Enfal Suresi (1. Bölüm) – Tasavvuf Yolu

Enfal Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِۜ قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

Yes’elûneke anil enfâl(i), kulil enfâlu lillâhi ver resûl(i), fettekûllâhe ve aslihû zâte beynikum ve etîûllâhe ve resûlehu in kuntum mu’minîn(e).

Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O halde, eğer mü’minler iseniz Allah’tan korkun, aranızı düzeltin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin.”

2

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ

İnnemel mu’minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(e).

Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, bu onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.

3

اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْfِقُونَۜ

Ellezîne yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(e).

Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edenlerdir.

4

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّاۜ لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْfِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ

Ulâike humul mu’minûne hakkâ(n), lehum derecâtun inde rabbihim ve magfiretun ve rızkun kerîm(un).

İşte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için Rableri katında dereceler, bağışlanma ve şerefli bir rızık vardır.

5

كَمَٓا اَخْرَجَكَ رَبُّكَ مِنْ بَيْتِكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ لَكَارِهُونَۙ

Kemâ ahraceke rabbuke min beytike bil hakkı ve inne ferîkan minel mu’minîne le kârihûn(e).

Nasıl ki Rabbin seni hak uğruna evinden çıkarmıştı, mü’minlerden bir grup ise bundan hoşlanmıyorlardı.

6

يُجَادِلُونَكَ فِي الْحَقِّ بَعْدَ مَا تَبَيَّنَ كَاَنَّمَا يُسَاقُونَ اِلَى الْمَوْتِ وَهُمْ يَنْظُرُونَ

Yucâdilûneke fîl hakkı ba’de mâ tebeyyene ke ennemâ yusâkûne ilel mevti ve hum yanzurûn(e).

Gerçek ortaya çıktıktan sonra bile, sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, o konuda seninle tartışıyorlardı.

7

وَاِذْ يَعِدُكُمُ اللّٰهُ اِحْدَى الطَّٓائِفَتَيْنِ اَنَّهَا لَكُمْ وَتَوَدُّونَ اَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ وَيُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِر۪ينَۙ

Ve iz yaidukumullâhu ihdet tâifeteyni ennehâ lekum ve teveddûne enne gayra zâtiş şevketi tekûnu lekum ve yurîdullâhu en yuhıkkal hakka bi kelimâtihî ve yaktaa dâbirel kâfirîn(e).

Hani Allah size, iki taifeden birinin sizin olacağını vaat ediyordu. Siz ise, silahsız olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Allah ise, kelimeleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu.

8

لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ

Li yuhıkkal hakka ve yubtılel bâtıle ve lev kerihel mucrimûn(e).

Suçlular hoşlanmasa da, hakkı gerçekleştirmek ve bâtılı ortadan kaldırmak için.

9

اِذْ تَسْتَغ۪يثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ اَنّ۪ي مُمِدُّكُمْ بِاَلْfٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُرْدِف۪ينَ

İz testegîsûne rabbekum festecâbe lekum ennî mumiddukum bi elfin minel melâiketi murdifîn(e).

Hani siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, “Ben size, birbiri ardınca gelen bin melekle yardım edeceğim” diye duanızı kabul etmişti.

10

وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى وَلِتَطْمَئِنَّ بِه۪ قُلُوبُكُمْۚ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

Ve mâ cealehullâhu illâ buşrâ ve li tatmeinne bihî kulûbukum, ve men nasru illâ min indillâh(i), innallâhe azîzun hakîm(un).

Allah bunu ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Zafer, ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

11

اِذْ يُغَشّ۪يكُمُ النُّعَاسَ اَمَنَةً مِنْهُ وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لِيُطَهِّرَكُمْ بِه۪ وَيُذْهِبَ عَنْكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ وَلِيَرْבِطَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ وَيُثَبِّتَ بِهِ الْاَقْدَامَ

İz yugaşşîkumun nuâse emeneten minhu ve yunezzilu aleykum mines semâi mâen li yutahhirekum bihî ve yuzhibe ankum riczeş şeytâni ve li yerbita alâ kulûbikum ve yusebbite bihil akdâm(e).

Hani O, kendi tarafından bir güvence olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyordu. Sizi onunla temizlemek, şeytanın pisliğini sizden gidermek, kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten bir su indiriyordu.

