Fetih Suresi (Ayet Ayet) – Tasavvuf Yolu

Fetih Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ

İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ.

Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.

2

لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ

Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhara ve yutimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ.

Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar ve seni dosdoğru bir yola iletir.

3

وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَز۪يزًا

Ve yansurakallâhu nasran azîzâ.

Ve Allah sana şanlı bir zaferle yardım eder.

4

هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ ف۪ي قُلُوبِ الْمُؤْمِن۪ينَ لِيَزْدَادُٓوا ا۪يمَانًا مَعَ ا۪يمَانِهِمْۜ وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًاۙ

Huvellezî enzeles sekînete fî kulûbil mu’minîne li yezdâdû îmânen mea îmânihim, ve lillâhi cunûdus semâvâti vel ard, ve kânallâhu alîmen hakîmâ.

İmanlarına iman katsınlar diye mü’minlerin kalplerine huzur ve güveni indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

5

لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عِنْدَ اللّٰهِ فَوْزًا عَظ۪يمًاۙ

Li yudhilel mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve yukeffire anhum seyyiâtihim, ve kâne zâlike indallâhi fevzen azîmâ.

Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlere sokması, onların günahlarını örtmesi için (bunu böyle yapmıştır). İşte bu, Allah katında büyük bir başarıdır.

6

وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّٓانّ۪ينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِۜ عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًا

Ve yuazzibel munâfikîne vel munâfikâti vel muşrikîne vel muşrikâtiz zânnîne billâhi zannes sev’, aleyhim dâiratus sev’, ve gadıballâhu aleyhim ve leanehum ve eadde lehum cehennem, ve sâet masîrâ.

Ve Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etmesi için (böyle yapmıştır). Kötülük çemberi onların başına olsun! Allah onlara gazap etmiş, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. O ne kötü bir varış yeridir!

7

وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا

Ve lillâhi cunûdus semâvâti vel ard, ve kânallâhu azîzen hakîmâ.

Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

8

اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ

İnnâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve nezîrâ.

Şüphesiz biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

9

لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُۜ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا

Li tu’minû billâhi ve resûlihî ve tuazzirûhu ve tuvakkirûh, ve tusebbihûhu bukraten ve asîlâ.

Ki, Allah’a ve Resûlüne iman edesiniz, O’na destek olasınız, O’na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O’nu tesbih edesiniz.

10

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟

İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh, yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe seyu’tîhi ecran azîmâ.

Sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim sözünden dönerse, ancak kendi aleyhine dönmüş olur. Kim de Allah’a verdiği sözü tutarsa, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.

11

سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَٓا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَاۚ يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعًاۜ بَلْ كَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا

Se yekûlu lekel muhallefûne minel a’râbi şegaletnâ emvâlunâ ve ehlûnâ festagfir lenâ, yekûlûne bi elsinetihim mâ leyse fî kulûbihim, kul fe men yemliku lekum minallâhi şey’en in erâde bikum darran ev erâde bikum nef’â, bel kânallâhu bimâ ta’melûne habîrâ.

Bedevîlerden (savaştan) geri bırakılanlar sana diyecekler ki: “Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Bizim için bağışlama dile.” Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Eğer Allah size bir zarar veya bir fayda dilese, O’na karşı kimin bir şeye gücü yeter?” Hayır, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

12

بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ اَبَدًا وَزُيِّنَ ذٰلِكَ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِ وَكُنْتُمْ قَوْمًا بُورًا

Bel zanentum en len yenkaliber resûlu vel mu’minûne ilâ ehlîhim ebeden ve zuyyine zâlike fî kulûbikum ve zanentum zannes sev’, ve kuntum kavmen bûrâ.

Aslında siz, Peygamber’in ve mü’minlerin ailelerine bir daha asla dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu, kalplerinize güzel gösterildi ve kötü bir zanda bulundunuz da helâkı hak etmiş bir topluluk oldunuz.

13

وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يرًا

Ve men lem yu’min billâhi ve resûlihî fe innâ a’tednâ lil kâfirîne sa’îrâ.

Kim Allah’a ve Resûlüne iman etmezse, şüphesiz biz, kâfirler için alevli bir ateş hazırladık.

14

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا

Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard, yagfiru li men yeşâu ve yuazzibu men yeşâ’, ve kânallâhu gafûran rahîmâ.

Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

15

سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْۚ يُر۪يدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِۜ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُۚ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَاۜ بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلًا

Se yekûlul muhallefûne izan talaktum ilâ megânime li te’huzûhâ zerûnâ nettebi’kum, yurîdûne en yubeddilû kelâmallâh, kul len tettebiûnâ kezâlikum kâlallâhu min kabl, fe seyekûlûne bel tahsudûnenâ, bel kânû lâ yefkahûne illâ kalîlâ.

(Savaştan) geri bırakılanlar, siz ganimetleri almak için gittiğinizde, “Bırakın biz de size uyalım” diyeceklerdir. Onlar Allah’ın kelamını değiştirmek isterler. De ki: “Siz asla bize uyamayacaksınız. Allah önceden böyle buyurmuştur.” Onlar, “Hayır, siz bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Aksine, onlar pek az anlayan kimselerdir.

16

قُلْ لِلْمُخَلَّف۪ينَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَۚ فَاِنْ تُط۪يعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْرًا حَسَنًاۚ وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا

Kul lil muhallefîne minel a’râbi setud’avne ilâ kavmin ulî be’sin şedîdin tukâtilûnehum ev yuslimûn, fe in tutîû yu’tikumullâhu ecran hasenâ, ve in tetevellev kemâ tevelleytum min kablu yuazzibkum azâben elîmâ.

