En’am Suresi
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
Elhamdu lillâhillezî ḣalakas-semâvâti vel-arża ve ce‘alez-żuḷumâti ven-nûr, sümme’l-lezîne keferû bi rabbihim ya‘dilûn.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nuru var eden Allah’a mahsustur. Sonra da kâfirler, Rablerine başkalarını denk tutuyorlar.
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلًاۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُۜ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ
Huvellezî ḣalekakum min ṭîn, sümme ḳaḍâ ecelâ, ve ecelun musemmâ ‘indeh, sümme entum temterûn.
Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel takdir eden O’dur. Bir de O’nun katında belirlenmiş bir ecel vardır. Ama siz hâlâ şüphe içindesiniz.
وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ
Ve huvallâhu fîs-semâvâti ve fîl-arż, ya‘lemu sirrakum ve cehrakum ve ya‘lemu mâ teksibûn.
Göklerde ve yerde Allah’tır. Gizlinizi de açığınızı da bilir. Kazandıklarınızı da bilir.
وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ
Ve mâ te’tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû ‘anhâ mu‘riżîn.
Rablerinin ayetlerinden onlara ne zaman bir ayet gelse, ondan yüz çevirirler.
فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۚ فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبَٓاءُ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِءُونَ
Fe ḳad kezzebû bil-ḥaḳḳi lemmâ câehum, fe sevfe ye’tîhim enbâ’u mâ kânû bihî yestehzi’ûn.
Kendilerine hak geldiğinde onu yalanladılar. Alay ettikleri şeylerin haberleri yakında kendilerine ulaşacaktır.
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ…
Elem yerav kem ehleknâ min ḳablihim min ḳarnin…
Kendilerinden önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmüyorlar mı?… (devamı yukarıda)
وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا…
Ve lev nezzelnâ ‘aleyke kitâben…
Eğer sana kâğıda yazılmış bir kitap indirseydik…
وَقَالُوا لَوْلَآ اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌ…
Ve ḳâlû lev lâ unzile ‘aleyhi meleḳ…
“Ona bir melek indirilmeli değil miydi?” dediler…
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا…
Ve lev ce‘alnâhu meleken…
Eğer onu bir melek yapsaydık…
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ…
Ve leḳadistu’hzi’e bi rusulin…
Senden önce de peygamberlerle alay edilmişti…
قُلْ سِيرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
Kul sîrû fîl-arżi sümmenẓurû keyfe kâne ‘âḳibetü’l-mukeżżibîn.
De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın.
قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Kul limen mâ fîs-semâvâti vel-arżi, kul lillâh, ketebe ‘alâ nefsihir-raḥmeh, le yecme‘ennekum ilâ yevmil-ḳıyâmeti lâ raybe fîh; ellezîne ḣasirû enfusehum fehum lâ yu’minûn.
De ki: Göklerde ve yerde ne varsa kimindir? De ki: Allah’ındır. O, rahmeti kendi üzerine yazmıştır. Sizi mutlaka kıyamet günü bir araya toplayacaktır. Bu konuda hiç şüphe yoktur. Kendilerini hüsrana uğratanlar ise iman etmezler.
وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي اللَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Ve lehu mâ sekena fi’l-leyl(i) ve’n-nehâr; ve huve’s-semî‘u’l-‘alîm.
Gece ve gündüzde bulunan her şey O’nundur. O, işitendir, bilendir.
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِيّاً فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَۙ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Kul eġayra’llâhi etteḫıżu veliyyen, fâṭıra’s-semâvâti vel-arż, ve huve yuṭ‘imu ve lâ yuṭ‘am; kul innî umirtu en ekûne evvele men esleme ve lâ tekûnenne mine’l-muşrikîn.
De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, doyuran fakat doyurulmayan Allah’tan başkasını mı dost edineyim? De ki: Bana, Müslümanların ilki olmam ve sakın müşriklerden olmamam emredildi.
قُلْ اِنّ۪ي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Kul innî eḣâfu in ‘aṣaytu rabbî ‘ażâbe yevmin ‘aẓîm.
De ki: Eğer Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım.
مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ
Men yuṣraf ‘anhu yevme’izinfekeḳa raḥimeh; ve żâlike’l-fevzu’l-mubîn.
O gün azap kendisinden uzaklaştırılan kimseye Allah rahmet etmiştir. İşte bu, apaçık kurtuluştur.
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُۜ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ve in yemseske’llâhu bi ḍurrin felâ kâşife lehu illâ hu; ve in yemseske bi ḫayrin fe huve ‘alâ kulli şey’in ḳadîr.
Eğer Allah sana bir sıkıntı verirse, O’ndan başka onu giderecek yoktur. Eğer sana bir iyilik dokundurursa, şüphesiz O her şeye gücü yetendir.
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۚ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
Ve huve’l-ḳâhiru fevḳa ‘ibâdih, ve huve’l-ḥakîmu’l-ḫabîr.
O, kullarının üzerinde mutlak hâkim olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.
قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُۖ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۚ وَاُوحِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَا اَشْهَدُۜ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنَّن۪ي بَر۪يءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
Kul eyyu şey’in ekberu şehâdah; kulillâh; şehîdun beynî ve beynekum; ve ûḥiye ileyye hâżel-ḳur’ânu li’undzirekum bihî ve men beleġ; e inne-kum le teşhedûne enne me‘a’llâhi âliheten uḫrâ; kul lâ eşhed; kul innemâ huve ilâhun vâḥid; ve innenî berî’un mimmâ tuşrikûn.
De ki: Şahitlik bakımından en büyük şey nedir? De ki: Allah, benimle sizin aranızda şahittir. Bu Kur’an bana vahyedildi ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım. Allah’la beraber başka ilahlar olduğuna gerçekten siz mi şahitlik ediyorsunuz? De ki: Ben şahitlik etmem. De ki: O, ancak bir tek ilahtır. Ve ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Ellezîne âteynâhumu’l-kitâbe ya‘rifûnehû kemâ ya‘rifûne ebnâehum; ellezîne ḣasirû enfusehum fehum lâ yu’minûn.
Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Muhammed’i) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini hüsrana uğratanlar ise iman etmezler.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Ve men aẓlemu mimmenifterâ ‘alâ’llâhi keżiben ev keżżebe bi âyâtih; innehu lâ yufliḥu’ẓ-ẓâlimûn.
Allah’a yalan isnat edenden veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki zalimler kurtuluşa eremezler.
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكٰٓؤُكُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Ve yevme naḥşuruhum cemî‘an sümme neḳûlu lilleżîne eşrekû eyn(e) şürekâukumulleżîne kuntum teze‘umûn.
Hepsini topladığımız gün, Allah’a ortak koşanlara: “Ortaklarınız nerede? Hani onlara tanrı diye iddia ettikleriniz?” deriz.
ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّآ اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ
Sümme lem tekun fitnetuhum illâ en ḳâlû: vallâhi rabbenâ mâ kunnâ muşrikîn.
Sonunda onların özürleri sadece şu sözleri olur: “Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki biz müşriklerden değildik.”
اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰى اَنْفُسِهِمْۘ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Unẓur keyfe keżebû ‘alâ enfusihim, ve ḍalle ‘anhum mâ kânû yefterûn.
Bak, kendilerine nasıl yalan söylediler! Uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kayboldu.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪يٓ اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۚ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ حَتّٰىٓ اِذَا جَٓاؤُوكَ يُجَادِلُونَكَۘ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَآ اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Ve minhum men yestemi‘u ileyk; ve ce‘alnâ ‘alâ ḳulûbihim ekinneten en yefḳehûhu ve fî âżânihim veḳrâ; ve in yerav kulle âyetin lâ yu’minû bihâ; ḥattâ izâ câûke yucâdilûnek; yekûlü’l-leżîne keferû in hâżâ illâ esâṭîru’l-evvelîn.
İçlerinden seni dinleyenler vardır. Biz onların kalplerine, onu anlamalarına engel olacak örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Onlar, bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Nihayet sana geldiklerinde, seninle tartışırlar. O küfredenler: “Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir” derler.
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّآ اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Ve hum yenhevne ‘anhu ve yen’evne ‘anhu; ve in yuhlikûne illâ enfusehum ve mâ yeş‘urûn.
Onlar başkalarını ondan alıkoyarlar, kendileri de ondan uzak dururlar. Fakat farkında olmadan sadece kendilerini helak ederler.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يٰلَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Ve lev terâ iż vuḳifû ‘ale’n-nâr(i) fe ḳâlû: yâ leytenâ nuraddu ve lâ nukeżżibe bi âyâti rabbinâ ve nekûne mine’l-mu’minîn.
Bir görsen onları! Ateşin karşısında durdurulduklarında: “Keşke geri döndürülsek de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak, müminlerden olsak” derler.
بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُۚ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Bel bedâ lehum mâ kânû yuḫfûne min ḳablu; ve lev ruddû le ‘âdû limâ nuhû ‘anhu; ve innehum le kâżibûn.
Hayır! Daha önce gizledikleri şeyler ortaya çıkmıştır. Eğer tekrar geri döndürülselerdi, yine kendilerine yasaklanan o şeylere dönerlerdi. Çünkü onlar yalancıdırlar.
وَقَالُوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ
Ve ḳâlû in hiye illâ ḥayâtunâ’d-dünyâ ve mâ naḥnu bi meb‘ûsîn.
“Hayat sadece bu dünya hayatıdır, biz bir daha diriltilecek değiliz” derler.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۙ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
Ve lev terâ iż vuḳifû ‘alâ rabbihim, ḳâle eleyse hâżâ bi’l-ḥaḳḳ, ḳâlû belâ ve rabbenâ, ḳâle fe żûḳû’l-‘ażâbe bimâ kuntum tekfurûn.
