Necm Suresi (Ayet Ayet) – Tasavvuf Yolu

Necm Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰىۙ

Ven necmi izâ hevâ.

Battığı zaman yıldıza andolsun ki,

2

مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰىۚ

Mâ dalle sâhibukum ve mâ gavâ.

Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve azmadı.

3

وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ

Ve mâ yentıku anil hevâ.

O, arzusuna göre de konuşmaz.

4

اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ

İn huve illâ vahyuy yûhâ.

O (söyledikleri), ancak vahyolunan bir vahiydir.

5

عَلَّمَهُ شَد۪يدُ الْقُوٰىۙ

Allemehu şedîdul kuvâ.

Ona, çok güçlü olan (Cebrail) öğretti.

6

ذُو مِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ

Zû mirretin, festevâ.

Üstün bir akla sahip olan. Hemen doğruldu.

7

وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىۜ

Ve huve bil ufukıl a’lâ.

O, en yüksek ufuktaydı.

8

ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ

Summe denâ fe tedellâ.

Sonra yaklaştı ve sarktı.

9

فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ

Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.

İki yay arası kadar, yahut daha da yakın oldu.

10

فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِه۪ مَٓا اَوْحٰىۜ

Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ.

Böylece (Allah), kuluna vahyedeceğini vahyetti.

11

مَا كَذَبَ الْفُؤٰادُ مَا رَاٰى

Mâ kezebel fuâdu mâ raâ.

Kalp, gördüğünü yalanlamadı.

12

اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى

E fe tumârûnehu alâ mâ yerâ.

Şimdi siz, gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?

13

وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ

Ve lekad raâhu nezleten uhrâ.

Andolsun, onu bir başka inişte daha görmüştü.

14

عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى

İnde sidretil muntehâ.

Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında.

15

عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوٰىؕ

İndehâ cennetul me’vâ.

Ki Me’vâ cenneti onun yanındadır.

16

اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ

İz yagşâs sidrete mâ yagşâ.

O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.

17

مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى

Mâ zâgal basaru ve mâ tagâ.

Göz (gördüğünden) şaşmadı ve sınırı aşmadı.

18

لَقَدْ رَاٰ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى

Lekad raâ min âyâti rabbihil kubrâ.

Andolsun, o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.

19

اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰىۙ

E fe raeytumul lâte vel uzzâ.

Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ’yı?

20

وَمَنٰوةَ الثَّالِثَةَ الْاُخْرٰى

Ve menâtessâlisetel uhrâ.

Ve diğer üçüncüsü olan Menât’ı?

21

اَلَكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْاُنْثٰى

E lekumuzzekeru ve lehul unsâ.

Erkek size de, dişi O’na mı?

22

تِلْكَ اِذًا قِسْمَةٌ ض۪يزٰى

Tilke izen kısmetun dîzâ.

Öyle ise bu, haksız bir paylaştırmadır.

23

اِنْ هِيَ اِلَّٓا اَسْمَٓاءٌ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْاَنْفُسُۚ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدٰىۜ

İn hiye illâ esmâun semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzelallâhu bihâ min sultân, in yettebiûne illez zanne ve mâ tehvel enfus, ve lekad câehum min rabbihimul hudâ.

Onlar, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar, ancak zanna ve nefislerin arzusuna uyuyorlar. Andolsun, onlara Rablerinden hidayet gelmiştir.

24

اَمْ لِلْاِنْسَانِ مَا تَمَنّٰىۘ

Em lil insâni mâ temennâ.

Yoksa insan, her arzu ettiği şeye sahip mi olacaktır?

25

فَلِلّٰهِ الْاٰخِرَةُ وَالْاُو۫لٰى۟

Fe lillâhil âhiretu vel ûlâ.

Ahiret de, dünya da Allah’ındır.

26

وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمٰوَاتِ لَا تُغْن۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـًٔا اِلَّا مِنْ بَعْدِ اَنْ يَأْذَنَ اللّٰهُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْضٰى

Ve kem min melekin fîs semâvâti lâ tugnî şefâatuhum şey’en illâ min ba’di en ye’zenallâhu li men yeşâu ve yerdâ.

Göklerde nice melekler vardır ki, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseler için izin verdikten sonrası müstesna, şefaatleri hiçbir fayda sağlamaz.

27

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى

İnnellezîne lâ yu’minûne bil âhireti le yusemmûnel melâikete tesmiyetel unsâ.

Şüphesiz ahirete inanmayanlar, meleklere dişi isimleri takıyorlar.

28

وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـًٔاۚ

Ve mâ lehum bihî min ilm, in yettebiûne illez zanne ve innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey’â.

Halbuki onların bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece zanna uyuyorlar. Şüphe ise, haktan hiçbir şey ifade etmez.

29

فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ

Fe a’rıd an men tevellâ an zikrinâ ve lem yurid illel hayâted dunyâ.

Öyleyse sen de, bizim zikrimizden yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir.

30

ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى

Zâlike mebleguhum minel ilm, inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bi menihtedâ.

İşte onların ilimden ulaşabildikleri nokta budur. Şüphesiz Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir. O, hidayete ereni de en iyi bilendir.

31

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ

Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı li yecziyellezîne esâû bimâ amilû ve yecziyellezîne ahsenû bil husnâ.

Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. (Bu,) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir.

32

اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْfِرَةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى

Ellezîne yectenibûne kebâiral ismi vel fevâhışe illel lemem, inne rabbeke vâsiul magfireh, huve a’lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum ecinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a’lemu bi menittekâ.

