Bakara Suresi (Ayet 1-50) – Tasavvuf Yolu

Bakara Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

الٓمٓ

Elif lâm mîm.

Elif, Lâm, Mîm.

2

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ ف۪يهِ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ

Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(i), huden lil muttekîn(e).

Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Takva sahipleri için bir hidayet rehberidir.

3

اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْfِقُونَۙ

Ellezîne yu’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(e).

Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden infak ederler.

4

وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ

Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik(e) ve bil âhireti hum yûkınûn(e).

Ve onlar, sana indirilene de, senden önce indirilenlere de iman ederler. Ahirete de kesin olarak inanırlar.

5

اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Ulâike alâ huden min rabbihim ve ulâike humul muflihûn(e).

İşte onlar, Rablerinden bir hidayet üzerindedirler ve işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

6

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(e).

Şüphesiz, inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; iman etmezler.

7

خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm(un).

Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.

8

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِن۪ينَ

Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi ve bil yevmil âhiri ve mâ hum bi mu’minîn(e).

İnsanlardan, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler vardır. Halbuki onlar inanmış değillerdir.

9

يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُsَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ

Yuhâdiûnallâhe vellezîne âmenû, ve mâ yahdeûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn(e).

Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışırlar. Halbuki sadece kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar.

10

ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ(n) ve lehum azâbun elîmun bimâ kânû yekzibûn(e).

Kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için elem dolu bir azap vardır.

11

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ

Ve izâ kîle lehum lâ tufsidû fîl ardı, kâlû innemâ nahnu muslihûn(e).

Onlara “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” denildiği zaman, “Biz ancak ıslah edicileriz” derler.

12

اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ

E lâ innehum humul mufsidûne ve lâkin lâ yeş’urûn(e).

İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.

13

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَٓاءُ وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ

Ve izâ kîle lehum âminû kemâ âmenen nâsu kâlû e nu’minu kemâ âmenes sufehâu, e lâ innehum humus sufehâu ve lâkin lâ ya’lemûn(e).

Onlara “İnsanların inandığı gibi inanın” denildiği zaman, “Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?” derler. İyi bilin ki, asıl beyinsizler kendileridir. Fakat bilmezler.

14

وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاط۪ينِهِمْ قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُ۫نَ

Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halev ilâ şeyâtînihim kâlû innâ meakum innemâ nahnu mustehziûn(e).

İnananlarla karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıkları zaman ise, “Biz sizinle beraberiz, biz sadece alay ediyoruz” derler.

15

اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

Allâhu yestehziu bihim ve yemudduhum fî tugyânihim ya’mehûn(e).

Allah onlarla alay eder ve onların azgınlıkları içinde bocalayıp durmalarına mühlet verir.

16

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ

Ulâikellezîneşterevûd dalâlete bil hudâ, fe mâ rabihat ticâretuhum ve mâ kânû muhtedîn(e).

İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın alanlardır. Fakat onların ticareti kâr etmemiş ve doğru yolu da bulamamışlardır.

17

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًاۚ فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ ف۪ي ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ

Meseluhum ke meselillezistevkade nârâ(n), fe lemmâ edâet mâ havlehu zeheballâhu bi nûrihim ve terekehum fî zulumâtin lâ yubsirûn(e).

Onların durumu, ateş yakan kimsenin durumu gibidir. Ateş, çevresini aydınlatınca, Allah onların ışığını giderir ve onları, göremedikleri karanlıklar içinde bırakır.

18

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَۙ

Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn(e).

Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (doğru yola) dönmezler.

19

اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ ف۪يهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌۚ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِۜ وَاللّٰهُ مُح۪يطٌ بِالْكَافِر۪ينَ

Ev ke sayyibin mines semâi fîhi zulumâtun ve ra’dun ve berk(un), yec’alûne esâbiahum fî âzânihim mines savâiki hazaral mevt(i), vallâhu muhîtun bil kâfirîn(e).

Yahut (onların durumu), içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek bulunan gökten boşanan bir yağmura tutulmuş kimsenin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yıldırımlardan dolayı parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.

20

يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْۜ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا ف۪يهِ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Yekâdul berku yahtafu ebsârahum, kullemâ edâe lehum meşev fîhi ve izâ azleme aleyhim kâmû, ve lev şâallâhu le zehebe bi sem’ihim ve ebsârihim, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(un).

Şimşek neredeyse gözlerini alıverecek. Onları aydınlattığı zaman, ışığında yürürler. Üzerlerine karanlık çökünce de durakalırlar. Eğer Allah dileseydi, onların işitmelerini ve görmelerini giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.

21

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ

Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn(e).

Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız.

22

اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Ellezî ceale lekumul arda firâşen ves semâe binâen ve enzele mines semâi mâen fe ahrece bihî mines semerâti rızkan lekum, fe lâ tec’alû lillâhi endâden ve entum ta’lemûn(e).

O ki, yeryüzünü sizin için bir döşek, gökyüzünü de bir bina kıldı. Gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli meyveler çıkardı. O halde, bile bile Allah’a ortaklar koşmayın.

23

وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪ وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

Ve in kuntum fî raybin mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ fe’tû bi sûretin min mislihî ved’û şuhedâekum min dûnillâhi in kuntum sâdikîn(e).

Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphe içinde iseniz, haydi onun benzeri bir sûre getirin. Eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi de çağırın.

24

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ

Fe in lem tef’alû ve len tef’alû fettekûn nârelletî vakûduhân nâsu vel hıcâratu, uiddet lil kâfirîn(e).

Eğer yapamazsanız -ki asla yapamayacaksınız- o halde, yakıtı insanlar ve taşlar olan, kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının.

25

وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًاۜ وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Ve beşşirillezîne âmenû ve amilûs sâlihâti enne lehum cennâtin tecrî min tahtihel enhâr(u), kullemâ ruzikû minhâ min semeretin rızkan kâlû hâzellezî ruzıknâ min kablu ve utû bihî muteşâbihâ(n), ve lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve hum fîhâ hâlidûn(e).

İman edip sâlih ameller işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlerle müjdele. Onlara oradan bir meyve rızık olarak verildiği zaman, “Bu, daha önce bize rızık olarak verilen şeydir” derler. Onlara (dünyadakine) benzeri verilir. Onlar için orada tertemiz eşler vardır. Ve onlar orada ebedi kalacaklardır.

26

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًاۜ وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ

İnnallâhe lâ yestahyî en yadribe meselen mâ beûdaten fe mâ fevkahâ, fe emmellezîne âmenû fe ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim, ve emmellezîne keferû fe yekûlûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ(n), yudıllu bihî kesîran ve yehdî bihî kesîrâ(n), ve mâ yudıllu bihî illel fâsikîn(e).

Şüphesiz Allah, bir sivrisineği, hatta ondan daha da küçük bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İman edenler, onun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. İnkâr edenler ise, “Allah bu misalle ne demek istedi?” derler. (Allah) onunla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Onunla ancak fâsıkları saptırır.

27

اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُfْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhî ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fîl ard(ı), ulâike humul hâsirûn(e).

Onlar, Allah’a verdikleri sözü, onu sağlamlaştırdıktan sonra bozan, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri kesen ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlardır. İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

28

كَيْfَ تَكْfُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Keyfe tekfurûne billâhi ve kuntum emvâten fe ahyâkum, summe yumîtukum summe yuhyîkum summe ileyhi turceûn(e).

Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölüler idiniz de sizi O diriltti. Sonra sizi öldürecek, sonra tekrar diriltecektir. Sonra da O’na döndürüleceksiniz.

29

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا ثُمَّ اسْتَוٰٓى اِلَى السَّמَٓاءِ فَسَוّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(in), ve huve bi kulli şey’in alîm(un).

Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onu yedi gök olarak düzenleyen O’dur. O, her şeyi hakkıyla bilendir.

30

وَاِذْ قَالَ רַבُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُfْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْfِكُ الدِّمَٓاءَ وَנَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَנُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(ten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(e), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(e), kâle innî a’lemu mâ lâ ta’lemûn(e).

Hani Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kanlar dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni hamd ile tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. (Allah) “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi.

31

وَعَلَّمَ اٰדَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫נ۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ כּُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

Ve alleme âdemel esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sâdikîn(e).

Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere gösterip, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, bana şunların isimlerini haber verin” dedi.

32

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا עِلْمَ לَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪יםُ

Kâlû subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ, inneke entel alîmul hakîm(u).

“Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen, hakkıyla bilensin, hüküm ve hikmet sahibisin” dediler.

33

قَالَ يَٓا اٰדَمُ اَنْבِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ فَلَمَّٓا اَنْבَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ לَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّמٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُבْدُونَ وَمَا כּُنْتُمْ تَكْتُمُونَ

Kâle yâ âdemu enbi’hum bi esmâihim, fe lemmâ enbeehum bi esmâihim kâle e lem ekul lekum innî a’lemu gaybes semâvâti vel ardı ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn(e).

(Allah) “Ey Âdem! Onlara şunların isimlerini haber ver” dedi. O, onlara isimlerini haber verince, (Allah) “Ben size, ‘Göklerin ve yerin gaybını bilirim. Açıkladığınızı da, gizlediğinizi de bilirim’ dememiş miydim?” dedi.

34

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰדَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَכָּןَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(e), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(e).

Hani biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de, İblis hariç hepsi secde etmişti. O, diretti, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.

35

وَقُلْنَا يَٓا اٰדَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَכּُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ

Ve kulnâ yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete ve kulâ minhâ ragaden haysu şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(e).

“Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz yerden bol bol yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz” dedik.

36

فَاَזَلَّهُمَا الشَّיْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا כּَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا בַּعْضُكُمْ לِبَعْضٍ עَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

Fe ezellehumeş şeytânu anhâ fe ahracehumâ mimmâ kânâ fîh(i), ve kulnehbitû ba’dukum li ba’dın aduvv(un), ve lekum fîl ardı mustekarrun ve metâun ilâ hîn(in).

Fakat şeytan, onları oradan kaydırdı ve içinde bulundukları (nimet yurdundan) çıkardı. “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar bir yerleşim ve bir geçimlik vardır” dedik.

37

فَتَلَقّٰٓى اٰדَمُ مِنْ رَبِّه۪ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِۜ اِنَّهُ هُوَ التَّוَّابُ الرَّح۪יםُ

Fe telekkâ âdemu min rabbihî kelimâtin fe tâbe aleyh(i), innehu huvet tevvâbur rahîm(u).

Derken, Âdem Rabbinden birtakım kelimeler aldı (ve onlarla tövbe etti). O da onun tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul eden, çok merhamet edendir.

38

قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعًاۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنْ تَبِעَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْזَنُونَ

Kulnehbitû minhâ cemîa(n), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe men tebia hudâye fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(e).

“Hepiniz oradan inin” dedik. “Tarafımdan size bir hidayet geldiğinde, kim hidayetime uyarsa, artık onlara ne bir korku vardır, ne de onlar üzüleceklerdir.”

39

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّבُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬לٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbun nâr(i), hum fîhâ hâlidûn(e).

“İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliklerin ta kendileridir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.”

40

يَا בَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪ילَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْעَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَوْفُوا بِعَهْد۪ٓي اُو۫فِ بِعَهْدِكُمْ وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ

Yâ benî isrâîl-ezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve evfû bi ahdî ûfi bi ahdikum ve iyyâye ferhebûn(i).

Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım. Ve sadece benden korkun.

41

وَاٰמِنُوا بِمَٓا اَنْזَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُٓوا اَוَّلَ כּَافِرٍ بِه۪ۖ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰיָת۪ي ثَمَنًا קَل۪ילًا وَاِيَّايَ فَاتَّقُونِ

Ve âminû bi mâ enzeltu musaddikan li mâ meakum ve lâ tekûnû evvele kâfirin bih(î), ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlen ve iyyâye fettekûn(i).

Yanınızdakini (Tevrat’ı) doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur’an’a) iman edin. Onu ilk inkâr edenlerden olmayın. Âyetlerimi az bir değere satmayın. Ve sadece benden sakının.

42

وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Ve lâ telbisûl hakka bil bâtılı ve tektumûl hakka ve entum ta’lemûn(e).

Hakkı bâtılla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin.

