Hicr Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
الٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ
Elif lâm râ, tilke âyâtul kitâbi ve kur’ânin mubîn.
Elif, Lâm, Râ. Bunlar, Kitab’ın ve apaçık olan Kur’an’ın âyetleridir.
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ
Rubemâ yeveddullezîne keferû lev kânû muslimîn.
İnkâr edenler, “Keşke biz de Müslüman olsaydık!” diye çok arzu edeceklerdir.
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Zerhum ye’kulû ve yetemetteû ve yulhihimul emelu fe sevfe ya’lemûn.
Bırak onları; yesinler, eğlensinler ve boş emel onları oyalasın. Yakında bileceklerdir.
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ
Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ ve lehâ kitâbun ma’lûm.
Biz hiçbir memleketi, bilinen bir yazgısı olmadan helak etmedik.
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ
Mâ tesbiku min ummetin ecelehâ ve mâ yeste’hirûn.
Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir.
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌ
Ve kâlû yâ eyyuhellezî nuzzile aleyhiz zikru inneke le mecnûn.
Dediler ki: “Ey kendisine Zikir (Kur’an) indirilen! Sen kesinlikle bir delisin.”
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Lev mâ te’tînâ bil melâiketi in kunte mines sâdikîn.
“Eğer doğru söyleyenlerden isen, bize melekleri getirmeli değil miydin?”
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذًا مُنْظَر۪ينَ
Mâ nunezzilul melâikete illâ bil hakkı ve mâ kânû izen munzarîn.
Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman onlara mühlet de verilmez.
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
İnnâ nahnu nezzelnez zikra ve innâ lehu le hâfizûn.
Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik ve onu koruyacak olan da elbette biziz.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ
Ve lekad erselnâ min kablike fî şiyaıl evvelîn.
Andolsun, senden önceki topluluklara da (peygamberler) gönderdik.
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Ve mâ ye’tîhim min resûlin illâ kânû bihî yestehziûn.
Onlara gelen her peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ
Kezâlike neslukuhu fî kulûbil mucrimîn.
İşte böyle, biz onu (inkârı) suçluların kalplerine sokarız.
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ
Lâ yu’minûne bihî ve kad halet sunnetul evvelîn.
Onlar ona inanmazlar. Öncekilerin kanunu (helak edilmeleri) geçmiştir.
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ
Ve lev fetahnâ aleyhim bâben mines semâi fe zallû fîhi ya’rucûn.
Eğer onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar,
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ
Le kâlû innemâ sukkiret ebsârunâ bel nahnu kavmun meshûrûn.
Mutlaka “Gözlerimiz bağlandı. Hayır, biz büyülenmiş bir toplumuz” derlerdi.
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ
Ve lekad cealnâ fîs semâi burûcen ve zeyyennâhâ lin nâzırîn.
Andolsun, biz gökyüzünde burçlar yarattık ve onu bakanlar için süsledik.
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ
Ve hafıznâhâ min kulli şeytânin racîm.
Onu her kovulmuş şeytandan koruduk.
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ
İllâ menisterakas sem’a fe etbeahu şihâbun mubîn.
Ancak (kulak hırsızlığıyla) bir söz kapan olursa, onu da apaçık bir alev topu takip eder.
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ
Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ ravâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli şey’in mevzûn.
Yeryüzünü de yaydık, üzerine sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü her şeyden bitirdik.
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ
Ve cealnâ lekum fîhâ meâyişe ve men lestum lehu bi râzikîn.
Orada sizin için ve rızkını sizin vermediğiniz kimseler için geçimlikler yarattık.
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ
Ve in min şey’in illâ indenâ hazâinuhu ve mâ nunezziluhû illâ bi kaderin ma’lûm.
Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim yanımızda olmasın. Biz onu ancak bilinen bir ölçüye göre indiririz.
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ
Ve erselner riyâha levâkıha fe enzelnâ mines semâi mâen fe eskaynâkumûh, ve mâ entum lehu bi hâzinîn.