Bir de onları Rab’lerinin huzurunda durdurulduklarında görsen! Allah: “Bu gerçek değil miydi?” diye sorar. Onlar: “Evet Rabbimiz! (gerçekmiş)” derler. Allah: “Öyleyse inkâr ettiğiniz şeylerden ötürü azabı tadın” der.
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۘ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَاحَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ
Ḳad ḫasira’l-leżîne keżżebû biliḳâ’i’llâh(ı), ḥattâ iżâ câethumu’s-sâ‘atu baġteten ḳâlû yâ ḥasretanâ ‘alâ mâ ferraṭnâ fîhâ, ve hum yaḥmilûne evzârahum ‘alâ ẓuhûrihim; elâ sâe mâ yezirûn.
Allah ile karşılaşmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramışlardır. Kıyamet onlara ansızın geldiğinde, “Eyvah bize! Bu konuda ne büyük kusur işlemişiz!” derler. Sırtlarında günahlarını taşıyor olacaklardır. Dikkat edin! Ne kötü şeyler yükleniyorlar!
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَآ اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌۘ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ve mel-ḥayâtud-dünyâ illâ le‘ibun ve lehv; ve leddârul-âḫiratu ḫayrun lilleżîne yetteḳûn; efelâ ta‘ḳilûn.
Bu dünya hayatı sadece oyun ve eğlenceden ibarettir. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?
قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَۘ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
Ḳad na‘lemu innehu le yaḥzunuke’l-leżî yeḳûlûn, fe innehum lâ yukeżżibûnek, ve lâkinne’ẓ-ẓâlimîne bi âyâti’llâhi yecḥedûn.
Söylediklerinin seni üzdüğünü biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar; zalimler, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلٰى مَا كُذِّبُوا وَاُوذُوا حَتّٰى اَتٰيهُمْ نَصْرُنَاۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۚ وَلَقَدْ جَٓاءَكَ مِنْ نَبَاِ الْمُرْسَل۪ينَ
Ve leḳad kużżibet rusulun min ḳablike fe ṣaberû ‘alâ mâ kużżibû ve ûżû ḥattâ etâhum naṣrunâ; ve lâ mubeddile li kelimâti’llâh; ve leḳad câeke min nebei’l-murselîn.
Senden önce de peygamberler yalanlandı; ama onlar yalanlamaya ve eziyete sabrettiler. Nihayet yardımımız onlara ulaştı. Allah’ın kelimelerini değiştirecek yoktur. Şüphesiz ki sana da peygamberlerin haberlerinden geldi.
وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَٓاءِ فَتَاْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۚ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰىۚ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Ve in kâne kebure ‘aleyke i‘râżu(h)um, fe inisṭaṭa‘te en tebtaġiye nefeḳan fi’l-arż ev sullamen fi’s-semâ’, fe te’tiyehum bi âyeh; ve lev şâe’llâhu le cema‘ahum ‘alâ’l-hüdâ; fe lâ tekûnenne mine’l-câhilîn.
Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa, yeryüzünde bir tünel veya göğe bir merdiven arayıp onlara bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa yap! Allah dileseydi onları doğru yolda birleştirirdi. O hâlde sakın cahillerden olma!
اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۘ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ
İnnemâ yestecîbu’l-leżîne yesme‘ûn; vel-mevtâ yeb‘aśuhumu’llâhu sümme ileyhi yurce‘ûn.
Ancak (gerçekten) işitenler davete olumlu cevap verir. Ölüleri ise Allah diriltir. Sonunda O’na döndürülürler.
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۚ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Ve ḳâlû: lev lâ nuzzile ‘aleyhi âyetun min rabbih; ḳul inne’llâhe ḳâdirun ‘alâ en yunezzile âyeh; ve lâkinne ekşerehum lâ ya‘lemûn.
Dediler ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” De ki: “Allah, elbette bir mucize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler.”
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۚ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
Ve mâ min dâbbetin fi’l-arżi ve lâ ṭâirin yaṭîru bi cenâḥeyhi illâ umemun emsâlukum; mâ ferraṭnâ fi’l-kitâbi min şey’; sümme ilâ rabbihim yuḥşerûn.
Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı, iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki sizin gibi bir ümmet olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra hepsi Rablerinin huzurunda toplanacaktır.
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۘ مَنْ يَشَإِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۙ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Velleżîne keżżebû bi âyâtinâ ṣummun ve bukmun fi’ẓ-ẓulumât; men yeşei’llâhu yuḍlilhu; ve men yeş(e)’ yec‘alhu ‘alâ ṣırâṭin musteḳîm.
Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde sağır ve dilsizdirler. Allah dileyeni saptırır, dileyeni de doğru yola iletir.
قُلْ اَرَأَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۜ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Ḳul: era’eytukum in etâkum ‘ażâbu’llâhi ev etetkumu’s-sâ‘ah, eġayra’llâhi ted‘ûn in kuntum ṣâdiḳîn.
De ki: “Söyleyin bakalım! Size Allah’ın azabı gelse veya kıyamet saati gelse, Allah’tan başka birini mi çağırırsınız? Eğer doğru sözlüyseniz söyleyin bakalım!”
بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ
Bel iyyâhu ted‘ûne fe yekşifu mâ ted‘ûne ileyhi in şâe ve tensesûne mâ tuşrikûn.
Hayır! (O an) yalnız O’na dua edersiniz; dilerse sıkıntınızı giderir ve ortak koştuklarınızı unutursunuz.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ
Ve leḳad erselnâ ilâ umemin min ḳableke fe eḫażnâhum bi’l-be’sâi ve’ż-żarrâi le‘allehum yetaḍarra‘ûn.
Andolsun, senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik; sıkıntılarla, dertlerle onları yakaladık ki yalvarsınlar diye.
فَلَوْلَآ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Fe lev lâ iż câehum be’sunâ tedarra‘û, ve lâkin ḳaset ḳulûbuhum ve zeyyene lehumuş-şeyṭânu mâ kânû ya‘melûn.
Ne olurdu, azabımız onlara geldiğinde yalvarsalardı! Fakat kalpleri katılaştı ve şeytan yaptıklarını onlara süslü gösterdi.
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰىٓ اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا أُوتُوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ
Felemmâ nesû mâ ẕukkirû bihî fetahnâ ‘aleyhim ebvâbe kulli şey’, ḥattâ iżâ feriḥû bimâ ûtû eḫażnâhum baġteten fe iżâ hum mublisûn.
Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, biz de onlara her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenlerle şımarınca, onları ansızın yakalayıverdik. İşte o zaman bütün ümitlerini yitirdiler.
فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Fe ḳuṭı‘e dâbiru’l-ḳavmi’l-leżîne ẓalemû; ve’l-ḥamdu lillâhi rabbi’l-‘âlemîn.
Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun!
قُلْ اَرَأَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَ اَبْصَارَكُمْ وَ خَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْۙ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِه۪ۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ
Ḳul ereeytum in eḫaża’llâhu sem‘akum ve ebṣârakum ve ḫateme ‘alâ ḳulûbikum, men ilâhun ğayru’llâhi ye’tîkum bihî? Unẓur keyfe nuṣarrifu’l-âyâti sümme hum yaṣdifûn.
De ki: “Söyleyin bakalım! Eğer Allah sizin işitme ve görme duyularınızı alır, kalplerinizi mühürlerse, Allah’tan başka hangi ilah bunları size geri verebilir?” Bak nasıl delilleri açıklıyoruz! Ama yine de yüz çeviriyorlar.
قُلْ اَرَأَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰىكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
Ḳul ereeytekum in etâkum ‘ażâbu’llâhi baġteten ev cehreten, hel yuhlek(u) illâ’l-ḳavmu’ẓ-ẓâlimûn.
De ki: “Söyleyin bana! Allah’ın azabı ansızın ya da açıkça gelirse, zalimlerden başkası mı helâk edilir?”
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Ve mâ nursilu’l-murselîne illâ mubeşşirîne ve munżirîn; fe men âmene ve aṣlaḥe fe lâ ḫavfun ‘aleyhim ve lâ hum yaḥzenûn.
Biz peygamberleri sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndeririz. Artık kim iman edip iyi işler yaparsa, onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Velleżîne keżżebû bi âyâtinâ yemessuhumu’l-‘ażâbu bimâ kânû yefsuḳûn.
Ayetlerimizi yalanlayanlara, yoldan çıkmalarından dolayı azap dokunacaktır.
قُلْ لَآ اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَآ اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَآ اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۚ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ
Ḳul lâ ekûlu lekum ‘indî ḫazâinu’llâhi ve lâ a‘lemu’l-ğaybe ve lâ ekûlu lekum innî melekun, in ettebi‘u illâ mâ yûḥâ ileyye. Ḳul hel yestevî’l-a‘mâ ve’l-baṣîr, efe lâ tettefekkerûn.
De ki: “Ben size Allah’ın hazineleri benim yanımda demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ben bir melekim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım.” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?”
وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۚ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Ve enẕir bihilleżîne yaḫâfûne en yuḥşerû ilâ rabbihim; leyse lehum min dûnihi veliyyun ve lâ şefî‘un le‘allehum yetteḳûn.
Rablerine toplanacaklarından korkanları onunla (Kur’an’la) uyar! Onların Allah’tan başka ne bir dostu ne de bir şefaatçisi vardır. Umulur ki sakınırlar.
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍۙ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍۚ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ
Ve lâ taṭrudilleżîne yed‘ûne rabbehum bi’l-ğaḍâti ve’l-‘aşiyy(i) yurîdûne vecheh(u), mâ ‘aleyke min ḥisâbihim min şey’in ve mâ min ḥisâbike ‘aleyhim min şey’; fe taṭrudehum fe tekûne mine’ẓ-ẓâlimîn.
Sabah akşam Rablerine, sırf O’nun rızasını isteyerek dua edenleri sakın kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur. Eğer onları kovarsan, o zaman zalimlerden olursun.