12

اِذْ يُوح۪ي رَبُّكَ اِلَى الْمَلٰٓئِكَةِ اَنّ۪ي مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ سَاُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ فَاضْرِبُوا فَوْقَ الْاَعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ

İz yûhî rabbuke ilel melâiketi ennî meakum fe sebbitûllezîne âmenû, seulkî fî kulûbillezîne keferûr ru’be fadribû fevkal a’nâkı vadribû minhum kulle benân(in).

Hani Rabbin meleklere, “Ben sizinle beraberim. İman edenleri sağlamlaştırın. Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım. Vurun boyunlarının üzerine, vurun onların bütün parmaklarına” diye vahyediyordu.

13

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ وَمَنْ يُשَاقِقِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْעِقَابِ

Zâlike bi ennehum şâkkûllâhe ve resûleh(u), ve men yuşâkıkıllâhe ve resûlehu fe innallâhe şedîdul ikâb(i).

Bu, onların Allah’a ve Resûlüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz Allah’ın azabı çok şiddetlidir.

14

ذٰلِكُمْ فَذُوقُوهُ وَاَنَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابَ النَّارِ

Zâlikum fe zûkûhu ve enne lil kâfirîne azâben nâr(i).

İşte bu! Onu tadın. Kâfirler için bir de ateş azabı vardır.

15

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰמَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا زَحْفًا فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ lekîtumullezîne keferû zahfen fe lâ tuvellûhumul edbâr(e).

Ey iman edenler! Toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkanızı dönmeyin.

16

وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُٓ اِلَّا مُتَحَرِّfًا لِقِتَالٍ اَوْ مُتَحَيِّזًا اِلٰى فِئَةٍ فَقَدْ بَٓاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْוٰيهُ جَهَنَّمُۜ وَבِئْسَ الْمَص۪يرُ

Ve men yuvellihim yevmeizin duburehu illâ muteharrifen li kıtâlin ev mutehayyizen ilâ fietin fe kad bâe bi gadabin minallâhi ve me’vâhu cehennem(u), ve bi’sel masîr(u).

Kim o gün, savaşmak için bir yana çekilmek veya başka bir birliğe katılmak durumu hariç, onlara arkasını dönerse, Allah’ın gazabına uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!

17

فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْ وَمَا רَمَيْتَ اِذْ רَمَيْتَ وَלٰكِنَّ اللّٰهَ רَمٰى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً חَسَنًاۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪יםٌ

Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum ve mâ remeyte iz remeyte ve lâkinnallâhe remâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen hasenâ(en), innallâhe semîun alîm(un).

Onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için (böyle yaptı). Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

18

ذٰلِكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ مُوهِنُ كَيْدِ الْكَافِر۪ينَ

Zâlikum ve ennallâhe mûhinu keydil kâfirîn(e).

Bu böyledir. Şüphesiz Allah, kâfirlerin tuzağını zayıflatandır.

19

اِنْ تَسْتَفْتِحُوا فَقَدْ جَٓاءَكُمُ الْفَتْحُۚ وَاِنْ تَنْتَهُوا فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَاِنْ تَعُودُوا نَعُدْۚ وَلَنْ تُغْنِيَ عَنْكُمْ فِئَتُكُمْ شَيْـًٔا وَلَوْ كَثُرَتْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَ

İn testeftihû fe kad câekumul feth(u), ve in tentehû fe huve hayrun lekum, ve in teûdû naud, ve len tugniye ankum fietukum şey’en ve lev kesuret ve ennallâhe meal mu’minîn(e).

Eğer fetih istiyorsanız, işte size fetih geldi. Eğer (inkârdan) vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer dönerseniz, biz de döneriz. Topluluğunuz çok da olsa, size hiçbir fayda vermez. Çünkü Allah, mü’minlerle beraberdir.

20

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰמَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَרَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا עَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû etîûllâhe ve resûlehu ve lâ tevellev anhu ve entum tesmeûn(e).

Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlüne itaat edin. İşitip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin.

21

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ

Ve lâ tekûnû kellezîne kâlû semi’nâ ve hum lâ yesmeûn(e).

