Hadid Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Sebbeha lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard, ve huvel azîzul hakîm.
Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُحْي۪ وَيُم۪يتُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Lehu mulkus semâvâti vel ard, yuhyî ve yumît, ve huve alâ kulli şey’in kadîr.
Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. O, diriltir ve öldürür. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
هُوَ الْاَوَّلُ وَالْاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın, ve huve bi kulli şey’in alîm.
O, Evvel’dir, Âhir’dir, Zâhir’dir, Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Huvellezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arş, ya’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ ya’rucu fîhâ, ve huve meakum eyne mâ kuntum, vallâhu bimâ ta’melûne basîr.
O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ
Lehu mulkus semâvâti vel ard, ve ilallâhi turceul umûr.
Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.
يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۜ وَهُوَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyl, ve huve alîmun bizâtis sudûr.
Geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar. O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاَنْفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُمْ مُسْتَخْلَف۪ينَ ف۪يهِۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَاَنْفَقُوا لَهُمْ اَجْرٌ كَب۪يرٌ
Âminû billâhi ve resûlihî ve enfikû mimmâ cealekum mustahlefîne fîh, fellezîne âmenû minkum ve enfekû lehum ecrun kebîr.
Allah’a ve Resûlüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın. İçinizden iman edip de harcayanlar için büyük bir mükâfat vardır.
وَمَا لَكُمْ لَا تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ لِتُؤْمِنُوا بِرَبِّكُمْ وَقَدْ اَخَذَ م۪يثَاقَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Ve mâ lekum lâ tu’minûne billâhi ver resûlu yed’ûkum li tu’minû bi rabbikum ve kad ehaze mîsâkakum in kuntum mu’minîn.
Peygamber, sizi Rabbinize iman etmeye çağırdığı ve sizden kesin söz aldığı halde, size ne oluyor da Allah’a iman etmiyorsunuz? Eğer inanacak kimselerseniz.
هُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ عَلٰى عَبْدِه۪ٓ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَاِنَّ اللّٰهَ بِكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Huvellezî yunezzilu alâ abdihî âyâtin beyyinâtin li yuhricekum minez zulumâti ilen nûr, ve innallâhe bikum le raûfun rahîm.
Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تُنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا يَسْتَو۪ي مِنْكُمْ مَنْ اَنْفَقَ مِنْ قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْظَمُ دَرَجَةً مِنَ الَّذ۪ينَ اَنْفَقُوا مِنْ بَعْدُ وَقَاتَلُواۜ وَكُلًّا وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Ve mâ lekum ellâ tunfikû fî sebîlillâhi ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ard, lâ yestevî minkum men enfeka min kablil fethi ve kâtel, ulâike a’zamu dereceten minellezîne enfekû min ba’du ve kâtelû, ve kullen vaadallâhul husnâ, vallâhu bimâ ta’melûne habîr.
Göklerin ve yerin mirası Allah’ın olduğu halde, size ne oluyor da Allah yolunda harcamıyorsunuz? İçinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar (diğerleriyle) bir olmaz. Onların derecesi, daha sonra harcayan ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzeli (cenneti) vaat etmiştir. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ وَلَهُٓ اَجْرٌ كَر۪يمٌ
Men zellezî yukridullâhe kardan hasenen fe yudâifehu lehu ve lehû ecrun kerîm.
Kimdir o, Allah’a güzel bir borç verecek olan ki, Allah da onu kendisine kat kat artırsın. Onun için şerefli bir mükâfat da vardır.
يَوْمَ تَرَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ بُشْرٰيكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Yevme teral mu’minîne vel mu’minâti yes’â nûruhum beyne eydîhim ve bi eymânihim buşrâkumul yevme cennâtun tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, zâlike huvel fevzul azîm.
O gün, mü’min erkeklerle mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. (Onlara) “Bugün müjdeniz, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacağınız cennetlerdir” (denir). İşte bu, büyük başarıdır.