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُلَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ
Ve keżâlike fetenne ba‘ḍahum bi ba‘ḍ(in) li yekûlû ehâulâ’i menna’llâhu ‘aleyhim min beyninâ? Eleyse’llâhu bi a‘leme bi’ş-şâkirîn?
İşte böylece, aralarından bazılarını bazılarıyla imtihan ettik ki, “Allah aramızdan bunlara mı lütufta bulundu?” desinler. Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi?
وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْۜ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۚ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ve iżâ câeke’lleżîne yu’minûne bi âyâtinâ fe ḳul selâmun ‘aleykum; ketebe rabbukum ‘alâ nefsiḥi’r-raḥmete, ennehû men ‘amile minkum sû’en bi cehâletin sümme tâbe min ba‘dihî ve aṣlaḥe fe ennehû ġafûrun raḥîm.
Ayetlerimize inananlar sana geldiklerinde de ki: “Selam size!” Rabbin, rahmeti kendisine farz kılmıştır. Şöyle ki: Sizden kim bir kötülük işler de sonra arkasından tevbe eder ve durumunu düzeltirse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ
Ve keżâlike nufaṣṣilu’l-âyâti ve li testebîne sebîlu’l-mucrimîn.
İşte böylece ayetleri açıklarız ki, günahkârların yolu belli olsun.
قُلْ اِنّ۪ي نُهِيتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ قُلْ لَا اَتَّبِعُ اَهْوَٓاءَكُمْۚ قَدْ ضَلَلْتُ اِذًا وَمَا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
Kul innî nuhîtu en a‘bude’l-leżîne ted‘ûne min dûni’llâh; ḳul lâ ettebi‘u ehvâekum, ḳad ḍalaltu iżen ve mâ ene mine’l-muhtedîn.
De ki: “Ben, sizin Allah’tan başka dua ettiklerinize kulluk etmekten men edildim.” De ki: “Ben sizin heveslerinize uymam. Öyle yaparsam, sapıtmış olurum ve doğru yolu bulanlardan olamam.”
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۚ مَا عِنْدِي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۚ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۚ يَقُصُّ الْحَقَّۚ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ
Kul innî ‘alâ beyyinetin min rabbî ve keżżebtum bih; mâ ‘indî mâ testa‘cilûne bih, in il-ḥukmu illâ li’llâh; yaḳuṣṣu’l-ḥaḳḳ, ve huve ḫayru’l-fâṣilîn.
De ki: “Ben Rabbimden gelen apaçık bir belgeye dayanıyorum, siz ise onu yalanladınız. Aceleyle istediğiniz azap benim elimde değildir. Hüküm ancak Allah’ındır. O gerçeği anlatır. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْدِي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ
Kul lev enne ‘indî mâ testa‘cilûne bihî le ḳuḍiye’l-emru beynî ve beynekum; va’llâhu a‘lemu bi’ẓ-ẓâlimîn.
De ki: “Eğer istediğiniz azap benim elimde olsaydı, aramızdaki iş hemen bitirilmiş olurdu. Allah, zalimleri daha iyi bilir.”
وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۚ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَٓاۚ وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Ve ‘indehû mefâtiḥu’l-ğaybi lâ ya‘lemuhâ illâ huve; ve ya‘lemu mâ fi’l-berri ve’l-baḥr, ve mâ tesḳuṭu min veraḳatin illâ ya‘lemuhâ, ve lâ ḥabbetin fî ẓulumâti’l-arḍi ve lâ raṭbin ve lâ yâbisin illâ fî kitâbin mubîn.
Gaybın anahtarları O’nun katındadır; onları O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde ne varsa bilir. Düşen her yaprağı, yerin karanlıklarındaki her taneyi, yaş ve kuru ne varsa, hepsini apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da) yazmıştır.
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفَّاكُمْ بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمّٰىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ve huve’l-leżî yeteveffâkum bi’l-leyli ve ya‘lemu mâ ceraḥtum bi’n-nehâr, sümme yeb‘aṯukum fîhi li yuḳḍâ ecelun musemmâ, sümme ileyhi merci‘ukum, sümme yuneḇbi’ukum bimâ kuntum ta‘melûn.
Geceleyin sizi vefat ettiren O’dur. Gündüz yaptıklarınızı da bilir. Sonra sizi tekrar diriltir ki belirlenen süre tamamlanıncaya kadar yaşayasınız. Sonunda dönüşünüz O’nadır. Sonra yaptıklarınızı size haber verecektir.
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِۚ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۚ حَتّٰىٓ اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ
Ve huve’l-ḳâhiru fevḳa ‘ibâdihî ve yursilu ‘aleykum ḥafeẓeh; ḥattâ iżâ câe eḥadekumu’l-mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yufarriṭûn.
O, kullarının üstünde mutlak hâkim olandır. Üzerinize koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiğinde, elçilerimiz onun canını tastamam alırlar ve görevlerinde kusur etmezler.
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُۚ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ
Sümme ruddu ilâllâhi mevlehumu’l-ḥaḳḳ; elâ lehu’l-ḥukm, ve huve esra‘u’l-ḥâsibîn.
Sonra, gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülürler. Dikkat edin! Hüküm yalnız O’nundur. O, hesabı en çabuk görendir.
قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۙ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Kul men yuneccîkum min ẓulumâti’l-berri ve’l-baḥr; ted‘ûnehû taḍarruan ve ḫufyeten, lein enceynâ min hâżihi lenekûnenne mine’ş-şâkirîn.
De ki: “Karada ve denizde sizi karanlıklardan kim kurtarır? O’na yalvararak ve gizlice dua edersiniz: ‘Eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız!’ dersiniz.”
قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ
Ḳulillâhu yuneccîkum minhâ ve min kulli kerb, sümme entum tuşrikûn.
De ki: “Allah sizi bu tehlikeden ve her türlü sıkıntıdan kurtarır. Sonra yine siz Allah’a ortak koşarsınız.”
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ
Ḳul huve’l-ḳâdiru ‘alâ en yeb‘ase ‘aleykum ‘ażâben min fevḳikum ev min taḥti erculikum ev yelbisekum şiye‘en ve yużîḳa ba‘żakum be’se ba‘ż; unẓur keyfe nuṣarrifu’l-âyâti le‘allehum yefḳehûn.
De ki: “O (Allah), üzerinize yukarıdan ya da ayaklarınızın altından bir azap göndermeye ya da sizi parçalara ayırıp bir kısmınıza diğerini tattırmaya kadirdir.” Bak, biz ayetleri nasıl açıklıyoruz; umulur ki anlarlar.
وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۚ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍ
Ve keżżebe bihî ḳavmuke ve huve’l-ḥaḳḳ; ḳul lestu ‘aleykum bi vekîl.
Senin kavmin bu (Kur’an’ı) yalanladı, oysa o haktır. De ki: “Ben sizin üzerinize vekil değilim.”
لِكُلِّ نَبَاٍ مُسْتَقَرٌّۚ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Li kulli neb’in musteḳarr; ve sevfe ta‘lemûn.
Her haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır. Yakında siz de öğreneceksiniz.
وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۚ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Ve iżâ reeyte’lleżîne yaḫûżûne fî âyâtinâ fe a‘riḍ ‘anhum ḥattâ yaḫûżû fî ḥadîsin ğayrih; ve immâ yunsiyenneke’ş-şeyṭânu fe lâ teḳ‘ud ba‘de’ż-żikrâ me‘a’l-ḳavmi’ẓ-ẓâlimîn.
Ayetlerimiz hakkında alaylı konuşmalara dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçene kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana bunu unutturursa, hatırladıktan sonra zalimlerle oturma.
وَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Ve mâ ‘ale’l-leżîne yetteḳûne min ḥisâbihim min şey’; ve lâkin ẕikrâ le‘allehum yetteḳûn.
Sakınanların onların hesabından hiçbir sorumluluğu yoktur. Fakat (bu) sadece bir hatırlatmadır; belki sakınırlar.
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ وَذَكِّرْ بِه۪ۙ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۙ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَإِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۗ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۜ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ
Ve ẕerilleżîne’tteḫażû dînehum le‘iben ve lehven ve ğarrethumu’l-ḥayâtud-dünyâ; ve ẕekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet, leyse lehâ min dûni’llâhi veliyyun ve lâ şefî‘, ve in tu‘dil kulle ‘adlin lâ yu’ḫeżu minhâ; ulâike’l-leżîne ubsilû bimâ kesebû, lehum şarâbun min ḥamîmin ve ‘ażâbun elîm bimâ kânû yekfurûn.
Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri bırak. Dünya hayatı onları aldatmıştır. Kur’an ile uyar ki, kişi kazandığı ile helake sürüklenmesin! Onun Allah’tan başka ne bir dostu ne de bir şefaatçisi olur. Her türlü fidyeyi verse de kabul edilmez. İşte onlar, kazandıklarıyla helake sürüklenenlerdir. Onlara kaynar sudan bir içecek ve inkâr etmelerinden dolayı elem verici bir azap vardır.
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدَانَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۙ لَهُ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۚ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Kul ened‘û min dûnillâhi mâ lâ yenfe‘unâ ve lâ yaḍurrunâ ve nuraddu ‘alâ a‘ḳâbinâ ba‘de iż hedânallâh, kelleżî istahvethu’ş-şeyâṭînu fî’l-arż ḥayrân. Lehu aṣḥâbun yed‘ûnehû ile’l-hudâ’tinâ. Ḳul inne hudâllâhi huve’l-hudâ. Ve umirnâ li nuslime li Rabbi’l-‘âlemîn.
De ki: “Allah’ı bırakıp da bize fayda da zarar da veremeyen şeylere mi yalvaralım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, gerisin geri dönüp, şeytanların kandırıp şaşkın bıraktığı kimse gibi mi olalım? O kişinin arkadaşları onu doğru yola çağırıp dururken… De ki: ‘Doğru yol, Allah’ın gösterdiği yoldur. Biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.’”
وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Ve en eqîmû’ṣ-ṣalâte vetteḳûh. Ve huve’l-leżî ileyhi tuḥşerûn.
“Namazı dosdoğru kılın, Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü sonunda O’na döneceksiniz.”
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۚ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۚ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
Ve huve’l-leżî ḫaleḳe’s-semâvâti ve’l-arża bi’l-ḥaḳḳ. Ve yevme yeḳûlu kun fe yekûn, ḳavluhû’l-ḥaḳḳ. Ve lehu’l-mulku yevme yunfeḫu fî’ṣ-ṣûr. ‘Âlimu’l-ğaybi ve’ş-şehâdeh. Ve huve’l-ḥakîmu’l-ḫabîr.
O, gökleri ve yeri hak ile yaratandır. “Ol” dediği gün her şey oluverir. O’nun sözü gerçektir. Sûra üfleneceği gün, mülk yalnız O’nundur. O, görüleni de görülmeyeni de bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لَاَب۪يهِ اٰزَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا اٰلِهَةًۜ اِنّ۪ي اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Ve iż ḳâle ibrâhîmu li ebîhi âzere ete’tteḫiżu aṣnâmen âliheten? İnniy erâke ve ḳavmeke fî ḍalâlin mubîn.
İbrahim babası Âzer’e şöyle demişti: “Putları tanrı mı ediniyorsun? Gerçekten ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.”
وَكَذٰلِكَ نُر۪يٓ اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ
Ve keżâlike nurî ibrâhîme melekevte’s-semâvâti ve’l-arż(i), ve li yekûne mine’l-mûḳinîn.
İşte böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin hükümranlığını gösterdik ki kesin inananlardan olsun.
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰى كَوْكَبًاۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ
Fe lemmâ cenne ‘aleyhi’l-leylu raâ kevkeben, ḳâle hâżâ rabbî. Fe lemmâ efele ḳâle lâ uḥibbü’l-âfilîn.
Gece onu kapladığında bir yıldız gördü ve “İşte Rabbim bu!” dedi. Yıldız batınca, “Ben batanları sevmem.” dedi.
فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ
Fe lemmâ raâ’l-ḳamera bâziġan ḳâle hâżâ rabbî. Fe lemmâ efele ḳâle le in lem yehdinî rabbî leekûnenne mine’l-ḳavmi’ż-żâllîn.
Ay doğarken onu görünce, “Bu benim Rabbim!” dedi. Ay da batınca, “Rabbim bana yol göstermezse, gerçekten sapıklığa düşen topluluktan olurum.” dedi.
فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَاقَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪يٓءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
Fe lemmâ raâ’ş-şemse bâziġaten ḳâle hâżâ rabbî, hâżâ ekber. Fe lemmâ efelet ḳâle yâ ḳavmi innî berî’un mimmâ tuşrikûn.
Güneşi doğarken görünce, “Bu benim Rabbim, bu en büyüğü!” dedi. Güneş de batınca, “Ey kavmim! Sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.” dedi.
اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًاۙ وَمَا اَنَا مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Innî vecchettu vecḫiye lilleżî faṭara’s-semâvâti ve’l-arża ḥanîfen ve mâ ene mine’l-muşrikîn.
Ben, yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah’a yönelttim. Ben dosdoğru bir müminim, asla müşriklerden değilim.
وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُۜ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ي فِي اللّٰهِ وَقَدْ هَدَانِۚ وَلَا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّآ اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـًٔاۚ وَسِعَ رَبّ۪ي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Ve ḥâccehû ḳavmuh(û), ḳâle etuḥâccûnnenî fi’llâhi ve ḳad hedân(i), ve lâ eḫâfu mâ tuşrikûne bih(i) illâ en yeşâe rabbî şey’en, vesi‘e rabbî kulle şey’in ‘ilmen. Efe lâ teteżekkerûn.
Kavmi onunla tartıştı. O dedi ki: “Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Oysa beni doğru yola iletmişken… Sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam; ancak Rabbim bir şey dilerse o başka. Rabbim her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Hâlâ düşünmez misiniz?”
وَكَيْفَ اَخَافُ مَآ اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًاۚ فَاَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Ve keyfe eḫâfu mâ eşrektum ve lâ teḫâfûne enne-kum eşrektum bi’llâhi mâ lem yunezzil bihî ‘aleykum sulṭânâ. Fe eyyu’l-ferîḳeyni eḥaḳqu bi’l-emn(i), in kuntum ta‘lemûn.
Siz, Allah’ın kendilerine hiçbir yetki indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken ben, sizin bu şirk koştuklarınızdan nasıl korkarım? Eğer gerçekten biliyorsanız, söyleyin bakalım, iki gruptan hangisi güvenlik içinde olmaya daha layıktır?
الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ
Elleżîne âmenû ve lem yelbisû îmânehum bi-ẓulmin, ulâike lehum’u’l-emn(u) ve hum muhtedûn.
İman eden ve imanlarını zulümle (şirkle) karıştırmayanlar; işte güven onlara aittir ve doğru yolda olanlar da onlardır.
وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۚ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Ve tilke ḥuccetunâ âteynâhâ İbrâhîme ‘alâ ḳavmihî, nerfa‘u derecâtin men neşâ’. İnne rabbeke ḥakîmun ‘alîm.
İşte bu, kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delilimizdir. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَۚ كُلًّا هَدَيْنَاۚ وَنُوحًا هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُۚ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمَانَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۚ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Ve vehebnâ lehu ıshâḳe ve ya‘ḳûbe, kullen hedeynâ. Ve nûḥan hedeynâ min ḳablu. Ve min ẕurriyyetihî dâvûde ve suleymâne ve eyyûbe ve yûsufe ve mûsâ ve hârûn. Ve keżâlike neczî’l-muḥsinîn.
Biz ona İshak ve Yakub’u da bağışladık. Hepsini doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh’u doğru yola iletmiştik. Onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u da (doğru yola ilettik). Biz iyilik yapanları böyle ödüllendiririz.
وَزَكَرِيَّٓا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Ve zekeriyyâ ve yaḥyâ ve ‘îsâ ve ilyâs; kullun mine’ṣ-ṣâliḥîn.
Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas’ı da (hidayete erdirdik). Hepsi salihlerdendi.
وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًاۜ وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Ve ismâ‘île ve’l-yese‘e ve yûnuse ve lûṭâ; ve kullen fażżalnâ ‘ale’l-‘âlemîn.
İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut’u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık.
وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Ve min âbâihim ve ẕurriyyâtihim ve iḫvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ ṣırâṭin musteḳîm.
Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden bazılarını da seçip doğru yola ilettik.
ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Żâlike hudâ’llâhi yehdî bihî men yeşâ’u min ‘ibâdih; ve lev eşrekû leḥabiṭa ‘anhum mâ kânû ya‘melûn.
Bu, Allah’ın hidayetidir; kullarından dilediğini onunla doğru yola iletir. Eğer onlar da Allah’a ortak koşsalardı, yaptıkları tüm ameller boşa giderdi.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُلَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ
Ulâike’lleżîne âteynâhumu’l-kitâbe ve’l-ḥukme ve’n-nubuvvete; fe in yekfur bihâ hâulâi fe ḳad vekkelnâ bihâ ḳavmen leyseû bihâ bi-kâfirîn.
İşte bunlar, kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar bu nimetleri inkâr ederlerse, biz onları inkâr etmeyecek bir topluluğa veririz.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًاۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ
Ulâike’lleżîne hedâ’llâhu, fe bihudâhumu’ḳtedi(h). Ḳul lâ es’elukum ‘aleyhi ecrâ(n), in huve illâ ẕikrâ li’l-‘âlemîn.
İşte onlar, Allah’ın hidayet verdiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: “Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu, bütün âlemler için sadece bir öğüttür.”
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۘ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُورًا وَهُدًى لِلنَّاسِۚ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يرًاۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُكُمْۜ قُلِ اللّٰهُۜ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
Ve mâ ḳaderû’llâhe ḥakka ḳaderihî iż ḳâlû mâ enzela’llâhu ‘alâ beşerin min şey’. Ḳul men enzele’l-kitâbelleżî câe bihî mûsâ nûran ve huden li’n-nâs(i); tec‘elûnehû ḳarâṭîsa tubdûnehâ ve tuḫfûne kesîrâ(n). Ve ‘ullimtum mâ lem ta‘lemû entum ve lâ âbâukum. Ḳuli’llâh(u); ṯumme żerhum fî ḫavżihim yel‘ebûn.
“Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir” diyerek Allah’ı gereği gibi tanımadılar. De ki: Musa’nın getirdiği, insanlar için nur ve hidayet kaynağı olan kitabı kim indirdi? Siz onu sayfalara ayırıyorsunuz, bir kısmını açıklıyor, çoğunu gizliyorsunuz. Size ve atalarınıza bilmediğiniz şeyler öğretilmişti. De ki: Allah! Sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayıp dursunlar.
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاؕ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۚ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Ve hâżâ kitâbun enzelnâhu mubârakun muṣaddıḳu’l-leżî beyne yedeyh(i), ve li tunżira umme’l-ḳurâ ve men ḥavlehâ. Velleżîne yu’minûne bi’l-âḫireti yu’minûne bih(i); ve hum ‘alâ ṣalâtihim yuḥâfiẓûn.
Bu da, kendisinden önceki kitabı doğrulayan, Mekke’yi ve çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ahirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarına devam ederler.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ قَالَ اُوح۪يَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌۙ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۘ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۜ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمُۚ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ
Ve men aẓlemu mimmenifterâ ‘ale’llâhi keżiben ev ḳâle ûḥiye ileyye ve lem yûḥa ileyhi şey’; ve men ḳâle seunżilu misle mâ enzele’llâh(u). Ve lev terâ iżi’ẓ-ẓâlimûne fî ğamerâti’l-mevti ve’l-melâiketu bâsiṭû eydîhim, aḫricû enfusekum; el-yevme tuczevne ‘ażâbe’l-hûni bimâ kuntum teḳûlûne ‘ale’llâhi ğayra’l-ḥaḳḳ(i), ve kuntum ‘an âyâtihî testekbirûn.
