Nahl Suresi (1. Bölüm) – Tasavvuf Yolu

Nahl Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

Etâ emrullâhi fe lâ testa’cilûh(u), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn(e).

Allah’ın emri geldi, artık onu acele istemeyin. O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır ve yücedir.

2

يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُونِ

Yunezzilul melâikete bir rûhı min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî en enzirû ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekûn(i).

Kullarından dilediğine emrinden olan ruh (vahiy) ile melekleri indirir ve “Benden başka ilah yoktur. O halde bana karşı gelmekten sakının” diye uyarırlar.

3

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

Halakas semâvâti vel arda bil hakk(ı), teâlâ ammâ yuşrikûn(e).

Gökleri ve yeri hak ile yarattı. O, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.

4

خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ

Halakal insâne min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubîn(un).

İnsanı bir nutfeden (spermadan) yarattı. Bir de bakarsın ki o, apaçık bir düşman kesilmiştir.

5

وَالْاَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ ف۪يهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ

Vel en’âme halakahâ, lekum fîhâ dif’un ve menâfiu ve minhâ te’kulûn(e).

Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için bir ısıtıcı (giysi) ve nice faydalar vardır. Onlardan yersiniz de.

6

وَلَكُمْ ف۪يهَا جَمَالٌ ح۪ينَ تُر۪يحُونَ وَح۪ينَ تَسْرَحُونَ

Ve lekum fîhâ cemâlun hîne turîhûne ve hîne tesrahûn(e).

Onları akşamleyin getirirken ve sabahleyin salıverirken sizin için bir güzellik (ve zevk) vardır.

7

وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ

Ve tahmilu eskâlekum ilâ beledin lem tekûnû bâligîhi illâ bi şıkkıl enfus(i), inne rabbekum le raûfun rahîm(un).

Canlarınızın büyük bir zorlukla varabileceği bir memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

8

وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Vel hayle vel bigâle vel hamîra li terkebûhâ ve zîneh(ten), ve yahluku mâ lâ ta’lemûn(e).

Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve süs için (yarattı). Ve bilmediğiniz daha nice şeyler yaratır.

9

وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ

Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(un), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(e).

Doğru yolu göstermek Allah’a aittir. Yolların eğrisi de vardır. Eğer dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.

10

هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ

Huvellezî enzele mines semâi mâen lekum minhu şerâbun ve minhu şecerun fîhi tusîmûn(e).

Gökten sizin için su indiren O’dur. Ondan hem içecek vardır, hem de hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler.

11

يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

Yunbitu lekum bihiz zer’a vez zeytûne ven nahîle vel a’nâbe ve min kullis semerât(i), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn(e).

Onunla sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve her türlü meyvelerden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için bir ibret vardır.

12

وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ

Ve sahhara lekumul leyle ven nehâre veş şemse vel kamer(a), ven nucûmu musahharâtun bi emrih(î), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn(e).

Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da O’nun emriyle (hizmetinize) boyun eğmiştir. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir toplum için nice ibretler vardır.

13

وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ

Ve mâ zerae lekum fîl ardı muhtelifen elvânuh(u), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yezzekkerûn(e).

Yeryüzünde sizin için yarattığı çeşitli renklerdeki şeylerde de, öğüt alan bir toplum için elbette bir ibret vardır.

14

وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Ve huvellezî sahharal bahra li te’kulû minhu lahmen tariyyen ve testahricû minhu hilyeten telbesûnehâ, ve teral fulke mevâhire fîhi ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(e).

İçinden taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize veren O’dur. Gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün ki, (Allah’ın) lütfundan arayasınız ve şükredesiniz.

15

وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِكُمْ وَاَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ

Ve elkâ fîl ardı ravâsiye en temîde bikum ve enhâran ve subulen leallekum tehtedûn(e).

Sizi sarsmasın diye yeryüzüne sabit dağlar, yolunuzu bulasınız diye de ırmaklar ve yollar yerleştirdi.

16

وَعَلَامَاتٍۜ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ

Ve alâmât(in), ve bin necmi hum yehtedûn(e).

Ve nice alametler (yarattı). Onlar yıldızlarla da yollarını bulurlar.

17

اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ

E fe men yahluku ke men lâ yahluk(u), e fe lâ tezekkerûn(e).

Yaratan, yaratmayan gibi midir? Hiç düşünmüyor musunuz?

18

وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

Ve in teuddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ, innallâhe le gafûrun rahîm(un).

Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, onları sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

19

وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ

Vallâhu ya’lemu mâ tusirrûne ve mâ tu’linûn(e).

Allah, gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilir.

20

وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْـًٔا وَهُمْ يُخْلَقُونَ

Vellezîne yed’ûne min dûnillâhi lâ yahlukûne şey’en ve hum yuhlakûn(e).

Allah’ı bırakıp da taptıkları, hiçbir şey yaratamazlar. Kendileri yaratılmışlardır.

21

اَمْوَاتٌ غَيْرُ اَحْيَٓاءٍۚ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ

Emvâtun gayru ahyâin, ve mâ yeş’urûne eyyâne yub’asûn(e).

Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.

22

اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ

İlâhukum ilâhun vâhıd(un), fellezîne lâ yu’minûne bil âhireti kulûbuhum munkiretun ve hum mustekbirûn(e).

Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Ahirete inanmayanların kalpleri inkârcıdır ve onlar kibirlenenlerdir.

23

لَا جَرَمَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِر۪ينَ

Lâ cereme ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(e), innehu lâ yuhıbbul mustekbirîn(e).

Hiç şüphe yok ki Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O, kibirlenenleri sevmez.

24

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ

Ve izâ kîle lehum mâzâ enzele rabbukum kâlû esâtîrul evvelîn(e).

Onlara “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, “Öncekilerin masalları” derler.

25

لِيَحْمِلُٓوا اَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَمِنْ اَوْزَارِ الَّذ۪ينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ

Li yahmilû evzârahum kâmileten yevmel kıyâmeti ve min evzârillezîne yudıllûnehum bi gayri ilm(in), e lâ sâe mâ yezirûn(e).

Böylece kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak, bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenirler. Dikkat et, yüklendikleri şey ne kötüdür!

26

قَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتَى اللّٰهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ

Kad mekarallezîne min kablihim fe etâllâhu bunyânehum minel kavâidi fe harra aleyhimus sakfu min fevkıhim ve etâhumul azâbu min haysu lâ yeş’urûn(e).

Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Allah da onların binalarını temellerinden (sarsıp) üzerlerindeki tavanı başlarına çökertti. Azap onlara, farkında olmadıkları bir yerden geldi.

27

ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُخْز۪يهِمْ وَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓائِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تُشَٓاقُّونَ ف۪يهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّٓوءَ عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ

Summe yevmel kıyâmeti yuhzîhim ve yekûlu eyne şurakâiyellezîne kuntum tuşâkkûne fîhim, kâlellezîne ûtûl ilme innel hızyel yevme ves sûe alel kâfirîn(e).

Sonra kıyamet gününde onları rezil eder ve “Hakkında (mü’minlere) düşman kesildiğiniz ortaklarım nerede?” der. Kendilerine ilim verilenler, “Şüphesiz bugün rezillik ve kötülük, kâfirlerin üzerinedir” derler.

28

اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُsِهِمْ فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ بَلٰىٓ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

Ellezîne teteveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim fe elkavus seleme mâ kunnâ na’melu min sûin, belâ innallâhe alîmun bimâ kuntum ta’melûn(e).

Melekler, kendilerine zulmetmiş olanların canlarını alırken, onlar teslim olurlar ve “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk” (derler). (Melekler) “Hayır! Şüphesiz Allah, sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilendir” (derler).

29

فَادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ

Fedhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe lebi’se mesvel mutekebbirîn(e).

“O halde, içinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirli olanların yeri ne kötüdür!”

30

وَق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا خَيْرًاۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌۜ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ

Ve kîle lillezînettekav mâzâ enzele rabbukum, kâlû hayrâ(n), lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(tun), ve le dârul âhireti hayr(un), ve le ni’me dârul muttakîn(e).

Takva sahiplerine “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, “Hayır” derler. Bu dünyada iyilik yapanlar için bir güzellik vardır. Ahiret yurdu ise, elbette daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir!

31

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ

Cennâtu adnin yedhulûnehâ tecrî min tahtihel enhâru lehum fîhâ mâ yeşâûn(e), kezâlike yeczîllâhul muttakîn(e).

Onlar, altından ırmaklar akan Adn cennetlerine girerler. Orada kendileri için diledikleri her şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükâfatlandırır.

32

اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

Ellezîne teteveffâhumul melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulûl cennete bimâ kuntum ta’melûn(e).

Melekler, onların canlarını temiz kimseler olarak alırken, “Size selam olsun. Yaptıklarınıza karşılık cennete girin” derler.

33

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُsَهُمْ يَظْلِمُونَ

Hel yenzurûne illâ en te’tiyehumul melâiketu ev ye’tiye emru rabbik(e), kezâlike fealellezîne min kablihim, ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(e).

Onlar, kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

34

فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

Fe esâbehum seyyiâtu mâ amilû ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(e).

Yaptıklarının kötülükleri onlara isabet etti ve alay edip durdukları şey onları kuşatıverdi.

35

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۘ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

Ve kâlellezîne eşrakû lev şâallâhu mâ abednâ min dûnihî min şey’in nahnu ve lâ âbâunâ ve lâ harramnâ min dûnihî min şey'(in), kezâlike fealellezîne min kablihim, fe hel aler rusuli illel belâgul mubîn(u).

Ortak koşanlar dediler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de, atalarımız da O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık ve O’nun emri olmadan hiçbir şeyi haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen, apaçık bir tebliğden başka bir şey midir?

36

وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْfَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ

Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(e), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(tu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(e).

Andolsun, biz her ümmete, “Allah’a kulluk edin ve Tâğût’tan (Allah’tan başka tapılan her şeyden) kaçının” diye bir peygamber gönderdik. Onlardan kimine Allah hidayet verdi, kiminin üzerine de sapıklık hak oldu. Yeryüzünde dolaşın da, yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın.

37

اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ

İn tahris alâ hudâhum fe innallâhe lâ yehdî men yudıllu ve mâ lehum min nâsırîn(e).