يَوْمَ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا انْظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْۚ ق۪يلَ ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُمْ فَالْتَمِسُوا نُورًاۜ فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌ بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُ
Yevme yekûlul munâfikûne vel munâfikâtu lillezîne âmenûnzurûnâ naktebis min nûrikum, kîlerciû verâekum feltemisû nûrâ, fe duribe beynehum bi sûrin lehu bâb, bâtınuhu fîhir rahmetu ve zâhiruhu min kıbelihil azâb.
O gün münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere, “Bize bakın da nurunuzdan biraz alalım” derler. Onlara, “Arkanıza dönün de bir nur arayın” denir. Derken aralarına, kapısı olan bir duvar çekilir. Onun iç tarafında rahmet, dış tarafında ise azap vardır.
يُنَدُونَهُمْ اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۜ قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنَّكُمْ فَتَنْتُمْ اَنْفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْاَمَانِيُّ حَتّٰى جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ وَغَرَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
Yunâdûnehum e lem nekun meakum, kâlû belâ ve lâkinnekum fe tentum enfusekum ve terebbastum vertebtum ve garretkumul emâniyyu hattâ câe emrullâhi ve garrekum billâhil garûr.
Onlara, “Biz sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler. “Evet” derler, “fakat siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanların başına felaket gelmesini) beklediniz, şüphe ettiniz ve Allah’ın emri gelinceye kadar kuruntular sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan) da sizi Allah ile aldattı.”
فَالْيَوْمَ لَا يُؤْخَذُ مِنْكُمْ فِدْيَةٌ وَلَا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ مَأْوٰيكُمُ النَّارُۜ هِيَ مَوْلٰيكُمْۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Fel yevme lâ yu’hazu minkum fidyetun ve lâ minellezîne keferû, me’vâkumun nâr, hiye mevlâkum, ve bi’sel masîr.
Bugün artık ne sizden ne de inkâr edenlerden bir fidye alınır. Varacağınız yer ateştir. O sizin dostunuzdur. O ne kötü bir varış yeridir!
اَلَمْ يَأْنِ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْاَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn.
İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygıyla ürpermesinin zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilip de üzerlerinden uzun zaman geçen, sonra da kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onların birçoğu da fâsık kimselerdir.
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
I’lemû ennallâhe yuhyîl arda ba’de mevtihâ, kad beyyennâ lekumul âyâti leallekum ta’kılûn.
Bilin ki Allah, yeryüzünü ölümünden sonra diriltir. Andolsun, biz size âyetleri açıkladık ki aklınızı kullanasınız.
اِنَّ الْمُصَّدِّق۪ينَ وَالْمُصَّدِّقَاتِ وَاَقْرَضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعَفُ لَهُمْ وَلَهُمْ اَجْرٌ كَر۪يمٌ
İnnel mussaddikîne vel mussaddikâti ve akradullâhe kardan hasenen yudâafu lehum ve lehum ecrun kerîm.
Şüphesiz, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir borç verenler var ya, (verdikleri) onlara kat kat ödenir. Onlar için şerefli bir mükâfat da vardır.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَ وَالشُّهَدَٓاءُ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ لَهُمْ اَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ
Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne veş şuhedâu inde rabbihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm.
Allah’a ve peygamberlerine iman edenler, işte onlar Rableri katında sıddıklar ve şehitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemliklerdir.
اِعْلَمُٓوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَز۪ينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًاۜ وَفِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَد۪يدٌ وَمَغْfِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
I’lemû ennemel hayâtud dunyâ leibun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun beynekum ve tekâsurun fîl emvâli vel evlâd, ke meseli gaysin a’cebel kuffâre nebâtuhu summe yehîcu fe terâhu musferran summe yekûnu hutâmâ, ve fîl âhireti azâbun şedîdun ve magfiretun minallâhi ve rıdvân, ve mel hayâtud dunyâ illâ metâul gurûr.
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, onun bitirdiği ekinler çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap, Allah’tan da bir bağışlanma ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir faydalanmadan başka bir şey değildir.