Allah’a karşı yalan uydurandan, “Bana vahiy geldi” deyip de gerçekte hiçbir şey vahyedilmeyen kimseden daha zalim kim olabilir? Ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diyen kimseden? Bir görsen o zalimleri! Ölümün şiddetli sancıları içinde melekler ellerini uzatmış: “Canınızı çıkarın! Allah’a karşı gerçek dışı sözler söylemenizden ve O’nun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan dolayı bugün alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız!”
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكَٓاءُۚ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Ve leḳad ci’tumûnâ furâdâ ke-mâ ḫalaḳnâkum evvele merreh; ve terektum mâ ḫavvelnâkum verâe ẓuhûrikum; ve mâ nerâ me‘akum şufe‘âekumu’lleżîne ze‘emtum ennehum fîkum şurekâ’. Leḳad teḳaṭṭa‘e beynekum ve ḍalle ‘ankum mâ kuntum tez‘umûn.
Andolsun, sizi ilk yarattığımız gibi bize tek başınıza geldiniz. Size verdiğimiz her şeyi arkanızda bıraktınız. Sizinle aranızda ortak olduklarını iddia ettiklerinizin de yanınızda olmadığını görüyoruz. Andolsun, aranızdaki bağlar kopmuştur. İddia ettiğiniz şeyler sizden kaybolup gitmiştir.
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۚ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۚ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
İnne’llâhe fâliḳu’l-ḥabbi ve’n-nevâ; yuḫricu’l-ḥayya mine’l-meyyit(i), ve muḫricu’l-meyyiti mine’l-ḥayy(i); żâlikumu’llâhu fe ennâ tu’fekûn.
Şüphesiz Allah, taneyi ve çekirdeği yarandır. O, ölüden diriyi çıkarır; diriden de ölüyü çıkarır. İşte Allah budur. Nasıl oluyor da (gerçeği) tersyüz ediyorsunuz?
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًاۜ ذٰلِكَ تَقْدِيرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
Fâliḳu’l-iṣbâḥ(i); ve ce‘ale’l-leyla sekene(n), ve’ş-şemse ve’l-ḳamera ḥusbânâ(n); żâlike taḳdîru’l-‘azîzi’l-‘alîm.
Sabahı yarıp çıkaran O’dur. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı hesap ölçüsü yaptı. İşte bu, aziz ve alim olan Allah’ın takdiridir.
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۗ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Ve huvelleżî ce‘ale lekumu’n-nucûme li tehtedû bihâ fî ẓulumâti’l-berri ve’l-baḥr(i). Ḳad faṣṣalnâ’l-âyâti li-ḳavmin ya‘lemûn.
Karanlıklar içinde karada ve denizde yolunuzu bulasınız diye yıldızları sizin için O yarattı. Bilen bir toplum için ayetleri detaylı olarak açıkladık.
وَهُوَ الَّذ۪ي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ
Ve huvelleżî enşeekum min nefsin vâḥidet(in); fe mustaḳarrun ve mustevda‘(un). Ḳad faṣṣalnâ’l-âyâti li-ḳavmin yefḳehûn.
Sizi bir tek nefisten var eden O’dur. Sizin için bir kalış yeri ve bir emanet bırakılış yeri vardır. Bilen bir toplum için ayetleri detaylı olarak açıkladık.
وَهُوَ الَّذ۪يٓ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُتَرَاكِبًاۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌۙ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِهِۚ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Ve huvelleżî enzele mine’s-semâ’i mâe(n), fe aḫracnâ bihî nebâte kulli şey’; fe aḫracnâ minhu ḫaḍırâ(n), nuḫricu minhu ḥabben muterâkibâ(n). Ve mine’n-naḫli min ṭal‘ihâ ḳınvânun dâniyet(un), ve cennâtin min a‘nâb(in), ve’z-zeytûne ve’r-rummâne muştebihen ve ğayre muteşâbih(in). Unẓurû ilâ ṯemarihi iżâ eṯmara ve yen‘ih(i); inne fî żâlikum le-âyâtin li-ḳavmin yu’minûn.
Gökten suyu indiren O’dur. Biz de onunla her türlü bitkiyi yetiştirdik. Ondan yeşillikler çıkardık, ondan da üst üste binen taneler çıkartırız. Hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar çıkarırız; birbirine benzeyenler de vardır, benzemeyenler de. Meyvelerine bir bakın, olgunlaştığında (ne güzel olur)! Şüphesiz bunlarda iman eden bir toplum için ibretler vardır.
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْۖ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ
Ve ce‘alû li’llâhi şurekâe’l-cinne ve ḫalaḳahum, ve ḫaraḳû lehu benîne ve benâten bi-ğayri ‘ilm(in); subḥânehû ve te‘âlâ ‘ammâ yeṣifûn.
Cinleri Allah’a ortak koştular; oysa Allah onları yaratmıştır. Bilgisizce O’na oğullar ve kızlar uydurdular. Allah onların nitelemelerinden münezzehtir, yücedir!
بَدِيعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۚ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Bedîu’s-semâvâti ve’l-ard(i), ennâ yekûnu lehû veledun ve lem tekun lehû sâḥibe(tun). Ve ḫaleka kulle şey’(in). Ve huve bi-kulli şey’in ‘alîm(un).
Gökleri ve yeri yoktan var eden O’dur. O’nun çocuğu nasıl olur? O’nun bir eşi yoktur. Her şeyi O yaratmıştır ve O, her şeyi hakkıyla bilendir.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Żâlikumu’llâhu rabbukum, lâ ilâhe illâ hu. Ḫâliku kulli şey’. Fa‘budû(h), ve huve ‘alâ kulli şey’in vekîl(un).
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısı O’dur. O hâlde yalnız O’na kulluk edin. O, her şeye vekildir.
لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ
Lâ tudrikuhul-ebṣâr(u), ve huve yudriku’l-ebṣâr. Ve huve’l-laṭîfu’l-ḫabîr.
Gözler O’nu idrak edemez, ama O gözleri idrak eder. O, Latîf’tir, Habîr’dir (en ince işleri bilir, her şeyden haberdardır).
قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا عَلَيْكُمْ بِحَف۪يفٍ
Ḳad câekum beṣâiru min rabbikum. Fe-men ebṣara fe li-nefsih(î), ve men ‘amîye fe ‘aleyhâ. Ve mâ ene ‘aleykum bi-ḥafîẓ.
Size Rabbinizden basiretler (öğütler, uyarılar) gelmiştir. Kim (onlarla) görürse kendi lehine görür. Kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin başınıza bekçi değilim.
وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Ve keżâlike nuṣarriful-âyâti ve li-yeḳûlû dereste, ve li-nubeyyinehu li-ḳavmin ya‘lemûn.
İşte böylece ayetleri türlü yollarla açıklarız ki: “Sen (bu bilgileri) ders çalışarak öğrenmişsin” desinler ve biz de bilen bir topluma onu açıklayalım.
اتَّبِعْ مَٓا اُوحِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
İttebi‘ mâ ûḥiye ileyke min rabbik. Lâ ilâhe illâ hu. Ve a‘riḍ ‘ani’l-muşrikîn.
Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka ilâh yoktur. Müşriklerden yüz çevir.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يفًاۜ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ
Ve lev şâe’llâhu mâ eşrekû. Ve mâ ce‘elnâke ‘aleyhim ḥafîẓâ(n). Ve mâ ente ‘aleyhim bi-vekîl.
Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bekçi yapmadık, sen onların vekili de değilsin.
وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ve lâ tesubbû’lleżîne yed‘ûne min dûni’llâhi fe yesubbû’llâhe ‘adven bi-ğayri ‘ilm. Keżâlike zeyyennâ li-kulli ummetin ‘amelehum. Ṡumme ilâ rabbihim merci‘uhum fe yunebbeiuhum bimâ kânû ya‘melûn.
Allah’tan başka dua ettikleri şeylere sövmeyin. Sonra onlar da bilgisizlikle Allah’a söverler. Biz her ümmete kendi yaptıklarını süslü gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. O da onlara yaptıklarını haber verecektir.
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِۚ وَمَا يُشْعِرُكُمْ اَنَّهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ
Ve eḳsemû bi’llâhi cehde eymânihim, le’in câethum âyetun le-yu’minunne bihâ. Ḳul: İnnemel-âyât(u) ‘inde’llâh(i). Ve mâ yuş‘irukum ennehâ iżâ câet lâ yu’minûn.
Onlar, “Kendilerine bir mucize gelirse mutlaka inanacaklarına” dair var güçleriyle Allah’a yemin ettiler. De ki: “Mucizeler ancak Allah’ın katındadır.” Onlara geldiğinde bile inanmayacaklarını size kim haber verir?
وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Ve nuḳallibu ef’idetehum ve ebṣârahum kemâ lem yu’minû bihî evvele merre(tin), ve neżeruhum fî ṭuğyânihim ya‘mehûn.
İlk seferinde inanmadıkları gibi, kalplerini ve gözlerini çeviririz; onları taşkınlıkları içinde bırakırız, şaşkınca bocalayıp dururlar.
وَلَوْ اَنَّنَا نَزَّلْنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلًا مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّآ اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
Ve lev ennenâ nezzelnâ ileyhimul melâikete ve kellemehumul mevtâ ve haşernâ ‘aleyhim kulle şey’in ḳubulen mâ kânû li-yu’minû illâ en yeşâ’allâh. Ve lâkinne ekṡerehum yechâlûn.