43

وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا הזَّكٰوةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِع۪ينَ

Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte verkeû mear râkiîn(e).

Namazı kılın, zekâtı verin ve rükû edenlerle beraber rükû edin.

44

اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُsَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

E te’murûnen nâse bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlûnel kitâb(e), e fe lâ ta’kılûn(e).

Siz Kitab’ı okuyup durduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?

45

وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّבْرِ وَالصَّلٰوةِۜ وَاِنَّهَا لَكَب۪ירَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِع۪ينَۙ

Vesteînû bis sabri ves salât(i), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(e).

Sabır ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz o (namaz), Allah’a derin saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.

46

اَلَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا רַבِّهِمْ وَاَنَّهُمْ اِلَيْهِ רَاجِעُونَ

Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(e).

Onlar, Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini kesin olarak bilirler.

47

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪ילَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْעَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ

Yâ benî isrâîl-ezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve ennî faddaltukum alel âlemîn(e).

Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi (bir zamanlar) âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.

48

وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْז۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ שَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا עَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn(e).

Hiçbir kimsenin başka bir kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve onlara yardım da edilmeyeceği bir günden sakının.

49

وَاِذْ נَجَّيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْיُونَ נِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ רַבِّكُمْ عَظ۪يمٌ

Ve iz necceynâkum min âli fir’avne yesûmûnekum sûel azâbi yuzebbihûne ebnâekum ve yestahyûne nisâekum, ve fî zâlikum belâun min rabbikum azîm(un).

Hani sizi, Firavun’un ailesinden kurtarmıştık. Onlar size azabın en kötüsünü tattırıyorlar, oğullarınızı boğazlıyorlar ve kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.

50

وَاِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْבَحْرَ فَاَنْجَيْنَاكُمْ وَاَغْرَقْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ

Ve iz faraknâ bikumul bahre fe enceynâkum ve agraknâ âle fir’avne ve entum tenzurûn(e).

Hani sizin için denizi yarmış, sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde Firavun’un ailesini suda boğmuştuk.

Bakara Suresi (Ayet 51-100) – Tasavvuf Yolu

51

وَاِذْ וٰעَدْنَا مُوسٰٓى اَرْבَع۪ينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْעِجْلَ مِنْ בַּعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ

Ve iz vâadnâ mûsâ erbaîne leyleten summettehaztumul icle min ba’dihî ve entum zâlimûn(e).

Hani Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik. Sonra siz onun ardından, zalimler olarak buzağıyı (ilah) edindiniz.

52

ثُمَّ עَفَوْנَا عَنْكُمْ مِنْ בַּعْدِ ذٰلِكَ לَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Summe afevnâ ankum min ba’di zâlike leallekum teşkurûn(e).

Sonra bunun ardından, şükredesiniz diye sizi affettik.

53

وَاِذْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِתَابَ وَالْفُرْقَانَ לَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Ve iz âteynâ mûsel kitâbe vel furkâne leallekum tehtedûn(e).

Hani, doğru yolu bulasınız diye Mûsâ’ya Kitab’ı ve Furkan’ı (hak ile batılı ayıran ölçüyü) vermiştik.

54

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى לِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ اَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُٓوا اِلٰى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُٓوا اَنْفُsَكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ לَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْۜ فَتَابَ عَلَيْكُمْۜ اِنَّهُ هُوَ التَّוَّابُ الرَّح۪יםُ

Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmi innekum zalemtum enfusekum bittihâzikumul icle fe tûbû ilâ bâriikum faktulû enfusekum, zâlikum hayrun lekum inde bâriikum, fe tâbe aleykum, innehu huvet tevvâbur rahîm(u).

Hani Mûsâ kavmine, “Ey kavmim! Buzağıyı (ilah) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen Yaratıcınıza tövbe edin ve nefislerinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır” demişti. O da tövbenizi kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul eden, çok merhamet edendir.

55

وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ נُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى נَرَى اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ

Ve iz kultum yâ mûsâ len nu’mine leke hattâ nerallâhe cehreten fe ehazetkumus sâikatu ve entum tenzurûn(e).

Hani siz, “Ey Mûsâ! Allah’ı apaçık görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz. Bunun üzerine, siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.

56

ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ مِنْ בַּعْدِ مَوْتِكُمْ לَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Summe beasnâkum min ba’di mevtikum leallekum teşkurûn(e).

Sonra ölümünüzün ardından, şükredesiniz diye sizi dirilttik.

57

وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَاَنْזَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْוٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّבَاتِ مَا رَזَقْنَاكُمْۜ وَמَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُsَهُمْ يَظْلِمُونَ

Ve zallelnâ aleykumul gamâme ve enzelnâ aleykumul menne ves selvâ, kulû min tayyibâti mâ razaknâkum, ve mâ zalemûnâ ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(e).

Bulutu üzerinize gölge yaptık ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz olanlarından yiyin” (dedik). Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.

58

وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا وَادْخُلُوا الْבَابَ سُجَّדًا وَقُولُوا حِطَّةٌ נַغْفِرْ לَكُمْ خَطَايَاكُمْ وَسَنَז۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ

Ve iz kulnadhulû hâzihil karyete fe kulû minhâ haysu şi’tum ragaden vedhulûl bâbe succeden ve kûlû hıttatun nagfir lekum hatâyâkum, ve senezîdul muhsinîn(e).

Hani, “Şu şehre girin ve orada dilediğiniz yerden bol bol yiyin. Kapıdan secde ederek girin ve ‘Hıtta’ (günahlarımızı affet) deyin ki, hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanlara (mükâfatlarını) daha da artıracağız” demiştik.

59

فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذ۪ي ק۪يلَ لَهُمْ فَاَنْזَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رِجْזًا مِنَ السَّמَٓاءِ بِمَا כּَانُوا يَفْسُقُونَ

Fe beddelellezîne zalemû kavlen gayrellezî kîle lehum fe enzelnâ alellezîne zalemû riczen mines semâi bimâ kânû yefsukûn(e).

Fakat o zulmedenler, kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler. Biz de o zulmedenlerin üzerine, yoldan çıkmaları sebebiyle gökten bir azap indirdik.

60

وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى לِقَوْمِه۪ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ فَانْפَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا עَشْرَةَ عَيْنًاۜ קَدْ عَلِمَ כּُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ כּُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ רִזْقِ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ

Ve izisteskâ mûsâ li kavmihî fe kulnadrib bi asâkel hacer(e), fenfeceret minhusnetâ aşrete aynâ(en), kad alime kullu unâsin meşrabehum, kulû veşrebû min rızkıllâhi ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(e).

Hani Mûsâ, kavmi için su istemişti. Biz de “Asânla taşa vur” dedik. Ondan on iki pınar fışkırdı. Her kabile kendi su içeceği yeri bildi. “Allah’ın rızkından yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın” (dedik).

61

وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ נَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ וָاحِدٍ فَادْعُ لَنَا רַבَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُנְבِתُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَעَدَسِهَا وَבَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪י هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪י هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا מِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَבَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ כּَانُوا يَכْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّבِيّ۪ينَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا עَصَوْا وَכּَانُوا يَعْتَدُونَ

Ve iz kultum yâ mûsâ len nasbire alâ taâmin vâhıdin fed’u lenâ rabbeke yuhric lenâ mimmâ tunbitulardu min baklihâ ve kıssâihâ ve fûmihâ ve adesihâ ve basalihâ, kâle e testebdilûnellezî huve ednâ billezî huve hayr(un), ihbitû mısran fe inne lekum mâ seeltum, ve duribet aleyhimuz zilletu vel meskenetu ve bâû bi gadabin minallâh(i), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayril hakk(ı), zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(e).

Hani siz, “Ey Mûsâ! Tek çeşit yemeğe asla katlanamayız. Bizim için Rabbine dua et de, bize yeryüzünün bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın” demiştiniz. O da, “Daha hayırlı olanı, daha değersiz olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? O halde bir şehre inin, istediğiniz orada vardır” demişti. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu ve Allah’ın gazabına uğradılar. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri sebebiyledir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir.

62

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـ۪ٔينَ مَنْ اٰמَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَעَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ רַבِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْזَنُونَ

İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ves sâbiîne men âmene billâhi vel yevmil âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(e).

Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sâbiîlerden kim Allah’a ve ahiret gününe inanır ve sâlih amel işlerse, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara ne bir korku vardır, ne de onlar üzüleceklerdir.

63

وَاِذْ اَخَذْنَا מ۪يثَاقَكُمْ وَרَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا מَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ לَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr(a), huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi leallekum tettekûn(e).

Hani sizden sağlam bir söz almış ve Tûr’u üzerinize kaldırmıştık. “Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekini hatırlayın ki sakınasınız” (demiştik).

64

ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۚ فَلَوْלَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَרَحْمَتُهُ לَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

Summe tevelleytum min ba’di zâlik(e), fe levlâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu le kuntum minel hâsirîn(e).

Sonra bunun ardından yüz çevirdiniz. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, mutlaka hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.

65

وَلَقَدْ עَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّבْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا קِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ

Ve lekad alimtumullezîna’tedev minkum fîs sebti fe kulnâ lehum kûnû kıradeten hâsiîn(e).

Andolsun, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri biliyorsunuz. Onlara “Aşağılık maymunlar olun!” dedik.

66

فَجَعَلْنَاهَا נَكَالًا לِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَמَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ

Fe cealnâhâ nekâlen li mâ beyne yedeyhâ ve mâ halfehâ ve mev’ızaten lil muttakîn(e).

Bunu, hem o zamanda yaşayanlara, hem de sonradan gelenlere bir ibret ve takva sahipleri için bir öğüt kıldık.

67

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى לِقَوْمِه۪ٓ اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةًۜ قَالُٓوا اَتَتَّخِذُنَا هُזُوًاۜ قَالَ اَعُوذُ بِاللّٰهِ اَنْ اَכُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ

Ve iz kâle mûsâ li kavmihî innallâhe ye’murukum en tezbehû bakarah(tan), kâlû e tettehızunâ huzuvâ(en), kâle eûzu billâhi en ekûne minel câhilîn(e).

Hani Mûsâ kavmine, “Allah size bir inek kesmenizi emrediyor” demişti. Onlar, “Bizimle alay mı ediyorsun?” dediler. O da, “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” dedi.

68

قَالُوا ادْعُ لَنَا רַבَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۜ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا בَقَرَةٌ لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌۜ عَוَانٌ بَيْنَ ذٰلِكَۜ فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ

Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ hiy(e), kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun lâ fâridun ve lâ bikr(un), avânun beyne zâlik(e), fef’alû mâ tu’merûn(e).

“Bizim için Rabbine dua et de, onun ne olduğunu bize açıklasın” dediler. (Mûsâ) “O diyor ki: O, ne yaşlı ne de genç, ikisi arasında orta yaşlı bir inektir. Size emredileni yapın” dedi.

69

قَالُوا ادْعُ لَنَا רַבَّكَ يُבَيِّنْ لَنَا مَا لَوْנُهَاۜ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَٓاءُۙ فَاقِعٌ لَوْנُهَا تَسُرُّ النَّاظِر۪ينَ

Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ levnuhâ, kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun safrâu, fâkiun levnuhâ tesurrun nâzırîn(e).

“Bizim için Rabbine dua et de, onun renginin ne olduğunu bize açıklasın” dediler. (Mûsâ) “O diyor ki: O, bakanların içini açan, parlak sarı renkli bir inektir” dedi.

70

قَالُوا ادْعُ لَنَا רַבَّكَ يُבَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۙ اِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَاۜ وَاِنَّٓا اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ לَمُهْتَدُونَ

Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ hiye innel bakara teşâbehe aleynâ, ve innâ in şâallâhu le muhtedûn(e).

“Bizim için Rabbine dua et de, onun ne olduğunu bize (daha iyi) açıklasın. Çünkü inekler bize birbirine benzer geldi. Ve biz, inşallah, doğru yolu bulanlardan oluruz” dediler.