Bedevîlerden (savaştan) geri bırakılanlara de ki: “Siz yakında çok güçlü bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız. Onlarla ya savaşırsınız ya da Müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, sizi elem dolu bir azapla cezalandırır.”

17

لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا اَل۪يمًا۟

Leyse alel a’mâ haracun ve lâ alel a’raci haracun ve lâ alel marîdı harac, ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâr, ve men yetevelle yuazzibhu azâben elîmâ.

Köre bir sorumluluk yoktur, topala bir sorumluluk yoktur, hastaya da bir sorumluluk yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse, (Allah) onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de yüz çevirirse, onu elem dolu bir azapla cezalandırır.

18

لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُobihim feenzele-ssekînete aleyhim ve esâbehum fethan karîbâۙ

Lekad radıyallâhu anil mu’minîne iz yubâyiûneke tahteş şecerati fe alime mâ fî kulûbihim fe enzeles sekînete aleyhim ve esâbehum fethan karîbâ.

Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o mü’minlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven indirmiş ve onları yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.

19

وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا

Ve megânime kesîraten ye’huzûnehâ, ve kânallâhu azîzen hakîmâ.

Yine elde edecekleri birçok ganimetlerle (onları ödüllendirmiştir). Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

20

وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَث۪يرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِه۪ وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْ وَلِتَكُونَ اٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ

Vaadekumullâhu megânime kesîraten te’huzûnehâ fe accele lekum hâzihî ve keffe eydiyen nâsi ankum, ve li tekûne âyeten lil mu’minîne ve yehdiyekum sırâtan mustekîmâ.

Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaat etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bu, mü’minler için bir delil olsun ve sizi dosdoğru bir yola iletsin.

21

وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرًا

Ve uhrâ lem takdirû aleyhâ kad ehâtallâhu bihâ, ve kânallâhu alâ kulli şey’in kadîrâ.

Henüz elde edemediğiniz, fakat Allah’ın sizin için kuşattığı başka (ganimetler) de vardır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

22

وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا

Ve lev kâtelekumullezîne keferû le vellevul edbâra summe lâ yecidûne veliyyen ve lâ nasîrâ.

Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı. Sonra da ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirlerdi.

23

سُنَّةَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُۖ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًا

Sunnetallâhilletî kad halet min kabl, ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ.

Allah’ın öteden beri süregelen kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.

24

وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرًا

Ve huvellezî keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum bi batni mekkete min ba’di en azferakum aleyhim, ve kânallâhu bimâ ta’melûne basîrâ.

O, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke’nin göbeğinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

25

هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفًا اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا

Humullezîne keferû ve saddûkum anil mescidil harâmi vel hedye ma’kûfen en yebluga mahılleh, ve levlâ ricâlun mu’minûne ve nisâun mu’minâtun lem ta’lemûhum en tetaûhum fe tusîbekum minhum maarratun bi gayri ilm, li yudhilallâhu fî rahmetihî men yeşâ’, lev tezeyyelû le azzebnellezîne keferû minhum azâben elîmâ.

Onlar, inkâr edenler ve sizi Mescid-i Haram’dan ve bekletilen kurbanlıkları yerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer (Mekke’de) kendilerini henüz tanımadığınız mü’min erkeklerle mü’min kadınları bilmeyerek ezmeniz ve bu yüzden size bir vebalin dokunması ihtimali olmasaydı (Allah savaşa izin verirdi). Allah, dilediğini rahmetine sokmak için böyle yapmıştır. Eğer onlar (mü’minlerle kâfirler) birbirinden ayrılmış olsalardı, içlerinden inkâr edenleri elem dolu bir azapla cezalandırırdık.

26

اِذْ جَعَلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا۟

İz cealellezîne keferû fî kulûbihimul hamiyyete hamiyyetel câhiliyyeti fe enzelallâhu sekînetehu alâ resûlihî ve alel mu’minîne ve elzemehum kelimetet takvâ ve kânû ehakka bihâ ve ehlehâ, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ.

Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, o cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da, Resûlünün ve mü’minlerin üzerine sükûnetini (huzur ve güveni) indirdi ve onları takva sözüne (kelime-i şehadete) bağlı kıldı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

27

لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَر۪يبًا

Lekad sadakallâhu resûlehur ru’yâ bil hakk, le tedhulunnel mescidel harâme in şâallâhu âminîne muhallikîne ruûsekum ve mukassırîne lâ tehâfûn, fe alime mâ lem ta’lemû fe ceale min dûni zâlike fethan karîbâ.

Andolsun, Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde, başlarınızı traş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi.

28

هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ

Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirahu aled dîni kullih, ve kefâ billâhi şehîdâ.

O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir ki, onu bütün dinlere üstün kılsın. Şahit olarak Allah yeter.

29

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًاۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا

Muhammedun resûlullâh, vellezîne meahû eşiddâu alel kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânâ, sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd, zâlike meseluhum fît tevrât, ve meseluhum fîl incîl, ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerahu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa li yagîza bihimul kuffâr, vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfireten ve ecran azîmâ.

Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları, yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden bir ekine benzerler. (Allah bu misalle) kâfirleri öfkelendirmek için (onları böyle çoğaltıp güçlendirmiştir). Allah, onlardan iman edip sâlih ameller işleyenlere bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.