Biz onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi karşılarında toplasaydık bile, Allah dilemedikçe inanmazlardı. Fakat onların çoğu bunu bilmez.
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُۚ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
Ve keżâlike ce‘alnâ li-kulli nebiyyin ‘aduvven şeyâṭîne’l-insi ve’l-cinni yûḥî ba‘ḍuhum ilâ ba‘ḍin zuḫrufe’l-ḳavli ğurûrâ. Ve lev şâe rabbuke mâ fe‘alû(h), feżerhum ve mâ yefterûn.
İşte böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından düşmanlar kıldık. Onlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. O hâlde onları ve iftiralarını bırak.
وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٕدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ
Ve li-taṣgâ ileyhi ef’idetu’l-leżîne lâ yu’minûne bi’l-âḫire(ṭi), ve li-yerżav(h), ve li-yeḳterifû mâ hum muḳterifûn.
Ahirete inanmayanların kalpleri o yaldızlı sözlere meylesin, ondan hoşlansınlar ve zaten yapmakta olduklarını yapsınlar diye (şeytanlar bu işi yaparlar).
اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَمًا وَهُوَ الَّذ۪يٓ اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًاۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّۚ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
E fe-ğayra’llâhi ebtaġî ḥakemâ(n), ve huvelleżî enzele ileykumul kitâbe mufassalâ(n). Velleżîne âteynâhumul kitâbe ya‘lemûne ennehû munezzelun min rabbike bi’l-ḥaḳḳ(i). Fe lâ tekûnennne mine’l-mumterîn.
Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa size Kitabı detaylı olarak O indirmiştir. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onun, Rabbinden hak ile indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde sakın şüphe edenlerden olma!
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًاۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Ve temmet kelimetu rabbike ṣıdḳan ve ‘adlâ(n), lâ mubeddile li-kelimâtih(î), ve huve’s-semî‘u’l-‘alîm.
Rabbinin kelimesi doğruluk ve adalet üzere tamamlandı. O’nun sözlerini değiştirecek yoktur. O, hakkıyla işiten ve bilendir.
وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
Ve in tuṭi‘ ekṡera men fî’l-arḍ(i), yuḍillûke ‘an sebîli’llâh. İn yettebi‘ûne illâ’ẓ-ẓanna ve in hum illâ yaḫruṣûn.
Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zanna uyarlar ve sadece tahmin yürütürler.
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
İnne rabbeke huve a‘lemu men yaḍillu ‘an sebîlih(î), ve huve a‘lemu bi’l-muhtedîn.
Şüphesiz, Rabbin yolundan sapanları da, hidayete erenleri de en iyi bilendir.
فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ
Fe kulû mimmâ żukira’smu’llâhi ‘aleyh(i), in kuntum bi-âyâtihî mu’minîn.
Eğer O’nun ayetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah’ın adı anılmış olanlardan yiyin.
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ وَاِنَّ كَثِيرًا لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ
Ve mâ lekum ellâ te’kulû mimmâ żukira’smu’llâhi ‘aleyh(i), ve ḳad faṣṣale lekum mâ ḥarrame ‘aleykum illâ mâ’ḍṭurirtum ileyh(i). Ve inne keṡîren le-yuḍillûne bi-ehvâihim bi-ğayri ‘ilm. İnne rabbeke huve a‘lemu bi’l-mu‘tedîn.
Üzerine Allah’ın adı anılmış olanlardan yemeniz size ne oluyor? O, size neleri haram kıldığını ayrıntılı şekilde açıklamıştır; ancak zaruret dışında. Doğrusu birçokları, bilgileri olmadan arzularıyla saptırırlar. Rabbin, sınırı aşanları en iyi bilendir.
وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ
Ve żerû ẓâhire’l-iṣmi ve bâtine(h). İnne’l-leżîne yeksibûne’l-iṣme se-yüczevne bimâ kânû yeḳterifûn.
Günahın açık olanını da gizli olanını da bırakın. Günah işleyenler, işlediklerinin cezasını mutlaka çekeceklerdir.
وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِۚ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ
Ve lâ te’kulû mimmâ lem yuzkerismi’llâhi ‘aleyhi, ve innehu lefisḳ(ün). Ve inneş-şeyâṭîne le yûḥûne ilâ evliyâihim li yucâdilûkum. Ve in eṭa‘tumûhum inne-kum le-muşrikûn.
Üzerine Allah’ın adı anılmamış olanlardan yemeyin. Çünkü bu, kesinlikle fısktır (yoldan çıkmaktır). Şeytanlar, kendi dostlarına sizinle tartışmaları için vahyederler. Eğer onlara uyarsanız, siz de mutlaka müşrik olursunuz.
اَوَ مَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشٖي بِهٖ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرٖينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Eve men kâne meyten fe aḥyeynâhu ve ce‘alnâ lehu nûran yemşî bihî fi’n-nâs(i), kemen meseluhû fi’ẓ-ẓulumâti leyse bi-ḫâricin minhâ. Keżâlike zuyyine lil-kâfirîne mâ kânû ya‘melûn.
Ölü iken dirilttiğimiz, kendisine insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalmış ve oradan çıkamayan kimse gibi midir? İşte kâfirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir.
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِم۪يهَا لِيَمْكُرُوا ف۪يهَاۚ وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Ve keżâlike ce‘alnâ fî kulli ḳaryetin ekâbira mucrimîhâ li yemkurû fîhâ. Ve mâ yemkurûne illâ bi-enfusihim ve mâ yeş‘urûn.
İşte böylece her memlekette, oranın ileri gelen günahkârlarını orada tuzak kurmaları için görevlendirdik. Oysa onlar ancak kendilerine tuzak kurarlar da bunun farkında değillerdir.
وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا أُوتِيَ رُسُلُ اللّٰهِۘ اللّٰهُ أَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ
Ve izâ câethum âyetun ḳâlû len nu’mine ḥattâ nûte mâ ûtiye rusulu’llâh. Allâhu a‘lemu ḥaysu yec‘alu risâleteh. Seyuṣîbu’lleżîne ecramû ṣağâr(un) ‘inde’llâhi ve ‘ażâbun şedîd(un) bimâ kânû yemkurûn.
Onlara bir ayet geldiğinde, “Allah’ın peygamberlerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe iman etmeyiz” derler. Allah risaletini nereye vereceğini en iyi bilendir. Suç işleyenleri, Allah katında alçaklık ve şiddetli bir azap beklemektedir; çünkü onlar tuzak kurarlardı.
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
Fe-men yuridillâhu en yehdiyahû yeşraḥ ṣadrahu li’l-İslâm. Ve men yurid en yuḍillehu yec‘al ṣadrahu ḍayyiḳan ḥaracen ke-ennemâ yaṣṣa‘‘adu fi’s-semâ’. Keżâlike yec‘alu’llâhu’r-ricse ‘ale’lleżîne lâ yu’minûn.
Allah, kime hidayet etmek isterse onun göğsünü İslam’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü sanki göğe çıkıyormuş gibi dar ve sıkıntılı yapar. Allah, imana gelmeyenlerin üzerine işte böyle pisliği (azabı) verir.
وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يمًاۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
Ve hâżâ ṣırâṭu rabbike musteḳîmâ(n). Ḳad faṣṣalnâ’l-âyâti li-ḳavmin yeżżekkerûn.
İşte bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz ayetleri düşünüp öğüt alan bir topluluk için ayrıntılı olarak açıkladık.
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Lehum dâru’s-selâmi ‘inde rabbihim. Ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya‘melûn.
Onlar için Rableri katında esenlik yurdu (cennet) vardır. Allah, yaptıkları (iyi işler) sebebiyle onların dostudur.
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا يَامَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۘ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُهُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّذ۪ي اَجَّلْتَ لَنَاۚ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Ve yevme yaḥşuruhum cemî‘â(n) yâ me‘şere’l-cinni ḳadistekşertum mine’l-insi. Ve ḳâle evliyâuhum mine’l-insi: Rabbenâ istemte‘a ba‘ḍunâ bi-ba‘ḍin ve belağnâ ecelenelleżî eccelte lenâ. Ḳâle’n-nâru meşvâkum ḫâlidîne fîhâ illâ mâ şâe’llâh. İnne rabbeke ḥakîmun ‘alîm.
O gün Allah hepsini toplayacak ve şöyle diyecek: “Ey cin topluluğu! Siz insanlardan birçoklarını (kandırarak) kendinize kattınız.” Onların insan dostları da diyecek ki: “Ey Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık, bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık.” Allah da: “Cehennem sizin kalacağınız yerdir; Allah dilemedikçe orada ebedi kalacaksınız.” Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, her şeyi bilendir.
وَكَذٰلِكَ نُوَلّٖي بَعْضَ الظَّالِمٖينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Ve keżâlike nuvelli bâ‘ḍa’ẓ-ẓâlimîne ba‘ḍâ(n) bimâ kânû yeksibûn.
İşte böylece, zalimlerden her birini, işledikleri yüzünden diğerine musallat ederiz.
يَامَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَاۚ وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Yâ me‘şere’l-cinni ve’l-insi elem ye’tikum rusulun minkum yaḳṣṣûne ‘aleykum âyâtî ve yunzırûnekum liḳâe yevmikum hâżâ. Ḳâlû: Şehidnâ ‘alâ enfusinâ. Ve ğarrethumu’l-ḥayâtu’d-dunyâ. Ve şehidû ‘alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn.
Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan ve bugünün karşılaşması konusunda sizi uyaran içinizden peygamberler gelmedi mi? Onlar da diyecekler ki: “Kendi aleyhimize şahit olduk.” Dünya hayatı onları aldattı. Kendi aleyhlerine, kâfir olduklarına şahitlik ettiler.
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ
Zâlike en lem yekun rabbuke muhlikel kurâ bi zulmin ve ehluha gâfilûn.
Bu, Rabbinin halkı gaflet içinde olan şehirleri zulümle helak edici olmamasındandır.
