Ahzab Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اتَّقِ اللّٰهَ وَلَا تُطِعِ الْكَافِر۪ينَ وَالْمُنَافِق۪ينَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا حَك۪يمًاۙ
Yâ eyyuhen nebiyyuttekıllâhe ve lâ tutııl kâfirîne vel munâfikîn, innallâhe kâne alîmen hakîmâ.
Ey Peygamber! Allah’a karşı gelmekten sakın, kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًاۙ
Vettebi’ mâ yûhâ ileyke min rabbik, innallâhe kâne bimâ ta’melûne habîrâ.
Rabbinden sana vahyolunana uy. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا
Ve tevekkel alâllâh, ve kefâ billâhi vekîlâ.
Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
مَا جَعَلَ اللّٰهُ لِرَجُلٍ مِنْ قَلْبَيْنِ ف۪ي جَوْفِه۪ۚ وَمَا جَعَلَ اَزْوَاجَكُمُ الّٰٓـ۪ٔي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ اُمَّهَاتِكُمْۚ وَمَا جَعَلَ اَدْعِيَٓاءَكُمْ اَبْنَٓاءَكُمْۜ ذٰلِكُمْ قَوْلُكُمْ بِاَفْوَاهِكُمْۜ وَاللّٰهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّب۪يلَ
Mâ cealallâhu li raculin min kalbeyni fî cevfih, ve mâ ceale ezvâcekumullâî tuzâhirûne minhunne ummehâtikum, ve mâ ceale ed’ıyâekum ebnâekum, zâlikum kavlukum bi efvâhikum, vallâhu yekûlul hakka ve huve yehdîs sebîl.
Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmamıştır. Kendilerine zıhar yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da öz oğullarınız kılmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızla söylediğiniz (boş) bir sözdür. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola iletir.
اُدْعُوهُمْ لِاٰبَٓائِهِمْ هُوَ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِۚ فَاِنْ لَمْ تَعْلَمُٓوا اٰبَٓاءَهُمْ فَاِخْوَانُكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَمَوَال۪يكُمْۜ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ ف۪يمَٓا اَخْطَأْتُمْ بِه۪ۙ وَلٰكِنْ مَا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh, fe in lem ta’lemû âbâehum fe ihvânukum fîd dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ teammedet kulûbukum, ve kânallâhu gafûran rahîmâ.
Onları babalarına nispet ederek çağırın. Bu, Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Yanılarak yaptıklarınızda size bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin kasıtlı olarak yaptıklarında (günah vardır). Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
اَلنَّبِيُّ اَوْلٰى بِالْمُؤْمِن۪ينَ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَاَزْوَاجُهُٓ اُمَّهَاتُهُمْۜ وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ اِلَّٓا اَنْ تَفْعَلُٓوا اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِكُمْ مَعْرُوفًاۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
En nebiyyu evlâ bil mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ulûl erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi minel mu’minîne vel muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ, kâne zâlike fîl kitâbi mestûrâ.
Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha yakındır. Onun eşleri de onların anneleridir. Akrabalar da Allah’ın kitabında, birbirlerine diğer mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız başka. Bu, kitapta yazılıdır.
وَاِذْ اَخَذْنَا مِنَ النَّبِيّ۪نَ م۪يثَاقَهُمْ وَمِنْكَ وَمِنْ نُوحٍ وَاِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقًا غَل۪يظًاۙ
Ve iz ehaznâ minen nebiyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ.
Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık; senden, Nûh’tan, İbrahim’den, Mûsâ’dan ve Meryem oğlu Îsâ’dan. Onlardan sapasağlam bir söz aldık.
لِيَسْـَٔلَ الصَّادِق۪ينَ عَنْ صِدْقِهِمْۚ وَاَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابًا اَل۪يمًا
Li yes’eles sâdikîne an sıdkıhim, ve eadde lil kâfirîne azâben elîmâ.
(Allah’ın) o sâdıklara, sadakatlerini sorması için. Kâfirler için ise elem dolu bir azap hazırlamıştır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَٓاءَتْكُمْ جُنُودٌ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحًا وَجُنُودًا لَمْ تَرَوْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرًا
Yâ eyyuhellezîne âmenûzkurû ni’metallâhi aleykum iz câetkum cunûdun fe erselnâ aleyhim rîhan ve cunûden lem terevhâ, ve kânallâhu bimâ ta’melûne basîrâ.
Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani size ordular saldırmıştı da, biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
اِذْ جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ اَسْfَلَ مِنْكُمْ وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا
İz câûkum min fevkıkum ve min esfele minkum ve iz zâgatil ebsâru ve belegatil kulûbul hanâcire ve tezunnûne billâhiz zunûnâ.
Hani onlar, hem üstünüzden hem de alt tarafınızdan size saldırmışlardı. O zaman gözler dönmüş, yürekler gırtlaklara dayanmıştı. Ve siz Allah hakkında türlü türlü zanlarda bulunuyordunuz.
هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالًا شَد۪يدًا
Hunâlikebtuliyel mu’minûne ve zulzilû zilzâlen şedîdâ.
İşte orada mü’minler denenmiş ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı.
وَاِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اِلَّا غُرُورًا
Ve iz yekûlul munâfikûne vellezîne fî kulûbihim maradun mâ vaadenallâhu ve resûluhû illâ gurûrâ.
O zaman münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar, “Allah ve Resûlü bize, aldatmadan başka bir şey vaat etmedi” diyorlardı.
وَاِذْ قَالَتْ طَٓائِfَةٌ مِنْهُمْ يَٓا اَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُواۚ وَيَسْتَأْذِنُ فَر۪يقٌ مِنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ اِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍۜ اِنْ يُر۪يدُونَ اِلَّا فِرَارًا
Ve iz kâlet tâifetun minhum yâ ehle yesribe lâ mukâme lekum ferciû, ve yeste’zinu ferîkun minhumun nebiyye yekûlûne inne buyûtenâ avretun ve mâ hiye bi avreh, in yurîdûne illâ firârâ.
Onlardan bir grup da, “Ey Yesrib (Medine) halkı! Sizin için duracak yer yok, hemen dönün” demişti. İçlerinden bir grup da, “Evlerimiz korumasız” diyerek Peygamber’den izin istiyorlardı. Halbuki evleri korumasız değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.
وَلَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِمْ مِنْ اَقْطَارِهَا ثُمَّ سُئِلُوا الْفِتْنَةَ لَاٰتَوْهَا وَمَا تَلَبَّثُوا بِهَٓا اِلَّا يَس۪يرًا
Ve lev duhilet aleyhim min aktârihâ summe suilûl fitnete le âtevhâ ve mâ telebbesû bihâ illâ yesîrâ.
Eğer Medine’nin her tarafından üzerlerine girilseydi de, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istenseydi, onu mutlaka yaparlardı ve o konuda pek de gecikmezlerdi.
وَلَقَدْ كَانُوا عَاهَدُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ لَا يُوَلُّونَ الْاَدْبَارَۜ وَكَانَ عَهْدُ اللّٰهِ مَسْؤُ۫لًا
Ve lekad kânû âhedûllâhe min kablu lâ yuvellûnel edbâr, ve kâne ahdullâhi mes’ûlâ.
Andolsun, daha önce onlar arkalarını dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah’a verilen söz ise sorumluluk gerektirir.
قُلْ لَنْ يَنْfَعَكُمُ الْfِرَارُ اِنْ فَرَرْتُمْ مِنَ الْمَوْتِ اَوِ الْقَتْلِ وَاِذًا لَا تُمَتَّعُونَ اِلَّا قَل۪يلًا
Kul len yenfeakumul firâru in ferertum minel mevti evil katli ve izen lâ tumetteûne illâ kalîlâ.
De ki: “Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermez. O takdirde bile, pek az bir süre faydalandırılırsınız.”
قُلْ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءًا اَوْ اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةًۜ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا
Kul men zellezî ya’sımukum minallâhi in erâde bikum sûen ev erâde bikum rahmeh, ve lâ yecidûne lehum min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ.
De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilerse, sizi O’ndan kim koruyabilir? Yahut size bir rahmet dilerse (buna kim engel olabilir)?” Onlar kendilerine Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirler.
قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الْمُعَوِّق۪ينَ مِنْكُمْ وَالْقَٓائِل۪ينَ لِاِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ اِلَيْنَاۚ وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ اِلَّا قَل۪يلًاۙ
Kad ya’lemullâhul muavvikîne minkum vel kâilîne li ihvânihim helumme ileynâ, ve lâ ye’tûnel be’se illâ kalîlâ.
Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve kardeşlerine, “Bize gelin” diyenleri elbette bilir. Onlar savaşa pek az katılırlar.
اَشِحَّةً عَلَيْكُمْۚ فَاِذَا جَٓاءَ الْخَوْfُ رَاَيْتَهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ كَالَّذ۪ي يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ فَاِذَا ذَهَبَ الْخَوْfُ سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ اَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاَحْبَطَ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرًا
Eşıhhaten aleykum, fe izâ câel havfu raeytehum yenzurûne ileyke tedûru a’yunuhum kellezî yugşâ aleyhi minel mevt, fe izâ zehebel havfu selekûkum bi elsinetin hıdâdin eşıhhaten alel hayr, ulâike lem yu’minû fe ahbatallâhu a’mâlehum, ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ.
Size karşı çok cimridirler. Korku gelince, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince de, hayra karşı aşırı düşkünlükle sizi sivri dilleriyle incitirler. İşte onlar iman etmemişlerdir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır. Bu, Allah’a kolaydır.
يَحْسَبُونَ الْاَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُواۚ وَاِنْ يَأْتِ الْاَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ وَلَوْ كَانُوا ف۪يكُمْ مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلًا
Yahsebûnel ahzâbe lem yezhebû, ve in ye’til ahzâbu yeveddû lev ennehum bâdûne fîl a’râbi yes’elûne an enbâikum, ve lev kânû fîkum mâ kâtelû illâ kalîlâ.
Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Eğer o birlikler tekrar gelseler, isterler ki, keşke bedevîler arasında bulunsalar da sizin haberlerinizi (uzaktan) sorsalar. Eğer içinizde bulunsalardı, pek az savaşırlardı.
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًا
Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun li men kâne yercûllâhe vel yevmel âhire ve zekerallâhe kesîrâ.
Andolsun, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için, Allah’ın Resûlünde sizin için güzel bir örnek vardır.
وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ وَمَا زَادَهُمْ اِلَّٓا ا۪يمَانًا وَتَسْل۪يمًا
Ve lemmâ rael mu’minûnel ahzâbe kâlû hâzâ mâ vaadenallâhu ve resûluhu ve sadakallâhu ve resûluh, ve mâ zâdehum illâ îmânen ve teslîmâ.
Mü’minler, düşman birliklerini gördükleri zaman, “İşte bu, Allah’ın ve Resûlünün bize vaat ettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemiştir” dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُۘ وَمَا بَدَّلُوا تَبْد۪يلًاۙ
Minel mu’minîne ricâlun sadakû mâ âhedûllâhe aleyh, fe minhum men kadâ nahbehu ve minhum men yentezir, ve mâ beddelû tebdîlâ.
Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri sözde sadakat gösterdiler. Onlardan kimi adağını yerine getirdi (şehit oldu), kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar, (sözlerini) hiçbir şekilde değiştirmediler.
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ اِنْ شَٓاءَ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًا
Li yecziyallâhus sâdikîne bi sıdkıhim ve yuazzibel munâfikîne in şâe ev yetûbe aleyhim, innallâhe kâne gafûran rahîmâ.
Allah, sâdıkları sadakatleri sebebiyle mükâfatlandıracak, dilerse münafıklara azap edecek veya onların tövbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
وَرَدَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْرًاۜ وَكَفَى اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ الْقِتَالَۜ وَكَانَ اللّٰهُ قَوِيًّا عَز۪يزًا
Ve raddallâhullezîne keferû bi gayzıhim lem yenâlû hayrâ, ve kefallâhul mu’minînel kıtâl, ve kânallâhu kaviyyen azîzâ.
Allah, inkâr edenleri hiçbir hayra eremedikleri halde öfkeleriyle geri çevirdi. Savaşta Allah, mü’minlere yetti. Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
وَاَنْزَلَ الَّذ۪ينَ ظَاهَرُوهُمْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ صَيَاص۪يهِمْ وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ فَر۪يقًا تَقْتُلُونَ وَتَأْسِرُونَ فَر۪يقًا
Ve enzelellezîne zâherûhum min ehlil kitâbi min sayâsîhim ve kazefe fî kulûbihimur ru’be ferîkan taktulûne ve te’sirûne ferîkâ.