İşitmedikleri halde, “İşittik” diyenler gibi olmayın.

22

اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ

İnne şerred devâbbi indallâhis summul bukmullezîne lâ ya’kılûn(e).

Şüphesiz, Allah katında canlıların en kötüsü, (gerçeği) akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.

23

وَلَوْ عَلِمَ اللّٰهُ ف۪يهِمْ خَيْرًا لَاَسْمَعَهُمْۜ وَلَوْ اَسْمَعَهُمْ لَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ

Ve lev alimallâhu fîhim hayran le esmeahum, ve lev esmeahum le tevellev ve hum mu’ridûn(e).

Eğer Allah onlarda bir hayır bilseydi, onlara işittirirdi. İşittirseydi bile, yine de yüz çevirerek arkalarını dönerlerdi.

24

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰמَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْי۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْשَرُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkum, va’lemû ennallâhe yehûlu beynel mer’i ve kalbihî ve ennehu ileyhi tuhşerûn(e).

Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah’a ve Resûlüne icabet edin. Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz mutlaka O’nun huzurunda toplanacaksınız.

25

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah(ten), va’lemû ennallâhe şedîdul ikâb(i).

Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir fitneden sakının. Bilin ki Allah’ın azabı çok şiddetlidir.

26

وَاذْكُرُٓوا اِذْ اَنْتُمْ قَل۪يلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْاَرْضِ تَخَافُونَ اَنْ يَتَخَטَّفَكُمُ النَّاسُ فَاٰוٰيكُمْ وَاَيَّدَكُمْ بِنَصْرِه۪ وَרَזَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّבَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Vezkurû iz entum kalîlun mustad’afûne fîl ardı tehâfûne en yetehattafekumun nâsu fe âvâkum ve eyyedekum bi nasrihî ve razakakum minet tayyibâti leallekum teşkurûn(e).

Hatırlayın, hani siz yeryüzünde azınlıkta ve zayıf idiniz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. O da sizi barındırdı, yardımıyla sizi destekledi ve şükredesiniz diye sizi temiz rızıklarla rızıklandırdı.

27

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰמَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tehûnûllâhe ver resûle ve tehûnû emânâtikum ve entum ta’lemûn(e).

Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlüne hainlik etmeyin. Bile bile emanetlerinize de hainlik etmeyin.

28

وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪יםٌ

Va’lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehu ecrun azîm(un).

Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın katındadır.

29

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰמَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ לَكُمْ فُرْقَانًا وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْעَظ۪יםِ

Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekûllâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(i).

Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız, O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış (furkan) verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.

30

وَاِذْ يَمْכُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا לِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ وَיَمْכּُرُونَ وَיَمْכּُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاכּِر۪ينَ

Ve iz yemkuru bikellezîne keferû li yusbitûke ev yaktulûke ev yuhricûk(e), ve yemkurûne ve yemkurullâh(u), vallâhu hayrul mâkirîn(e).

Hani inkâr edenler, seni bağlayıp hapsetmek veya öldürmek yahut seni (yurdundan) çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlardı, Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.

31

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا قَالُوا קَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَٓاءُ לَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَٓا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ

Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ kâlû kad semi’nâ lev neşâu le kulnâ misle hâzâ in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn(e).

Âyetlerimiz onlara okunduğu zaman, “İşittik. İstesek, biz de bunun bir benzerini söyleriz. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir” dediler.

32

وَاِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنْ כָּןَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَاَمْطِرْ عَلَيْنَا חِجَارَةً مِنَ السَّמَٓاءِ اَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ

Ve iz kâlûllâhumme in kâne hâzâ huvel hakka min indike fe emtır aleynâ hıcâreten mines semâi evi’tinâ bi azâbin elîm(in).

Hani onlar, “Allah’ım! Eğer bu, senin katından gelen bir gerçek ise, üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem dolu bir azap getir” demişlerdi.

33

وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُעَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ وَמَا כָּןَ اللّٰهُ مُעَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ

Ve mâ kânallâhu li yuazzibehum ve ente fîhim, ve mâ kânallâhu muazzibehum ve hum yestagfirûn(e).