71

قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُث۪ירُ الْاَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَۚ مُسَلَّمَةٌ لَا شِيَةَ ف۪يهَاۜ قَالُوا الْـٰٔنَ جِئْتَ بِالْحَقِّۜ فَذَبَحُوهَا وَמَا כּَادُوا يَفْعَلُونَ

Kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun lâ zelûlun tusîrul arda ve lâ teskıl hars(e), musellemetun lâ şiyete fîhâ, kâlûl’âne ci’te bil hakk(ı), fe zebehûhâ ve mâ kâdû yef’alûn(e).

(Mûsâ) dedi ki: “O diyor ki: O, boyunduruk altına alınmamış, tarla sürmeyen, ekin sulamayan, kusursuz, alacasız bir inektir.” “İşte şimdi gerçeği getirdin” dediler. Ve onu (bulup) kestiler. Neredeyse yapmayacaklardı.

72

وَاِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادّٰרَأْتُمْ ف۪يهَاۜ وَاللّٰهُ مُخْرِجٌ مَا כּُنْتُمْ تَكْتُمُونَ

Ve iz kateltum nefsen feddâre’tum fîhâ, vallâhu muhricun mâ kuntum tektumûn(e).

Hani siz bir cana kıymış, sonra da o konuda birbirinizle çekişmiştiniz. Allah ise, sizin gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkarıcıdır.

73

فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَاۜ כּَذٰلِكَ يُحْيِ اللّٰهُ الْمَوْתٰى وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

Fe kulnadribûhu bi ba’dıhâ, kezâlike yuhyîllâhul mevtâ ve yurîkum âyâtihî leallekum ta’kılûn(e).

“Ona (cesede), onun (ineğin) bir parçasıyla vurun” dedik. İşte Allah, ölüleri böyle diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size âyetlerini gösterir.

74

ثُمَّ קَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ בַּعْدِ ذٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْוَةًۜ وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ לَمَا يَتَفَجَّרُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَשׁَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُۜ وَاِنَّ مِنْهَا לَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَמَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ עַמَّا تَعْمَلُونَ

Summe kaset kulûbukum min ba’di zâlike fe hiye kel hıcâreti ev eşeddu kasveh(ten), ve inne minel hıcâreti lemâ yetefecceru minhul enhâr(u), ve inne minhâ lemâ yeşşakkaku fe yahrucu minhul mâu, ve inne minhâ lemâyehbitu min haşyetillâh(i), ve mallâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(e).

Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı da taş gibi, hatta daha da katı oldu. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi var ki, yarılır da içinden su çıkar. Öylesi de var ki, Allah korkusundan yuvarlanır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

75

اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا לَكُمْ وَقَدْ כָּןَ فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَسْمَعُونَ כּَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَا עَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

E fe tatmeûne en yu’minû lekum ve kad kâne ferîkun minhum yesmeûne kelâmallâhi summe yuharrifûnehu min ba’di mâ akalûhu ve hum ya’lemûn(e).

Şimdi siz, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir grup vardı ki, Allah’ın kelamını işitirler, sonra onu anladıktan sonra, bile bile tahrif ederlerdi.

76

وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰמَنَّا وَاِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ قَالُٓوا اَتُحَدِّثُونَهُمْ בِمَا فَتَحَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ לِيُحَٓاجُّوكُمْ بِه۪ عِنْدَ רַבِّكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halâ ba’duhum ilâ ba’din kâlû e tuhaddisûnehum bimâ fetehallâhu aleykum li yuhâccûkum bihî inde rabbikum, e fe lâ ta’kılûn(e).

İnananlarla karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Birbirleriyle baş başa kaldıkları zaman ise, “Rabbinizin huzurunda size karşı delil olarak kullansınlar diye mi, Allah’ın size açtığı şeyleri onlara anlatıyorsunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” derler.

77

اَوَلَا يَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَמَا يُعْلِنُونَ

E ve lâ ya’lemûne ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(e).

Bilmezler mi ki, Allah onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir?

78

وَمِنْهُمْ اُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ اِلَّٓا اَمَانِيَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(e).

Onlardan bir kısmı da ümmîdirler. Kitabı bilmezler. Onların bildiği sadece kuruntulardır ve onlar sadece zanda bulunurlar.

79

فَوَيْلٌ לِلَّذ۪ينَ يَكْتُبُونَ الْكِתَابَ بِاَيْד۪يهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هٰذَا مِنْ עِنْدِ اللّٰهِ لِيَشْتَرُوا بِه۪ ثَمَنًا קَل۪ילًاۜ فَוَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا כּَتَبَتْ اَيْד۪يهِمْ وَוَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا يَكْسِبُونَ

Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(en), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(e).

Yazıklar olsun o kimselere ki, kitabı kendi elleriyle yazarlar da, sonra az bir değere satmak için, “Bu Allah katındandır” derler. Yazıklar olsun onlara, ellerinin yazdığından dolayı! Yazıklar olsun onlara, kazandıklarından dolayı!

80

وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّנَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا מَعْدُودَةًۜ قُلْ اَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللّٰهِ عَهْدًا فَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ עَهْدَهُٓ اَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ten), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(e).

“Ateş bize, sayılı birkaç günden başka asla dokunmayacak” dediler. De ki: “Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden asla dönmez- yoksa Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?”

81

بَلٰى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَاَحَاطَتْ بِه۪ خَط۪ٓيـَٔتُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(i), hum fîhâ hâlidûn(e).

Hayır! Kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, işte onlar cehennemliklerin ta kendileridir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

82

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَעَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ulâike ashâbul cenneh(ti), hum fîhâ hâlidûn(e).

İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, onlar cennetliklerin ta kendileridir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

83

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ בَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ وَبِالْוָالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰתُوا הזَّكٰوةَۜ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا קَل۪يلًا مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُעْرِضُونَ

Ve iz ehaznâ mîsâka benî isrâîle lâ ta’budûne illallâhe ve bil vâlideyni ihsânen ve zîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni ve kûlû lin nâsi husnen ve ekîmûs salâte ve âtûz zekât(e), summe tevelleytum illâ kalîlen minkum ve entum mu’ridûn(e).

Hani İsrailoğullarından, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilik edin, insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın ve zekâtı verin” diye sağlam bir söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirdiniz. Siz hâlâ yüz çevirenlerdensiniz.

84

وَاِذْ اَخَذْنَا מ۪يثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ דِمَٓاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ اَنْفُsَكُمْ مِنْ דِيَارِكُمْ ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ

Ve iz ehaznâ mîsâkakum lâ tesfikûne dimâekum ve lâ tuhricûne enfusekum min diyârikum summe akrartum ve entum teşhedûn(e).

Hani sizden, “Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın” diye sağlam bir söz almıştık. Sonra siz de şahitlik ederek bunu kabul etmiştiniz.

85

ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُsَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَر۪يقًا مِنْكُمْ مِنْ דِيَارِهِمْ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْוָانِۜ وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُחَرَّםٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِתَابِ وَتَכْفُرُونَ بِבַעْضٍۚ فَمَا جَזَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِזْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْיَا وَيَوْمَ الْقِيٰמَةِ يُרَدُّونَ اِلٰٓى اَשَدِّ الْعَذَابِۜ وَמَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ עַמَّا تَعْمَلُونَ

Summe entum hâulâi taktulûne enfusekum ve tuhricûne ferîkan minkum min diyârihim, tezâharûne aleyhim bil ismi vel udvân(i), ve in ye’tûkum usârâ tufâdûhum ve huve muharremun aleykum ihrâcuhum, e fe tu’minûne bi ba’dil kitâbi ve tekfurûne bi ba’d(ın), fe mâ cezâu men yef’alu zâlike minkum illâ hizyun fîl hayâtid dunyâ, ve yevmel kıyâmeti yureddûne ilâ eşeddil azâb(i), ve mallâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(e).

Sonra siz o kimselersiniz ki, birbirinizi öldürüyor, içinizden bir grubu yurtlarından çıkarıyor, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşiyorsunuz. Size esir olarak geldiklerinde ise, onları yurtlarından çıkarmak size haram kılınmışken, fidye verip kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

86

اُو۬לٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْיَا بِالْاٰخِرَةِ فَلَا يُخَفَّفُ עَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

Ulâikellezîneşteravul hayâted dunyâ bil âhireti, fe lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunsarûn(e).

İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alanlardır. Onlardan azap hafifletilmez ve onlara yardım da edilmez.

87

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِתَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ בַּعْدِه۪ بِالرُّسُلِ وَاٰتَيْنَا ע۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِרُوحِ الْقُدُسِۜ اَفَكُلَّمَا جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْוٰٓى اَنْفُsُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَر۪يقًا כּَذَّבْتُمْ وَفَر۪يقًا تَقْتُلُونَ

Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsebne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(i), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(e).

Andolsun, biz Mûsâ’ya kitabı verdik ve ondan sonra ardı ardına peygamberler gönderdik. Meryem oğlu Îsâ’ya da apaçık deliller verdik ve onu Rûhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Size ne zaman bir peygamber, nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirse, büyüklük taslamadınız mı? Bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz.

88

وَقَالُوا קُلُובُنَا غُلْفٌۜ بَلْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُfْرِهِمْ فَقَل۪ילًا مَا يُؤْمِنُونَ

Ve kâlû kulûbunâ gulf(un), bel leanehumullâhu bi kufrihim fe kalîlen mâ yu’minûn(e).

“Kalplerimiz perdelidir” dediler. Hayır! Küfürleri sebebiyle Allah onlara lanet etmiştir. Bu yüzden pek azı iman eder.

89

وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ עِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ כּَفَرُواۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا עَرَفُوا כּَفَرُوا بِه۪ۘ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ

Ve lemmâ câehum kitâbun min indillâhi musaddikun limâ meahum ve kânû min kablu yesteftihûne alellezîne keferû, fe lemmâ câehum mâ arafû keferû bih(î), fe la’netullâhi alel kâfirîn(e).

Onlara Allah katından, yanlarındakini doğrulayan bir kitap gelince -ki daha önce inkâr edenlere karşı (bu peygamberle) fetih istiyorlardı- işte o bildikleri (peygamber) onlara gelince, onu inkâr ettiler. Allah’ın laneti kâfirlerin üzerine olsun.

90

بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُsَهُمْ اَنْ يَكْfُرُوا بِمَٓا اَنْזَلَ اللّٰهُ بَغْيًا اَنْ يُנَזِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَשَٓاءُ مِنْ עִבَادِه۪ۚ فَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ

Bi’semeşterev bihî enfusehum en yekfurû bi mâ enzelallâhu bagyen en yunezzilallâhu min fadlihî alâ men yeşâu min ıbâdih(î), fe bâû bi gadabin alâ gadab(in), ve lil kâfirîne azâbun muhîn(un).

Allah’ın, kullarından dilediğine lütfundan (vahiy) indirmesini kıskanarak, Allah’ın indirdiğini inkâr etmeleri karşılığında nefislerini sattıkları şey ne kötüdür! Böylece gazap üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.

91

وَاِذَا ק۪يلَ لَهُمْ اٰמِنُوا بِمَٓا اَنْזَلَ اللّٰهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَٓا اُنْזِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا וَرَٓاءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَهُمْۜ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ اَنْבِيَٓاءَ اللّٰهِ مِنْ קَبْلُ اِنْ כּُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

Ve izâ kîle lehum âminû bi mâ enzelallâhu kâlû nu’minu bi mâ unzile aleynâ ve yekfurûne bi mâ verâehu ve huvel hakku musaddikan limâ meahum, kul fe lime taktulûne enbiyâallâhi min kablu in kuntum mu’minîn(e).

Onlara “Allah’ın indirdiğine inanın” denildiği zaman, “Biz kendimize indirilene inanırız” derler de, ondan sonrasını inkâr ederler. Halbuki o, yanlarındakini doğrulayan bir gerçektir. De ki: “Eğer (gerçekten) inanıyor idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”

92

وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ

Ve lekad câekum mûsâ bil beyyinâti summettehaztumul icle min ba’dihî ve entum zâlimûn(e).

Andolsun, Mûsâ size apaçık deliller getirmişti. Sonra siz onun ardından, zalimler olarak buzağıyı (ilah) edindiniz.

