleri yönetir, âyetleri ayrıntılı olarak açıklar ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.

3

وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَارًاۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

Ve huvellezî meddel arda ve ceale fîhâ ravâsiye ve enhârâ, ve min kullis semerâti ceale fîhâ zevceynisneyni yugşîl leylen nehâr, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn.

Yeryüzünü yayıp döşeyen, onda sabit dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örter. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.

4

وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍۙ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

Ve fîl ardı kıtaun mutecâvirâtun ve cennâtun min a’nâbin ve zer’un ve nahîlun sınvânun ve gayru sınvânin yuskâ bi mâin vâhıd, ve nufaddılu ba’dahâ alâ ba’dın fîl ukul, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn.

Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. Ürünlerinde ise bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.

5

وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Ve in ta’ceb fe acebun kavluhum e izâ kunnâ turâben e innâ le fî halkın cedîd, ulâikellezîne keferû bi rabbihim, ve ulâikel aglâlu fî a’nâkıhim, ve ulâike ashâbun nâr, hum fîhâ hâlidûn.

Eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, “Biz toprak olduktan sonra mı, biz gerçekten yeni bir yaratılış içinde mi olacağız?” demeleridir. İşte onlar, Rablerini inkâr edenlerdir. İşte onlar, boyunlarında demir halkalar olanlardır. Ve işte onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

6

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْfِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ

Ve yesta’cilûneke bis seyyieti kablel haseneti ve kad halet min kablihimul mesulât, ve inne rabbeke le zû magfiretin lin nâsi alâ zulmihim ve inne rabbeke le şedîdul ıkâb.

Onlar, iyilikten önce kötülüğün çabuk gelmesini isterler. Halbuki onlardan önce nice ibretlik cezalar gelip geçmiştir. Şüphesiz Rabbin, zulümlerine rağmen insanlara karşı mağfiret sahibidir. Ve şüphesiz Rabbinin azabı çok çetindir.

7

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ

Ve yekûlullezîne keferû levlâ unzile aleyhi âyetun min rabbih, innemâ ente munzirun ve li kulli kavmin hâd.

İnkâr edenler, “Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her toplumun bir yol göstericisi vardır.

8

اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ

Allâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unsâ ve mâ tegîdul erhâmu ve mâ tezdâd, ve kullu şey’in indehu bi mikdâr.

Her dişinin neye gebe kaldığını, rahimlerin neyi eksiltip neyi artırdığını Allah bilir. O’nun katında her şey bir ölçüye göredir.

9

عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ

Âlimul gaybi veş şehâdetil kebîrul muteâl.

Gaybı da, görüneni de bilendir. Büyüktür, yüceler yücesidir.

10

سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْfٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ

Sevâun minkum men eserrel kavle ve men cehere bihî ve men huve mustahfin bil leyli ve sâribun bin nehâr.

Sizden sözü gizleyenle onu açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüzün ortalıkta dolaşan (O’nun için) birdir.

11

لَهُ مُעَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْfِه۪ يَحْfَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُsِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ

Lehu muakkibâtun min beyni yedeyhi ve min halfihî yahfezûnehu min emrillâh, innallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim, ve izâ erâdallâhu bi kavmin sûen fe lâ meredde leh, ve mâ lehum min dûnihî min vâl.

Onun (insanın) önünden ve arkasından, Allah’ın emriyle onu koruyan takipçileri (melekler) vardır. Şüphesiz, bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir topluma kötülük dilediği zaman, artık onun geri çevrilmesi yoktur. Onların, O’ndan başka bir dostu da yoktur.

12

هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَ

Huvellezî yurîkumul berka havfen ve tamaan ve yunşius sehâbes sikâl.

Size korku ve ümit vermek için şimşeği gösteren ve (yağmurla) yüklü bulutları meydana getiren O’dur.

13

وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِ

Ve yusebbihur ra’du bi hamdihî vel melâiketu min hîfetih, ve yursilus savâıka fe yusîbu bihâ men yeşâu ve hum yucâdilûne fîllâh, ve huve şedîdul mihâl.

Gök gürültüsü O’nu hamd ile, melekler de O’nun korkusundan tesbih ederler. O, yıldırımları gönderir de, onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında tartışıp dururlar. Halbuki O, tuzağı çok çetin olandır.

14

لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ۜ وَمَا دُعَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ

Lehu da’vetul hakk, vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ ke bâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl.

Gerçek dua ancak O’nadır. O’nu bırakıp da taptıkları, onlara hiçbir şekilde cevap veremezler. (Onların durumu) suya, ağzına ulaşması için iki avucunu açan kimsenin durumu gibidir. Halbuki o (su), ona ulaşacak değildir. Kâfirlerin duası, boşa gitmekten başka bir şey değildir.