سَابِقُٓوا اِلٰى مَغْfِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۙ اُعِدَّتْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
Sâbikû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ ke ardis semâi vel ard, uiddet lillezîne âmenû billâhi ve rusulih, zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâ’, vallâhu zul fadlil azîm.
Rabbinizden bir bağışlanmaya ve genişliği, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resûlüne inananlar için hazırlanmış olan cennete koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.
مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebraehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr.
Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a kolaydır.
لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ
Li keylâ te’sev alâ mâ fâtekum ve lâ tefrahû bimâ âtâkum, vallâhu lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr.
Elizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık). Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِۜ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ
Ellezîne yebhalûne ve ye’murûnen nâse bil buhl, ve men yetevelle fe innallâhe huvel ganiyyul hamîd.
Onlar, cimrilik eden ve insanlara da cimriliği emreden kimselerdir. Kim yüz çevirirse, şüphesiz Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye en layık olandır.
لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَاَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْم۪يزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِۚ وَاَنْزَلْنَا الْحَد۪يدَ ف۪يهِ بَأْسٌ شَد۪يدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ عَز۪يزٌ
Lekad erselnâ rusulenâ bil beyyinâti ve enzelnâ meahumul kitâbe vel mîzâne li yekûmen nâsu bil kıst, ve enzelnel hadîde fîhi be’sun şedîdun ve menâfiu lin nâsi ve li ya’lemallâhu men yensuruhu ve rusulehu bil gayb, innallâhe kaviyyun azîz.
Andolsun, biz elçilerimizi apaçık delillerle gönderdik ve onlarla beraber kitabı ve mizanı (adaleti) indirdik ki, insanlar adaleti ayakta tutsunlar. Demiri de indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için nice faydalar vardır. Bu, Allah’ın, kendisine ve peygamberlerine gıyaben kimin yardım edeceğini bilmesi içindir. Şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا وَاِبْرٰه۪يمَ وَجَعَلْنَا ف۪ي ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ فَمِنْهُمْ مُهْتَدٍۚ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
Ve lekad erselnâ nûhan ve ibrâhîme ve cealnâ fî zurriyyetihimen nubuvvete vel kitâbe fe minhum muhted, ve kesîrun minhum fâsikûn.
Andolsun, biz Nûh’u ve İbrahim’i gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına verdik. Onlardan doğru yolda olanlar vardır. Ama içlerinden birçoğu da fâsık kimselerdir.
ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ وَجَعَلْنَا ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةًۨ ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ رِضْوَانِ اللّٰهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَاۚ فَاٰتَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْهُمْ اَجْرَهُمْۚ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînettebeûhu re’feten ve rahmeten ve rehbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi fe mâ raavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn.
Sonra onların izleri üzerinden elçilerimizi ardı ardına gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik, ona İncil’i verdik ve ona uyanların kalplerine bir şefkat ve merhamet yerleştirdik. Onların uydurdukları ruhbanlığa gelince, biz onu onlara yazmamıştık. Ancak Allah’ın rızasını kazanmak için (kendileri uydurdular), fakat ona da hakkıyla riayet etmediler. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. Onların birçoğu ise fâsık kimselerdir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَاٰمِنُوا بِرَسُولِه۪ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيَجْعَلْ لَكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِه۪ وَيَغْfِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌۙ
Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe ve âminû bi resûlihî yu’tikum kifleyni min rahmetihî ve yec’al lekum nûran temşûne bihî ve yagfir lekum, vallâhu gafûrun rahîm.
Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve Peygamberine inanın ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin ve sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
لِئَلَّا يَعْلَمَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَلَّا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاَنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
Li ellâ ya’leme ehlul kitâbi ellâ yakdirûne alâ şey’in min fadlillâhi ve ennel fadle bi yedillâhi yu’tîhi men yeşâ’, vallâhu zul fadlil azîm.
Böylece Kitap ehli, Allah’ın lütfundan hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerini ve lütfun tamamen Allah’ın elinde olduğunu, onu dilediğine verdiğini bilsinler. Allah, büyük lütuf sahibidir.