93

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَרَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا מَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ قَالُوا سَمِعْنَا وَעَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا ف۪ي קُلُوبِهِمُ الْעِجْلَ بِكُfْرِهِمْۜ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ اِنْ כּُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr(a), huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vesmeû, kâlû semi’nâ ve asaynâ ve uşribû fî kulûbihimul icle bi kufrihim, kul bi’se mâ ye’murukum bihî îmânukum in kuntum mu’minîn(e).

Hani sizden sağlam bir söz almış ve Tûr’u üzerinize kaldırmıştık. “Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve dinleyin” (demiştik). “İşittik ve isyan ettik” dediler. Küfürleri yüzünden buzağı (sevgisi) kalplerine içirildi. De ki: “Eğer mü’min iseniz, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!”

94

قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ דُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّוُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

Kul in kânet lekumud dârul âhiretu indallâhi hâlisaten min dûnin nâsi fe temennevûl mevte in kuntum sâdikîn(e).

De ki: “Eğer ahiret yurdu, Allah katında, başka insanlara değil de sadece size ait ise ve bu iddianızda doğru iseniz, haydi ölümü temenni edin!”

95

وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا בِمَا قَدَّمَتْ اَيْד۪يهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪יםٌ بِالظَّالِم۪ينَ

Ve len yetemennevhu ebeden bimâ kaddemet eydîhim, vallâhu alîmun biz zâlimîn(e).

Fakat kendi elleriyle işledikleri yüzünden onu (ölümü) asla istemeyeceklerdir. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.

96

وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚۛ وَמِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚۛ يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّרُ اَلْفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُזَحْזِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّרَۜ وَاللّٰهُ بَص۪ירٌ بِمَا يَعْمَلُونَ

Ve le tecidennehum ahrasan nâsi alâ hayâtin, ve minellezîne eşrakû yeveddu ehaduhum lev yuammeru elfe seneh(tin), ve mâ huve bi muzahzihıhî minel azâbi en yuammer(a), vallâhu basîrun bimâ ya’melûn(e).

Andolsun, sen onları, insanların hayata en düşkünü olarak bulursun. Müşriklerden bile. Onlardan her biri bin yıl yaşatılmayı ister. Halbuki uzun yaşatılması, onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah, onların yaptıklarını hakkıyla görendir.

97

قُلْ مَنْ كَانَ עَدُوًّا لِجِبْر۪يلَ فَاِنَّهُ نَזَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ

Kul men kâne aduvven li cibrîle fe innehu nezzelehu alâ kalbike bi iznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve huden ve buşrâ lil mu’minîn(e).

De ki: “Kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izniyle, kendinden öncekileri doğrulayıcı, mü’minler için bir hidayet ve bir müjde olarak onu (Kur’an’ı) senin kalbine indirmiştir.”

98

مَنْ كَانَ עَدُوًّا لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَרُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ עَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ

Men kâne aduvven lillâhi ve melâiketihî ve rusulihî ve cibrîle ve mîkâle fe innallâhe aduvvun lil kâfirîn(e).

Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mîkâil’e düşman ise, şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.

99

وَلَقَدْ اَنْזَلْنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ בَيِّنَاتٍۚ وَמَا يَכْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ

Ve lekad enzelnâ ileyke âyâtin beyyinât(in), ve mâ yekfuru bihâ illel fâsikûn(e).

Andolsun, sana apaçık âyetler indirdik. Onları ancak fâsıklar inkâr eder.

100

اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْدًا נَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

E ve kullemâ âhedû ahden nebezehu ferîkun minhum, bel ekseruhum lâ yu’minûn(e).

Ne zaman bir antlaşma yapsalar, içlerinden bir grup onu bozup atmadı mı? Hayır, onların çoğu iman etmezler.

101

وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۙ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

Ve lemmâ câehum resûlun min ındillâhi musaddikun limâ meahum, nebeze ferîkun mine’l-lezîne ûtûl-kitâbe kitâballâhi verâe zuhûrihim ke ennehum lâ ya’lemûn.

Onlara, Allah katından, yanlarındakini doğrulayan bir peygamber gelince, kendilerine kitap verilenlerden bir grup, sanki bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını arkalarına attılar.

102

وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰانَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاط۪ينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ …

Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki Süleymân. Ve mâ kefera Süleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû, yuallimûnen nâses-sihre. Ve mâ unzile ale’l-melekayni bi Bâbile Hârûte ve Mârût. …

Süleyman’ın mülkü hakkında şeytanların uydurdukları şeylere uydular. Süleyman kâfir olmadı; fakat şeytanlar kâfir oldu. İnsanlara sihri öğretiyorlardı. Babil’de Hârut ve Mârut isimli iki meleğe indirilen şeyleri de öğretiyorlardı. …

103

وَلَوْ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ خَيْرٌۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

Ve lev ennehum âmenû vettekav lemesûbetun min ındillâhi hayr(un), lev kânû ya’lemûn.

Eğer onlar iman edip sakınsalardı, elbette Allah katındaki mükâfat daha hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi!

104

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tekûlû râinâ ve kûlûnzurnâ vesmeû. Velilkâfirîne azâbun elîm.

Ey iman edenler! “Râinâ” demeyin, “Bizi gözet” deyin ve dinleyin! Kâfirlere acıklı bir azap vardır.

105

مَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ

Mâ yeveddullezîne keferû min ehlil-kitâbi ve le’l-muşrikîne en yunezzele aleykum min hayrin min rabbikum. Vallâhu yahtassu bi rahmetihî men yeşâ. Vallâhu zûl-fadlıl azîm.

Kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, size Rabbinizden bir hayır indirilmesini istemezler. Oysa Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf sahibidir.

106

مَا نَنْسَخْ مِنْ اٰيَةٍ اَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَٓا اَوْ مِثْلِهَاۗ اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Mâ nenseh min âyetin ev nunsihâ ne’ti bi hayrin minhâ ev mislühâ. Elem ta’lem enneallâhe alâ kulli şey’in kadîr.

Herhangi bir ayeti nesheder veya unutturursak, ondan daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmiyor musun?

107

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

Elem ta’lem ennallâhe lehu mulkus semâvâti vel ard. Ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr.

Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah’a ait olduğunu ve sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulunmadığını bilmiyor musun?

108

اَمْ تُر۪يدُونَ اَنْ تَسْـَٔلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۚ وَمَنْ يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ

Em turîdûne en tes’elû resûlekum kemâ su’ile Mûsâ min kabl(u). Ve men yetebeddelil-kufre bi’l-îmânî fe kad dalle sevâessebîl.

Yoksa siz de, daha önce Mûsâ’ya sorulduğu gibi, peygamberinize sorular mı sormak istiyorsunuz? Kim imanı inkâra değiştirirse, doğru yoldan sapmış olur.

109

وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَداً مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Vedde kesîrun min ehli’l-kitâbi lev yereddunekum min ba’di îmânikum kuffârâ haseden min ındi enfusihim min ba’di mâ tebyyene lehumul hakk. Fea’fû vasfahû hattâ ye’tiyallâhu bi emrih. İnnallâhe alâ kulli şey’in kadîr.

Kitap ehlinden birçoğu, gerçeği bildikten sonra sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi tekrar inkârcı yapmak ister. Affedin, hoşgörülü olun; Allah emrini getirinceye kadar. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

110

وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

Ve ekîmûs salâte ve âtûz-zekâte. Ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhû ındallâh. İnnallâhe bimâ ta’melûne basîr.

Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için önceden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

111

وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُوداً اَوْ نَصَارٰىۜ تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

Ve kâlû len yedhule’l-cennete illâ men kâne hûden ev nasârâ. Tilke emâniyyuhum. Kul hâtu burhânekum in kuntum sâdikîn.

“Yalnızca Yahudi veya Hristiyan olanlar cennete girecek” dediler. Bu, onların kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru sözlü iseniz delilinizi getirin!”

112

بَلٰىۚ مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

Belâ! Men esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun fe lehu ecruhû ınde rabbihî. Ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn.

Hayır! Kim Allah’a yönelerek güzel işler yaparsa, onun Rabbi katında ödülü vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

113

وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۙ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۘ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۘ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

Ve kâletil-yehûdu leysetin-nasârâ alâ şey. Ve kâletin-nasârâ leysetil-yehûdu alâ şey. Ve hum yetlûnel-kitâb. Kezâlike kâlellezîne lâ ya’lemûne misle kavlihim. Fellâhu yahkumu beynehum yevmel-kıyâmeti fî mâ kânû fîhi yahtelifûn.

Yahudiler, “Hristiyanlar bir şey üzerinde değiller” dediler. Hristiyanlar da, “Yahudiler bir şey üzerinde değiller” dediler. Oysa her ikisi de kitabı okuyor. Bilmeyenler de onların söylediği gibi söz söylediler. Allah, kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.

114

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ اُولٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۚ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ

Ve men azlemu mimmen menea mesâcidallâhi en yuzkere fîhesmuhû ve seâ fî harâbihâ. Ulâike mâ kâne lehum en yedhulûhâ illâ hâifîn. Lehum fî’d-dünyâ hızyun ve lehum fî’l-âhireti azâb(un) azîm.

Allah’ın mescitlerinde O’nun adının anılmasını engelleyen ve oraların harap olması için çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Onlara dünyada rezillik, ahirette ise büyük azap vardır.

115

وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُۚ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ

Ve lillâhi’l-meşriku ve’l-mağrib. Fe eyne mâ tuvellû fe semme vechullâh. İnnallâhe vâsiun alîm.

Doğu da batı da Allah’ındır. O halde nereye yönelirseniz yönelin, Allah’ın yüzü oradadır. Şüphesiz Allah, her şeyi kuşatandır, bilendir.

116

وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۜ سُبْحَانَهُۜ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ

Ve kâluttehazallâhu veledâ. Subhânehu. Bel lehu mâ fis semâvâti ve’l-ard. Kullun lehu kânitûn.

“Allah bir çocuk edindi” dediler. O, bundan münezzehtir! Göklerde ve yerde olan her şey O’nundur; hepsi O’na boyun eğmiştir.

117

بَدِيعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَاِذَا قَضٰى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Bedî’us semâvâti ve’l-ard. Ve izâ kadâ emran fe innemâ yekûlu lehu kun feyekûn.

O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işi dilediğinde ona sadece “Ol!” der, o da hemen oluverir.

118

وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۗ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْۘ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۘ قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

Ve kâle’l-lezîne lâ ya’lemûne lev lâ yukellimunallâhu ev te’tînâ âyeh. Kezâlike kâle’l-lezîne min kablihim misle kavlihim. Teşâbehât kulûbuhum. Kad beyyennâl-âyâti li kavmin yûkinûn.

Bilmeyenler, “Allah bizimle konuşsa ya da bize bir mucize gelse ya!” dediler. Onlardan öncekiler de bunlara benzer sözler söylediler. Kalpleri birbirine benzemiştir. Biz ayetleri kesin bilgiyle inanan bir topluma açıkça anlattık.

119

اِنَّا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يراً وَنَذ۪يراًۚ وَلَا تُسْـَٔلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ

İnnâ erselnâke bil-hakkı beşîran ve nezîrâ. Ve lâ tus’elu an ashâbi’l-cehîm.

Şüphesiz biz seni, müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.

120

وَلَنْ تَرْضٰى عَنكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

Ve len tardâ anke’l-yehûdu ve le’n-nasârâ hattâ tettebi’a milletuhum. Kul inne hudâllâhi huve’l-hudâ. Ve leinitteba’te ehvâehum ba’de’l-lezî câeke mine’l-ilm(i), mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr.

Yahudiler de Hristiyanlar da, sen onların dinine uymadıkça senden asla hoşnut olmazlar. De ki: “Doğru yol, yalnızca Allah’ın yoludur.” Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.

121

الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۚ اُو۫لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۫لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

Ellezîne âteynâhumul kitâbe yetlûnehû hakka tilâvetih. Ulâike yu’minûne bih. Ve men yekfur bihî feulâike humul hâsirûn.

Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu hakkıyla okurlar. İşte onlar ona gerçekten inanırlar. Kim de onu inkâr ederse, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

122

يَابَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ

Yâ benî isrâîl ezkurû ni’metiyellezî en’amtu aleykum ve ennî faddaltukum alel âlemîn.

Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi âlemler üzerine üstün kıldığımı hatırlayın.

123

وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـٔاً وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en, ve lâ yukbelu minhâ adlun ve lâ tenfeuhâ şefâ’atun ve lâ hum yunsarûn.