15

وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ

Ve lillâhi yescudu men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve zılâluhum bil guduvvi vel âsâl.

Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez Allah’a secde eder. Gölgeleri de sabah akşam (O’na secde eder).

16

قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّاۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ اَمْ جَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه۪ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْۜ قُلِ اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ

Kul men rabbus semâvâti vel ard, kulillâh, kul e fettehaztum min dûnihî evliyâe lâ yemlikûne li enfusihim nef’an ve lâ darrâ, kul hel yestevîl a’mâ vel basîru em hel testevîz zulumâtu ven nûr, em cealû lillâhi şurakâe halakû ke halkıhî fe teşâbehel halku aleyhim, kulillâhu hâliku kulli şey’in ve huvel vâhıdul kahhâr.

De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “O’nu bırakıp da kendilerine ne bir fayda ne de bir zarar vermeye gücü yetmeyen dostlar mı edindiniz?” De ki: “Körle gören bir olur mu? Veya karanlıklarla aydınlık bir olur mu?” Yoksa Allah’a, O’nun gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma kendilerine benzer mi göründü? De ki: “Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O, tek ve kahredicidir.”

17

اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَابِيًاۜ وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَٓاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَۜ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَٓاءًۚ وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْاَرْضِۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ

Enzele mines semâi mâen fe sâlet evdiyetun bi kaderihâ fahtemeles seylu zebeden râbiyâ, ve mimmâ yûkıdûne aleyhi fîn nâribtigâe hilyetin ev metâın zebedun misluh, kezâlike yadribullâhul hakka vel bâtıl, fe emmez zebedu fe yezhebu cufââ, ve emmâ mâ yenfeun nâse fe yemkusu fîl ard, kezâlike yadribullâhul emsâl.

Gökten su indirdi de, vadiler kendi ölçülerince dolup taştı. Sel, üste çıkan köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya bir meta (eşya) elde etmek için ateşte erittikleri şeylerin üzerinde de ona benzer bir köpük vardır. İşte Allah, hak ile bâtıla böyle misal verir. Köpük ise, atılıp gider. İnsanlara fayda veren ise, yeryüzünde kalır. İşte Allah, misalleri böyle verir.

18

لِلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنٰىۜ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُ لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ سُٓوءُ الْحِسَابِ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ

Lillezînestecâbû li rabbihimul husnâ, vellezîne lem yestecîbû lehu lev enne lehum mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu leftedev bih, ulâike lehum sûul hısâbi ve me’vâhum cehennem, ve bi’sel mihâd.

Rablerinin çağrısına uyanlar için en güzel (mükâfat) vardır. O’na uymayanlara gelince, yeryüzünde bulunan her şey ve bir o kadarı daha onların olsa, (kurtulmak için) onu mutlaka fidye verirlerdi. İşte onlar için hesabın en kötüsü vardır. Varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir yataktır!

19

اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّרُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ

E fe men ya’lemu ennemâ unzile ileyke min rabbikel hakku ke men huve a’mâ, innemâ yetezekkeru ulûl elbâb.

Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.

20

اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ

Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel mîsâk.

Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır.

21

وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِ

Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hısâb.

Onlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri birleştirenler, Rablerinden korkanlar ve kötü hesaptan çekinenlerdir.

22

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا רَזَقْنَاهُمْ سِرًّا وَעَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬לٰٓئِكَ لَهُمْ עُقْبَى الدَّارِۙ

Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirran ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr.

Onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı kılan, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak infak eden ve kötülüğü iyilikle savanlardır. İşte onlar için bu yurdun (güzel) sonucu vardır.

23

جَنَّاتُ עَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَזْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ כּُلِّ בَابٍ

Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb.

Adn cennetleri. Oraya kendileri, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlarla beraber girerler. Melekler de her kapıdan onların yanına girerler.

24

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ עُقْبَى الدَّارِ

Selâmun aleykum bimâ sabertum fe ni’me ukbed dâr.

“Sabretmenize karşılık size selam olsun. Yurdun sonu ne güzeldir!”

25

وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ עَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ מ۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬לٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّעْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ

Vellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhî ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fîl ard, ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr.

Allah’a verdikleri sözü, onu sağlamlaştırdıktan sonra bozanlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlara gelince, lanet onlaradır. Yurdun en kötüsü de onlarındır.

26

اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ לِمَنْ يَשَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ

Allâhu yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir, ve ferihû bil hayâtid dunyâ ve mel hayâtud dunyâ fîl âhireti illâ metâ’.

Allah, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Onlar dünya hayatıyla sevinirler. Halbuki dünya hayatı, ahiretin yanında ancak bir geçimlikten ibarettir.