Halbuki sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Onlar bağışlanma dilerlerken de, Allah onlara azap edecek değildir.

34

وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُעَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَמَا כּَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ وَלٰכِنَّ اَכْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

Ve mâ lehum ellâ yuazzibehumullâhu ve hum yesuddûne anil mescidil harâmi ve mâ kânû evliyâeh(u), in evliyâuhu illel muttakûne ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(e).

Onlar Mescid-i Haram’dan alıkoyup dururlarken, Allah onlara ne diye azap etmesin? O’nun (Kâbe’nin) dostları da değillerdir. O’nun dostları ancak takva sahipleridir. Fakat onların çoğu bilmezler.

35

وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَתَصْدِيَةًۜ فَذُوقُوا الْعَذَابَ בِمَا כּُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

Ve mâ kâne salâtuhum indel beyti illâ mukâen ve tasdiyeh(ten), fe zûkûl azâbe bimâ kuntum tekfurûn(e).

Onların Beyt’in (Kâbe’nin) yanındaki duaları, ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan başka bir şey değildi. O halde inkâr etmenizden dolayı azabı tadın!

36

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُנْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ לِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪ילِ اللّٰهِۜ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّםَ يُحْشَرُونَۙ

İnnellezîne keferû yunfikûne emvâlehum li yesuddû an sebîlillâh(i), fe seyunfikûnehâ summe tekûnu aleyhim hasreten summe yuglebûn(e), vellezîne keferû ilâ cehenneme yuhşerûn(e).

Şüphesiz inkâr edenler, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Onları harcayacaklar, sonra bu onlara bir pişmanlık olacak, sonra da yenilgiye uğrayacaklardır. İnkâr edenler, cehenneme toplanacaklardır.

37

لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّבِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعًا فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّםَۜ اُو۬לٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

Li yemîzallâhul habîse minet tayyibi ve yec’alel habîse ba’dahu alâ ba’dın fe yerkumehu cemîan fe yec’alehu fî cehennem(e), ulâike humul hâsirûn(e).

Allah, pis olanı temiz olandan ayırmak, pis olanların hepsini birbiri üzerine yığıp topunu cehenneme koymak için (böyle yapar). İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

Enfal Suresi (Ayet 38-75) – Tasavvuf Yolu

38

قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ

Kul lillezîne keferû in yentehû yugfer lehum mâ kad selef(e), ve in yeûdû fe kad madat sunnetul evvelîn(e).

İnkâr edenlere söyle: Eğer (inkârdan) vazgeçerlerse, geçmiş günahları bağışlanır. Eğer (savaşa) dönerlerse, öncekilerin kanunu (helak edilmeleri) geçmişte kalmıştır.

39

وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu kulluhu lillâh(i), fe inintehev fe innallâhe bimâ ya’melûne basîr(un).

Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, şüphesiz Allah yaptıklarını hakkıyla görendir.

40

وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْۜ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ

Ve in tevellev fa’lemû ennallâhe mevlâkum, ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr(u).

Eğer yüz çevirirlerse, bilin ki Allah sizin yardımcınızdır. O ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!

41

وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَاَنَّ لِلّٰهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّב۪يلِ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ وَمَٓا اَنْזَلْنَا عَلٰى עَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪ירٌ

Va’lemû ennemâ ganimtum min şey’in fe enne lillâhi humusehu ve lir resûli ve li zîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli in kuntum âmentum billâhi ve mâ enzelnâ alâ abdinâ yevmel furkâni yevmeltekal cem’ân(i), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(un).

Eğer Allah’a ve Furkan gününde, o iki ordunun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a, Resûlüne, O’nun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Allah, her şeye kadirdir.

42

اِذْ اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْיَا وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْוָى وَالرَّكْبُ اَسْفَلَ مِنْكُمْۜ وَلَوْ تَوَاعَدْتُمْ لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ وَلٰكِنْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْرًا כָּןَ مَفْعُولًا لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ בַּيِّنَةٍ وَיَحْיٰى مَنْ حَيَّ עَنْ بَيِّنَةٍۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَسَم۪يعٌ عَل۪יםٌ

İz entum bil udvetid dunyâ ve hum bil udvetil kusvâ ver rekbu esfele minkum, ve lev tevâadtum lahtelefum fîl mîâdi ve lâkin li yakdıyallâhu emran kâne mef’ûlen li yehlike men heleke an beyyinetin ve yahyâ men hayye an beyyineh(tin), ve innallâhe le semîun alîm(un).