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Ve likullin derecâtun mimmâ ‘amilû, ve mâ rabbuke bi gâfilin ‘ammâ ya‘melûn.
Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Rabbin, onların yaptıklarından habersiz değildir.
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَةِۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَ
Ve rabbukel-ganiyyü żûr-raḥmeh, in yeşe’ yuzhibkum ve yestahlif min ba‘dikum mâ yeşâ’, kemâ enşe’ekum min ḏurriyyeti kavmin âḫerîn.
Rabbin, zengindir ve merhamet sahibidir. Dilerse sizi yok eder ve sizin yerinize dilediğini getirir. Tıpkı sizi başka bir topluluğun soyundan getirdiği gibi.
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۚ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
İnne mâ dû‘adûne le âtin, ve mâ entum bi mu‘cizîn.
Size va‘dedilen kesinlikle gelecektir ve siz Allah’ı âciz bırakamazsınız.
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۜ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Kul yâ kavmi‘melû ‘alâ mekânetikum innî ‘âmil, fe sevfe ta‘lemûn men tekûnu lehu ‘âḳıbetud-dâr, innehu lâ yufliḥuẓ-ẓâlimûn.
De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de yapacağım. Ahiretin güzel sonucu kime aitmiş yakında bileceksiniz.” Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremez.
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَأَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يبًا فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكٰٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكٰٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۖ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكٰٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Ve ce‘alû lillâhi mimmâ ḏera’e minel-ḥarsi vel-en‘âmi naṣîben fe ḳâlû hâżâ lillâhi bi ze‘mihim ve hâżâ li şurekâ’inâ, fe mâ kâne li şurekâ’ihim fe lâ yaṣilu ilallâh, ve mâ kâne lillâhi fe huve yaṣilu ilâ şurekâ’ihim, sâe mâ yaḥkumûn.
Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan O’na bir pay ayırdılar. Güya, “Bu Allah’ın, bu da ortaklarımızın” dediler. Ortakları için ayrılan pay Allah’a ulaşmaz ama Allah için ayrılan pay ortaklarına ulaşırdı. Verdikleri hüküm ne kötüdür!
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكٰٓاؤُهُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
Ve keżâlike zeyyene li kesîrin minel-muşrikîne ḳatle evlâdihim şurekâ’uhum li yurdûhum ve li yelbisû ‘aleyhim dînehum, ve lev şâeallâhu mâ fe‘alûhu fe ẓerhum ve mâ yefterûn.
Ortakları, müşriklerden birçoğuna çocuklarını öldürmeyi güzel gösterdi ki onları helake sürüklesinler ve dinlerini karıştırsınlar. Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Artık onları uydurduklarıyla baş başa bırak.
وَقَالُوا هٰذِهِ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْۚ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Ve ḳâlû hâżihî en‘âmun ve ḥarsun ḥicrun lâ yaṭ‘amuhâ illâ men neşâ’u bi ze‘mihim, ve en‘âmun ḥurri-met żuhûruhâ, ve en‘âmun lâ yeżkurûnesmeallâhi ‘aleyhâ iftirâen ‘aleyh, se yeczîhim bimâ kânû yefterûn.
“Bu hayvanlar ve ekinler yasaktır; ancak dilediğimiz kimseler yiyebilir” dediler. Bazı hayvanların sırtına binilmesi haram kılındı. Bazılarına da Allah’ın adını anmazlar. Bütün bunları Allah’a iftira ederek uydurdular. Allah onları uydurdukları yalanlar yüzünden cezalandıracaktır.
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكٓاءُۚ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۚ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Ve ḳâlû mâ fî buṭûni hâżihil-en‘âmi ḫâliṣatun li żukûrinâ ve muḥarramun ‘alâ ezvâcinâ, ve in yekun meyten fe hum fîhi şurekâ’, se yeczîhim vaṣfehum, innehu ḥakîmun ‘alîm.
“Bu hayvanların karınlarındakiler sadece erkeklerimize aittir, kadınlarımıza haramdır” dediler. Ama eğer ölü doğarsa, hepsi ona ortak olurlar. Allah onları bu iftiraları yüzünden cezalandıracaktır. Şüphesiz O, hikmet sahibidir, her şeyi bilendir.
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهًا بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ
Ḳad ḣasirel-lezîne ḳatalû evlâdehum sefahen bi ğayri ‘ilmin ve ḥarremû mâ razaḳahumullâhu iftirâen ‘alallâh, ḳad ḍallû ve mâ kânû muhtedîn.
Bilgisizlikle, düşüncesizlikle çocuklarını öldürenler ve Allah’a iftira ederek Allah’ın kendilerine verdiği rızkı haram sayanlar kesinlikle ziyana uğramıştır. Onlar sapmışlardır ve doğru yolu bulamamışlardır.
وَهُوَ الَّذ۪يٓ اَنْشَا جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۚ وَلَا تُسْرِفٓواۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ
Ve huvellezî enşe’e cennâtin me‘rûşâtin ve gayre me‘rûşâtin ve’n-nahle ve’z-zer‘e muḫtelefen ukuluhû ve’z-zeytûne ve’r-rummâne muteşâbihen ve gayre muteşâbih, kulû min semerihî izâ ethmera ve âtû ḥaḳḳahû yevme ḥaṣâdih, ve lâ tusrifû, innehû lâ yuḥibbü’l-musrifîn.
O, çardaklı ve çardaksız üzüm bağlarını, hurmayı, çeşitli ürünler veren ekinleri, zeytini ve narı -birbirine benzeyen ve benzemeyen türlerde- yaratandır. Her biri meyve verdiğinde ondan yiyin, fakat hasat günü hakkını (zekâtını) verin. İsraf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشًاۜ كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Ve minel-en‘âmi ḥamûleten ve ferşâ, kulû mimmâ razaḳakumullâh, ve lâ tettebi‘û ḫuṭuvâti’ş-şeyṭân, innehû lekum ‘aduvvun mubîn.
Hayvanlardan da yük taşıyanı ve yere serileni (küçüğünü) yarattı. Allah’ın size verdiği rızıklardan yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o size apaçık bir düşmandır.
ثَمٰنِيَةَ اَزْوَاجٍۚ مِنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِۜ قُلْ اٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ نَبِّئُون۪ي بِعِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Semâniyete ezvâcin, mine’d-da’ni isneyn ve minel-ma‘zi isneyn, ḳul eż-żekareyni ḥarrame emil-unseyyeyni emmâ’ştemelet ‘aleyhi erḥâmul-unseyyeyn, nebbi’ûnî bi ‘ilmin in kuntum ṣâdiḳîn.
Sekiz çift hayvan yaratmıştır: Koyundan iki, keçiden iki. De ki: “Allah bunlardan erkek olanları mı haram kıldı, dişi olanları mı? Yoksa dişilerin rahimlerinde olanları mı?” Eğer doğru iseniz bana bir bilgi ile haber verin!
وَمِنَ الْاِبِلِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْبَقَرِ اثْنَيْنِۜ قُلْ اٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ وَصّٰيكُمُ اللّٰهُ بِهٰذَاۜ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا لِيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Ve minel-ibili isneyn ve minel-baḳari isneyn, ḳul eż-żekareyni ḥarrame emil-unseyyeyni emmâ’ştemelet ‘aleyhi erḥâmul-unseyyeyn, em kuntum şuhedâe iż veṣṣâkumullâhu bihâżâ, fe men aẓlemu mimmenifterâ ‘alallâhi keżiben li yuḍille’n-nâse bi ḡayri ‘ilm, innallâhe lâ yehdî’l-ḳavme’ẓ-ẓâlimîn.
Deve ve sığırdan da iki çift. De ki: “Allah bunlardan erkekleri mi haram kıldı, dişileri mi? Yoksa dişilerin rahimlerindeki yavruları mı?” Yoksa Allah size bunları emrederken siz orada şahit miydiniz? Artık Allah’a karşı yalan uydurandan ve insanları bilgisizce saptırandan daha zalim kim olabilir? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
قُلْ لَآ اَجِدُ ف۪ي مَآ اُوحِيَ اِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُ اِلَّآ اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَمًا مَسْفُوحًا اَوْ لَحْمَ خِنز۪يرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقًا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ḳul lâ ecidu fî mâ ûḥiye ileyye muḥarremen ‘alâ ṭâ‘imin yaṭ‘amuhû illâ en yekûne meyte-ten ev demen mesfûḥen ev laḥme ḫinzîrin fe innehu ric’sun ev fisḳan uhille li ḡayrillâhi bih, fe menu’żṭurra ḡayre bâğin ve lâ ‘âdin fe inne rabbeke ḡafûrun raḥîm.
De ki: “Bana vahyolunanda, bir kimsenin yemesi haram kılınmış bir şey bulamıyorum; ancak leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o pistir- ve Allah’tan başkası adına kesilmiş bozulmuş (fisktir) şeyler haramdır. Ama kim mecbur kalırsa, istek dışı ve haddi aşmadan (yerse), şüphesiz Rabbin bağışlayandır, merhamet edendir.”
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذ۪ي ظُفُرٍۚ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَآ اِلَّا مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَآ اَوِ الْحَوَايَآ اَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍۜ ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِبَغْيِهِمْۚ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Ve ‘alelleżîne hâdû ḥarramnâ kulle żî ẓufurin ve minel-baḳari ve’l-ḡanemi ḥarramnâ ‘aleyhim şuḥûmehume illâ mâ ḥamelet ẓuhûruhume evil-ḥavâyâ ev mâ’ḫtelaṭa bi ‘aẓm, żâlike cezeynâhum bi baḡyihim, ve innâ le ṣâdiḳûn.
Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Ancak sırtlarında, bağırsaklarında ya da kemiğe karışık olanlar hariç. Bu, onların isyanları sebebiyledir. Biz elbette doğru söyleyenleriz.