Sen onların hidayete ermesini çok istesen de, şüphesiz Allah saptırdığını hidayete erdirmez. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

38

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ بَلٰى وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ

Ve aksemû billâhi cehde eymânihim lâ yeb’asullâhu men yemût(u), belâ va’den aleyhi hakkan ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(e).

“Allah, ölen bir kimseyi diriltmez” diye en büyük yeminleriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır! Bu, O’nun üzerine aldığı gerçek bir vaattir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

39

لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِfُونَ ف۪يهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ

Li yubeyyine lehumullezî yahtelifûne fîhi ve li ya’lemellezîne keferû ennehum kânû kâzibîn(e).

Anlaşmazlığa düştükleri şeyi onlara açıklaması ve inkâr edenlerin, kendilerinin yalancı olduklarını bilmeleri için (diriltecektir).

40

اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ eradnâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(u).

Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sözümüz sadece “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.

41

وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۘ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ

Vellezîne hâcerû fîllâhi min ba’di mâ zulimû le nubevviennehum fîd dunyâ haseneh(ten), ve le ecrun âhireti ekber(u), lev kânû ya’lemûn(e).

Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri, dünyada mutlaka güzel bir yere yerleştiririz. Ahiret mükâfatı ise, elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!

42

اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ

Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(e).

Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül edenlerdir.

Nahl Suresi (Ayet 43-85) – Tasavvuf Yolu

43

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ

Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(e).

Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlardan başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (bilenlere) sorun.

44

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

Bil beyyinâti vez zubur(i), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn(e).

Apaçık delillerle ve kitaplarla (gönderdik). Sana da Zikr’i (Kur’an’ı) indirdik ki, insanlara kendilerine indirileni açıklayasın ve umulur ki onlar da düşünürler.

45

اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ

E fe eminellezîne mekerûs seyyiâti en yahsifallâhu bihimul arda ev ye’tiyehumul azâbu min haysu lâ yeş’urûn(e).

Kötü tuzaklar kuranlar, Allah’ın kendilerini yere batırmasından veya farkında olmadıkları bir yerden azabın gelmesinden emin mi oldular?

46

اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ

Ev ye’huzehum fî tekallubihim fe mâ hum bi mu’cizîn(e).

Yahut dönüp dolaşırlarken onları yakalamasından? Onlar (Allah’ı) âciz bırakacak değillerdir.

47

اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

Ev ye’huzehum alâ tehavvufin, fe inne rabbekum le raûfun rahîm(un).

Yahut da onları korku içinde yavaş yavaş yakalamasından? Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

48

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّدًا لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ

E ve lem yerev ilâ mâ halakallâhu min şey’in yetefeyyeu zılâluhu anil yemîni veş şemâili succeden lillâhi ve hum dâhirûn(e).

Allah’ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, Allah’a secde ederek ve boyun eğerek sağa sola döner.

49

وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ

Ve lillâhi yescudu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı min dâbbetin vel melâiketu ve hum lâ yestekbirûn(e).

Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler, büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler.

50

يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ

Yehâfûne rabbehum min fevkıhim ve yef’alûne mâ yu’merûn(e).

Üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.

51

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ

Ve kâlellâhu lâ tettehızû ilâheynisneyn(i), innemâ huve ilâhun vâhıd(un), fe iyyâye ferhebûn(i).

Allah dedi ki: “İki ilah edinmeyin. O, ancak tek bir ilahtır. O halde yalnız benden korkun.”

52

وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِبًاۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ

Ve lehu mâ fîs semâvâti vel ardı ve lehud dînu vâsıbâ(en), e fe gayrallâhi tettekûn(e).

Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Din de daima O’nundur. Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?

53

وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَ

Ve mâ bikum min ni’metin fe minallâhi summe izâ messekumud durru fe ileyhi tec’erûn(e).

Sizde olan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı dokunduğu zaman, hemen O’na yalvarırsınız.

54

ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ

Summe izâ keşefed durra ankum izâ ferîkun minkum bi rabbihim yuşrikûn(e).

Sonra sıkıntıyı sizden giderince, bir de bakarsınız ki içinizden bir grup, Rablerine ortak koşuyorlar.

55

لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۙ فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

Li yekfurû bimâ âteynâhum, fe temetteû, fe sevfe ta’lemûn(e).

Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler diye. Haydi faydalanın bakalım, yakında bileceksiniz.

56

وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَص۪يبًا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْۜ تَاللّٰهِ لَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَفْتَرُونَ

Ve yec’alûne li mâ lâ ya’lemûne nasîben mimmâ razaknâhum, tallâhi le tus’elunne ammâ kuntum tefterûn(e).

Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, (haklarında) hiçbir şey bilmedikleri (putlara) bir pay ayırırlar. Allah’a andolsun, uydurmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.

57

وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُۙ وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ

Ve yec’alûne lillâhil benâti subhânehu ve lehum mâ yeştehûn(e).

Allah’a kızları isnat ederler. O, bundan uzaktır. Kendilerine ise, canlarının istediğini (erkek çocukları) (isnat ederler).

58

وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظ۪يمٌ

Ve izâ buşşira ehaduhum bil unsâ zalle vechuhu musvedden ve huve kezîm(un).

Onlardan biri, kız ile müjdelendiği zaman, içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilir.