Hani siz vadinin yakın kenarında, onlar uzak kenarında, kervan da sizden daha aşağıdaydı. Eğer sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakitte mutlaka ayrılığa düşerdiniz. Fakat Allah, olacak bir işi yerine getirmek için (sizi karşılaştırdı). Tâ ki helak olan, apaçık bir delille helak olsun, yaşayan da apaçık bir delille yaşasın. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

43

اِذْ يُר۪يكَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَنَامِكَ קَل۪ילًاۜ وَلَوْ اَرٰيكَهُمْ كَث۪ירًا לَفَشِلْتُمْ وَלَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَלٰكِنَّ اللّٰهَ سَلَّمَۜ اِنَّهُ עَل۪יםٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

İz yurîkehumullâhu fî menâmike kalîlâ(en), ve lev erâkehum kesîran le feşiltum ve le tenâza’tum fîl emri ve lâkinnallâhe sellem(e), innehu alîmun bi zâtis sudûr(i).

Hani Allah, uykunda onları sana az gösteriyordu. Eğer onları sana çok gösterseydi, mutlaka yılgınlığa düşer ve o iş hakkında çekişirdiniz. Fakat Allah (sizi bundan) kurtardı. Şüphesiz O, göğüslerin özünü hakkıyla bilendir.

44

وَاِذْ يُר۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْיُنِكُمْ קَل۪ילًا وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْיُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْرًا כָּןَ مَفْعُولًاۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُורُ

Ve iz yurîkumûhum iziltekaytum fî a’yunikum kalîlen ve yukallilukum fî a’yunihim li yakdıyallâhu emran kâne mef’ûlâ(en), ve ilallâhi turceul umûr(u).

Karşılaştığınız zaman, olacak bir işi yerine getirmek için, onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.

45

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰמَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ כּَث۪ירًا לَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ lekîtum fieten fesbutû vezkurûllâhe kesîran leallekum tuflihûn(e).

Ey iman edenler! Bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.

46

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَרَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْשَلُوا وَتَذْهَبَ ר۪יחُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ

Ve etîûllâhe ve resûlehu ve lâ tenâzeû fe tefşelû ve tezhebe rîhukum vasbirû, innallâhe meas sâbirîn(e).

Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, sonra gevşersiniz ve gücünüz gider. Sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

47

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ בַطَرًا وَרِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪ילِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُח۪יטٌ

Ve lâ tekûnû kellezîne haracû min diyârihim bataran ve riâen nâsi ve yesuddûne an sebîlillâh(i), vallâhu bimâ ya’melûne muhît(un).

Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını kuşatandır.

48

وَاِذْ זَيَّنَ لَهُمُ الشَّיْטَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ לَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ לَكُمْۚ فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ נَكَصَ عَلٰى עَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

Ve iz zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum ve kâle lâ gâlibe lekumul yevme minen nâsi ve innî cârun lekum, fe lemmâ terâetil fietâni nekesa alâ akıbeyhi ve kâle innî berîun minkum innî erâ mâ lâ terevne innî ehâfullâh(e), vallâhu şedîdul ikâb(i).

Hani şeytan onlara amellerini süslü göstermiş ve “Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur. Ben de sizin yardımcınızım” demişti. Fakat iki ordu birbirini görünce, topukları üzerine geri döndü ve “Ben sizden uzağım. Ben sizin görmediklerinizi görüyorum. Ben Allah’tan korkarım. Allah’ın azabı çok şiddetlidir” dedi.

49

اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي קُلُובِهِمْ מَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬לَٓاءِ ד۪ינُهُمْۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَז۪يزٌ חَك۪יםٌ

İz yekûlul munâfikûne vellezîne fî kulûbihim maradun garra hâulâi dînuhum, ve men yetevekkel alâllâhi fe innallâhe azîzun hakîm(un).

