Haşr Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Sebbeha lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard, ve huvel azîzul hakîm.
Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
هُوَ الَّذ۪ٓي اَخْرَجَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ دِيَارِهِمْ لِاَوَّلِ الْحَشْرِۜ مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ يَخْرُجُوا وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَاَتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُمْ بِاَيْد۪يهِمْ وَاَيْدِي الْمُؤْمِن۪ينَ فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Huvellezî ahracellezîne keferû min ehlil kitâbi min diyârihim li evvelil haşr, mâ zanentum en yahrucû ve zannû ennehum mâniatuhum husûnuhum minallâhi fe etâhumullâhu min haysu lem yahtesibû ve kazefe fî kulûbihimur ru’be yuhribûne buyûtehum bi eydîhim ve eydîl mu’minîne fa’tebirû yâ ulîl ebsâr.
Kitap ehlinden inkâr edenleri, ilk toplanmada yurtlarından çıkaran O’dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. Fakat Allah, onlara beklemedikleri bir yerden geldi ve kalplerine korku saldı. Öyle ki, evlerini kendi elleriyle ve mü’minlerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey basiret sahipleri, ibret alın!
وَلَوْلَٓا اَنْ كَتَبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمُ الْجَلَٓاءَ لَعَذَّبَهُمْ فِي الدُّنْyā, ve lehum fîl âhireti azâbun nâr.
Eğer Allah, onlar hakkında sürgünü yazmamış olsaydı, onlara dünyada mutlaka azap ederdi. Ahirette de onlar için ateş azabı vardır.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ وَمَنْ يُشَٓاقِّ اللّٰهَ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Zâlike bi ennehum şâkkûllâhe ve resûleh, ve men yuşâkkıllâhe fe innallâhe şedîdul ıkâb.
Bu, onların Allah’a ve Resûlüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim Allah’a karşı gelirse, şüphesiz Allah’ın azabı çok şiddetlidir.
مَا قَطَعْتُمْ مِنْ ل۪ينَةٍ اَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَٓائِمَةً عَلٰٓى اُصُولِهَا فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِق۪ينَ
Mâ kata’tum min lînetin ev terektumûhâ kâimeten alâ usûlihâ fe bi iznillâhi ve li yuhziyel fâsikîn.
(Savaşta) kestiğiniz her hurma ağacı veya kökleri üzerinde ayakta bıraktığınız her ağaç, Allah’ın izniyledir ve fâsıkları rezil etmek içindir.
وَمَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْهُمْ فَمَٓا اَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ve mâ efâallâhu alâ resûlihî minhum fe mâ evceftum aleyhi min haylin ve lâ rikâbin ve lâkinnallâhe yusallitu rusulehu alâ men yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr.
Onlardan (ele geçen mallardan) Allah’ın, Peygamberine verdiği ganimetler için siz ne at ne de deve sürdünüz. Fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere musallat eder. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Mâ efâallâhu alâ resûlihî min ehlil kurâ fe lillâhi ve lir resûli ve li zîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli key lâ yekûne dûleten beynel agniyâi minkum, ve mâ âtâkumur resûlu fe huzûhu ve mâ nehâkum anhu fentehû, vettekûllâh, innallâhe şedîdul ıkâb.
Allah’ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden Peygamberine verdiği ganimetler, içinizden sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir servet olmasın diye, Allah’a, Peygamber’e, yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah’ın azabı çok şiddetlidir.
لِلْفُقَرَٓاءِ الْمُهَاجِر۪ينَ الَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَۚ
Lil fukarâil muhâcirînellezîne uhricû min diyârihim ve emvâlihim yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen ve yensurûnallâhe ve resûleh, ulâike humus sâdikûn.
(Bu ganimetler) özellikle, Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyerek ve Allah’a ve Resûlüne yardım ederek yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan fakir muhacirlerindir. İşte onlar, sâdıkların ta kendileridir.
وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ
Vellezîne tebevveûd dâre vel îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcera ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yu’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasâsah, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn.
Onlardan (muhacirlerden) önce o yurdu (Medine’yi) ve imanı yurt edinmiş olanlar (Ensar), kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْfِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Vellezîne câû min ba’dihim yekûlûne rabbenagfir lenâ ve li ihvâninellezîne sebekûnâ bil îmâni ve lâ tec’al fî kulûbinâ gıllen lillezîne âmenû rabbenâ inneke raûfun rahîm.
Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.”