Hiçbir kimsenin bir başkasına hiçbir faydasının olmayacağı, kimseden fidyenin kabul edilmeyeceği, kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve yardım olunmayacakları günden sakının.

124

وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَاماًۜ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۚ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ

Ve izibtele İbrâhîme rabbuhû bi kelimâtin fe etemmehûn. Kâle innî câiluke linnâsi imâmâ. Kâle ve min zurriyyetî. Kâle lâ yenâlu ahdîz zâlimîn.

Rabbi İbrâhim’i bazı sözlerle sınamıştı. O da onları tam olarak yerine getirince, Allah buyurdu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrâhim, “Soyumdan da (önder yapar mısın?)” dedi. Allah, “Zalimler ahdime erişemez” buyurdu.

125

وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَ اَمْنًاۖ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۖ وَعَهِدْنَا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَ اِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ

Ve iz ce’alnâl-beyte mesâbeten lin-nâsi ve emnâ. Vettehizû min mekâmi İbrâhîme musallâ. Ve ahidnâ ilâ İbrâhîme ve İsmâ’île en tahhirâ beytiye littâifîne ve’l-âkifîne ve’r-rukka’i’s-sücûd.

Biz Kâbe’yi insanlar için bir sevap kazanma ve güven yeri yaptık. İbrâhim’in makamını namazgah edinin. İbrâhim ve İsmail’e, “Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için evimi tertemiz tutun” diye emretmiştik.

126

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَدًا اٰمِنًا وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَاُمَتِّعُهُ قَل۪يلًا ثُمَّ اَضْطَرُّهُ اِلٰى عَذَابِ النَّارِۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

Ve iz kâle İbrâhîmu rabbi’c’al hâzâ beledâ âminen verzuk ehlehu mine’s-semârâti men âmene minhum billâhi ve’l-yevmi’l-âhir. Kâle ve men kefera fe umetti’uhû kalîlâ, summe’zdarruhû ilâ azâbi’n-nâr. Ve bi’sel-masîr.

İbrâhim, “Rabbim! Burasını güvenli bir şehir kıl ve halkından Allah’a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle rızıklandır” dedi. Allah, “İnkâr edeni de az bir süre rızıklandırırım, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Orası ne kötü bir varış yeridir!” dedi.

127

وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰه۪يمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَ اِسْمٰع۪يلُۙ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّاۜ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

Ve iz yerfe’u İbrâhîmul-kavâide minel-beyti ve İsmâ’îl. Rabbenâ tekabbel minnâ, inneke ente’s-semî’ul-alîm.

İbrâhim ve İsmail, Kâbe’nin temellerini yükseltirken, “Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur. Şüphesiz ki sen her şeyi işiten, hakkıyla bilensin” dediler.

128

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ وَ اَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَٓاۚ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

Rabbenâ’c’alnâ muslimeyni leke ve min zurriyyetinâ ummeten muslimeten lek. Ve erinâ menâsikenâ ve tüb aleynâ. İnneke ente’t-Tevvâbu’r-Rahîm.

Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim olan bir ümmet çıkar. Bize ibadet yerlerimizi göster, tövbemizi kabul et. Şüphesiz sen tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olansın.

129

رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَك۪يمُ

Rabbenâ veb’as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtik, ve yu’allimuhumul-kitâbe ve’l-hikmete ve yuzekkîhim. İnneke ente’l-Azîzu’l-Hakîm.

Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini okuyan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten ve onları arındıran bir peygamber gönder. Şüphesiz ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.

130

وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ اِبْرٰه۪يمَ اِلَّا مَنْ سَفِهَ نَفْسَهُۜ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَاۖ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ

Ve men yergabu an milleti İbrâhîme illâ men sefihe nefsâh. Ve lekadis-tafeynâhû fî’d-dünyâ. Ve innehû fi’l-âhireti lemine’s-sâlihîn.

İbrâhim’in dininden, ancak akılsız olan kimse yüz çevirir. Biz onu dünyada seçtik. O, ahirette de şüphesiz salihlerdendir.

131

اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ اَسْلِمْۜ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ

İz kâle lehu rabbuhû eslim. Kâle eslemtu li rabbil âlemîn.

Rabbi ona, “Teslim ol!” demişti. O da “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti.

132

وَوَصّٰى بِهَٓا اِبْرٰه۪يمُ بَن۪يهِ وَيَعْقُوبُۜ يَابَن۪يَّ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّ۪ينَ فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

Ve vassâ bihâ İbrâhîmu benîhi ve Ya’kûb. Yâ beniyye innallâhastafâ lekumud-dîne fe lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn.

İbrâhim de, Yakub da bunu çocuklarına vasiyet etti: “Ey evlatlarım! Allah sizin için bu dini seçti. Öyleyse yalnızca Müslümanlar olarak can verin!”

133

اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهًا وَاحِدًا وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ

Em kuntum şuhedâe iz hazara Ya’kûbe’l-mevt, iz kâle li benîhi mâ ta’budûne min ba’dî? Kâlû na’budu ilâheke ve ilâhe âbâike İbrâhîme ve İsmâîle ve İshâka ilâhen vâhiden ve nahnu lehu muslimûn.

Yoksa Yakub’a ölüm geldiği zaman orada mıydınız? O zaman oğullarına, “Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?” demişti. Onlar da, “Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahına -bir tek ilaha- kulluk edeceğiz. Biz yalnız ona teslim olanlarız” dediler.

134

تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۜ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Tilke ummetun kad halet. Lehâ mâ kesebet ve lekum mâ kesebtum. Ve lâ tus’elûne ammâ kânû ya’melûn.

Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulmazsınız.

135

وَقَالُوا كُونُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰى تَهْتَدُواۜ قُلْ بَلْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

Ve kâlû kûnû hûden ev nasârâ tehtedû. Kul bel millete İbrâhîme hanîfâ. Ve mâ kâne minel-muşrikîn.

“Yahudi veya Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” dediler. De ki: “Hayır! (Biz) Allah’ı birleyen ve müşriklerden olmayan İbrahim’in dinine uyarız.”

136

قُولُوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُوتِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَمَٓا اُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۚ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۚ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ

Kûlû âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile ilâ İbrâhîme ve İsmâîle ve İshâka ve Ya’kûbe ve’l-esbât. Ve mâ ûtiye Mûsâ ve ‘Îsâ ve mâ ûtiyen-nebiyûne min rabbihim. Lâ nuferriḳu beyne ehadin minhum. Ve nahnu lehu muslimûn.

Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlara indirilenlere, Musa’ya, İsa’ya ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onlar arasında hiçbir ayrım yapmayız. Biz yalnızca O’na teslim olanlarız.”

137

فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِه۪ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ فَسَيَكْفِيكَهُمُ اللّٰهُۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

Fe in âmenû bimislî mâ âmentum bihî fe kadihtedev. Ve in tevellev fe innemâ hum fî şikâḳ. Fese yekfîkehumu’llâh. Ve huve’s-Semîu’l-Alîm.

Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar. Yok eğer yüz çevirirlerse, onlar ancak bir ayrılık içindedirler. Allah, onlara karşı sana yeter. O işitendir, bilendir.

138

صِبْغَةَ اللّٰهِۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ صِبْغَةًۜ وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ

Sıbğatallâh. Ve men ahsenu minallâhi sıbğah. Ve nahnu lehu âbidûn.

Allah’ın boyasıyla boyandık. Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Biz yalnız O’na kulluk ederiz.

139

قُلْ اَتُحَاجُّونَنَا فِي اللّٰهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۚ وَلَنَا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَ

Kul etuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum. Ve lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum. Ve nahnu lehu muhlisûn.

De ki: “Siz Allah hakkında bizimle mi tartışıyorsunuz? O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Biz yalnız O’na gönülden bağlıyız.”

140

اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

Em tekûlûne inne İbrâhîme ve İsmâîle ve İshâka ve Ya’kûbe ve’l-esbâta kânû hûden ev nasârâ. Kul e entum a’lemu emi’llâh. Ve men azlemu mimmen keteme şehâdenten ındehû mine’llâh. Ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn.

Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının Yahudi veya Hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: “Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah’tan elinde şahitlik olduğu hâlde bunu gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

141

تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Tilke ummetun kad halet. Lehâ mâ kesebet ve lekum mâ kesebtum. Ve lâ tus’elûne ammâ kânû ya’melûn.

Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulmazsınız.

142

سَيَقُولُ السُّفَهَٓاءُ مِنَ النَّاسِ مَا وَلَّاهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّت۪ي كَانُوا عَلَيْهَاۜ قُلْ لِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُۚ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Seyekûlus-süfehâu mine’n-nâsi mâ vellâhum an kıbletihimul-leti kânû aleyhâ. Kul lillâhi’l-meşriku ve’l-mağrib. Yehdî men yeşâü ilâ sırâtin mustekîm.

Aklı ermez kişiler, “Onları, daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da batı da Allah’ındır. O, dilediğini dosdoğru yola iletir.”

143

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ وَ اِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۚ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

Ve kezâlike cealnâkum ummeten vasatâ li tekûnû şühedâe alen-nâsi ve yekûner-Resûlu aleykum şehîdâ. Ve mâ cealnâl-kıbletelletî kunte aleyhâ illâ li na’leme men yettebiur-Resûle mimmen yenkalibu alâ akıbeyh. Ve in kânet le kebîraten illâ ale’l-lezîne hedâllâh. Ve mâ kânallâhu li yudîa îmânekum. İnnallâhe bi’n-nâsi le Raûfun Rahîm.

Böylece sizi, insanlar üzerine şahitlik eden orta bir ümmet kıldık. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Önceden yöneldiğin kıbleyi değiştirmemiz, kimin Peygambere uyacağını ve kimin geri döneceğini belirlemek içindi. Bu, Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimseler dışındakilere ağır gelir. Allah, imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah insanlara karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir.

144

قَدْ نَرٰى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَٓاءِۚ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضٰىهَاۜ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۚ وَ اِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ

Kad nerâ tekallube vechike fis-semâ. Fe le nuvelliyenneke kıbleten tardâhâ. Fe velli vecheke şatral-Mescidil-Harâm. Ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah. Ve innellezîne ûtul-kitâbe le ya’lemûne ennehu’l-hakku min rabbihim. Ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn.

Biz yüzünün göğe doğru çevrildiğini görüyoruz. Seni hoşnut olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. O halde yüzünü Mescid-i Haram’a çevir. Siz de nerede olursanız olun yüzünüzü o yöne çevirin. Kendilerine kitap verilenler, onun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Allah, onların yaptıklarından gafil değildir.

145

وَلَئِنْ اَتَيْتَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ اٰيَةٍ مَا تَبِعُوا قِبْلَتَكَۚ وَمَٓا اَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْۚ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍۚ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ اِنَّكَ اِذًا لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ

Ve lein eteytellezîne ûtul-kitâbe bi kulli âyetin mâ tebiû kıbletek. Ve mâ ente bi tâbi’in kıbletehum. Ve mâ ba’duhum bi tâbi’in kıblete ba’d. Ve le initteba’te ehvâehum min ba’di mâ câeke minel-ilm, inneke izen le minaz-zâlimîn.

Kendilerine kitap verilenlere her türlü delili getirsen bile, senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uymazsın. Onlar da birbirlerinin kıblesine uymaz. Eğer sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyarsan, o zaman sen de zalimlerden olursun.

146

الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

Ellezîne âteynâhumul-kitâbe ya’rifûnehû kemâ ya’rifûne ebnâehum. Ve inne ferîkan minhum le yektumûnel-hakka ve hum ya’lemûn.

Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu, kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler.

147

اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ

El-hakku min rabbik, fe lâ tekûnenne minel-mumterîn.

Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyleyse sakın şüphe edenlerden olma.

148

وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّ۪يهَاۜ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمُ اللّٰهُ جَم۪يعًاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Ve likullin vichatun huve muvelliyehâ. Festebikûl-hayrât. Eynemâ tekûnû ye’ti bikumu’llâhu cemî’â. İnnallâhe alâ kulli şey’in kadîr.

Herkesin yöneldiği bir yön vardır. O halde hayırlarda yarışın! Nerede olursanız olun, Allah sizi bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

149

وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۚ وَاِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَۚ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

Ve min haysu harecte fe velli vecheke şatral-Mescidil-Harâm. Ve innehû le’l-hakku min rabbik. Ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn.

Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram’a çevir. Bu, Rabbinden gelen kesin bir gerçektir. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

150

وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۚ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۚ وَلِاُتِمَّ نِعْمَت۪ي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Ve min haysu harecte fe velli vecheke şatral-Mescidil-Harâm. Ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah. Liellâ yekûne li’n-nâsi aleykum huccetun illallezîne zalemû minhum, fe lâ tahşevhum vahşevnî. Ve liutimme ni’metî aleykum ve leallekum tehtedûn.

Nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olursanız olun, yüzlerinizi o yöne çevirin ki, içlerinden zulmedenler hariç insanların size karşı bir delili olmasın. Onlardan korkmayın, Benden korkun. Ta ki size olan nimetimi tamamlayayım ve hidayete eresiniz.

151

كَمَآ اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولاً مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ

Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmeh, ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn.

Tıpkı size, ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size Kitap ve hikmeti öğreten, bilmediklerinizi de öğreten içinizden bir elçi gönderdiğimiz gibi.

152

فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ

Fezkurûnî ezkurkum, ve’şkurû lî ve lâ tekfurûn.

Öyleyse siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.

153

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû ista’înû bi’s-sabri ve’s-salâh. İnneallâhe meassâbirîn.

Ey iman edenler! Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.

154

وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ

Ve lâ tekûlû limen yuktelu fî sebîlillâhi emvât, bel ahyâun ve lâkin lâ teş’urûn.

Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler; fakat siz bunu bilemezsiniz.

155

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَ

Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cû’i ve naksin minel emvâli vel enfusi ve’s-semârât. Ve beşşiri’s-sâbirîn.

Andolsun, sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.

156

الَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

Ellezîne izâ esâbet-hum musîbetun kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.

Onlar ki, başlarına bir musibet geldiğinde, “Biz Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.

157

اُو۫لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌۜ وَاُو۫لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ

Ulâike aleyhim salevâtun min rabbihim ve rahmeh. Ve ulâike humu’l-muhtedûn.

İşte Rablerinden bağışlanma ve rahmet onlaradır. Doğru yola erişenler de onlardır.

158

اِنَّ الصَّفٰى وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاۚ وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ

İnne’s-safâ ve’l-Mervete min şeâ’irillâh. Fe men haccel-beyte ev i’tamera fe lâ cunâha aleyhi en yettevvefe bihimâ. Ve men tetavva’a hayran fe innallâhe şâkirun alîm.

Şüphesiz Safâ ile Merve Allah’ın sembollerindendir. Kim hac veya umre yaparken onlara tavaf ederse, bunda bir sakınca yoktur. Kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa, bilsin ki Allah şükrün karşılığını verir ve her şeyi bilir.

159

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنّٰهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۫لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ

İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti ve’l-hudâ min ba’di mâ beyyennâhu li’n-nâsi fîl-kitâb. Ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumu’l-lâinûn.

İndirdiğimiz açık delilleri ve doğru yolu Kitap’ta insanlara açıkladıktan sonra gizleyenleri, Allah da lanetler, bütün lanet edenler de lanetler.

160

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۫لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۜ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

İllellezîne tâbû ve aslahû ve beyyenû fe ulâike etûbu aleyhim. Ve ene’t-Tevvâbu’r-Rahîm.

Ancak tevbe edip hallerini düzelten ve gerçeği açıklayanlar müstesna. Ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben çok tevbe kabul edenim, merhametliyim.

161

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُو۫لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ

İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffâr(un), ulâike aleyhim le‘netullâhi ve’l-melâiketi ve’n-nâsi ecmaîn.

Şüphesiz inkâr edenler ve kâfir olarak ölenler var ya, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerinedir.

162

خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ

Hâlidîne fîhâ, lâ yukhaffefu anhumul-azâbu ve lâ hum yunzarûn.

Onlar orada ebedi kalacaklardır. Azap onlardan hafifletilmez ve kendilerine süre tanınmaz.

163

وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ

Ve ilâhukum ilâhun vâhid. Lâ ilâhe illâ huve’r-Rahmânu’r-Rahîm.

Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.

164

اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّت۪ي تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۙ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

İnne fî halkis-semâvâti ve’l-ard, va’htilâfi’l-leylî ve’n-nehâr, ve’l-fulkilletî tecrî fî’l-bahri bimâ yenfeun-nâs, ve mâ enzelallâhu mine’s-semâi min mâin fe ahyâ bihil-arda ba’de mevtihâ, ve beşşe fîhâ min kulli dâbbeh, ve tasrîfir-riyâhi ve’s-sehâbi’l-musehhari beyne’s-semâi ve’l-ard, leâyâtin li kavmin ya‘kilûn.

Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlar için faydalı şeylerle denizde hareket eden gemilerde, Allah’ın gökten bir su indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve orada her türlü canlıyı yaymasında, rüzgârları yönlendirmesinde ve gökle yer arasında emre amade edilmiş bulutlarda aklını kullanan bir topluluk için elbette ibretler vardır.

165

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ آمَنُوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَمِيعًا وَأَنَّ اللّٰهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ

Ve minen-nâsi men yettehizu min dûnillâhi endâden yuhibbûnehum ke hubbillâh. Vellezîne âmenû eşeddü hubben lillâh. Ve lev yerâllezîne zalemû iz yeravne’l-azâbe enne’l-kuvvete lillâhi cemî‘â, ve enne’llâhe şedîdü’l-azâb.

İnsanlardan bazıları Allah’tan başka varlıkları O’na eş tutar ve onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise Allah’ı her şeyden çok severler. Zulmedenler azabı gördüklerinde bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu keşke görebilselerdi!

166

اِذْ تَبَرَّأَ الَّذ۪ينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ

İz teberreellezîne’t-tubi’û minellezîne’t-tebe’û ve reevu’l-azâbe ve tekatta’at bihimü’l-esbâb.

(Kıyamet gününde) uyulanlar, kendilerine uyanlardan uzak duracak, azabı görecekler ve aralarındaki bütün bağlar kopacaktır.

167

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّاۜ كَذٰلِكَ يُر۪يهِمُ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْۚ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنَ النَّارِ

Ve kâlellezîne’t-tebe’û lev enne lenâ kerreten fe neteberrae minhum kemâ teberreû minnâ. Kezâlike yurîhimullâhu a‘mâlehum haserâti’n aleyhim. Ve mâ hum bi hâricîne mine’n-nâr.

Kendilerine uyanlar, “Keşke bizim de (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da, onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak” derler. İşte böylece Allah onlara yaptıklarını pişmanlıkla gösterecek, onlar da ateşten çıkamayacaklardır.

168

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًا وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

Yâ eyyuhen-nâsu kulû mimmâ fi’l-ardi halâlen tayyibâ, ve lâ tettebi’û hutuvâti’ş-şeytân, innehu lekum aduvvun mubîn.

Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz şeylerden yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.

169

اِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّٓوءِ وَالْفَحْشَٓاءِ وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

İnnemâ ye’murukum bi’s-sû’i ve’l-fahşâi ve en tekûlû alallâhi mâ lâ ta‘lemûn.

Size ancak kötülüğü, çirkinliği ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.

170

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَٓاۘ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Ve izâ kîle lehumu’t-tebi’û mâ enzelallâh, kâlû bel nettebi’u mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ. Ev e velev kâne âbâuhum lâ ya‘kilûne şey’en ve lâ yehtedûn.

Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde, “Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” derler. Ya ataları hiçbir şey anlamamış ve doğru yolu bulamamış idiyseler de mi?

171

وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ

Ve meselullezîne keferû ke meselillezî yen’iqu bimâ lâ yesmeu illâ duâen ve nidâen. Summun bukmun umyun fe hum lâ ya’kilûn.

İnkâr edenlerin durumu, sadece çağrıyı ve seslenişi işiten (hayvanlara) bağıran çobanın durumu gibidir. Onlar sağırdır, dilsizdir, kördür; bu yüzden akıl erdiremezler.

172

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ آمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû kulû min tayyibâti mâ razaknâkum, ve’şkurû lillâh in kuntum iyyâhu ta’budûn.

Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz ve helâl olanlarından yiyin. Eğer yalnızca Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.

173

اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنزِيرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَآ اِثْمَ عَلَيْه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

İnnemâ harreme aleykumul-meytete ved-deme ve lahmel-hınzîr, ve mâ uhille liğayrillâhi bihî. Fe menı’d-turra gayra bâğin ve lâ âd, fe lâ ism(a) aleyh. İnneallâhe gafûrun rahîm.

Size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olanı haram kıldı. Kim bunlardan yemek zorunda kalırsa –başkasının hakkına saldırmaksızın ve sınırı aşmaksızın– ona günah yoktur. Şüphesiz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

174

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۙ اُو۫لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَۜ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۜ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

İnnellezîne yektumûne mâ enzellallâhu minel-kitâbi ve yeşterûne bihî semenen kalîlâ, ulâike mâ ye’kulûne fî butûnihim illâ’n-nâr. Ve lâ yukellimuhumullâhu yevme’l-kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim, ve lehum azâbun elîm.

Allah’ın Kitap’tan indirdiği şeyleri gizleyen ve onu az bir değer karşılığında satanlar, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için elem verici bir azap vardır.

175

اُو۫لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۜ فَمَا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ

Ulâikellezîne’ş-terevu’d-dalâlete bil-hudâ, ve’l-azâbe bil-mağfireh. Fe mâ asbarahum ale’n-nâr.

İşte onlar, hidayeti bırakıp sapıklığı, bağışlanma yerine azabı satın alanlardır. Ateşe karşı ne kadar dayanıklılar(!)

176

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّۜ وَ اِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ

Zâlike bi enneallâhe nezzele’l-kitâbe bil-hakk. Ve innellezîne’htelefû fîl-kitâbi le fî şikâkin ba’îd.

Bu, Allah’ın Kitabı hak ile indirmiş olmasındandır. Kitap hakkında anlaşmazlığa düşenler ise derin bir ayrılık içindedirler.

177

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِۘ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪ينَۙ وَآتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۙ وَأَقَامَ الصَّلٰوةَ وَآتَى الزَّكٰوةَۙ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۙ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۫لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَأُو۫لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

Leysâl-birra en tuvellû vucûhekum kible’l-meşriki ve’l-mağrib, ve lâkinnel-birra men âmene billâhi ve’l-yevmi’l-âhir ve’l-melâiketi ve’l-kitâbi ve’n-nebiyyîn, ve âtâl-mâle alâ hubbihî zevî’l-kurbâ ve’l-yetâmâ ve’l-mesâkîn ve’bne’s-sebîl ve’s-sâilîne ve fî’r-rikâb, ve ekâme’s-salâte ve âtâ’z-zekâte, ve’l-mûfûne bi ahdihim izâ âhedû, ve’s-sâbirîne fîl-be’sâi ve’d-darrâi ve hîne’l-be’s. Ulâike’l-lezîne sadakû, ve ulâike humu’l-mutteqûn.

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; malını Allah sevgisiyle akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve kölelerin kurtuluşuna harcayan; namazı kılan, zekâtı veren; ahitlerine sadık kalan ve sıkıntı, hastalık ve savaş anında sabredenlerin davranışıdır. İşte doğru olanlar bunlardır; takvâ sahipleri de bunlardır.

178

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۖ الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۚ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۗ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۚ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumul-kısâsu fî’l-katlâ. El-hurru bil-hurri ve’l-abdu bil-abdi ve’l-unse bil-unse. Fe men ufiye lehu min ehîhi şey’un fettebi’un bil-ma’rûf ve edâun ileyhi bi ihsân. Zâlike tahfîfun min rabbikum ve rahmeh. Fe men i’tedâ ba’de zâlike fe lehu azâbun elîm.

Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hür, hürle; köle, köleyle; kadın, kadınla (kısas edilir). Fakat kim, kardeşi tarafından bir bağışlama ile karşılaşırsa, artık örfe uymak ve güzellikle diyeti ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra kim sınırı aşarsa, onun için elem verici bir azap vardır.

179

وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۫لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Ve lekum fîl-kısâsi hayâtun yâ ulîl-elbâb, leallekum tetteqûn.

Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız.