Biz rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten su indirip onunla sizi suladık. Onu depolayanlar siz değilsiniz.
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnul vârisûn.
Şüphesiz biz, diriltiriz ve öldürürüz. Ve biz (her şeye) vâris olanlarız.
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ
Ve lekad alimnel mustakdimîne minkum ve lekad alimnel muste’hirîn.
Andolsun, biz sizden öne geçenleri de bildik, geri kalanları da bildik.
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Ve inne rabbeke huve yahşuruhum, innehu hakîmun alîm.
Şüphesiz Rabbin, onları toplayacaktır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَاٍ مَسْنُونٍ
Ve lekad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn.
Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ
Vel cânne halaknâhu min kablu min nâris semûm.
Cinleri de daha önce, zehirli ateşten yarattık.
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَاٍ مَسْنُونٍ
Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn.
Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım” demişti.
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ
Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn.
“Onu düzenleyip, içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secdeye kapanın.”
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ
Fe secedel melâiketu kulluhum ecmeûn.
Bunun üzerine meleklerin hepsi birden secde ettiler.
اِلَّٓا اِبْل۪يسَ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ
İllâ iblîs, ebâ en yekûne meas sâcidîn.
Ancak İblis hariç. O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ
Kâle yâ iblîsu mâ leke ellâ tekûne meas sâcidîn.
(Allah) “Ey İblis! Senin, secde edenlerle beraber olmamanın sebebi nedir?” dedi.
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَاٍ مَسْنُونٍ
Kâle lem ekun li escude li beşerin halaktehu min salsâlin min hamein mesnûn.
Dedi ki: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir beşere secde edecek değilim.”
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۙ
Kâle fahruc minhâ fe inneke racîm.
(Allah) “Çık oradan! Çünkü sen, kovulmuş birisin” dedi.
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ
Ve inne aleykel la’nete ilâ yevmid dîn.
“Ve şüphesiz, ceza gününe kadar lanet senin üzerinedir.”
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Kâle rabbi fe enzırnî ilâ yevmi yub’asûn.
Dedi ki: “Rabbim! O halde, onların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.”
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
Kâle fe inneke minel munzarîn.
(Allah) dedi ki: “Sen, mühlet verilenlerdensin.”
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
İlâ yevmil vaktil ma’lûm.
“O bilinen vaktin gününe kadar.”
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Kâle rabbi bimâ agveytenî le uzeyyinenne lehum fîl ardı ve le ugviyennehum ecmaîn.
Dedi ki: “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun, yeryüzünde onlara (kötülükleri) süslü göstereceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım.”
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn.
“Ancak onlardan ihlaslı kulların hariç.”
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ
Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm.
(Allah) dedi ki: “İşte bu, bana varan dosdoğru bir yoldur.”
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
İnne ıbâdî leyse leke aleyhim sultânun illâ menittebeake minel gâvîn.
“Şüphesiz, benim (ihlaslı) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar başka.”
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Ve inne cehenneme le mev’ıduhum ecmaîn.
“Ve şüphesiz cehennem, onların hepsinin buluşma yeridir.”
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ
Lehâ seb’atu ebvâb, li kulli bâbin minhum cuz’un maksûm.
“Onun yedi kapısı vardır. Her kapı için onlardan ayrılmış bir grup vardır.”
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
İnnel muttakîne fî cennâtin ve uyûn.
Şüphesiz, takva sahipleri cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ
Udhulûhâ bi selâmin âminîn.
“Oraya esenlikle, güven içinde girin.”
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَانًا عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ
Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin ihvânen alâ sururin mutekâbilîn.
Onların göğüslerindeki her türlü kini söküp attık. Kardeşler olarak, karşılıklı tahtlar üzerinde (otururlar).
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ
Lâ yemessuhum fîhâ nasabun ve mâ hum minhâ bi muhracîn.
Orada onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ
Nebbi’ ıbâdî ennî enel gafûrur rahîm.