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُو رَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۙ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
Fe in keżżebûke fe ḳul rabbukum żû raḥmetin vâsi‘ah, ve lâ yuraddu be’suhu ‘ani’l-ḳavmi’l-mucrimîn.
Eğer seni yalanlarlarsa, de ki: “Rabbiniz geniş merhamet sahibidir. Ama O’nun azabı, suçlular topluluğundan geri çevrilmez.”
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اَشْرَكْنَا وَلَا اٰبَٓاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَٓاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
Seyeḳûlulleżîne eşrekû lev şâeallâhu mâ eşrek’nâ ve lâ âbâ’unâ ve lâ ḥarramnâ min şey’, keżâlike keżżebe’lleżîne min ḳablihim ḥattâ żâḳû be’senâ, ḳul hel ‘indekum min ‘ilmin fe tuḫricûhu lenâ, in tettebi‘ûne illâ’ż-ẓanne ve in entum illâ teḫrusûn.
Şirk koşanlar diyecekler ki: “Allah dileseydi biz de, atalarımız da şirk koşmazdık; hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de böyle yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: “Sizde bize gösterecek bir bilgi mi var? Siz sadece zanna uyuyorsunuz ve sadece yalan söylüyorsunuz.”
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ
Ḳul fe lillâhi’l-ḥuċċetu’l-bâliḡah, fe lev şâe lehedâkum ecma‘în.
De ki: “Kesin delil Allah’ındır. Dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.”
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۜ فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
Ḳul helumme şuhedâekumu’lleżîne yeşhedûne enneallâhe ḥarrame hâżâ, fe in şehidû fe lâ teşhed me‘ahum, ve lâ tettebi‘ ehvâelleżîne keżżebû bi âyâtinâ velleżîne lâ yu’minûne bi’l-âḫireti ve hum bi rabbihim ya‘dilûn.
De ki: “Gelin, Allah’ın bunları haram kıldığını söyleyen şahitlerinizi getirin!” Eğer şahitlik ederlerse, sen onlarla birlikte şahitlik etme. Ayetlerimizi yalanlayanların, ahirete inanmayanların ve Rablerine denk tutanların arzularına da uyma!
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِهٖ شَيْـًٔا وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًاۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۖ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Kul te‘âlev etlu mâ ḥarrema rabbukum ‘aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’en ve bil-vâlideyni iḥsânâ(ın), ve lâ taktulû evlâdekum min imlâḳ(ın), naḥnu nerzuku-kum ve iyyâhum, ve lâ takrabûl-fevâḥişe mâ ẓahara minhâ ve mâ baṭan, ve lâ taktulun-nefse-lletî ḥarrema’llâhu illâ bi’l-ḥaḳḳ(ı), żâlikum vaṣṣâkum bihî le‘allekum ta‘ḳilûn.
De ki: Gelin, Rabbinizin size haram kıldıklarını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyi davranın, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını Biz veririz-, kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın, haksız yere Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın. İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye size öğütlediklerimdir.
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِۜ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۚ وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۚ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye aḥsenu ḥattâ yebluğa eşuddeh, ve evfûl-keyle vel-mîzâne bil-ḳıst(ı), lâ nükellifu nefsen illâ vus‘ahâ, ve izâ ḳultum fa‘dilû ve lev kâne żâ ḳurbâ, ve bi‘aḥdi’llâhi evfû, żâlikum vaṣṣâkum bihî le‘allekum teżekkerûn.
Yetimin malına, erginlik çağına erişinceye kadar, en güzel bir şekilde yaklaşın. Ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz kimseyi gücünün yettiğinden fazlasıyla yükümlü tutmayız. Konuştuğunuzda, yakınınız bile olsa adaletli olun. Allah’ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlar, düşünüp öğüt alasınız diye size öğütlediklerimdir.
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يمًا فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ve enne hâżâ ṣırâṭî müsteḳîmen fettebi‘ûh(û), ve lâ tettebi‘ûs-subule fe teferreḳa bikum ‘an sebîlih(î), żâlikum vaṣṣâkum bihî le‘allekum tetteḳûn.
Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun, başka yollara uymayın. Yoksa sizi O’nun yolundan ayırır. İşte bunlar, Allah’tan sakınasınız diye size öğütlediklerimdir.
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَامًا عَلَى الَّذ۪ي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ
Sümme êtaynâ mûsâl-kitâbe temâmen ‘alâl-leżî aḥsene ve tafṣîlen li kulli şey’in ve huden ve raḥmeh, le‘allehum bi liḳâ’i rabbihim yu’minûn.
Sonra Musa’ya, iyilik edenlere nimetimizi tamamlamak, her şeyi açıklamak, doğruya yöneltmek ve rahmet olmak üzere Kitab’ı verdik. Umulur ki Rablerine kavuşacaklarına inanırlar.
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Ve hâżâ kitâbun enzelnâhu mübârek(ün), fettebi‘ûh(û) vetteḳû le‘allekum turḥemûn.
Bu da, indirdiğimiz mübarek bir Kitab’dır. O’na uyun, Allah’tan sakının ki size merhamet edilsin.
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَا وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَ
En teḳûlû innemâ unzile’l-kitâbu ‘alâ ṭâifeteyni min ḳablinâ, ve in kunnâ ‘an dirâsetihim le ġâfilîn.
(Kitaba uymayınca) demeyesiniz ki: “Kitap, bizden önce sadece iki topluluğa indirildi; biz ise onların okuduklarından habersizdik.”
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۜ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓواَءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Ev teḳûlû lev ennâ unzile ‘aleynel-kitâbu lekunnâ ehdâ minhum. Fe ḳad câekum beyyinetün min rabbikum ve huden ve raḥmeh. Fe men aẓlemu mimmen keżżebe bi âyâti’llâhi ve ṣadefe ‘anhâ. Seneczîlleżîne yaṣdifûne ‘an âyâtinâ sûe’l-‘ażâbi bimâ kânû yaṣdifûn.
Veya şöyle de demeyesiniz: “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha doğru yolda olurduk.” Artık size Rabbinizden apaçık bir belge, hidayet ve rahmet gelmiştir. Allah’ın ayetlerini yalanlayandan ve onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir! Ayetlerimizden yüz çevirenleri, bu yüz çevirmeleri sebebiyle en ağır azapla cezalandıracağız.
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا إ۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ي إ۪يمَانِهَا خَيْرًاۜ قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ
Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumu’l-melâiketu ev ye’tiye rabbuke ev ye’tiye ba‘ḍu âyâti rabbik. Yevme ye’tî ba‘ḍu âyâti rabbike lâ yenfe‘u nefsen îmânuhâ lem tekun âmenet min ḳablu ev kesebet fî îmânihâ ḫayrâ. Kulintaẓırû innâ muntaẓırûn.
Onlar, kendilerine meleklerin gelmesini, Rabbinin gelmesini veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin bazı ayetleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanıyla bir hayır kazanmamış bir kimseye imanı fayda vermez. De ki: Bekleyin! Biz de bekliyoruz.
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ اِنَّمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
İnnel-leżîne ferraḳû dînehum ve kânû şiya‘â, leste minhum fî şey(’in), innemâ emruhum ilâ’llâhi, sümme yünebbi’uhum bimâ kânû yaf‘elûn.
Dinlerini parça parça edip grup grup olanlar yok mu, senin onlarla bir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a aittir. Sonra Allah, onlara yaptıklarını haber verecektir.
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۗ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Men câe bi’l-ḥaseneti fe lehu ‘aşru emsâlihâ, ve men câe bi’s-seyyieti felâ yüczâ illâ mislehâ, ve hum lâ yuzlemûn.
Kim bir iyilikle gelirse, ona onun on katı vardır. Kim de bir kötülükle gelirse, ona sadece onun kadarıyla karşılık verilir. Onlar asla zulme uğratılmazlar.
قُلْ اِنَّنِي هَدَانِي رَبّ۪ي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ د۪ينًا قِيَمًا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Kul inne-nî hedânî rabbî ilâ ṣırâṭin müsteḳîmin dînen ḳıyyemen millete ibrâhîme ḥanîfen, ve mâ kâne mine’l-muşrikîn.
De ki: Şüphesiz Rabbim beni dosdoğru bir yola, sapasağlam bir dine, Allah’a yönelmiş bir hanif olarak İbrahim’in dinine iletti. O, müşriklerden değildi.
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Kul inne ṣalâtî ve nusukî ve maḥyâye ve memâtî li’llâhi rabbi’l-‘âlemîn.
De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.
لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ
Lâ şerîke leh, ve bi żâlike umirtu ve ene evvelu’l-müslimîn.
O’nun hiçbir ortağı yoktur. Bana böyle emredildi ve ben Müslümanların ilkiyim.
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
Kul eğayra’llâhi ebġî rabben ve huve rabbu kulli şey(’in), ve lâ teksibu kullu nefsin illâ ‘aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizre uḫrâ, sümme ilâ rabbikum merci‘ukum fe yünebbi’ukum bimâ kuntum fîhi taḫtelifûn.
De ki: Allah’tan başka bir Rab mi arayayım? Oysa O, her şeyin Rabbidir. Herkesin kazandığı yalnız kendisi içindir. Hiçbir günahkâr, bir başkasının günahını yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size O bildirecektir.
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتَاكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۖ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ve huvelleżî ce‘alekum ḫelâife’l-arż(i) ve refe‘a ba‘ḍakum fevḳa ba‘ḍin derecât(in) li yebluvekum fî mâ âtâkum. İnne rabbeke serî‘u’l-‘iḳâb(i), ve innehu le ġafûrun raḥîm.
O, sizi yeryüzünde halifeler yapan ve size verdikleriyle sizi denemek için bazınızı bazınızın üzerine derecelerle üstün kılan Allah’tır. Şüphesiz Rabbin, azabı çabuk olandır. Ama O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.