Buruc Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِۙ
Ves semâi zâtil burûc.
Andolsun burçlar sahibi gökyüzüne.
وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ
Vel yevmil mev’ûd.
Vaat edilmiş o güne.
وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍۜ
Ve şâhidin ve meşhûd.
Şahitlik edene ve şahitlik edilene.
قُتِلَ اَصْحَابُ الْاُخْدُودِۙ
Kutile ashâbul uhdûd.
Kahrolsun o hendek sahipleri.
اَلنَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِۙ
En nâri zâtil vekûd.
O çıralı ateşin (sahipleri).
اِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌۙ
İz hum aleyhâ kuûd.
Hani onlar, o (ateşin) çevresinde oturmuşlardı.
وَهُمْ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ شُهُودٌۜ
Ve hum alâ mâ yef’alûne bil mu’minîne şuhûd.
Ve mü’minlere yaptıklarına da şahitlik ediyorlardı.
وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ اِلَّٓا اَنْ يُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ
Ve mâ nekamû minhum illâ en yu’minû billâhil azîzil hamîd.
Onlardan, ancak mutlak güç sahibi ve övgüye layık olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar.
اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌۜ
Ellezî lehu mulkus semâvâti vel ard, vallâhu alâ kulli şey’in şehîd.
O (Allah) ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Allah, her şeye şahittir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَر۪يقِ
İnnellezîne fetenul mu’minîne vel mu’minâti summe lem yetûbû fe lehum azâbu cehenneme ve lehum azâbul harîk.
Şüphesiz, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara işkence edip de sonra tövbe etmeyenler için cehennem azabı ve yakıcı bir azap vardır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْكَب۪يرُۜ
İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum cennâtun tecrî min tahtihel enhâr, zâlikel fevzul kebîr.
İman edip sâlih ameller işleyenler için ise, altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu büyük kurtuluştur.
اِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَد۪يدٌۜ
İnne batşe rabbike le şedîd.
Şüphesiz, Rabbinin yakalaması çok şiddetlidir.
اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُع۪يدُۚ
İnnehu huve yubdiu ve yuîd.
Gerçekten O, (yaratmayı) ilk başlatan ve tekrar edendir.
وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ
Ve huvel gafûrurul vedûd.
O, çok bağışlayandır, çok sevendir.
ذُو الْعَرْشِ الْمَج۪يدُۙ
Zul arşil mecîd.
Arş’ın sahibidir, şanı yücedir.
فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُۜ
Fe’âlun limâ yurîd.
Dilediğini mutlaka yapandır.
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ
Hel etâke hadîsul cunûd.
Sana o orduların haberi geldi mi?
فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ
Fir’avne ve semûd.
Firavun ve Semud’un (orduları).
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ
Belillezîne keferû fî tekzîb.
Fakat o inkâr edenler, (hâlâ) bir yalanlama içindedirler.
وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ
Vallâhu min verâihim muhît.
Oysa Allah, onları arkalarından kuşatmıştır.
بَلْ هُوَ قُرْاٰنٌ مَج۪يدٌۙ
Bel huve kur’ânun mecîd.
Hayır, o (yalanladıkları) şanı yüce bir Kur’an’dır.
ف۪ي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ
Fî levhın mahfûz.
Korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da)dır.