Onlar, küçük kusurlar dışında, günahların büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınan kimselerdir. Şüphesiz Rabbinin bağışlaması geniştir. O, sizi topraktan yarattığı zaman da, annelerinizin karnında ceninler iken de sizi en iyi bilendir. O halde kendinizi temize çıkarmayın. O, kimin takva sahibi olduğunu en iyi bilendir.

33

اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي تَوَلّٰىۙ

E fe raeytellezî tevellâ.

Gördün mü o yüz çevireni?

34

وَاَعْطٰى قَل۪يلًا وَاَكْدٰى

Ve a’tâ kalîlen ve ekdâ.

Azıcık verip sonra vermemekte direneni?

35

اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى

E indehu ilmul gaybi fe huve yerâ.

Gaybın ilmi onun yanında da, o mu görüyor?

36

اَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا ف۪ي صُحُفِ مُوسٰىۙ

Em lem yunebbe’ bimâ fî suhufi mûsâ.

Yoksa ona, Musa’nın sahifelerinde bulunanlar haber verilmedi mi?

37

وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ي وَفّٰىٓۙ

Ve ibrâhîmellezî veffâ.

Ve (sözünü) tastamam yerine getiren İbrahim’in (sahifelerinde bulunanlar)?

38

اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ

Ellâ teziru vâziretun vizra uhrâ.

Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez.

39

وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ

Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ.

İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.

40

وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۙ

Ve enne sa’yehu sevfe yurâ.

Ve onun çabası, ileride mutlaka görülecektir.

41

ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ

Summe yuczâhul cezâel evfâ.

Sonra ona, karşılığı tastamam verilecektir.

42

وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ

Ve enne ilâ rabbikel muntehâ.

Ve şüphesiz en son varış, Rabbinedir.

43

وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ

Ve ennehu huve adhake ve ebkâ.

Ve şüphesiz O’dur güldüren ve ağlatan.

44

وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ

Ve ennehu huve emâte ve ahyâ.

Ve şüphesiz O’dur öldüren ve dirilten.

45

وَاَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۙ

Ve ennehu halakaz zevceyniz zekere vel unsâ.

Ve şüphesiz O, iki eşi, erkeği ve dişiyi yarattı.

46

مِنْ نُطْفَةٍ اِذَا تُمْنٰىۙ

Min nutfetin izâ tumnâ.

(Rahme) atıldığı zaman bir nutfeden.

47

وَاَنَّ عَلَيْهِ النَّشْاَةَ الْاُخْرٰىۙ

Ve enne aleyhin neş’etel uhrâ.

Şüphesiz, yeniden diriltmek de O’na aittir.

48

وَاَنَّهُ هُوَ اَغْنٰى وَاَقْنٰىۙ

Ve ennehu huve agnâ ve aknâ.

Şüphesiz O’dur zengin eden ve sermaye veren.

49

وَاَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرٰىۙ

Ve ennehu huve rabbuş şi’râ.

Ve şüphesiz O’dur Şi’râ (yıldızının) Rabbi.

50

وَاَنَّهُٓ اَهْلَكَ عَادًا الْاُو۫لٰىۙ

Ve ennehu ehleke âdenil ûlâ.

Ve O, önceki Âd (kavmini) helak etti.

51

وَثَمُودَا۬ فَمَٓا اَبْقٰىۙ

Ve semûde fe mâ ebkâ.

Semud’u da. Geriye hiçbir şey bırakmadı.

52

وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ اَظْلَمَ وَاَطْغٰىۜ

Ve kavme nûhın min kabl, innehum kânû hum azleme ve atgâ.

Daha önce de Nuh kavmini (helak etmişti). Çünkü onlar, daha zalim ve daha azgındılar.

53

وَالْمُؤْتَفِكَةَ اَهْوٰىۙ

Vel mu’tefikete ehvâ.

Altı üstüne getirilen (Lut kavminin) şehirlerini de O yerle bir etti.

54

فَغَشّٰيهَا مَا غَشّٰىۚ

Fe gaşşâhâ mâ gaşşâ.

Onları kaplayan (azap) kapladı.

55

فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكَ تَتَمَارٰى

Fe bi eyyi âlâi rabbike tetemârâ.

O halde, Rabbinin hangi nimetlerinden şüphe ediyorsun?

56

هٰذَا نَذ۪يرٌ مِنَ النُّذُرِ الْاُو۫لٰى

Hâzâ nezîrun minen nuzuril ûlâ.

Bu, önceki uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır.

57

اَزِفَتِ الْاٰزِفَةُ

Ezifetil âzifeh.

Yaklaşan (kıyamet) yaklaştı.

58

لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَاشِفَةٌ

Leyse lehâ min dûnillâhi kâşifeh.

Onu Allah’tan başka açığa çıkaracak kimse yoktur.

59

اَفَمِنْ هٰذَا الْحَد۪يثِ تَعْجَبُونَۙ

E fe min hâzel hadîsi ta’cebûn.

Şimdi siz bu söze mi şaşıyorsunuz?

60

وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَۙ

Ve tadhakûne ve lâ tebkûn.

Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz.

61

وَاَنْتُمْ سَامِدُونَ

Ve entum sâmidûn.

Ve siz gaflet içinde oyalanıyorsunuz.

62

فَاسْجُدُوا لِلّٰهِ وَاعْبُدُوا

Fescudû lillâhi va’budû.

Haydi, Allah’a secde edin ve kulluk edin.