59

يَتَوَارٰى مِنَ الْقَوْمِ مِنْ سُٓوءِ مَا بُشِّرَ بِه۪ۜ اَيُمْسِكُهُ عَلٰى هُونٍ اَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ

Yetevârâ minel kavmi min sûi mâ buşşira bih(î), e yumsikuhu alâ hûnin em yedussuhu fît turâb(i), e lâ sâe mâ yahkumûn(e).

Kendisine verilen kötü müjdeden dolayı halktan gizlenir. Onu utanç içinde tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Dikkat et, verdikleri hüküm ne kötüdür!

60

لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

Lillezîne lâ yu’minûne bil âhireti meselus sev’(i), ve lillâhil meselul a’lâ, ve huvel azîzul hakîm(u).

Kötülük örneği, ahirete inanmayanlar içindir. En yüce sıfatlar ise Allah’a aittir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

61

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

Ve lev yuâhizullâhun nâse bi zulmihim mâ tereke aleyhâ min dâbbetin ve lâkin yuahhiruhum ilâ ecelin musemmâ(n), fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hirûne sâaten ve lâ yestakdimûn(e).

Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise, ne bir an geri kalabilirler, ne de bir an öne geçebilirler.

62

وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِfُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ اَنَّ لَهُمُ الْحُسْنٰىۜ لَا جَرَمَ اَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ

Ve yec’alûne lillâhi mâ yekrahûne ve tasıfu elsinetuhumul kezibe enne lehumul husnâ, lâ cereme enne lehumun nâre ve ennehum mufratûn(e).

Kendilerinin hoşlanmadıkları şeyleri Allah’a isnat ederler. Dilleri de yalan yere, en güzelin kendilerine ait olduğunu söyler. Hiç şüphe yok ki, onlar için ateş vardır ve onlar oraya (herkesten önce) gönderileceklerdir.

63

تَاللّٰهِ لَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

Tallâhi lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe huve veliyyuhumul yevme ve lehum azâbun elîm(un).

Allah’a andolsun, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik. Fakat şeytan onlara amellerini süslü gösterdi. O, bugün de onların dostudur. Onlar için elem dolu bir azap vardır.

64

وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ اِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا ف۪يهِۙ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

Ve mâ enzelnâ aleykel kitâbe illâ li tubeyyine lehumullezîhtelefû fîhi ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(e).

Sana kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman ve inanan bir toplum için bir hidayet ve bir rahmet olsun diye indirdik.

65

وَاللّٰهُ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ

Vallâhu enzele mines semâi mâen fe ahyâ bihil arda ba’de mevtihâ, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yesmeûn(e).

Allah, gökten su indirdi de, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz bunda, işiten bir toplum için bir ibret vardır.

66

وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْעَامِ לَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَٓائِغًا لِلشَّارِب۪ينَ

Ve inne lekum fîl en’âmi le ibreh(ten), nuskîkum mimmâ fî butûnihî min beyni fersin ve demin lebenen hâlisan sâigan liş şâribîn(e).

Hayvanlarda sizin için elbette bir ibret vardır. Onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından, içenlere lezzet veren saf bir süt içiririz.

67

وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪ילِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

Ve min semerâtin nahîli vel a’nâbi tettehızûne minhu sekeren ve rızkan hasenâ(n), inne fî zâlike le âyeten li kavmin ya’kılûn(e).

Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem bir sarhoşluk (içki) hem de güzel bir rızık elde edersiniz. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır.

68

وَاَوْחٰى رَبُّكَ اِلَى النَّחْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُיُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ

Ve evhâ rabbuke ilen nahli enittehızî minel cibâli buyûten ve mineş şeceri ve mimmâ ya’rişûn(e).

Rabbin bal arısına vahyetti: “Dağlarda, ağaçlarda ve (insanların) kurdukları çardaklarda kendine evler edin.”

69

ثُمَّ كُل۪ي مِنْ כּُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُכ۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًاۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِfٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِפَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ לَاٰيَةً לِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

Summe kulî min kullis semerâti feslukî subule rabbiki zululâ(en), yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun lin nâs(i), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn(e).

“Sonra her türlü meyveden ye de, Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarına gir.” Onların karınlarından, renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar. Onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için bir ibret vardır.

70

وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُרَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْעُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ עِلْمٍ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ עَل۪يمٌ قَد۪يرٌ

Vallâhu halakakum summe yeteveffâkum ve minkum men yuraddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme ba’de ilmin şey’â(en), innallâhe alîmun kadîr(un).

Allah sizi yarattı, sonra da canınızı alır. İçinizden kimi de, bildikten sonra hiçbir şey bilmesin diye ömrün en düşkün çağına ulaştırılır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, her şeye kadirdir.

71

وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّ۪ي רִזْقِهِمْ عَلٰى مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌۜ اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَجْחَدُونَ

Vallâhu faddale ba’dakum alâ ba’dın fîr rızk(ı), fe mellezîne fuddılû bi râddî rızkıhim alâ mâ meleket eymânuhum fe hum fîhi sevâun, e fe bi ni’metillâhi yechadûn(e).

Allah, rızık konusunda bir kısmınızı bir kısmınıza üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu konuda eşit hale gelmezler. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?