Kullarıma haber ver ki, ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet ediciyim.
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ
Ve enne azâbî huvel azâbul elîm.
Ve şüphesiz benim azabım, elem dolu bir azaptır.
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَ
Ve nebbi’hum an dayfi ibrâhîm.
Onlara İbrahim’in misafirlerinden de haber ver.
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًاۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ
İz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ, kâle innâ minkum vecilûn.
Hani onlar, onun yanına girmişler ve “Selam!” demişlerdi. O da “Biz sizden endişe ediyoruz” demişti.
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ
Kâlû lâ tevcel innâ nubeşşiruke bi gulâmin alîm.
“Endişelenme, biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz” dediler.
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ
Kâle e beşşertumûnî alâ en messeniyel kiberu fe bime tubeşşirûn.
Dedi ki: “Bana yaşlılık gelip çatmışken mi beni müjdeliyorsunuz? Neyle müjdeliyorsunuz?”
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ
Kâlû beşşernâke bil hakkı fe lâ tekun minel kânıtîn.
“Seni hak ile müjdeledik. Sakın ümitsizliğe düşenlerden olma” dediler.
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ
Kâle ve men yaknatu min rahmeti rabbihî illed dâllûn.
Dedi ki: “Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?”
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
Kâle fe mâ hatbukum eyyuhel murselûn.
“Ey elçiler! Göreviniz nedir?” dedi.
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ
Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîn.
“Biz, suçlu bir topluma gönderildik” dediler.
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
İllâ âle lût, innâ le muneccûhum ecmaîn.
“Ancak Lût’un ailesi hariç. Onların hepsini mutlaka kurtaracağız.”
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓا اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ
İllemraetehu kaddernâ innehâ le minel gâbirîn.
“Ancak karısı müstesna. Onun geride kalanlardan olmasını takdir ettik.”
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَۙ
Fe lemmâ câe âle lûtınil murselûn.
Elçiler Lût’un ailesine gelince,
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ
Kâle innekum kavmun munkerûn.
(Lût) “Siz tanınmayan bir topluluksunuz” dedi.
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ
Kâlû bel ci’nâke bimâ kânû fîhi yemterûn.
“Hayır, biz sana onların şüphe edip durdukları şeyi (azabı) getirdik” dediler.
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Ve eteynâke bil hakkı ve innâ le sâdikûn.
“Sana gerçeği getirdik. Biz kesinlikle doğru söyleyenleriz.”
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ
Fe esri bi ehlike bi kıt’ın minel leyli vettebi’ edbârahum ve lâ yeltefit minkum ehadun vamdû haysu tu’merûn.
“Gecenin bir bölümünde aileni yola çıkar, sen de onların arkasından git. Sizden hiç kimse arkasına bakmasın. Emrolunduğunuz yere gidin.”
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ
Ve kadaynâ ileyhi zâlikel emre enne dâbire hâulâi maktûun musbihîn.
Ona şu kesin emri vahyettik: “Sabaha çıkarken onların kökü mutlaka kesilmiş olacaktır.”
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ
Ve câe ehlul medîneti yestebşirûn.
Şehir halkı sevinç içinde geldiler.
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ
Kâle inne hâulâi dayfî fe lâ tefdahûn.
(Lût) dedi ki: “Bunlar benim misafirlerimdir. Beni rezil etmeyin.”
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ
Vettekûllâhe ve lâ tuhzûn.
“Allah’tan korkun ve beni utandırmayın.”
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ
Kâlû e ve lem nenheke anil âlemîn.
“Biz seni, elâlemin işine karışmaktan men etmemiş miydik?” dediler.
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ
Kâle hâulâi benâtî in kuntum fâılîn.
Dedi ki: “Eğer yapacaksanız, işte kızlarım.”
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ
Le amruke innehum le fî sekretihim ya’mehûn.
Hayatına yemin olsun ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ
Fe ehazethumus sayhatu muşrikîn.
