İbrahim Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
الٓرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۙ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ
Elif lâm râ, kitâbun enzelnâhu ileyke li tuhrîcen nâse minez zulumâti ilen nûri bi izni rabbihim ilâ sırâtıl azîzil hamîd.
Elif, Lâm, Râ. (Bu Kur’an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, mutlak güç sahibi ve övgüye layık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
اَللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَوَيْلٌ لِلْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ شَد۪يدٍۙ
Allâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard, ve veylun lil kâfirîne min azâbin şedîd.
O Allah ki, göklerdeki ve yerdeki her şey O’nundur. Şiddetli azaptan dolayı vay o kâfirlerin haline!
اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ
Ellezîne yestehıbbûnel hayâted dunyâ alel âhireti ve yesuddûne an sebîlillâhi ve yebgûnehâ ivecâ, ulâike fî dalâlin baîd.
Onlar, dünya hayatını ahirete tercih eden, (insanları) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermek isteyenlerdir. İşte onlar, derin bir sapıklık içindedirler.
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’, ve huvel azîzul hakîm.
Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۙ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
Ve lekad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ en ahric kavmeke minez zulumâti ilen nûri ve zekkirhum bi eyyâmillâh, inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin şekûr.
Andolsun, biz Mûsâ’yı, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın günlerini hatırlat” diye mucizelerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ
Ve iz kâle mûsâ li kavmihizkurû ni’metallâhi aleykum iz encâkum min âli fir’avne yesûmûnekum sûel azâbi ve yuzebbihûne ebnâekum ve yestahyûne nisâekum, ve fî zâlikum belâun min rabbikum azîm.
Hani Mûsâ kavmine demişti ki: “Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani O, sizi Firavun’un ailesinden kurtarmıştı. Onlar size azabın en kötüsünü tattırıyorlar, oğullarınızı boğazlıyorlar ve kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.”
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ
Ve iz teezzene rabbukum lein şekertum le ezîdennekum ve lein kefertum inne azâbî le şedîd.
Hani Rabbiniz şöyle buyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz, size (nimetimi) daha da artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz benim azabım çok şiddetlidir.”
وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۙ فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ
Ve kâle mûsâ in tekfurû entum ve men fîl ardı cemîan fe innallâhe le ganiyyun hamîd.
Mûsâ dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz, şüphesiz Allah zengindir (hiçbir şeye muhtaç değildir), övülmeye en layık olandır.”
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۘ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
E lem ye’tikum nebeullezîne min kablikum kavmi nûhın ve âdin ve semûde vellezîne min ba’dihim, lâ ya’lemuhum illallâh, câethum rusuluhum bil beyyinâti fe reddû eydiyehum fî efvâhihim ve kâlû innâ kefernâ bimâ ursiltum bihî ve innâ le fî şekkin mimmâ ted’ûnenâ ileyhi murîb.
Sizden öncekilerin, Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberi size gelmedi mi? Onları Allah’tan başkası bilmez. Peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişti de, onlar (öfkeden) ellerini ağızlarına götürüp, “Biz sizinle gönderileni inkâr ediyoruz ve bizi kendisine çağırdığınız şey hakkında derin bir şüphe içindeyiz” demişlerdi.
قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَدْعُوكُمْ لِيَغْfِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ
Kâlet rusuluhum e fîllâhi şekkun fâtıris semâvâti vel ard, yed’ûkum li yagfire lekum min zunûbikum ve yuahhirakum ilâ ecelin musemmâ, kâlû in entum illâ beşerun mislunâ, turîdûne en tesuddûnâ ammâ kâne ya’budu âbâunâ fe’tûnâ bi sultânin mubîn.
Peygamberleri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir süreye kadar ertelemek için sizi çağırıyor.” Onlar, “Siz de bizim gibi birer beşersiniz. Bizi atalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. O halde bize apaçık bir delil getirin” dediler.
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَمَا كَانَ لَنَٓا اَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Kâlet lehum rusuluhum in nahnu illâ beşerun mislukum ve lâkinnallâhe yemunnu alâ men yeşâu min ıbâdih, ve mâ kâne lenâ en ne’tiyekum bi sultânin illâ bi iznillâh, ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn.