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نَافَقُوا يَقُولُونَ لِاِخْوَانِهِمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَئِنْ اُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ وَلَا نُط۪يعُ ف۪يكُمْ اَحَدًا اَبَدًاۙ وَاِنْ قُوتِلْتُمْ لَنَنْصُرَنَّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
E lem tere ilellezîne nâfekû yekûlûne li ihvânihimullezîne keferû min ehlil kitâbi lein uhrictum le nahrucenne meakum ve lâ nutîu fîkum ehaden ebeden ve in kûtiltum le nensurennekum, vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûn.
Münafıklık yapanları görmedin mi? Kitap ehlinden inkâr eden kardeşlerine, “Eğer siz (yurdunuzdan) çıkarılırsanız, biz de mutlaka sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinize ebediyen kimseye itaat etmeyiz. Eğer size karşı savaşılırsa, size mutlaka yardım ederiz” diyorlar. Allah, onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.
لَئِنْ اُخْرِجُوا لَا يَخْرُجُونَ مَعَهُمْۚ وَلَئِنْ قُوتِلُوا لَا يَنْصُرُونَهُمْۚ وَلَئِنْ نَصَرُوهُمْ لَيُوَلُّنَّ الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ
Lein uhricû lâ yahrucûne meahum, ve lein kûtilû lâ yensurûnehum, ve lein nasarûhum le yuvellunnel edbâra summe lâ yunsarûn.
Andolsun, eğer onlar çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar. Eğer onlara karşı savaşılsa, onlara yardım etmezler. Yardım etseler bile, arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez.
لَاَنْتُمْ اَشَدُّ رَهْبَةً ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
Le entum eşeddu rehbeten fî sudûrihim minallâh, zâlike bi ennehum kavmun lâ yefkahûn.
Sizin korkunuz, onların kalplerinde Allah’ın korkusundan daha şiddetlidir. Bu, onların anlamayan bir toplum olmaları sebebiyledir.
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعًا اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعًا وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ
Lâ yukâtilûnekum cemîan illâ fî kuran muhassanetin ev min verâi cudur, be’suhum beynehum şedîd, tahsebuhum cemîan ve kulûbuhum şettâ, zâlike bi ennehum kavmun lâ ya’kılûn.
Onlar, müstahkem şehirlerde veya duvarların arkasında olmadıkça sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, halbuki kalpleri dağınıktır. Bu, onların akletmeyen bir toplum olmaları sebebiyledir.
كَمَثَلِ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَر۪يبًا ذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۚ
Ke meselillezîne min kablihim karîben zâkû vebâle emrihim, ve lehum azâbun elîm.
(Onların durumu) kendilerinden az önce, işlerinin cezasını tatmış olanların durumu gibidir. Onlar için elem dolu bir azap da vardır.
كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn.
(Münafıkların durumu) tıpkı şeytanın durumu gibidir. Hani o, insana “İnkâr et” der. İnsan inkâr edince de, “Ben senden uzağım. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” der.
فَكَانَ عَاقِبَتَهُمَٓا اَنَّهُمَا فِي النَّارِ خَالِدَيْنِ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَ
Fe kâne âkıbetehumâ ennehumâ fîn nâri hâlideyni fîhâ, ve zâlike cezâuz zâlimîn.
Sonunda ikisinin de akıbeti, içinde ebedi kalacakları ateş olmuştur. İşte zalimlerin cezası budur.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe veltenzur nefsun mâ kaddemet li gad, vettekûllâh, innallâhe habîrun bimâ ta’melûn.
Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarın için ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Ve lâ tekûnû kellezîne nesûllâhe fe ensâhum enfusehum, ulâike humul fâsikûn.
Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar, fâsıkların ta kendileridir.
لَا يَسْتَو۪ٓي اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
Lâ yestevî ashâbun nâri ve ashâbul cenneh, ashâbul cenneti humul fâizûn.
Cehennemliklerle cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Lev enzelnâ hâzel kur’âne alâ cebelin le raeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh, ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâsi leallehum yetefekkerûn.
Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, Allah korkusundan onu baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz.
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ
Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ hû, âlimul gaybi veş şehâdeh, huver rahmânur rahîm.
O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. Gaybı da, görüneni de bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ hû, el melikul kuddûsus selâmul mu’minul muheyminul azîzul cebbârul mutekebbir, subhânallâhi ammâ yuşrikûn.
O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, mülkün sahibidir, her türlü eksiklikten uzaktır, barış ve esenlik verendir, güven verendir, gözetip koruyandır, mutlak güç sahibidir, (dilediğini yaptıran) Cebbâr’dır, (büyüklükte eşi benzeri olmayan) Mütekebbir’dir. Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır.
هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۜ يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Huvallâhul hâlikul bâriul musavviru lehul esmâul husnâ, yusebbihu lehu mâ fîs semâvâti vel ard, ve huvel azîzul hakîm.
O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.