O zaman münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar, “Bunları dinleri aldattı” diyorlardı. Kim Allah’a tevekkül ederse, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

50

وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ כּَفَرُوا الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ וُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ

Ve lev terâ iz yeteveffellezîne keferûl melâiketu yadribûne vucûhehum ve edbârahum, ve zûkû azâbel harîk(ı).

Meleklerin, o inkâr edenlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Yakıcı azabı tadın!” (diyerek) canlarını alırken bir görseydin!

51

ذٰلِكَ بِمَا קَدَّمَتْ اَيْד۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ

Zâlike bimâ kaddemet eydîkum ve ennallâhe leyse bi zallâmin lil abîd(i).

“Bu, sizin kendi ellerinizle yaptığınız yüzündendir. Şüphesiz Allah, kullara asla zulmedici değildir.”

52

كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ קَبْلِهِمْۜ כּَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

Ke de’bi âli fir’avne vellezîne min kablihim, keferû bi âyâtillâhi fe ehazehumullâhu bi zunûbihim, innallâhe kaviyyun şedîdul ikâb(i).

(Bunların durumu) tıpkı Firavun’un ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler de, Allah onları günahları sebebiyle yakaladı. Şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, azabı çetindir.

53

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّרًا נִعْمَةً اَنْעَمَهَا عَلٰى קَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّרُوا مَا بِاَنْفُsِهِمْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪יםٌ

Zâlike bi ennallâhe lem yeku mugayyiren ni’meten en’amehâ alâ kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim ve ennallâhe semîun alîm(un).

Bu, bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah’ın onlara verdiği bir nimeti değiştirmemesi sebebiyledir. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

54

كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ קَبْلِهِمْۜ كَذَّבُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَغْرَقْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَۚ وَכּُلٌّ كَانُوا ظَالِم۪ينَ

Ke de’bi âli fir’avne vellezîne min kablihim, kezzebû bi âyâti rabbihim fe ehleknâhum bi zunûbihim ve agraknâ âle fir’avn(e), ve kullun kânû zâlimîn(e).

(Bunların durumu) tıpkı Firavun’un ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Rablerinin âyetlerini yalanladılar da, biz onları günahları sebebiyle helak ettik ve Firavun’un ailesini suda boğduk. Hepsi de zalimlerdi.

55

اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

İnne şerred devâbbi indallâhillezîne keferû fe hum lâ yu’minûn(e).

Şüphesiz, Allah katında canlıların en kötüsü, inkâr edenlerdir. Onlar iman etmezler.

56

اَلَّذ۪ينَ عَاهَدْتَ مِنْهُمْ ثُمَّ يَنْقُضُونَ עَهْدَهُمْ ف۪ي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لَا يَتَّقُونَ

Ellezîne âhedte minhum summe yenkudûne ahdehum fî kulli merretin ve hum lâ yettekûn(e).

Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın kimselerdir. Sonra her defasında antlaşmalarını bozarlar ve (Allah’tan) sakınmazlar.

57

فَاِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَשَرِّדْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ לَعَلَّهُمْ يَذَّכּَّרُونَ

Fe immâ teskafennehum fîl harbi fe şerrid bihim men halfehum leallehum yezzekkerûn(e).

Eğer savaşta onları yakalarsan, onlarla (öyle bir ceza ver ki) arkalarındakileri dağıt. Umulur ki ibret alırlar.

58

وَاِمَّا تَخَافَنَّ مِنْ קَوْمٍ خِيَانَةً فَانْبِذْ اِلَيْهِمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْخَٓائِن۪ينَ

Ve immâ tehâfenne min kavmin hıyâneten fenbiz ileyhim alâ sevâin, innallâhe lâ yuhıbbul hâinîn(e).

Eğer bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de (antlaşmayı) onlara, eşit bir şekilde at. Şüphesiz Allah, hainleri sevmez.

59

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَبَقُواۜ اِنَّهُمْ لَا يُعْجِזُونَ

Ve lâ yahsebennellezîne keferû sebekû, innehum lâ yu’cizûn(e).

İnkâr edenler, (azaptan) kaçıp kurtulduklarını sanmasınlar. Onlar (bizi) âciz bırakamazlar.