72

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَזْوَاجًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَזْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَחَفَدَةً وَרَזَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَבِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَכْفُرُونَ

Vallâhu ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve ceale lekum min ezvâcikum benîne ve hafedeten ve razakakum minet tayyibât(i), e fe bil bâtılı yu’minûne ve bi ni’metillâhi hum yekfurûn(e).

Allah, size kendi nefislerinizden eşler yarattı. Eşlerinizden de size oğullar ve torunlar verdi ve sizi temiz rızıklarla rızıklandırdı. Onlar hâlâ bâtıla inanıp da Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

73

وَيَعْبُدُونَ مِنْ דُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ רִזْقًا مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ شَيْـًٔا وَلَا يَسْتَط۪يعُونَ

Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lâ yemliku lehum rızkan mines semâvâti vel ardı şey’en ve lâ yestetîûn(e).

Allah’ı bırakıp da, kendilerine göklerden ve yerden hiçbir rızık veremeyen ve buna güçleri de yetmeyen şeylere tapıyorlar.

74

فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

Fe lâ tadribû lillâhil emsâl(e), innallâhe ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(e).

Allah’a misaller getirmeyin. Şüphesiz Allah bilir, siz bilmezsiniz.

75

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا עَبْدًا מَمْلُوكًا لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ רَזَقْنَاهُ مِنَّا רִזْقًا חَسَنًا فَهُوَ يُنْfِقُ مِنْهُ سِرًّا وَجَهْرًاۜ هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَכْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

Daraballâhu meselen abden memlûken lâ yakdiru alâ şey’in ve men razaknâhu minnâ rızkan hasenen fe huve yunfiku minhu sirran ve cehrâ(n), hel yestevûn(e), el hamdu lillâh(i), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(e).

Allah şöyle bir misal verdi: Hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olan bir köle ile, kendisine katımızdan güzel bir rızık verdiğimiz ve ondan gizli ve açık olarak harcayan bir kimse hiç bir olur mu? Hamd, Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.

76

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا רَجُلَيْنِ اَحَدُهُمَٓا اَبْכَمُ لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُ اَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍۜ هَلْ يَسْتَو۪ي هُوَ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪יםٍ

Ve daraballâhu meselen raculeyni ehaduhumâ ebkemu lâ yakdiru alâ şey’in ve huve kellun alâ mevlâhu eynemâ yuveccihhu lâ ye’ti bi hayr(in), hel yestevî huve ve men ye’muru bil adli ve huve alâ sırâtın mustekîm(in).

Allah (şöyle) iki adamı da misal verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez ve efendisine bir yüktür. Onu nereye gönderse, bir hayır getirmez. Bu, adaletle emreden ve dosdoğru bir yol üzerinde bulunan kimse ile hiç bir olur mu?

77

وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّמٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَמَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْבَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى כּُلِّ شَيْءٍ قَد۪ירٌ

Ve lillâhi gaybus semâvâti vel ard(ı), ve mâ emrus sâati illâ ke lemhil basari ev huve akrab(u), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(un).

Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Kıyametin kopması, bir göz açıp kapama gibi, yahut daha da yakındır. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.

78

وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـًٔاۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ לَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Vallâhu ahracekum min butûni ummehâtikum lâ ta’lemûne şey’en ve ceale lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’idete leallekum teşkurûn(e).

Allah, sizi annelerinizin karınlarından hiçbir şey bilmez halde çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.

79

اَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ ف۪ي جَוِّ السَّמَٓاءِۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا اللّٰهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ לَاٰيَاتٍ לِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

E lem yerev ilet tayri musahharâtin fî cevvis semâ(i), mâ yumsikuhunne illallâh(u), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(e).

Göğün boşluğunda, (Allah’ın emrine) boyun eğdirilmiş kuşları görmediler mi? Onları (orada) Allah’tan başkası tutamaz. Şüphesiz bunda, inanan bir toplum için ibretler vardır.

80

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُיُوتِكُمْ سَكَنًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْעَامِ بُיُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْ وَمِنْ اَصْוָافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثًا وَمَتَاعًا اِلٰى ح۪ينٍ

Vallâhu ceale lekum min buyûtikum sekenen ve ceale lekum min culûdil en’âmi buyûten testehıffûnehâ yevme za’nikum ve yevme ikâmetikum ve min asvâfihâ ve evbârihâ ve eş’ârihâ esâsen ve metâan ilâ hîn(in).

Allah, size evlerinizi bir huzur ve dinlenme yeri kıldı. Hayvanların derilerinden de, göç gününüzde ve konaklama gününüzde hafifçe taşıyacağınız evler (çadırlar); yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından da bir süreye kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir geçimlik kıldı.

81

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَכْنَાનًا وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪ילَ تَق۪يكُمُ الْחَرَّ وَسَرَاب۪ילَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ כּَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ לَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ

Vallâhu ceale lekum mimmâ halaka zılâlen ve ceale lekum minel cibâli eknânen ve ceale lekum serâbîle tekîkumul harra ve serâbîle tekîkum be’sekum, kezâlike yutimmu ni’metehu aleykum leallekum tuslimûn(e).