Kitap ehlinden onlara (müşriklere) destek olanları kalelerinden indirdi ve kalplerine korku saldı. Bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz.
وَاَوْرَثَكُمْ اَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ وَاَرْضًا لَمْ تَطَؤُ۫هَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرًا
Ve evresekum ardahum ve diyârahum ve emvâlehum ve ardan lem tetaûhâ, ve kânallâhu alâ kulli şey’in kadîrâ.
Onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız bir yere sizi mirasçı kıldı. Allah, her şeye kadirdir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا فَتَعَالَيْنَ اُمَتِّعْكُنَّ وَاُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحًا جَم۪يلًا
Yâ eyyuhen nebiyyu kul li ezvâcike in kuntunne turidnel hayâted dunyâ ve zînetehâ fe teâleyne umetti’kunne ve userrihkunne serâhan cemîlâ.
Ey Peygamber! Eşlerine de ki: “Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzellikle salıvereyim.”
وَاِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالدَّارَ الْاٰخِرَةَ فَاِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ مِنْكُنَّ اَجْرًا عَظ۪يمًا
Ve in kuntunne turidnallâhe ve resûlehu ved dârel âhirete fe innallâhe eadde lil muhsinâti minkunne ecran azîmâ.
“Eğer Allah’ı, Resûlünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz Allah, içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”
يَا نِسَٓاءَ النَّبِيِّ مَنْ يَأْتِ مِنْكُنَّ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ يُضَاعَفْ لَهَا الْعَذَابُ ضِعْfَيْنِۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرًا
Yâ nisâen nebiyyi men ye’ti minkunne bi fâhişetin mubeyyinetin yudâaf lehel azâbu di’feyn, ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ.
Ey Peygamber’in hanımları! Sizden kim apaçık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a kolaydır.
وَمَنْ يَقْنُتْ مِنْكُنَّ لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتَعْمَلْ صَالِحًا نُؤْتِهَٓا اَجْرَهَا مَرَّتَيْنِۙ وَاَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقًا كَر۪يمًا
Ve men yaknut minkunne lillâhi ve resûlihî ve ta’mel sâlihan nu’tihâ ecrahâ merreteyn, ve a’tednâ lehâ rızkan kerîmâ.
Sizden kim de Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve sâlih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz. Onun için şerefli bir rızık da hazırlamışızdır.
يَا نِسَٓاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَاَحَدٍ مِنَ النِّسَٓاءِ اِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذ۪ي ف۪ي قَلْبِه۪ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلًا مَعْرُوفًا
Yâ nisâen nebiyyi lestunne ke ehadin minen nisâi inittekaytunne fe lâ tahda’ne bil kavli fe yatmeallezî fî kalbihî maradun ve kulne kavlen ma’rûfâ.
Ey Peygamber’in hanımları! Siz, diğer kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) cilveli konuşmayın. Sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel ve uygun bir söz söyleyin.
وَقَرْنَ ف۪ي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْه۪يرًا
Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberrucel câhiliyyetil ûlâ ve ekımnes salâte ve âtînez zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh, innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirakum tathîrâ.
Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi, siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden ancak kiri (günahı) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.
وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلٰى ف۪ي بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ لَط۪يفًا خَب۪يرًا
Vezkurne mâ yutlâ fî buyûtikunne min âyâtillâhi vel hikmeh, innallâhe kâne latîfen habîrâ.
Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, en gizli şeyleri bilendir, her şeyden hakkıyla haberdardır.
اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّٓائِم۪ينَ وَالصَّٓائِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يرًا وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْfِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا
İnnel muslimîne vel muslimâti vel mu’minîne vel mu’minâti vel kânitîne vel kânitâti ves sâdikîne ves sâdikâti ves sâbirîne ves sâbirâti vel hâşiîne vel hâşiâti vel mutasaddikîne vel mutasaddikâti ves sâimîne ves sâimâti vel hâfızîne furûcehum vel hâfızâti vez zâkirînallâhe kesîran vez zâkirâti eaddallâhu lehum magfireten ve ecran azîmâ.
Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, doğru sözlü erkekler ve doğru sözlü kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Allah’a) gönülden saygı duyan erkekler ve gönülden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; Allah, bunlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُب۪ينًا
Ve mâ kâne li mu’minin ve lâ mu’minetin izâ kadallâhu ve resûluhû emran en yekûne lehumul hıyeretu min emrihim, ve men ya’sıillâhe ve resûlehu fe kad dalle dalâlen mubînâ.
Allah ve Resûlü bir işe hükmettiği zaman, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadının kendi işlerinde başka bir seçeneği yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.
وَاِذْ تَقُولُ لِلَّذ۪ٓي اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَاَنْعَمْتَ عَلَيْهِ اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللّٰهَ وَتُخْf۪ي ف۪ي نَفْسِكَ مَا اللّٰهُ مُبْد۪يهِ وَتَخْشَى النَّاسَۚ وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰيهُۜ فَلَمَّا قَضٰى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَرًاۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولًا
Ve iz tekûlu lillezî en’amallâhu aleyhi ve en’amte aleyhi emsik aleyke zevceke vettekıllâhe ve tuhfî fî nefsike mallâhu mubdîhi ve tahşen nâs, vallâhu ehakku en tahşâh, fe lemmâ kadâ zeydun minhâ vataran zevvecnâkehâ li key lâ yekûne alel mu’minîne haracun fî ezvâci ed’ıyâihim izâ kadav minhunne vatarâ, ve kâne emrullâhi mef’ûlâ.
Hani sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye, “Eşini yanında tut ve Allah’tan kork” diyordun. İnsanlardan çekinerek, Allah’ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyordun. Halbuki asıl korkman gereken Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince, biz onu sana nikahladık ki, evlatlıkları eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde, onlarla evlenmek konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.
لِيُعَذِّبَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
Li yuazziballâhul munâfikîne vel munâfikâti vel muşrikîne vel muşrikâti ve yetûballâhu alel mu’minîne vel mu’minât, ve kânallâhu gafûran rahîmâ.
Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etmek; mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların da tövbelerini kabul etmek için (insana emaneti yüklemiştir). Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ ف۪يمَا فَرَضَ اللّٰهُ لَهُۜ سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ قَدَرًا مَقْدُورًاۙ
Mâ kâne alen nebiyyi min haracin fîmâ faradallâhu leh, sunnetallâhi fîllezîne halev min kabl, ve kâne emrullâhi kaderen makdûrâ.
Allah’ın, kendisine takdir ettiği bir şeyde Peygamber’e hiçbir güçlük yoktur. Bu, daha önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın bir kanunudur. Allah’ın emri, mutlaka yerini bulan bir kaderdir.
اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَدًا اِلَّا اللّٰهَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يبًا
Ellezîne yubelligûne risâlâtillâhi ve yahşevnehu ve lâ yahşevne ehaden illallâh, ve kefâ billâhi hasîbâ.
Onlar, Allah’ın gönderdiklerini tebliğ edenler, O’ndan korkanlar ve Allah’tan başka kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.
مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا
Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyîn, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ.
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَث۪يرًاۙ
Yâ eyyuhellezîne âmenûzkurûllâhe zikran kesîrâ.
Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا
Ve sebbihûhu bukreten ve asîlâ.
O’nu sabah akşam tesbih edin.
هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يمًا
Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhu li yuhricekum minez zulumâti ilen nûr, ve kâne bil mu’minîne rahîmâ.
Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size merhamet eden O’dur, melekleri de (size dua eder). O, mü’minlere karşı çok merhametlidir.
تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌۚ وَاَعَدَّ لَهُمْ اَجْرًا كَر۪يمًا
Tehiyyetuhum yevme yelkavnehu selâm, ve eadde lehum ecran kerîmâ.
O’na kavuşacakları gün, (meleklerin onlara) esenlik dileği “Selam”dır. (Allah) onlar için şerefli bir mükâfat hazırlamıştır.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ
Yâ eyyuhen nebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve nezîrâ.
Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ بِاِذْنِه۪ وَسِرَاجًا مُن۪يرًا
Ve dâiyen ilallâhi bi iznihî ve sirâcen munîrâ.
Allah’ın izniyle, O’na bir davetçi ve nurlar saçan bir kandil olarak.