Peygamberleri onlara dedi ki: “Biz de ancak sizin gibi birer beşeriz. Fakat Allah, kullarından dilediğine lütufta bulunur. Allah’ın izni olmadıkça, bizim size bir delil getirmemiz (mümkün) değildir. Mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.”
وَمَا لَنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
Ve mâ lenâ ellâ netevekkele alâllâhi ve kad hedânâ subulenâ, ve le nasbirenne alâ mâ âzeytumûnâ, ve alâllâhi fel yetevekkelil mutevekkilûn.
“Bize yollarımızı göstermişken, niçin Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize ettiğiniz eziyetlere elbette sabredeceğiz. Tevekkül edenler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.”
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ
Ve kâlellezîne keferû li rusulihim le nuhricennekum min ardınâ ev le teûdunne fî milletinâ, fe evhâ ileyhim rabbuhum le nuhlikennez zâlimîn.
İnkâr edenler peygamberlerine, “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkarırız, ya da bizim dinimize dönersiniz” dediler. Rableri de onlara vahyetti ki: “Biz o zalimleri mutlaka helak edeceğiz.”
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَام۪ي وَخَافَ وَع۪يدِ
Ve le nuskinennekumul arda min ba’dihim, zâlike li men hâfe makâmî ve hâfe vaîd.
“Ve onlardan sonra sizi o yurda yerleştireceğiz. Bu, makamımdan korkan ve tehdidimden çekinenler içindir.”
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ
Vesteftehû ve hâbe kullu cebbârin anîd.
(Peygamberler) fetih istediler. Her inatçı zorba da hüsrana uğradı.
مِنْ وَرَٓائِه۪ جَهَنَّםُ وَيُسْقٰى مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ
Min verâihî cehennemu ve yuskâ min mâin sadîd.
Onun arkasında cehennem vardır. Orada kendisine irinli bir su içirilir.
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍۜ وَمِنْ وَرَٓائِه۪ عَذَابٌ غَل۪يظٌ
Yetecerrauhu ve lâ yekâdu yusîguhu ve ye’tîhil mevtu min kulli mekânin ve mâ huve bi meyyit, ve min verâihî azâbun galîz.
Onu yudumlamaya çalışır, fakat boğazından geçiremez. Ona her taraftan ölüm gelir, fakat o ölmez. Onun arkasından da şiddetli bir azap vardır.
مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِfٍۜ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ
Meselullezîne keferû bi rabbihim a’mâluhum ke ramâdinişteddet bihir rîhu fî yevmin âsıf, lâ yakdirûne mimmâ kesebû alâ şey’, zâlike huved dalâlul baîd.
Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Amelleri, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler. İşte bu, derin bir sapıklıktır.
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّמٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِבْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ
E lem tere ennallâhe halakas semâvâti vel arda bil hakk, in yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd.
Görmedin mi, Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. Dilerse sizi yok eder ve yeni bir halk getirir.
وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ
Ve mâ zâlike alâllâhi bi azîz.
Bu, Allah’a zor değildir.
وَبَرَזُوا لِلّٰهِ جَم۪يعًا فَقَالَ الضُّעَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ עَنَّا مِنْ עَذَابِ اللّٰهِ مِنْ שَيْءٍۜ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَזِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا לَنَا مِنْ מَح۪יصٍ
Ve berazû lillâhi cemîan fe kâled duafâu lillezînestekberû innâ kunnâ lekum tebean fe hel entum mugnûne annâ min azâbillâhi min şey’, kâlû lev hedânallâhu le hedeynâkum, sevâun aleynâ e cezi’nâ em sabernâ mâ lenâ min mahîs.
Hepsi Allah’ın huzuruna çıkarlar. Zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, “Biz size uymuştuk. Şimdi Allah’ın azabından bir şeyi bizden savabilir misiniz?” derler. Onlar da, “Eğer Allah bizi hidayete erdirseydi, biz de sizi hidayete erdirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Bizim için kaçacak bir yer yoktur” derler.