Allah, yarattığı şeylerden sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda sizin için sığınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı. İşte böyle, O, teslim olasınız diye üzerinizdeki nimetini tamamlar.

82

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُב۪ينُ

Fe in tevellev fe innemâ aleykel belâgul mubîn(u).

Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen sadece apaçık bir tebliğdir.

83

يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُנْכּِرُونَهَا وَاَכْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ

Ya’rifûne ni’metallâhi summe yunkirûnehâ ve ekseruhumul kâfirûn(e).

Allah’ın nimetini bilirler, sonra da onu inkâr ederler. Onların çoğu nankörlerdir.

84

وَيَوْمَ נَبْعَثُ مِنْ כּُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَלَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ

Ve yevme neb’asu min kulli ummetin şehîden summe lâ yu’zenu lillezîne keferû ve lâ hum yusta’tebûn(e).

O gün her ümmetten bir şahit çıkarırız. Sonra inkâr edenlere ne (özür dilemeleri için) izin verilir, ne de (Allah’ı) razı etmeleri istenir.

85

وَاِذَا רَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَלَا هُمْ يُنْظَرُونَ

Ve izâ raellezîne zalemûl azâbe fe lâ yuhaffefu anhum ve lâ hum yunzarûn(e).

Zulmedenler azabı gördükleri zaman, artık onlardan (azap) hafifletilmez ve onlara mühlet de verilmez.

Nahl Suresi (Ayet 86-128) – Tasavvuf Yolu

86

وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ

Ve izâ raellezîne eşrakû şurakâehum kâlû rabbenâ hâulâi şurakâunellezîne kunnâ ned’û min dûnik(e), fe elkav ileyhimul kavle innekum le kâzibûn(e).

Ortak koşanlar, ortaklarını gördükleri zaman, “Rabbimiz! İşte bunlar, seni bırakıp da taptığımız ortaklarımızdır” derler. Onlar da bunlara, “Siz gerçekten yalancılarsınız” diye söz atarlar.

87

وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

Ve elkav ilallâhi yevmeizinis seleme ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(e).

O gün Allah’a teslim olurlar ve uydurdukları şeyler onlardan kaybolup gider.

88

اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ

Ellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi zidnâhum azâben fevkal azâbi bimâ kânû yufsidûn(e).

İnkâr edip de Allah yolundan alıkoyanlara, bozgunculuk yapmaları sebebiyle azap üstüne azap artırırız.

89

وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُsِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يدًا عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَنَזَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ

Ve yevme neb’asu fî kulli ummetin şehîden aleyhim min enfusihim ve ci’nâ bike şehîden alâ hâulâ(i), ve nezzelnâ aleykel kitâbe tibyânen li kulli şey’in ve huden ve rahmeten ve buşrâ lil muslimîn(e).

O gün her ümmet içinde, kendilerinden onlara bir şahit çıkarırız. Seni de bunlara şahit olarak getiririz. Sana kitabı, her şeyi açıklayan, bir hidayet, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.

90

اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّרُونَ

İnnallâhe ye’muru bil adli vel ihsâni ve îtâi zîl kurbâ ve yenhâ anil fahşâi vel munkeri vel bagy(i), yeızukum leallekum tezekkerûn(e).

Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Hayâsızlığı, fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp öğüt almanız için size öğüt veriyor.

91

وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْك۪يدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلًاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ

Ve evfû bi ahdillâhi izâ âhedtum ve lâ tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlâ(en), innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn(e).

Sözleşme yaptığınız zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin. Sağlamlaştırdıktan sonra yeminlerinizi bozmayın. Çünkü Allah’ı kendinize kefil kılmıştınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.

92

وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثًا۬ تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِه۪ۜ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِfُونَ

Ve lâ tekûnû kelletî nakadat gazlehâ min ba’di kuvvetin enkâsâ(en), tettehızûne eymânekum dehalen beynekum en tekûne ummetun hiye erbâ min ummeh(tin), innemâ yeblûkumullâhu bih(î), ve le yubeyyinenne lekum yevmel kıyâmeti mâ kuntum fîhi tahtelifûn(e).

İpliğini iyice eğirip sağlamlaştırdıktan sonra bozan kadın gibi olmayın. Bir topluluk diğerinden daha kalabalık diye yeminlerinizi aranızda bir aldatma aracı yapıyorsunuz. Allah sizi bununla ancak imtihan eder. Anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri kıyamet gününde size mutlaka açıklayacaktır.

93

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

Ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhideten ve lâkin yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâ(u), ve le tus’elunne ammâ kuntum ta’melûn(e).

Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorguya çekileceksiniz.

94

وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

Ve lâ tettehızû eymânekum dehalen beynekum fe tezille kademun ba’de subûtihâ ve tezûkûs sûe bimâ sadedtum an sebîlillâhi ve lekum azâbun azîm(un).

Yeminlerinizi aranızda bir aldatma aracı yapmayın. Sonra sağlam basmışken ayağınız kayar da, Allah yolundan saptırmanız sebebiyle kötülüğü tadarsınız. Sizin için büyük bir azap da vardır.

95

وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Ve lâ teşterû bi ahdillâhi semenen kalîlâ(en), innemâ indallâhi huve hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(e).