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَضْلًا كَب۪يرًا
Ve beşşiril mu’minîne bi enne lehum minallâhi fadlen kebîrâ.
Mü’minleri, kendileri için Allah’tan büyük bir lütuf olduğuyla müjdele.
وَلَا تُطِعِ الْكَافِر۪ينَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَدَعْ اَذٰيهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا
Ve lâ tutııl kâfirîne vel munâfikîne ve da’ ezâhum ve tevekkel alâllâh, ve kefâ billâhi vekîlâ.
Kâfirlere ve münafıklara itaat etme, onların eziyetlerine aldırma ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نَكَحْتُمُ الْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ فَمَا لَكُمْ عَلَيْهِنَّ مِنْ عِدَّةٍ تَعْتَدُّونَهَاۚ فَمَتِّعُوهُنَّ وَسَرِّحُوهُنَّ سَرَاحًا جَم۪يلًا
Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nekahtumul mu’minâti summe tallaktumûhunne min kabli en temessûhunne fe mâ lekum aleyhinne min iddetin ta’teddûnehâ, fe mettiûhunne ve serrihûhunne serâhan cemîlâ.
Ey iman edenler! Mü’min kadınları nikahlayıp da, onlara dokunmadan (cinsel ilişkide bulunmadan) boşarsanız, artık sizin için üzerlerinde sayacağınız bir iddet (bekleme süresi) yoktur. Onlara hemen mehirlerini verin ve onları güzellikle salıverin.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَحْلَلْنَا لَكَ اَزْوَاجَكَ الّٰت۪ٓي اٰتَيْتَ اُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَم۪ينُكَ مِمَّٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ الّٰت۪ي هَاجَرْنَ مَعَكَۙ وَامْرَاَةً مُؤْمِنَةً اِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ اِنْ اَرَادَ النَّبِيُّ اَنْ يَسْتَنْكِحَهَاۗ خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ ف۪ٓي اَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekellâtî âteyte ucûrahunne ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti hâlâtikellâtî hâcerne meak, vemraeten mu’mineten in vehebet nefsehâ lin nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ, hâlisaten leke min dûnil mu’minîn, kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke harac, ve kânallâhu gafûran rahîmâ.
Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helal kıldık. Bir de, mü’min bir kadın kendini Peygamber’e hibe ederse ve Peygamber de onunla evlenmek isterse, diğer mü’minlere değil, sadece sana mahsus olmak üzere (onu da helal kıldık). Mü’minlere eşleri ve cariyeleri hakkında neleri farz kıldığımızı biliyoruz. (Bu) sana bir zorluk olmasın diyedir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
تُرْج۪ي مَنْ تَشَٓاءُ مِنْهُنَّ وَتُـْٔو۪ٓي اِلَيْكَ مَنْ تَشَٓاءُۜ وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ تَقَرَّ اَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَٓا اٰتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَل۪يمًا
Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâ’, ve menibtegayte mimmen azelte fe lâ cunâha aleyk, zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn, vallâhu ya’lemu mâ fî kulûbikum, ve kânallâhu alîmen halîmâ.
Onlardan (eşlerinden) dilediğini erteler, dilediğini yanına alabilirsin. Geri bıraktıklarından da dilediğini (tekrar yanına almak) isteyebilirsin. Bunda sana bir vebal yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri ve hepsinin de senin verdiğine razı olmaları için daha uygundur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah, hakkıyla bilendir, Halîm’dir (hemen cezalandırmayan, müsamahakârdır).
لَا يَحِلُّ لَكَ النِّسَٓاءُ مِنْ بَعْدُ وَلَٓا اَنْ تَبَدَّلَ بِهِنَّ مِنْ اَزْوَاجٍ وَلَوْ اَعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ اِلَّا مَا مَلَكَتْ يَم۪ينُكَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ رَق۪يبًا
Lâ yahıllu leken nisâu min ba’du ve lâ en tebeddele bihinne min ezvâcin ve lev a’cebeke husnuhunne illâ mâ meleket yemînuk, ve kânallâhu alâ kulli şey’in rakîbâ.
Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, güzellikleri hoşuna gitse bile, onları başka eşlerle değiştirmen sana helal değildir. Ancak sahip olduğun cariyeler başka. Allah, her şeyi gözetleyendir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ اِلَّٓا اَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ اِلٰى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِر۪ينَ اِنٰيهُ وَلٰكِنْ اِذَا دُع۪يتُمْ فَادْخُلُوا فَاِذَا طَعِمْتُمْ فَانْتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِس۪ينَ لِحَد۪يثٍۜ اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْي۪ مِنْكُمْ وَاللّٰهُ لَا يَسْتَحْي۪ مِنَ الْحَقِّۜ وَاِذَا سَاَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا فَسْـَٔلُوهُنَّ مِنْ وَرَٓاءِ حِجَابٍۜ ذٰلِكُمْ اَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّۜ وَمَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُؤْذُوا رَسُولَ اللّٰهِ وَلَٓا اَنْ تَنْكِحُٓوا اَزْوَاجَهُ مِنْ بَعْدِه۪ٓ اَبَدًاۜ اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمًا
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tedhulû buyûten nebiyyi illâ en yu’zene lekum ilâ taâmin gayra nâzırîne inâhu ve lâkin izâ duîtum fedhulû fe izâ taımtum fenteşirû ve lâ muste’nisîne li hadîs, inne zâlikum kâne yu’zîn nebiyye fe yestahyî minkum vallâhu lâ yestahyî minel hakk, ve izâ seeltumûhunne metâan fes’elûhunne min verâi hıcâb, zâlikum atheru li kulûbikum ve kulûbihinn, ve mâ kâne lekum en tu’zû resûlallâhi ve lâ en tenkihû ezvâcehu min ba’dihî ebedâ, inne zâlikum kâne indallâhi azîmâ.
Ey iman edenler! Yemeğe çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin Peygamber’in evlerine girmeyin. Ancak çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu durumunuz Peygamber’i rahatsız ediyor, fakat o sizden çekiniyordu. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez. Onun hanımlarından bir şey istediğiniz zaman, perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temizdir. Allah’ın Resûlüne eziyet etmeniz ve ondan sonra eşlerini nikahlamanız size ebediyen helal değildir. Şüphesiz bu, Allah katında çok büyük bir günahtır.
اِنْ تُبْدُوا شَيْـًٔا اَوْ تُخْfُوهُ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا
İn tubdû şey’en ev tuhfûhu fe innallâhe kâne bi kulli şey’in alîmâ.
Bir şeyi açığa vursanız da, gizleseniz de, şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
لَا جُنَاحَ عَلَيْهِنَّ ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓائِهِنَّ وَلَٓا اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اَخَوَاتِهِنَّ وَلَا نِسَٓائِهِنَّ وَلَا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّۚ وَاتَّق۪ينَ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدًا
Lâ cunâha aleyhinne fî âbâihinne ve lâ ebnâihinne ve lâ ihvânihinne ve lâ ebnâi ihvânihinne ve lâ ebnâi ahavâtihinne ve lâ nisâihinne ve lâ mâ meleket eymânuhunn, vettekînallâh, innallâhe kâne alâ kulli şey’in şehîdâ.
Onlara (Peygamber’in hanımlarına), babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (Müslüman kadınlar) ve sahip oldukları cariyeleri konusunda bir vebal yoktur. (Ey Peygamber’in hanımları!) Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, her şeye şahittir.
اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا
İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyy, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ.
Şüphesiz Allah ve melekleri, Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam verin.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَاَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا مُه۪ينًا
İnnellezîne yu’zûnallâhe ve resûlehu leanehumullâhu fîd dunyâ vel âhireti ve eadde lehum azâben muhînâ.
Allah’ı ve Resûlünü incitenlere, Allah dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَاِثْمًا مُب۪ينًا
Vellezîne yu’zûnel mu’minîne vel mu’minâti bi gayri mektesebû fe kadihtemelû buhtânen ve ismen mubînâ.
Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
Yâ eyyuhen nebiyyu kul li ezvâcike ve benâtike ve nisâil mu’minîne yudnîne aleyhinne min celâbîbihinn, zâlike ednâ en yu’rafne fe lâ yu’zeyn, ve kânallâhu gafûran rahîmâ.