180

كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًا الْوَص۪يَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَ

Kutibe aleykum izâ hazara ehadekumul-mevt, in terake hayranil-vasiyyetu li’l-vâlideyni ve’l-akrabîne bil-ma’rûf. Hakk(an) ale’l-muttaqîn.

Sizden birine ölüm gelip çattığında, eğer geriye bir mal bırakıyorsa, anne babasına ve yakın akrabalarına uygun bir şekilde vasiyet etmesi, takvâ sahipleri üzerine bir haktır.

181

فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَآ اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَلِيمٌ

Fe men beddelehû ba’de mâ semi’ahû fe innemâ ismuhû ale’l-lezîne yubeddilûneh. İnneallâhe semîun alîm.

Her kim vasiyeti duyduktan sonra değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenleredir. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.

182

فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا اَوْ اِثْمًا فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَآ اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Fe men hâfe min mûsin cenefen ev ismen fe esleha beynehum fe lâ isme aleyh. İnneallâhe gafûrun rahîm.

Fakat kim vasiyet edenin (taraflı davranmasından veya) bir günaha düşmesinden endişe eder de, (mirasçılar arasında) düzeltme yaparsa, ona günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

183

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumu’s-sıyâmü kemâ kutibe ale’l-lezîne min kablikum leallekum tetteqûn.

Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.

184

اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۚ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۚ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۚ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۚ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Eyyâmen ma’dûdât. Fe men kâne minkum merîzan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar. Ve ale’l-lezîne yutîgûnehû fidyetun ta’âmü miskîn. Fe men tetavva’a hayran fe huve hayrun leh. Ve en tasûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn.

Sayılı günlerde oruç tutmanız gerekir. Sizden kim hasta olur veya yolculukta bulunursa, tutamadığı günler kadar başka günlerde oruç tutar. Oruca dayanamayacak olanlar ise bir yoksulu doyuracak kadar fidye verir. Kim gönüllü olarak fazlasını yaparsa, bu kendisi için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız eğer bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.

185

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪يٓ اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۚ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۚ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Şehru ramazânellezî unzile fîhi’l-kur’ân, huden li’n-nâsi ve beyyinâtin minel-hudâ ve’l-furqân. Fe men şehide minkumu’ş-şehra felyasumh. Ve men kâne merîzan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar. Yurîdullâhu bikumu’l-yusra ve lâ yurîdu bikumu’l-usr, ve li tukmilû’l-iddeh, ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn.

Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğruyu ve yanlışı ayırt edici belgelerle Kur’an’ın indirildiği aydır. Sizden kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Oruç günlerini tamamlamanızı, sizi doğru yola ilettiği için Allah’ı yüceltmenizi ve şükretmenizi ister.

186

وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۚ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۜ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

Ve izâ seelake ibâdî annî fe innî karîb, ucîbu davete’d-dâi izâ de’ân. Felyestecîbû lî ve lîu’minû bî leallehum yerşudûn.

Kullarım sana beni sorduklarında (söyle onlara): Şüphesiz ben onlara çok yakınım. Bana dua ettiğinde dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde onlar da benim davetime uysunlar ve bana iman etsinler ki doğru yola ulaşsınlar.

187

اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْۚ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ فَالْـَٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۚ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۚ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَ فِي الْمَسَاجِدِۗ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۗ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

Uhillle lekum leylete’s-sıyâmi’r-refesu ilâ nisâikum. Hunne libâsullekum ve entum libâsullehunne. Alimallâhu ennekum kuntum tehtânûne enfusekum, feteabe aleykum ve afâ ankum. Fel’âne bâşirûhunne vebtegû mâ keteballâhu lekum. Ve kulû ve’şrabû hattâ yetebeyyene lekumul-haytul-ebyezu minel-haytil-esvedi minel-fecr. Summe etimmû’s-sıyâme ile’l-leyl. Ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fîl-mesâcid. Tilke hudûdullâh fe lâ takrabûhâ. Kezâlike yubeyyinullâhu âyâtihî li’n-nâsi leallehum yetteqûn.

Oruç gecesinde eşlerinizle cinsel ilişkide bulunmanız size helâl kılındı. Onlar sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtüsünüz. Allah, sizin kendinize ihanet ettiğinizi biliyordu; tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için takdir ettiğini isteyin. Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikâfta iken eşlerinizle birleşmeyin. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır, onlara yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böyle açıklar ki takvâ sahibi olsunlar.

188

وَلَا تَأْكُلُوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَآ اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَر۪يقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Ve lâ te’kulû emvâlekum beynekum bi’l-bâtıl ve tudlû bihâ ile’l-hukkâmi li te’kulû ferîkan min emvâli’n-nâsi bi’l-ism ve entum ta’lemûn.

Aranızda mallarınızı haksız yollarla yemeyin ve bile bile günah işleyerek, halkın mallarından bir kısmını yemek için onları hâkimlere aktarmayın.

189

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِۜ قُلْ هِيَ مَوَاق۪يتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّۗ وَلَيْسَ الْبِرَّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Yes’elûneke anil-ehilleh. Kul hiye mevâkîtü li’n-nâsi ve’l-hacc. Ve leysel-birra bi en te’tûl-buyûte min zuhûrihâ, ve lâkinnel-birra menitteqâ. Ve’tul-buyûte min ebvâbihâ. Vettequllâhe leallekum tuflihûn.

Sana hilalleri soruyorlar. De ki: Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir. Evlerin arka tarafından girmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, takvâ sahibi olmaktır. Evlere kapılarından girin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.

190

وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ

Ve kâtilû fî sebîlillâhi’l-lezîne yukâtilûnekum ve lâ ta’tedû. İnneallâhe lâ yuhibbü’l-mu’tedîn.

Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın. Ama haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.

191

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۖ وَأَق۪طِعُوهُمْۖ وَأَحْصِرُوهُمْۖ وَإِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رِئْفَةٌۗ وَأَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Ve ektulûhum heyse sakiftumûhum ve akti’ûhum ve ahsırûhum ve in tebutû fekullem rif’etun ve enneallâhe gafûrun rahîm.

Onları nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, kuşatın; ama eğer tevbe eder ve ibadete yönelirlerse artık merhamet edin. Şüphesiz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

192

وَإِنْ اَصْبَحُوا۟ مُسْلِمِينَ فَلَا سَبِيلَ عَلَيْهِمْۗ إِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Ve in esbahe müslimîne felâ sebîle aleyhim. İnneallâhe gafûrun rahîm.

Eğer onlar barışçıl hale gelirlerse, artık onlara karşı tutumda bir zorluk yoktur. Çünkü Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

193

وَقاتلوهم حتى لا تكون فتنة ويكون الدين لله ۚفإن انتهوا فإن الله بما يعملون بصير

Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûne’d-dîn lillâh. Fe in entehû fe inneallâha bimâ ya’melûn basîr.

Sizinle savaşanlarla öyle savaşın ki, fitne ortadan kalksın ve din yalnızca Allah’a ait olsun. Eğer dururlarsa, artık kendi yaptıklarını bilen Allah bilir.

194

فَشَهْرُ حَجِّ الْمَحْرَمِ مَحْرَمٌ ۖ وَالْحُرُمَاتُ ۚ ذَٰلِكَ ءَايَاتُ اللَّهِ ۚ فَمَنْ حَرَمَ حَجًّا فَاِنَّمَا يُعِيدُهُ ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ

Fe şehru hacçil-mahramı mahramun vel-hurûmât. Zâlike âyâtullâh. Fe men harreme haccan fe innemâ yu’îduh. Ve men kefera fe inneallâhe ganiyyun hamîd.

Hac ayı dahi hariçtir, diğer haram aylar gibi haramdır. Bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Kim bu haram ayda haccı engellerse, ibadeti başka zaman yapmakla yükümlüdür. Kim inkâr ederse, Allah hiçbir şeye muhtaç olmayan övgüye layıktır.

195

وَأَنفِقُوا۟ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا تُلْقُوا۟ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ ۛ وَأَحْسِنُوا۟ ۛ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

Ve enfikû fî sebîlillâh ve lâ telkû bi-eydîkum ilettehlûket. Ve ehsinû. İnneallâhe yuhibbul-muhsinîn.

Allah yolunda harcayın, ama kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin, çünkü Allah iyilik edenleri sever.

196

وَأَتِمُّوا۟ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلَّهِ ۚ فَإِنْ أُحِلَّتْۢ لَكُمُ ٱلْهَدْيُ فَٱذْكُرُوا۟ ٱللَّهَ كَمَا هَدَىكُمْ ۖ وَلَئِنْ كُنتُمْ جُمُوعًا فَمَن تَيَسَّرَ مِنكُم مِّنْهُ رِفْعَةٌ إِلَىٰ بَيْتِ اللَّهِ فَمَن كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنِ ٱلْعَالَمِينَ

Ve etimmû’l-hacca vel-ümrete lillâh. Fe in uhillat lekumul-hady fe ezkurûllâhe kemâ hedâkum. Ve lein kuntum cumû’an femen teyessera minkum minhu rif’atun ile beyti’llâh. Fe men kefera fe inneallâhe ganiyyun anil-âlemîn.

Haccı ve umreyi Allah için yerine getirin. Eğer size kurban kesme izni verildiyse, Allah’ı nasıl hidayet ettiyse onu (kurbanı) zikredin. Eğer kalabalıksanız, kısa mesafeleri yürüyen bir kişi, imkânı olursa Kâbe’ye bir mühlet içinde gidebilir. Kim inkâr ederse, Allah alemlere muhtaç değildir.

197

ٱلْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ ۚ فَمَنِ ٱفْتَرَضَ فِيهِنَّ ٱلْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِىٕهِ ۚ وَمَا تَفْعَلُوا۟ مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللَّهُ ۗ وَتَوَضَّؤُوا۟ ۚ وَأَقِيمُوا۟ الصَّلَوةَ وَآتُوا۟ الزَّكَوٰةَ ۗ وَأَطِيعُوا۟ اللَّهَ وَرَسُولَهُ ۗ ذَٰلِكُمْ وَصَّٰىكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

El-haccu eşhûrun ma‘lûmât. Fe meni eftaraza fîhinne’l-hacca fela refetha ve lâ fusûka ve lâ cidal fîh. Ve mâ tefe’lû min hayrin ya’lemhullâh. Ve tevedde’û ve akîmû’s-salat ve âtû’z-zekâte ve etîûllâhe ve resûlehu. Zâlikum vessâkum bihî leallekum tuflihûn.

Hac ayları belirli aylardır. Kim bu aylarda haccı farz kılarsa, onu bozucu herhangi bir davranışta bulunamaz; günah işleyemez ve tartışmaya giremez. Siz yaptığınız her hayrı Allah bilir. Gusledin, namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a ve Resulüne itaat edin. İşte size bununla bu emredildi ki kurtuluşa eresiniz.

198

لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ أَنْ تَبْتَغُوا۟ فَضْلًا مِّن رَّبِّكُمْ ۚ فَإِذَا فَرَغْتُم مِّنْهَا فَاذْكُرُوا۟ اللَّهَ كَمَا يَذْكُرُكُمْ وَامَلِكُوا۟ أَنْفُسَكُمْ ۚ سَيَّعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا۟ مِنكُمْ وَسَيَقُولُونَ إِذَا لَبِثْتُمْ فِيهَا أَمْلَكْتُمْ وَمَا مَلَكْتُمْ ۚ وَيَقُولُونَ لَوِ اتَّبَعْنَا مَعَكُمْ مَا اهْلَكْنَا مِنْهُم مِّنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا ۚ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Lâ cunâha aleykum en tebtegû fedlan min rabbikum. Fe izâ ferağtum minhâ fe ezkurûllâhe kemâ yezkurukum ve emlikû enfusekum. Seyalemu’llezîne zalemû minkum ve seykûlûn izâ labistetum fîhâ emlektem ve mâ melakte. Ve seykûlûn lewet tebba’nâ ma’akum mâ ahleknâ minhümmin qaryetın ehleknâhâ. Kezâlike yubeyyinullâhu lekumul-âyât leallekum teşkurûn.