Allah’ın ahdini az bir değere satmayın. Eğer bilirseniz, Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır.

96

مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Mâ indekum yenfedu ve mâ indallâhi bâk(ın), ve le necziyennellezîne saberû ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn(e).

Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katındaki ise kalıcıdır. Sabredenleri, yaptıklarının en güzeliyle mutlaka mükâfatlandıracağız.

97

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe le nuhyiyennehu hayâten tayyibeh(ten), ve le necziyennehum ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn(e).

Erkek veya kadından, kim mü’min olarak sâlih bir amel işlerse, ona mutlaka güzel bir hayat yaşatacağız ve onları, yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandıracağız.

98

فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ

Fe izâ kara’tel kur’âne festeiz billâhi mineş şeytânir racîm(i).

Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.

99

اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ

İnnehu leyse lehu sultânun alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(e).

Şüphesiz onun, iman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.

100

اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ

İnnemâ sultânuhu alellezîne yetevellevnehu vellezîne hum bihî muşrikûn(e).

Onun hâkimiyeti, ancak onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerinedir.

101

وَاِذَا بَدَّلْنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

Ve izâ beddelnâ âyeten mekâne âyetin vallâhu a’lemu bimâ yunezzilu kâlû innemâ ente mufter(in), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(e).

Biz bir âyeti, başka bir âyetin yerine getirdiğimiz zaman -ki Allah ne indirdiğini daha iyi bilir- “Sen ancak bir iftiracısın” dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.

102

قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ

Kul nezzelehu rûhul kudusi min rabbike bil hakkı li yusebbitellezîne âmenû ve huden ve buşrâ lil muslimîn(e).

De ki: “Onu, Rûhu’l-Kudüs (Cebrail), iman edenleri sağlamlaştırmak, Müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olmak üzere Rabbin katından hak ile indirmiştir.”

103

وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّهُمْ يَقُولُونَ اِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌۜ لِسَانُ الَّذ۪ي يُلْحِدُونَ اِلَيْهِ اَعْجَمِيٌّ وَهٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُب۪ينٌ

Ve lekad na’lemu ennehum yekûlûne innemâ yuallimuhu beşer(un), lisânullezî yulhıdûne ileyhi a’cemiyyun ve hâzâ lisânun arabiyyun mubîn(un).

Andolsun, biz onların “Ona mutlaka bir beşer öğretiyor” dediklerini biliyoruz. Kendisine nispet ettikleri kişinin dili yabancıdır. Bu ise, apaçık bir Arapçadır.

104

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ لَا يَهْد۪يهِمُ اللّٰهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

İnnellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi lâ yehdîhimullâhu ve lehum azâbun elîm(un).

Allah’ın âyetlerine inanmayanları, Allah doğru yola iletmez. Onlar için elem dolu bir azap vardır.

105

اِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ

İnnemâ yefterîl kezibellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâh(i), ve ulâike humul kâzibûn(e).

Yalanı, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.

106

مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُfْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainnun bil îmâni ve lâkin men şereha bil kufri sadran fe aleyhim gadabun minallâhi ve lehum azâbun azîm(un).

Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse -kalbi imanla dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini küfre açarsa, işte Allah’ın gazabı onların üzerinedir. Onlar için büyük bir azap da vardır.

107

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اسْتَحَبُّوا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ

Zâlike bi ennehumustehabûl hayâted dunyâ alel âhireti ve ennallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn(e).

Bu, onların dünya hayatını ahirete tercih etmeleri ve Allah’ın, kâfirler topluluğunu doğru yola iletmemesi sebebiyledir.

108

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

Ulâikellezîne tabaallâhu alâ kulûbihim ve sem’ıhim ve ebsârihim, ve ulâike humul gâfilûn(e).

İşte onlar, Allah’ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Onlar, gafillerin ta kendileridir.

109

لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرُونَ

Lâ cereme ennehum fîl âhireti humul hâsirûn(e).

Hiç şüphe yok ki onlar, ahirette hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

110

ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُٓوا اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

Summe inne rabbeke lillezîne hâcerû min ba’di mâ futinû summe câhedû ve saberû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(un).

Sonra şüphesiz Rabbin, eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra cihad edip sabredenlerin (yanındadır). Şüphesiz Rabbin, bundan sonra çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

111

يَوْمَ تَأْت۪ي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا وَتُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

Yevme te’tî kullu nefsin tucâdilu an nefsihâ ve tuveffâ kullu nefsin mâ amilet ve hum lâ yuzlemûn(e).

O gün herkes kendi nefsini savunmak için gelir. Herkese yaptığının karşılığı tastamam verilir ve onlara zulmedilmez.

112

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَدًا مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

Ve daraballâhu meselen karyeten kânet âmineten mutmainneten ye’tîhâ rızkuhâ ragaden min kulli mekânin fe keferet bi en’umillâhi fe ezâkahallâhu libâsel cûi vel havfi bimâ kânû yasneûn(e).

Allah şöyle bir misal verdi: Güvenli ve huzurlu bir şehir vardı. Rızkı ona her yerden bol bol geliyordu. Fakat (halkı) Allah’ın nimetlerine nankörlük etti. Allah da onlara, yaptıklarından dolayı açlık ve korku elbisesini tattırdı.