27

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ כּَفَرُوا לَوْלَٓا اُنْזِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ רַבِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَ

Ve yekûlullezîne keferû levlâ unzile aleyhi âyetun min rabbih, kul innallâhe yudıllu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb.

İnkâr edenler, “Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” derler. De ki: “Şüphesiz Allah, dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni de hidayete erdirir.”

28

اَلَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَتَطْمَئِنُّ קُلُובُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُובُ

Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh, e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb.

Onlar, iman eden ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Bilin ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.

29

اَلَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَעَمِلُوا الصَّالِحَاتِ טُובٰى لَهُمْ وَحُسْنُ מَاٰبٍ

Ellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti tûbâ lehum ve husnu meâb.

İman edip sâlih ameller işleyenler için Tûbâ (güzellik, hoşluk) ve güzel bir dönüş yeri vardır.

30

כּَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ ف۪ٓي اُمَّةٍ קَدْ خَلَتْ مِنْ קَبْلِهَٓا اُمَمٌ لِتَتْلُوَ عَلَيْهِمُ الَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَهُمْ יَכْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ قُلْ هُوَ רַבّ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ

Kezâlike erselnâke fî ummetin kad halet min kablihâ umemun li tetluve aleyhimullezî evhaynâ ileyke ve hum yekfurûne bir rahmân, kul huve rabbî lâ ilâhe illâ hû, aleyhi tevekkeltu ve ileyhi metâb.

İşte böyle, biz seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın. Onlar ise Rahmân’ı inkâr ediyorlar. De ki: “O, benim Rabbimdir. O’ndan başka ilah yoktur. Ben O’na tevekkül ettim ve dönüşüm de ancak O’nadır.”

31

وَلَوْ اَنَّ קُرْاٰנًا سُיِّרَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ קُطِّעَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ כּُلِّمَ بِهِ الْمَوْתٰىۜ בּَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعًاۜ اَفَلَمْ يَيْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰמَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ לَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَلَا يَזَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪יבُهُمْ بِمَا صَنَعُوا קَارِעَةٌ اَوْ تَحُلُّ קَر۪يبًا مِنْ דَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَעْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ

Ve lev enne kur’ânen suyyiret bihil cibâlu ev kuttıat bihil ardu ev kullime bihil mevtâ, bel lillâhil emru cemîâ, e fe lem yey’esillezîne âmenû en lev yeşâullâhu le heden nâse cemîâ, ve lâ yezâlullezîne keferû tusîbuhum bimâ sanaû kâriatun ev tehullu karîben min dârihim hattâ ye’tiye va’dullâh, innallâhe lâ yuhlifil mîâd.

Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı (o yine bu Kur’an olurdu). Hayır! Bütün emir Allah’ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, eğer Allah dileseydi, bütün insanları hidayete erdirirdi. İnkâr edenlere ise, yaptıkları yüzünden başlarına ya bir felaket gelmeye devam eder, ya da yurtlarının yakınına iner. Nihayet Allah’ın vaadi gelir. Şüphesiz Allah, vaadinden dönmez.

32

وَلَقَدِ اسْتُهْזِئَ بِرُسُلٍ مِنْ קَبْلِكَ פَاَمْلَيْتُ לِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ כָּןَ עِقَابِ

Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe emleytu lillezîne keferû summe ehaztuhum fe keyfe kâne ıkâb.

Andolsun, senden önceki peygamberlerle de alay edilmişti. Ben o kâfirlere mühlet verdim, sonra da onları yakaladım. Benim cezalandırmam nasıl oldu!

33

اَفَمَنْ هُوَ קَٓائِمٌ عَلٰى כּُلِّ نَفْسٍ בِمَا כּَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُנַבِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ بَلْ זُיِّنَ لِلَّذ۪ينَ כּَفَرُوا מַכْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّב۪ילِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

E fe men huve kâimun alâ kulli nefsin bimâ kesebet, ve cealû lillâhi şurakâ’, kul semmûhum, em tunebbiûnehu bimâ lâ ya’lemu fîl ardı em bi zâhirin minel kavl, bel zuyyine lillezîne keferû mekruhum ve suddû anis sebîl, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd.

Her nefsin kazandığını gözetleyenin (Allah’ın) bir benzeri mi olur? Onlar Allah’a ortaklar koştular. De ki: “Onlara isim verin. Yoksa siz O’na, yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Yoksa (bu) sözün sadece dış yüzüyle mi (yetiniyorsunuz)?” Hayır! İnkâr edenlere tuzakları süslü gösterildi ve yoldan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir hidayetçi yoktur.

34

لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْיَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ וָاقٍ

Lehum azâbun fîl hayâtid dunyâ ve le azâbul âhireti eşakk, ve mâ lehum minallâhi min vâk.