60

وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ עَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْ لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ وَمَا تُנْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪ילِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ

Ve eıddû lehum mesteta’tum min kuvvetin ve min ribâtıl hayli turhibûne bihî aduvvallâhi ve aduvvekum ve âharîne min dûnihim lâ ta’lemûnehum, allâhu ya’lemuhum, ve mâ tunfikû min şey’in fî sebîlillâhi yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn(e).

Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, bununla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız, karşılığı size tastamam ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.

61

وَاِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪יםُ

Ve in cenehû lis selmi fecnah lehâ ve tevekkel alâllâh(i), innehu huves semîul alîm(u).

Eğer barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

62

وَاِنْ يُר۪يدُٓوا اَنْ يَخْدَعُوكَ فَاِنَّ حَسْبَكَ اللّٰهُۜ هُوَ الَّذ۪ٓي اَيَّدَكَ بِنَصْرِه۪ وَבِالْمُؤْمِن۪ينَۙ

Ve in yurîdû en yahdeûke fe inne hasbekallâh(u), huvellezî eyyedeke bi nasrihî ve bil mu’minîn(e).

Eğer seni aldatmak isterlerse, şüphesiz Allah sana yeter. O, yardımıyla ve mü’minlerle seni destekleyendir.

63

وَاَلَّفَ بَيْنَ קُلُوبِهِمْۜ لَوْ اَنْفَقْتَ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا מَٓا اَلَّفْتَ بَيْنَ קُلُובِهِمْ وَלٰكِنَّ اللّٰهَ اَلَّفَ بَيْنَهُمْۜ اِنَّهُ عَז۪يزٌ חَك۪יםٌ

Ve ellefe beyne kulûbihim, lev enfakte mâ fîl ardı cemîan mâ ellefte beyne kulûbihim ve lâkinnallâhe ellefe beynehum, innehu azîzun hakîm(un).

Ve onların kalplerini birleştirendir. Yeryüzünde bulunan her şeyi harcasaydın, onların kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah, onların arasını birleştirdi. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

64

يَٓا اَيُّهَا النَّבِيُّ حَسْبُكَ اللّٰهُ وَمَنِ اتَّבَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

Yâ eyyuhen nebiyyu hasbukallâhu ve menittebeake minel mu’minîn(e).

Ey Peygamber! Sana ve sana uyan mü’minlere Allah yeter.

65

يَٓا اَيُّهَا النَّבِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلَى الْقِתَالِۜ اِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ עِשْرُونَ صَابِرُونَ يَغْلِبُوا מِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ מِائَةٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفًا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاَنَّهُمْ קَوْمٌ لَا יَفْقَهُونَ

Yâ eyyuhen nebiyyu harrıdıl mu’minîne alel kıtâl(i), in yekun minkum işrûne sâbirûne yaglibû mieteyn(i), ve in yekun minkum mietun yaglibû elfen minellezîne keferû bi ennehum kavmun lâ yefkahûn(e).

Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi olursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizden yüz kişi olursa, kâfirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar, anlamayan bir topluluktur.

66

اَلْـٰٔنَ خَفَّفَ اللّٰهُ عَنْكُمْ وَعَلِمَ اَنَّ ف۪يكُمْ ضَعْفًاۜ فَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ מِائَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُوا מِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ اَلْفٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفَيْنِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ

El’âne haffefallâhu ankum ve alime enne fîkum da’fâ(en), fe in yekun minkum mietun sâbiretun yaglibû mieteyn(i), ve in yekun minkum elfun yaglibû elfeyni bi iznillâh(i), vallâhu meas sâbirîn(e).

Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti ve sizde bir zayıflık olduğunu bildi. O halde, eğer içinizden sabırlı yüz kişi olursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.

67

مَا כָּןَ לِنَبِيٍّ اَنْ يَكُونَ لَهُٓ اَسْرٰى حَتّٰى يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ تُر۪يدُونَ עَرَضَ الدُّنْיَا وَاللّٰهُ يُר۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَז۪يزٌ חَك۪יםٌ

Mâ kâne li nebiyyin en yekûne lehu esrâ hattâ yushine fîl ard(ı), turîdûne aradad dunyâ vallâhu yurîdul âhireh(ti), vallâhu azîzun hakîm(un).