وَقَالَ الشَّיْטَانُ لَمَّا קُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَעْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ وَמَا כָּןَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْטَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ ל۪يۚ فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُsَكُمْۜ מَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَמَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ اِنّ۪ي כּَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَכْتُمُونِ مِنْ קَبْلُۜ اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe vaadekum va’del hakkı ve vaadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrihiyy, innî kefertu bimâ eşrektumûni min kabl, innez zâlimîne lehum azâbun elîm.
İş bitirilince şeytan der ki: “Şüphesiz Allah size gerçek olanı vaat etti. Ben de size vaat ettim, ama size yalan söyledim. Benim sizin üzerinizde bir gücüm yoktu. Sadece sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben, daha önce beni (Allah’a) ortak koşmanızı da inkâr etmiştim. Şüphesiz zalimler için elem dolu bir azap vardır.”
وَاُدْخِلَ الَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَעَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا بِاِذْنِ רַבِّهِمْۜ تَחِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌ
Ve udhilellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ bi izni rabbihim, tehiyyetuhum fîhâ selâm.
İman edip sâlih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlere sokulurlar. Oradaki esenlik dilekleri “Selam”dır.
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِתٌ وَفَرْעُهَا فِي السَّמَٓاءِۙ
E lem tere keyfe daraballâhu meselen kelimeten tayyibeten ke şeceretin tayyibetin asluha sâbitun ve fer’uhâ fîs semâ’.
Görmedin mi, Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen güzel bir ağaç gibidir.
تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا כּُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ רַבِّهَاۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ לِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّרُونَ
Tu’tî ukulehâ kulle hînin bi izni rabbihâ, ve yadribullâhul emsâle lin nâsi leallehum yetezekkerûn.
O ağaç, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah, düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara misaller getirir.
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا לَهَا مِنْ קَرَارٍ
Ve meselu kelimetin habîsetin ke şeceretin habîsetinictusset min fevkıl ardı mâ lehâ min karâr.
Kötü bir sözün misali de, gövdesi yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağaç gibidir.
يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰמَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِתِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ
Yusebbitullâhullezîne âmenû bil kavlis sâbiti fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhireh, ve yudillullâhuz zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâu.
Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette o sağlam sözle (kelime-i tevhid ile) sabit kılar. Allah, zalimleri saptırır. Allah, dilediğini yapar.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ כּُفْرًا وَاَحَلُّوا קَوْمَهُمْ دَارَ الْבَوَارِۙ
E lem tere ilellezîne beddelû ni’metallâhi kufren ve ehallû kavmehum dârel bevâr.
Allah’ın nimetini nankörlükle değiştirenleri ve kavimlerini helak yurduna sürükleyenleri görmedin mi?
جَهَنَّمَۜ يَصْلَوْنَهَاۜ وَبِئْسَ الْقَرَارُ
Cehennem, yaslevnehâ, ve bi’sel karâr.
Cehenneme. Oraya girerler. O ne kötü bir karargâhtır!
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا לِيُضِلُّوا עَنْ سَب۪ילِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَص۪ירَكُمْ اِلَى النَّارِ
Ve cealû lillâhi endâden li yudıllû an sebîlih, kul temetteû fe inne masîrekum ilen nâr.
(İnsanları) O’nun yolundan saptırmak için Allah’a ortaklar koştular. De ki: “Faydalanın. Şüphesiz varacağınız yer ateştir.”
قُلْ לِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْfِقُوا مِمَّا رَזَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ קَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا בَيْעٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ
Kul li ıbâdiyellezîne âmenû yukîmûs salâte ve yunfikû mimmâ razaknâhum sirran ve alâniyeten min kabli en ye’tiye yevmun lâ bey’un fîhi ve lâ hılâl.
İman eden kullarıma söyle: Namazı kılsınlar, kendilerinde ne alışverişin ne de dostluğun bulunmadığı bir gün gelmeden önce, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık olarak infak etsinler.