Onlar için dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabı ise daha çetindir. Onları Allah’a karşı koruyacak kimse de yoktur.

35

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّת۪ي וُעِدَ الْمُتَّقُونَۜ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ וְظِلُّهَاۜ תِلْكَ עُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ

Meselul cennetilletî vuidel muttakûn, tecrî min tahtihel enhâru ukuluhâ dâimun ve zılluhâ, tilke ukbellezînettekav ve ukbel kâfirînen nâr.

Takva sahiplerine vaat edilen cennetin durumu şöyledir: Altından ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgesi süreklidir. İşte bu, takva sahiplerinin sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir.

36

وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِתَابَ יَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْזِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْזَابِ مَنْ يُנْכּِرُ بَعْضَهُۜ قُلْ اِنَّמَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَלَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ מَاٰبِ

Vellezîne âteynâhumul kitâbe yefrahûne bimâ unzile ileyke ve minel ahzâbi men yunkiru ba’dah, kul innemâ umirtu en a’budallâhe ve lâ uşrike bih, ileyhi ed’û ve ileyhi meâb.

Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilenle sevinirler. Gruplardan ise, onun bir kısmını inkâr edenler vardır. De ki: “Ben ancak Allah’a kulluk etmekle ve O’na ortak koşmamakla emrolundum. Ben ancak O’na davet ederim ve dönüşüm de ancak O’nadır.”

37

وَכּَذٰلِكَ اَنْזَلْنَاهُ حُכْمًا عَرَبِيًّاۜ وَلَئِنِ اتَّבַعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ בַּעْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ וَلِيٍّ وَلَا וָاقٍ

Ve kezâlike enzelnâhu hukmen arabiyyâ, ve leinitteba’te ehvâehum ba’de mâ câeke minel ilmi mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ vâk.

İşte böyle, biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana ilim geldikten sonra onların hevalarına uyarsan, Allah’a karşı senin ne bir dostun ne de bir koruyucun olur.

38

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا רُسُلًا مِنْ קَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَזْوَاجًا وَذُرِّيَّةًۜ وَמَا כָּןَ לِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ לِكُلِّ اَجَلٍ כּِתَابٌ

Ve lekad erselnâ rusulen min kablike ve cealnâ lehum ezvâcen ve zurriyyeh, ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh, li kulli ecelin kitâb.

Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadan bir mucize getiremez. Her ecelin (belirlenmiş vaktin) bir yazısı vardır.

39

يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِתُ وَעِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِתَابِ

Yemhûllâhu mâ yeşâu ve yusbit, ve indehu ummul kitâb.

Allah dilediğini siler, dilediğini sabit kılar. Kitabın anası (ana kaynak) O’nun katındadır.

40

وَاِنْ مَا נُرِيَنَّكَ בַּعْضَ الَّذ۪ي נَعِدُهُمْ اَوْ נَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْבَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ

Ve in mâ nuriyenneke ba’dallezî neıduhum ev neteveffeyenneke fe innemâ aleykel belâgu ve aleynel hısâb.

Onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de, yahut senin canını alsak da, sana düşen sadece tebliğ etmektir. Hesap ise bize aittir.

41

اَوَلَمْ יَرَوْا اَنَّا נَأْتِي الْاَرْضَ נَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُעَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

E ve lem yerev ennâ ne’til arda nenkısuhâ min atrâfihâ, vallâhu yahkumu lâ muakkibe li hukmih, ve huve serîul hısâb.

Görmediler mi ki, biz yeryüzüne gelip onu etrafından eksiltiyoruz? Allah hükmeder. O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir.

42

وَقَدْ מَכَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ קَبْلِهِمْ فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعًاۜ يَعْلَمُ مَا تَכْسِبُ כּُلُّ نَفْسٍۜ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ לِمَنْ עُقْبَى الدَّارِ

Ve kad mekarallezîne min kablihim fe lillâhil mekru cemîâ, ya’lemu mâ teksibu kullu nefs, ve se ya’lemul kuffâru li men ukbed dâr.

Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Fakat bütün tuzaklar Allah’a aittir. O, her nefsin ne kazandığını bilir. Kâfirler de, bu yurdun (güzel) sonucunun kime ait olacağını yakında bileceklerdir.

43

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ כּَفَرُوا لَسْتَ مُרْسَلًاۜ قُلْ כּَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَمَنْ עِنْدَهُ עِلْمُ الْكِתَابِ

Ve yekûlullezîne keferû leste murselâ, kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum ve men indehu ilmul kitâb.

İnkâr edenler, “Sen peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitab’ın ilmi bulunanlar yeter.”