Yeryüzünde ağır basıncaya (kesin bir zafer kazanıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirler alması yaraşmaz. Siz dünya malını istiyorsunuz, Allah ise ahireti istiyor. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

68

لَوْلَا כּِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ לَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪יםٌ

Levlâ kitâbun minallâhi sebeka le messekum fîmâ ehaztum azâbun azîm(un).

Eğer Allah’tan önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız (fidyeden) dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.

69

فَكُلُوا مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلَالًا طَيِّبًا وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪יםٌ

Fe kulû mimmâ ganimtum halâlen tayyiben vettekûllâh(e), innallâhe gafûrun rahîm(un).

Artık, elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yiyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

70

يَٓا اَيُّهَا النَّבِيُّ قُلْ لِمَنْ ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ مِنَ الْاَسْرٰٓى اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي קُلُوبِكُمْ خَيْرًا يُؤْتِكُمْ خَيْرًا مِمَّٓا اُخِذَ مِنْكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪יםٌ

Yâ eyyuhen nebiyyu kul li men fî eydîkum minel esrâ in ya’lemillâhu fî kulûbikum hayran yu’tikum hayran mimmâ uhıze minkum ve yagfir lekum, vallâhu gafûrun rahîm(un).

Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: “Eğer Allah kalplerinizde bir hayır bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

71

وَاِنْ يُר۪يدُوا خِيَانَتَكَ فَقَدْ خَانُوا اللّٰهَ مِنْ קَبْلُ فَاَمْكَنَ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ עَل۪יםٌ חَك۪יםٌ

Ve in yurîdû hıyâneteke fe kad hânûllâhe min kablu fe emkene minhum, vallâhu alîmun hakîm(un).

Eğer sana hainlik etmek isterlerse, daha önce Allah’a da hainlik etmişlerdi. Allah da (sana) onlara karşı imkân verdi. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

72

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُsِهِمْ ف۪ي سَب۪ילِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَנَصَرُٓوا اُو۬לٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَالَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا לَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتّٰى يُهَاجِرُواۚ وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ اِلَّا عَلٰى קَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَבَيْنَهُمْ מ۪يثَاقٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪ירٌ

İnnellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâhi vellezîne âvev ve nasarû ulâike ba’duhum evliyâu ba’d(ın), vellezîne âmenû ve lem yuhâcirû mâ lekum min velâyetihim min şey’in hattâ yuhâcirû, ve inistensarûkum fîd dîni fe aleykumun nasru illâ alâ kavmin beynekum ve beynehum mîsâk(un), vallâhu bimâ ta’melûne basîr(un).

İman edip hicret eden, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, hicret edinceye kadar onların velayetinden size bir şey yoktur. Eğer din konusunda sizden yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir kavme karşı olmadıkça, yardım etmek üzerinize borçtur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

73

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ اِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُنْ فِتْنَةٌ فِي الْاَرْضِ وَفَسَادٌ كَب۪ירٌ

Vellezîne keferû ba’duhum evliyâu ba’d(ın), illâ tef’alûhu tekun fitnetun fîl ardı ve fesâdun kebîr(un).

İnkâr edenler de birbirlerinin dostlarıdır. Eğer bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmezseniz), yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozulma olur.

74

وَالَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪ילِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَנَصَرُٓوا اُو۬לٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّاۜ لَهُمْ מَغْفِرَةٌ وَרِزْقٌ כּَر۪יםٌ

Vellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi vellezîne âvev ve nasarû ulâike humul mu’minûne hakkâ(n), lehum magfiretun ve rızkun kerîm(un).

İman edip hicret eden, Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler, işte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için bağışlanma ve şerefli bir rızık vardır.

75

وَالَّذ۪ينَ اٰמَنُوا مِنْ בַּعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَاُو۬לٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي כּِتَابِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪יםٌ

Vellezîne âmenû min ba’du ve hâcerû ve câhedû meakum fe ulâike minkum, ve ulûl erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâh(i), innallâhe bi kulli şey’in alîm(un).

Sonradan iman edip hicret eden ve sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Akrabalar, Allah’ın kitabında birbirlerine daha yakındırlar. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.