اَللّٰهُ الَّذ۪י خَلَقَ السَّמٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْזَلَ مِنَ السَّמَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّמَرَاتِ רִזْقًا לَكُمْ وَسَخَّרَ לَكُمُ الْفُلْكَ לِتَجْرِيَ فِي الْבَحْرِ بِاَمْرِه۪ وَسَخَّרَ لَكُمُ الْاَنْهَارَ
Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve enzele mines semâi mâen fe ahrace bihî mines semerâti rızkan lekum, ve sahhara lekumul fulke li tecriye fîl bahri bi emrih, ve sahhara lekumul enhâr.
Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli meyveler çıkaran, emriyle denizde yüzmesi için gemileri hizmetinize veren, ırmakları da hizmetinize verendir.
وَسَخَّרَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِ وَسَخَّרَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ
Ve sahhara lekumuş şemse vel kamera dâibeyn, ve sahhara lekumul leyle ven nehâr.
Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden güneşi ve ayı, geceyi ve gündüzü de sizin hizmetinize verdi.
وَاٰتٰيكُمْ مِنْ כּُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ
Ve âtâkum min kulli mâ seeltumûh, ve in teuddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ, innel insâne le zalûmun keffâr.
O, istediğiniz her şeyden size verdi. Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalksanız, sayamazsınız. Şüphesiz insan, çok zalim, çok nankördür.
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا الْבَلَدَ اٰمِنًا وَاجْنُבْن۪ي وَبَنِيَّ اَنْ נַعْبُدَ الْاَصْنَامَ
Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzel belede âminen vecnubnî ve beniyye en na’budel asnâm.
Hani İbrahim şöyle demişti: “Rabbim! Bu şehri (Mekke’yi) güvenli kıl. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.”
رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪ירًا مِنَ النَّاسِۚ فَمَنْ تَبِעَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ وَمَنْ עَصَان۪ي פَاِنَّكَ غَفُورٌ רَح۪יםٌ
Rabbi innehunne adlelne kesîran minen nâs, fe men tebianî fe innehu minnî, ve men asânî fe inneke gafûrun rahîm.
“Rabbim! Şüphesiz onlar (putlar), insanlardan birçoğunu saptırdılar. Kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayansın, çok merhamet edensin.”
رَبَّנَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّת۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي זَرْעٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُחَرَّםِۙ רַבَّנَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْו۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْזُقْهُمْ مِنَ الثَّמَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ
Rabbenâ innî eskentu min zurriyyetî bi vâdin gayri zî zer’ın inde beytikel muharrami rabbenâ li yukîmûs salâte fec’al ef’ideten minen nâsi tehvî ileyhim verzukhum mines semerâti leallehum yeşkurûn.
“Rabbimiz! Ben, soyumdan bir kısmını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında, ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılsınlar diye. İnsanlardan bir kısmının kalplerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler.”
رَبَّנَٓا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا נُخْف۪ي وَמَا נُעْلِنُۜ وَמَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّמَٓاءِ
Rabbenâ inneke ta’lemu mâ nuhfî ve mâ nu’lin, ve mâ yahfâ alâllâhi min şey’in fîl ardı ve lâ fîs semâ’.
“Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰع۪ילَ وَاِسْחٰقَۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّעَٓاءِ
El hamdu lillâhillezî vehebe lî alel kiberi ismâîle ve ishâk, inne rabbî le semîud duâ’.
“İhtiyar halimde bana İsmail’i ve İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun. Şüphesiz Rabbim, duayı hakkıyla işitendir.”
رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّת۪ي رَبَّנَا وَתَقَبَّلْ دُעَٓاءِ
Rabbic’alnî mukîmes salâti ve min zurriyyetî rabbenâ ve tekabbel duâ’.
“Rabbim! Beni ve soyumdan gelenleri namazı dosdoğru kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul et.”
رَبَّנَا اغْفِرْ ل۪ي وَלِוَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
Rabbenagfir lî ve li vâlideyye ve lil mu’minîne yevme yekûmul hısâb.
“Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün, beni, anne babamı ve bütün mü’minleri bağışla.”
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلًا עַמَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَۜ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ ف۪يهِ الْاَبْصَارُۙ
Ve lâ tahsebennallâhe gâfilen ammâ ya’meluz zâlimûn(e), innemâ yuahhiruhum li yevmin teşhasu fîhil ebsâr(u).
Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.
مُهْطِع۪ينَ مُقْنِع۪ي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌ
Muhtıîne mukniî ruûsihim lâ yerteddu ileyhim tarfuhum ve ef’idetuhum hevâun.
Başları yukarıda, gözleri kendilerine bile dönüp bakamaz, kalpleri bomboş bir halde koşarlar.
وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّנَٓا اَخِّרْنَآ اِلٰٓى اَجَلٍ קَر۪يبٍ نُجِبْ دَعْוَتَكَ وَנَتَّבِעِ الرُّسُلَۜ اَوَلَمْ تَكُونُٓوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ קَبْلُ مَا לَكُمْ مِنْ זَוَالٍ
Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ ahhirnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiır rusul(e), e ve lem tekûnû aksemtum min kablu mâ lekum min zevâl(in).
İnsanları, kendilerine azabın geleceği günle uyar. O gün zalimler, “Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de, senin davetine uyalım ve peygamberlere tabi olalım” derler. (Onlara) “Daha önce, sizin için bir zeval (yok oluş) olmadığına yemin etmemiş miydiniz?” (denir).
وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْפُسَهُمْ وَתَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا לَكُمُ الْاَمْثَالَ
Ve sekentum fî mesâkinillezîne zalemû enfusehum ve tebeyyene lekum keyfe fealnâ bihim ve darabnâ lekumul emsâl(e).
Kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu. Size misaller de verdik.
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ وَاِنْ כָּןَ مَكْرُهُمْ לِتَזُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ
Ve kad mekerû mekrehum ve indallâhi mekruhum, ve in kâne mekruhum li tezûle minhul cibâl(u).
Onlar tuzaklarını kurdular. Tuzakları, dağları yerinden oynatacak olsa bile, Allah katında (onların tuzaklarına karşı) bir tuzak vardır.
فَلَا تَחْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ רُسُلَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَז۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Fe lâ tahsebennallâhe muhlîfe va’dihî rusuleh(u), innallâhe azîzun zuntikâm(in).
Sakın Allah’ın, peygamberlerine verdiği sözden döneceğini sanma! Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّמٰوَاتُ وَבَرَזُوا لِلّٰهِ الْוَاحِدِ الْقَهَّارِ
Yevme tubeddelul ardu gayral ardı ves semâvâtu ve berazû lillâhil vâhıdil kahhâr(i).
O gün yeryüzü başka bir yeryüzü ile, gökler de (başka göklerle) değiştirilir. Onlar, tek ve kahredici olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.
وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْמَئِذٍ مُقَرَّנ۪ينَ فِي الْاَصْفَادِ
Ve teral mucrimîne yevmeizin mukarranîne fîl asfâd(i).
O gün suçluları, zincirlere vurulmuş olarak görürsün.
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ קَطِرَانٍ وَتَغْשٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُ
Serâbîluhum min katırânin ve tagşâ vucûhehumun nâr(u).
Gömlekleri katrandandır. Yüzlerini de ateş bürür.
לِيَجْזِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا כּَسَبَتْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Li yecziyallâhu kulle nefsin mâ kesebet, innallâhe serîul hısâb(i).
Allah, herkese kazandığının karşılığını vermek için (böyle yapar). Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَלِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّרَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Hâzâ belâgun lin nâsi ve li yunzerû bihî ve li ya’lemû ennemâ huve ilâhun vâhıdun ve li yezzekkere ulûl elbâb(i).
Bu (Kur’an), insanlar için bir tebliğdir. Onunla uyarılsınlar, O’nun ancak tek bir ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye (indirilmiştir).