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini (cilbablarını) üzerlerine alsınlar. Bu, onların tanınıp incitilmemeleri için daha uygundur. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْمُرْجِfُونَ فِي الْمَد۪ينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ ف۪يهَٓا اِلَّا قَل۪يلًا
Lein lem yentehil munâfikûne vellezîne fî kulûbihim maradun vel murcifûne fîl medîneti le nugriyenneke bihim summe lâ yucâvirûneke fîhâ illâ kalîlâ.
Andolsun, eğer münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde kötü haber yayanlar (bu yaptıklarından) vazgeçmezlerse, seni onların üzerine musallat ederiz. Sonra orada sana pek az komşu olurlar.
مَلْعُون۪ينَۚ اَيْنَمَا ثُقِfُوا اُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْت۪يلًا
Mel’ûnîn, eyne mâ sukıfû uhızû ve kuttılû taktîlâ.
Lanetlenmiş olarak. Nerede bulunsalar yakalanırlar ve öldürülürler.
سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًا
Sunnetallâhi fîllezîne halev min kabl, ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ.
Bu, Allah’ın daha önce gelip geçenler hakkındaki kanunudur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
يَسْـَٔلُكَ النَّاسُ عَنِ السَّاعَةِۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ تَكُونُ قَر۪يبًا
Yes’eluken nâsu anis sâah, kul innemâ ilmuhâ indallâh, ve mâ yudrîke lealles sâate tekûnu karîbâ.
İnsanlar sana kıyameti soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Allah katındadır.” Ne bilirsin, belki de kıyamet yakındır.
اِنَّ اللّٰهَ لَعَنَ الْكَافِر۪ينَ وَاَعَدَّ لَهُمْ سَع۪يرًاۙ
İnnallâhe leanel kâfirîne ve eadde lehum saîrâ.
Şüphesiz Allah, kâfirlere lanet etmiş ve onlar için alevli bir ateş hazırlamıştır.
خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۚ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًاۚ
Hâlidîne fîhâ ebedâ, lâ yecidûne veliyyen ve lâ nasîrâ.
Orada ebedi olarak kalacaklardır. Ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilirler.
يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَٓا اَطَعْنَا اللّٰهَ وَاَطَعْنَا الرَّسُولَا
Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ eta’nallâhe ve eta’ner resûlâ.
O gün yüzleri ateşte evrilip çevrilirken, “Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik” derler.
وَقَالُوا رَبَّنَٓا اِنَّٓا اَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَٓاءَنَا فَاَضَلُّونَا السَّب۪يلَا
Ve kâlû rabbenâ innâ eta’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnes sebîlâ.
Ve derler ki: “Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de, onlar bizi yoldan saptırdılar.”
رَبَّنَٓا اٰتِهِمْ ضِعْfَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْنًا كَب۪يرًا
Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel’anhum la’nen kebîrâ.
“Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve onları büyük bir lanetle lanetle.”
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اٰذَوْا مُوسٰى فَبَرَّاَهُ اللّٰهُ مِمَّا قَالُواۜ وَكَانَ عِنْدَ اللّٰهِ وَج۪يهًا
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne âzev mûsâ fe berraehullâhu mimmâ kâlû, ve kâne indallâhi vecîhâ.
Ey iman edenler! Mûsâ’ya eziyet edenler gibi olmayın. Allah, onu söyledikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah katında şerefli bir kimseydi.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًاۙ
Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe ve kûlû kavlen sedîdâ.
Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.
يُصْلِحْ لَكُمْ اَعْمَالَكُمْ وَيَغْfِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظ۪يمًا
Yuslih lekum a’mâlekum ve yagfir lekum zunûbekum, ve men yutııllâhe ve resûlehu fe kad fâze fevzen azîmâ.
Ki (Allah) işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur.
اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْfَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًاۙ
İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehel insân, innehu kâne zalûmen cehûlâ.
Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Onu insan yüklendi. Şüphesiz o, çok zalim, çok cahildir.
لِيُعَذِّبَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
Li yuazziballâhul munâfikîne vel munâfikâti vel muşrikîne vel muşrikâti ve yetûballâhu alel mu’minîne vel mu’minât, ve kânallâhu gafûran rahîmâ.
Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etmek; mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların da tövbelerini kabul etmek için (insana emaneti yüklemiştir). Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.