Nebe Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
عَمَّ يَتَسَٓاءَلُونَۚ
Amme yetesâelûn.
Birbirlerine neyi sorup duruyorlar?
عَنِ النَّبَاِ الْعَظ۪يمِۙ
Anin nebeil azîm.
O büyük haberi mi?
اَلَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ مُخْتَلِفُونَۜ
Ellezî hum fîhi muhtelifûn.
Ki onlar, o haber hakkında anlaşmazlık içindedirler.
كَلَّا سَيَعْلَمُونَۙ
Kellâ se ya’lemûn.
Hayır! Yakında bilecekler!
ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ
Summe kellâ se ya’lemûn.
Hayır, hayır! Elbette yakında bilecekler!
اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَادًاۙ
Elem nec’alil arda mihâdâ.
Biz, yeryüzünü bir döşek yapmadık mı?
وَالْجِبَالَ اَوْتَادًاۙ
Vel cibâle evtâdâ.
Dağları da birer kazık?
وَخَلَقْنَاكُمْ اَزْوَاجًاۙ
Ve halaknâkum ezvâcâ.
Ve sizi çift çift yarattık.
وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًاۙ
Ve cealnâ nevmekum subâtâ.
Uykunuzu bir dinlenme kıldık.
وَجَعَلْنَا الَّيْلَ لِبَاسًاۙ
Ve cealnel leyle libâsâ.
Geceyi bir örtü yaptık.
وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشًاۙ
Ve cealnen nehâra meâşâ.
Gündüzü de geçim zamanı kıldık.
وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًا شِدَادًاۙ
Ve beneynâ fevkakum seb’an şidâdâ.
Üstünüze de yedi sağlam gök bina ettik.
وَجَعَلْنَا سِرَاجًا وَهَّاجًاۙ
Ve cealnâ sirâcen vehhâcâ.
Ve (oraya) parıl parıl parlayan bir lamba (güneş) yerleştirdik.
وَاَنْزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَٓاءً ثَجَّاجًاۙ
Ve enzelnâ minel mu’sırâti mâen seccâcâ.
Yoğunlaşmış bulutlardan şarıl şarıl bir su indirdik.
لِنُخْرِجَ بِه۪ حَبًّا وَنَبَاتًاۙ
Li nuhrice bihî habben ve nebâtâ.
Onunla taneler ve bitkiler çıkarmak için.
وَجَنَّاتٍ اَلْفَافًاۜ
Ve cennâtin elfâfâ.
Ve ağaçları birbirine sarmaş dolaş olmuş cennet gibi bahçeler.
اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ م۪يقَاتًاۙ
İnne yevmel faslı kâne mîkâtâ.
Şüphesiz o hüküm (ayırt etme) günü, belirlenmiş bir vakittir.
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ اَفْوَاجًاۙ
Yevme yunfehu fîs sûri fe te’tûne efvâcâ.
O gün Sûr’a üflenir ve siz bölük bölük gelirsiniz.
وَفُتِحَتِ السَّمَٓاءُ فَكَانَتْ اَبْوَابًاۙ
Ve futihatis semâu fe kânet ebvâbâ.
Gök açılır ve kapı kapı olur.
وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًاۜ
Ve suyyiratil cibâlu fe kânet serâbâ.
Dağlar yürütülür, bir serap olur.
اِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًاۙ
İnne cehenneme kânet mirsâdâ.
Şüphesiz, cehennem bir gözetleme yeridir.
لِلطَّاغ۪ينَ مَاٰبًاۙ
Lit tâgîne meâbâ.
Azgınlar için bir varış yeridir.
لَابِث۪ينَ ف۪يهَٓا اَحْقَابًاۚ
Lâbisîne fîhâ ahkâbâ.
Orada çağlar boyu kalacaklardır.
لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا بَرْدًا وَلَا شَرَابًاۙ
Lâ yezûkûne fîhâ berden ve lâ şerâbâ.
Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de bir içecek.
اِلَّا حَم۪يمًا وَغَسَّاقًاۙ
İllâ hamîmen ve gassâkâ.
Ancak bir kaynar su ve bir irin (içecekler).
جَزَٓاءً وِفَاقًا
Cezâen vifâkâ.
(Yaptıklarına) uygun bir ceza olarak.
اِنَّهُمْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَابًاۙ
İnnehum kânû lâ yercûne hısâbâ.
Çünkü onlar, bir hesaplaşma ummuyorlardı.
وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا كِذَّابًاۜ
Ve kezzebû bi âyâtinâ kizzâbâ.
Ve ayetlerimizi yalanladıkça yalanlamışlardı.
وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا
Ve kulle şey’in ahsaynâhu kitâbâ.
Biz ise, her şeyi bir kitapta sayıp yazmışızdır.
فَذُوقُوا فَلَنْ نَز۪يدَكُمْ اِلَّا عَذَابًا
Fe zûkû fe len nezîdekum illâ azâbâ.
“Şimdi tadın! Artık size azaptan başka bir şey artırmayacağız!”
اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ مَفَازًاۙ
İnne lil muttakîne mefâzâ.
Şüphesiz, takva sahipleri için bir kurtuluş ve başarı vardır.
حَدَٓائِقَ وَاَعْنَابًاۙ
Hadâika ve a’nâbâ.
Bahçeler, üzüm bağları.
وَكَوَاعِبَ اَتْرَابًاۙ
Ve kevâıbe etrâbâ.
Ve göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
وَكَأْسًا دِهَاقًاۜ
Ve ke’sen dihâkâ.
Ve dopdolu kadehler.
لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْوًا وَلَا كِذَّابًاۚ
Lâ yesmeûne fîhâ lagven ve lâ kizzâbâ.
Orada ne boş bir söz işitirler, ne de bir yalan.
جَزَٓاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَٓاءً حِسَابًاۙ
Cezâen min rabbike atâen hısâbâ.
Rabbinden bir karşılık, yeterli bir bağış olarak.
رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرَّحْمٰنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًاۚ
Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumer rahmâni lâ yemlikûne minhu hıtâbâ.
Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi olan Rahmân’dır. O’nun huzurunda konuşmaya güç yetiremezler.
يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلٰٓئِكَةُ صَفًّاۙ لَا يَتَكَلَّمُونَ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَقَالَ صَوَابًا
Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffen, lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle savâbâ.
O gün, Rûh (Cebrail) ve melekler saf saf dururlar. Rahmân’ın izin verdiklerinden başkası konuşamaz; konuşan da doğruyu söyler.
ذٰلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّۚ فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ مَاٰبًا
Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ.
İşte bu, hak gündür. Artık dileyen, Rabbine varan bir yol tutsun.
اِنَّٓا اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَر۪يبًاۚ يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَابًا
İnnâ enzernâkum azâben karîbâ, yevme yenzurul mer’u mâ kaddemet yedâhu ve yekûlul kâfiru yâ leytenî kuntu turâbâ.
Biz, sizi yakın bir azap ile uyardık. O gün kişi, ellerinin önden ne gönderdiğine bakacak ve kâfir, “Keşke toprak olsaydım!” diyecektir.