Güneş doğarken o korkunç ses onları yakaladı.
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍ
Fe cealnâ âliyehâ sâfilehâ ve emtarnâ aleyhim hıcâreten min siccîl.
Şehrin altını üstüne getirdik ve üzerlerine pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ
İnne fî zâlike le âyâtin lil mutevessimîn.
Şüphesiz bunda, (işaretten) anlayanlar için ibretler vardır.
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ
Ve innehâ le bi sebîlin mukîm.
Ve o (şehir), hâlâ yol üzerinde durmaktadır.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ
İnne fî zâlike le âyeten lil mu’minîn.
Şüphesiz bunda, mü’minler için bir ibret vardır.
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ
Ve in kâne ashâbul eyketi le zâlimîn.
Eyke halkı da zalimlerdi.
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۘ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍ
Fentekamnâ minhum, ve innehumâ le bi imâmin mubîn.
Biz onlardan da intikam aldık. İkisi de (Lut ve Eyke kavimlerinin şehirleri) apaçık bir yol üzerindedir.
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ
Ve lekad kezzebe ashâbul hıcril murselîn.
Andolsun, Hicr halkı da peygamberleri yalanladı.
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ
Ve âteynâhum âyâtinâ fe kânû anhâ mu’ridîn.
Onlara âyetlerimizi verdik, fakat onlardan yüz çevirdiler.
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا اٰمِن۪ينَ
Ve kânû yenhıtûne minel cibâli buyûten âminîn.
Dağlardan güvenli evler yontuyorlardı.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ
Fe ehazethumus sayhatu musbihîn.
Sabaha girerlerken, o korkunç ses onları yakaladı.
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Fe mâ agnâ anhum mâ kânû yeksibûn.
Kazandıkları şeyler onlara bir fayda vermedi.
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْfَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ
Ve mâ halaknes semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakk, ve innes sâate le âtiyetun fasfahıs safhal cemîl.
Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ile yarattık. Şüphesiz o saat (kıyamet) gelecektir. O halde sen, güzel bir hoşgörü ile davran.
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ
İnne rabbeke huvel hallâkul alîm.
Şüphesiz Rabbin, her şeyi yaratan, hakkıyla bilendir.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ
Ve lekad âteynâke seb’an minel mesânî vel kur’ânel azîm.
Andolsun, sana (namazlarda) tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur’an’ı verdik.
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Lâ temuddenne ayneyke ilâ mâ metta’nâ bihî ezvâcen minhum ve lâ tahzen aleyhim vahfıd cenâhake lil mu’minîn.
Onlardan bazı kesimlere verdiğimiz geçici nimetlere gözünü dikme. Onlara üzülme. Mü’minlere kanatlarını ger.
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ
Ve kul innî enen nezîrul mubîn.
Ve de ki: “Ben, apaçık bir uyarıcıyım.”
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ
Kemâ enzelnâ alel muktesimîn.
Nitekim o bölücülere (azabı) indirmiştik.
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ
Ellezîne cealûl kur’âne ıdîn.
Onlar ki, Kur’an’ı parça parça ettiler.
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Fe ve rabbike le nes’elennehum ecmaîn.
Rabbine andolsun, onların hepsini sorguya çekeceğiz.
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ammâ kânû ya’melûn.
Yaptıklarından.
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
Fasda’ bimâ tu’meru ve a’rıd anil muşrikîn.
Sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir.
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئ۪ينَۙ
İnnâ kefeynâkel mustehziîn.
Şüphesiz, o alay edenlere karşı biz sana yeteriz.
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Ellezîne yec’alûne meallâhi ilâhen âhar, fe sevfe ya’lemûn.
Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilah edinirler. Yakında bileceklerdir.
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ
Ve lekad na’lemu enneke yadîku sadruke bimâ yekûlûn.
Andolsun, onların söylediklerinden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz.
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ
Fe sebbih bi hamdi rabbike ve kun mines sâcidîn.
O halde Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ
Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn.
Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk et.