Abese Suresi (Ayet Ayet) – Tasavvuf Yolu

Abese Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

عَبَسَ وَتَوَلّٰىۙ

Abese ve tevellâ.

Yüzünü ekşitti ve döndü.

2

اَنْ جَٓاءَهُ الْاَعْمٰى

En câehul a’mâ.

Kendisine o âmâ geldi diye.

3

وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّهُ يَزَّكّٰىۙ

Ve mâ yudrîke leallehu yezzekkâ.

Ne bilirsin, belki o arınacaktı?

4

اَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّكْرٰى

Ev yezzekkeru fe tenfeahuz zikrâ.

Veya öğüt alacaktı da o öğüt ona fayda verecekti.

5

اَمَّا مَنِ اسْتَغْنٰىۙ

Emmâ menistagnâ.

Kendini kendine yeterli görene gelince,

6

فَاَنْتَ لَهُ تَصَدّٰى

Fe ente lehu tesaddâ.

Sen ona yöneliyorsun.

7

وَمَا عَلَيْكَ اَلَّا يَزَّكّٰى

Ve mâ aleyke ellâ yezzekkâ.

Halbuki onun arınmamasından sana ne?

8

وَاَمَّا مَنْ جَٓاءَكَ يَسْعٰىۙ

Ve emmâ men câeke yes’â.

Fakat sana koşarak gelen,

9

وَهُوَ يَخْشٰىۙ

Ve huve yahşâ.

Ve (Allah’tan) korkan kimseye gelince,

10

فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰى

Fe ente anhu telehhâ.

Sen onunla ilgilenmiyorsun.

11

كَلَّٓا اِنَّهَا تَذْكِرَةٌۚ

Kellâ innehâ tezkireh.

Hayır! Şüphesiz o (Kur’an), bir öğüttür.

12

فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُ

Fe men şâe zekereh.

Artık dileyen ondan öğüt alır.

13

ف۪ي صُحُفٍ مُكَرَّمَةٍۙ

Fî suhufin mukerrameh.

O, çok şerefli sahifelerdedir.

14

مَرْفُوعَةٍ مُطَهَّرَةٍۙ

Merfûatin mutahharah.

Yüceltilmiş, tertemiz (sahifelerde).

15

بِاَيْد۪ي سَفَرَةٍۙ

Bi eydî seferah.

(O sahifeler) kâtiplerin ellerindedir.

16

كِرَامٍ بَرَرَةٍ

Kirâmin berarah.

Çok şerefli ve itaatkâr (kâtiplerin).

17

قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَٓا اَكْفَرَهُ

Kutilel insânu mâ ekfereh.

Kahrolası insan! Ne kadar da nankördür!

18

مِنْ اَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ

Min eyyi şey’in halakah.

O (Allah), onu hangi şeyden yarattı?

19

مِنْ نُطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُۙ

Min nutfetin halakahu fe kaddereh.

Bir nutfeden (spermadan) yarattı da ona bir ölçü (ve biçim) verdi.

20

ثُمَّ السَّب۪يلَ يَسَّرَهُۙ

Summes sebîle yessereh.

Sonra ona yolu kolaylaştırdı.

21

ثُمَّ اَمَاتَهُ فَاَقْبَرَهُۙ

Summe emâtehu fe akbereh.

Sonra onu öldürdü ve kabre koydu.

22

ثُمَّ اِذَا شَٓاءَ اَنْشَرَهُ

Summe izâ şâe enşereh.

Sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir.

23

كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَٓا اَمَرَهُ

Kellâ lemmâ yakdı mâ emerah.

Hayır! O (insan), O’nun emrettiğini henüz yerine getirmedi.

24

فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ اِلٰى طَعَامِه۪ٓۙ

Fel yenzuril insânu ilâ taâmih.

Öyleyse insan, yediğine bir baksın!

25

اَنَّا صَبَبْنَا الْمَٓاءَ صَبًّاۙ

Ennâ sabebnel mâe sabbâ.

Şüphesiz biz, suyu bol bol indirdik.

26

ثُمَّ شَقَقْنَا الْاَرْضَ شَقًّاۙ

Summe şakaknel arda şakkâ.

Sonra toprağı yardıkça yardık.

27

فَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا حَبًّاۙ

Fe enbetnâ fîhâ habbâ.

Böylece orada taneler bitirdik.

28

وَعِنَبًا وَقَضْبًاۙ

Ve ineben ve kadbâ.

Üzümler ve yoncalar.

29

وَزَيْتُونًا وَنَخْلًاۙ

Ve zeytûnen ve nahlâ.

Zeytinler ve hurmalar.

30

وَحَدَٓائِقَ غُلْبًاۙ

Ve hadâika gulbâ.

Gür ve sık ağaçlı bahçeler.

31

وَفَاكِهَةً وَاَبًّا

Ve fâkiheten ve ebbâ.

Meyveler ve çayırlar.

32

مَتَاعًا لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْ

Metâan lekum ve li en’âmikum.

(Bütün bunlar) size ve hayvanlarınıza birer fayda sağlamak içindir.

33

فَاِذَا جَٓاءَتِ الصَّٓاخَّةُۙ

Fe izâ câetis sâhhah.

O kulakları sağır eden (kıyamet) sesi geldiği zaman,

34

يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخ۪يهِۙ

Yevme yefirrul mer’u min ahîh.

O gün kişi, kardeşinden kaçar.

35

وَاُمِّه۪ وَاَب۪يهِۙ

Ve ummihî ve ebîh.

Annesinden ve babasından.

36

وَصَاحِبَتِه۪ وَبَن۪يهِ

Ve sâhibetihî ve benîh.

Eşinden ve çocuklarından.

37

لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْن۪يهِ

Li kullimriin minhum yevmeizin şe’nun yugnîh.

O gün, onlardan her birinin kendine yetecek bir işi vardır.

38

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُسْفِرَةٌۙ

Vucûhun yevmeizin musfireh.

O gün birtakım yüzler vardır ki pırıl pırıldır.

39

ضَاحِكَةٌ مُسْتَبْشِرَةٌ

Dâhıketun mustebşireh.

Gülmektedir, sevinçlidir.

40

وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۙ

Ve vucûhun yevmeizin aleyhâ gabereh.

O gün birtakım yüzlerin de üzerinde bir toz toprak vardır.

41

تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ

Terhekuhâ katerah.

Onu bir karanlık kaplamıştır.

42

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ

Ulâike humul keferetul fecereh.

İşte onlar, kâfirlerdir, günahkârlardır.