113

وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ

Ve lekad câehum resûlun minhum fe kezzebûhu fe ehazehumul azâbu ve hum zâlimûn(e).

Andolsun, onlara içlerinden bir peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar zulmederlerken, azap onları yakalayıverdi.

114

فَكُلُوا مِمَّا رَזَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالًا طَيِّبًا وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

Fe kulû mimmâ razakakumullâhu halâlen tayyiben veşkurû ni’metallâhi in kuntum iyyâhu ta’budûn(e).

Artık Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden helal ve temiz olarak yiyin. Eğer O’na kulluk ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin.

115

اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّםَ وَلَحْمَ الْخِنْז۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪יםٌ

İnnemâ harreme aleykumul meytete ved deme ve lahmel hınzîri ve mâ uhille li gayrillâhi bih(î), fe menidturra gayra bâgin ve lâ âdin fe innallâhe gafûrun rahîm(un).

O, size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Fakat kim zorda kalırsa, (başkasına) saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

116

وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِfُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَ

Ve lâ tekûlû li mâ tasıfu elsinetukumul kezibe hâzâ halâlun ve hâzâ harâmun li tefterû alâllâhil kezib(e), innellezîne yefterûne alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(e).

Dillerinizin yalan yere nitelendirmesiyle, “Bu helaldir, bu haramdır” demeyin ki, Allah’a karşı yalan uydurmuş olasınız. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.

117

مَتَاعٌ קَل۪ילٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

Metâun kalîlun ve lehum azâbun elîm(un).

Az bir faydalanmadır (bu). Onlar için elem dolu bir azap vardır.

118

وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُۚ وَמَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ כּَانُٓوا اَنْפُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

Ve alellezîne hâdû harramnâ mâ kasasnâ aleyke min kabl(u), ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(e).

Yahudilere de, daha önce sana anlattığımız şeyleri haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

119

ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ עَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ בַּعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓوا اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا לَغَفُورٌ رَح۪יםٌ

Summe inne rabbeke lillezîne amilûs sûe bi cehâletin summe tâbû min ba’di zâlike ve aslehû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(un).

Sonra şüphesiz Rabbin, cahillikle bir kötülük işleyip de sonra tövbe eden ve kendini düzeltenler için, şüphesiz Rabbin bundan sonra çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

120

اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ כָּןَ اُمَّةً קَانِتًا لِلّٰهِ حَن۪يفًاۜ وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ

İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfâ(en), ve lem yeku minel muşrikîn(e).

Şüphesiz İbrahim, tek başına bir ümmetti. Allah’a itaat eden, O’na yönelen bir kimseydi. Müşriklerden değildi.

121

شَاكِرًا لِاَنْעُمِه۪ۜ اجْتَبٰيهُ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪יםٍ

Şâkiren li en’umih(î), ictebâhu ve hedâhu ilâ sırâtın mustekîm(in).

O’nun nimetlerine şükredendi. (Allah) onu seçti ve dosdoğru bir yola iletti.

122

وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا חَسَنَةًۜ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ לَمِنَ الصَّالِح۪ينَ

Ve âteynâhu fîd dunyâ haseneh(ten), ve innehu fîl âhireti le mines sâlihîn(e).

Ona dünyada bir güzellik verdik. Şüphesiz o, ahirette de sâlihlerdendir.

123

ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّבِעْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ חَن۪يفًاۜ وَמَا כָּןَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(en), ve mâ kâne minel muşrikîn(e).

Sonra sana vahyettik: “Hanîf (doğruya yönelen) olarak İbrahim’in dinine uy. O, müşriklerden değildi.”

124

اِنَّمَا جُעِلَ السَّבْتُ عَلَى الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَاِنَّ رَبَّكَ לَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰמَةِ ف۪يمَا כּَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

İnnemâ cuiles sebtu alellezînahtelefû fîh(i), ve inne rabbeke le yahkumu beynehum yevmel kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn(e).

Cumartesi (yasağı), ancak o konuda ayrılığa düşenlere farz kılındı. Şüphesiz Rabbin, kıyamet günü, anlaşmazlığa düştükleri konularda aralarında hüküm verecektir.

125

اُدْعُ اِلٰى سَب۪ילِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْעِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪ילِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen(u), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(e).

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir. O, hidayete erenleri de en iyi bilendir.

126

وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا עُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ

Ve in âkabtum fe âkıbû bi misli mâ ûkıbtum bih(î), ve lein sabertum le huve hayrun lis sâbirîn(e).

Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle ceza verin. Eğer sabrederseniz, bu, sabredenler için daha hayırlıdır.

127

وَاصْبِرْ وَמَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْכּُرُونَ

Vasbir ve mâ sabruke illâ billâh(i) ve lâ tahzen aleyhim ve lâ teku fî daykın mimmâ yemkurûn(e).

Sabret. Senin sabrın ancak Allah’ın yardımıyladır. Onlara üzülme. Kurdukları tuzaklardan dolayı da sıkıntıya düşme.

128

اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ

İnnallâhe meallezînettekav vellezîne hum muhsinûn(e).

Şüphesiz Allah, takva sahipleriyle ve iyilik yapanlarla beraberdir.