O halde Rabbinizden bir fazilet aramanızda bir sakınca yoktur. O iş bitince Allah’ı anın; size nasıl anıyorsa öyle anın ve kendinize hakim olun. Zulmedenler sizden haber alacaklar, orada kaldığınızda “Kontrol bizde miydi? Hayır, hiçbir şey bizim elimizde değildi” diyecekler. “Eğer sizinle birlikte yaşasaydık, yok ettiğimiz kentlerden hiçbirini yok etmezdik” diyecekler. Allah böylece ayetlerini size açıklar ki şükredesiniz.

199

فَاذْكُرُوا اللَّهَ كَمَا يَذْكُرُكُمْ ۚ وَاشْكُرُوهُ عَلَى نِعْمَتِهِ ۚ وَلَعَلَّكُمْ تَرْشُدُونَ

Fe ezkurûllâhe kemâ yezkurukum, ve eşkurûhu alâ ni‘metih. Ve leallekum tersudûn.

Allah’ı, size nasıl anıyorsa öyle anın; nimetlerine şükredin ki belki doğru yola iletilirsiniz.

200

وَاصْبِرُوا۟ وَصَابِرُوا۟ وَرَابِطُوا۟ وَاتَّقُوا۟ اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Ve esbirû vesâbirû verâbitû ve tettequllâh leallekum tuflihûn.

Sabredin, sabretmeyi gerektirene sabredin, (düşmana karşı) kenetlenin ve Allah’tan sakının ki başarıya eresiniz.

201

وَمِنْهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَآ ءَاتِنَا ف۪ي الدُّن۪يا حَسَنَةً وَّف۪ي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَّقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Ve minhum men yekûl: Rabbena ātinā fid-dun’yā haseneten ve fil-āhıreti haseneten ve ginnā azāben-nār.

Ve kim der ki: “Rabbimiz! Bize dünyada da hayır ver, ahirette de hayır ver, bizi cehennem azabından koru.” kullanıcıya böyle duası kabul olur.

202

أُو۟لَـٰٓئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّمَّا كَسَبُوا۟ وَٱللَّهُ سَرِيعُ ٱلْحِسَابِ

Ulaike lehum nasîbun mimma kesebū ve-llāhu sarī‘ul-hisāb.

İşte onların dünya ve ahirette yaptıklarının karşılığı vardır; Allah, hesabı çabuk olandır.

203

وَاذۡكُرُوا۟ ٱللَّهَ ف۪يٓ أَيَّامٍ مَّع۪دُودَٰتٍ۬ۚ فَمَن تَعَجَّلَ فِيهِنَّ فَإِث۪مٌ عَلَيۡهِۚ وَمَنۡ أَخَّرَهُۥ فَاِث۪مٌ عَلَيۡهِۚۚ وَمَن يَخۡشَ ٱللَّهَ فَيَعۡفُ عَنۡهُۚۚ وَكَانَ ٱللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا

Ve izdkurullāhe fî ayyāmin ma‘dūdātin…

Sayılı günler içinde Allah’ı anın. Kim acele ederse günah işlemiş olur; kim aksatırsa günah işlemiş olur. Kim Allah’tan korkarsa ona karşılık verilir. Allah bağışlayıcıdır, esirgeyendir.

204

وَمِنَ النَّاسِ مَن يُعۡجِبُكَ قَوۡلُهُ فِي ٱلۡحَيَوةِ ٱلدُّن۪ياۖ وَيُشۡهِدُ ٱللَّهَ عَلَى مَا فِي قَلۡبِهِۦۖ وَهُوَ أَلَدُّ ٱلۡمُخَـٰصِمِينَ

Ve minen-nāsi men yu‘jibuke qavluhu fîl-ḥayāti’d-dunyā ve yush’hidu llāha…

Bazı insan vardır ki, dünya hayatında sözleri seni çok etkiler; Allah’ı da kalbindekine tanık tutar; ama onlar en şiddetli tartışanlardır.

205

وَإِذَا تَوَلَّىٰ سَعَىٰ فِي ٱلۡأَرۡضِ لِيُفۡسِدَ فِيهَا…

Ve iza tevalla sa‘ā fîl-arḍi li yufsida fîhā…

Ve döndüğünde, yeryüzünde bozgunculuk yapmak, bitkiyi kökünden sökmek, insanların işleyişini bozmak için çabalar. Allah bozguncuları sevmez.

206

وَإِذَا قِيلَ لَهُ أَسۡلِمۡ فَٱتَّخَذَ… فَأَلۡقَىٰ فِي ٱللَّهِ إِلۡهَهُ قُلۡ بَلۡ …

Ve iza qīla lehū aslim fe-ettehada… fe-elqā fî llāhi ilāhehu qul bal…

Ve kendisine “Teslim ol” denildiği zaman boyun eğmedi ve kibirini öne çıkarmasını dergahında kullandı. De ki: Hayır, o kurtuluş ister diyanetini bilmez.

207

وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يَشۡرِي نَفۡسَهُ ابۡتِغَآءَ مَرۡضَاتِ ٱللَّهِ…

Ve minen-nāsi men yashrī nafsahu ibtigā’a mardaāti llāh…

Bazı insanlar vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendilerini feda ederler; Allah, sarsılmaz bir mükafat verir.

208

يَـٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا ادۡخُلُوا۟ فِي ٱلسِّلۡمِ كَـٰفَّةً۬…

Yā eyyuhalladhīna āmanūu ud’khulū fī’s-silmi kāffatan…

Ey iman edenler! Tam anlamıyla teslimiyete girin, şeytanın ayak izlerini takip etmeyin…

209

وَقَاتِلُوا۟ أَئِمَّةَ ٱلۡكُفۡرِ …

Ve qātilū a’immatal-kufri…

İnkâr liderleriyle savaşın; çünkü onlara tabi olursanız azgınlık yoluğa girer…

210

أَتَطۡمَعُونَ أَن يُؤۡتِيَكُمُ اللَّهُ …

Atathma‘ūna an yu’tiyakumu Allahu…

Allah’ın size ne kadar büyük nimetler vereceğini umuyor musunuz? Unutmayın ki, Allah hikmet sahibidir, hesabı çabuk olandır.

211

سْئَلْ بَن۪ي اِسْرَٓائ۪يلَ كَمْ اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ اٰيَةٍ بَيِّنَةٍؕ وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

İs’el benî isrâîle kem âteynâhum min âyetin beyyine(h), ve men yubeddil ni’metallâhi min ba‘di mâ câethu fe innallâhe şedîdü’l-‘ikâb.

İsrailoğullarına sor: Onlara nice açık mucizeler verdik! Kim Allah’ın nimetini, kendisine geldikten sonra değiştirirse, bilsin ki Allah’ın cezası çok şiddetlidir.

212

زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِؕ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

Zuyyine lillezîne keferûl-hayâtud-dünyâ ve yesharûne minellezîne âmenû, vellezîne’t-taqav fevkahum yevmel-qıyâmeh, vallâhu yerzuqu men yeşâu biğayri hisâb.

İnkâr edenlere dünya hayatı süslü gösterildi ve iman edenlerle alay ederler. Oysa takvâ sahipleri, kıyamet günü onların üzerindedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.

213

كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ؕ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Kânen-nâsu ummeten vâhideten fe beaseallâhü’n-nebiyyîne mübeşşirîne ve münzirîn(e), ve enzele meahumul-kitâbe bil-hakkı li yahkume beynen-nâsi fîmâ’htelefû fîh(i), ve mâ’htelefe fîhi illâ’l-lezîne ûtûhu min ba‘di mâ câethumu’l-beyyinâtü bağyen beynehum, fe hedallâhüllezîne âmenû limâ’htelefû fîhi minel-hakkı bi-iznih(i), vallâhu yehdî men yeşâ’u ilâ sırâtin müstakîm.

İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. Onlarla beraber, insanlar arasında ihtilafa düştükleri konularda hakem olsun diye Kitabı hak ile indirdi. Kendilerine kitap verilenler, kendilerine açık belgeler geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü onda ihtilafa düştüler. Allah ise iman edenleri, ihtilafa düştükleri hakka, kendi izniyle ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.

214

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۚ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِؕ اَلٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ

Em hasibtum en tedhulûl-cennete ve lemmâ ye’tikum meselüllezîne halev min gablikum, messethumul-be’sâü ved-darrâü ve zülzilû hattâ yekûler-rasûlu vellezîne âmenû meahû metâ nasrullâh(i), elâ inne nasrallâhi garîb.

Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntılar dokundu, öyle sarsıldılar ki, peygamber ve beraberindekiler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyorlardı. Dikkat edin! Şüphesiz Allah’ın yardımı yakındır.

215

يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِّنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ

Yes’elûneke mâzâ yunfikûn(e), qul mâ enfaktum min gayrin fe lil-vâlideyni vel-akrabîne vel-yetâmâ vel-mesâkîni vebni’s-sebîl(i), ve mâ tef‘alû min gayrin fe innallâhe bihî alîm.

Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “Yapacağınız her hayır, anne babaya, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir.” Şüphesiz ki Allah, yaptığınız her hayrı bilir.

216

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۗ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

Kutibe aleykumul-kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve gayrun lekum, ve asâ en tuhibbû şey’en ve huve şerrun lekum, vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn.

Savaş, hoşunuza gitmese de üzerinize farz kılındı. Olur ki bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki o sizin için hayırlıdır. Yine olur ki bir şeyi seversiniz, halbuki o sizin için şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

217

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ ف۪يهِۜ قُلْ قِتَالٌ ف۪يهِ كَب۪يرٌۘ وَصَدٌّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌۭ بِه۪ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه۪ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِۜ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دِينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُواۜ

Yes’elûneke aniş-şehri’l-harâmi kitâlin fîh(i), qul kitâlun fîhi kebîr(un), ve saddun an sebîlillâhi ve kufrun bihî vel-mescidi’l-harâm(i), ve ihrâcu ehlihî minhû ekberu indallâh(i), vel-fitnetu ekberu minel-katl(i), ve lâ yezâlûne yuqâtilûnekum hattâ yeruddûkum an dînikum inis-tetâ‘û.

Sana haram ayda savaşmaktan sorarlar. De ki: “O ayda savaş büyük (bir günahtır).” Ancak Allah’ın yolundan alıkoymak, O’nu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ı engellemek ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyüktür. Fitne (dinden döndürme çabası), öldürmekten de büyüktür. Onlar sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam edeceklerdir, eğer güçleri yeterse.

218

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اُولٰٓئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّٰهِۚ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

İnnellezîne âmenû vellezîne hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi ulâike yercûne rahmetallâh(i), vallâhu gafûrun rahîm.

İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler, Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.

219

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِۜ قُلْ ف۪يهِمَٓا اِثْمٌ كَب۪يرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِۖ وَإِثْمُهُمَٓا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَاۚ

Yes’elûneke anil-hamri vel-meysir(i), qul fîhimâ ismun kebîr(un), ve menâfiu lin-nâs(i), ve ismuhümâ ekberu min nef‘ihimâ.

Sana içki ve kumardan sorarlar. De ki: “Onlarda büyük bir günah ve insanlar için bazı faydalar vardır. Ama günahları, faydalarından daha büyüktür.”

220

وَيَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلِ الْعَفْوَۜ

Ve yes’elûneke mâzâ yunfikûn(e), qul el-‘afv.

Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını.”

221

وَلَا تَنكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتَّىٰ يُؤْمِنَّ…

Ve lâ tenkihü’l-müşrikât hattâ yü’minna…

“Müşrik kadınlarla, onlar iman edinceye kadar evlenmeyin! İman etmezlerse, onlar temiz değildir, iman eden hizmetçiler ise iman ederlerse temizdir…”

222

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِۜ قُلْ هُوَ أَذًى…

Ve yes’elûneke anil-mahîdi, qul hüve ez’un…

“Onlar sana hâz amacıyla soruyorlar. De ki: ‘Onlar bir rahatsızlıktır. Namaza yaklaşmamaları kendileri için bir temizliktir…’”

223

نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَّكُمْ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ أَنَّىٰ شِئْتُمْ…

Nisâ’uküm harçullakum fe’tû harçeküm enne şî’tüm…

“Eşleriniz sizin tarlalarınızdır; dilediğiniz şekilde onlara yaklaşabilirsiniz…”

224

وَلَا تَجْعَلُوا اللَّهَ عُرْضَةً لِّأَيْمَانِكُمْ…

Ve lâ tec’alûllâhe urzete li-eymânikum…

“Allah’ı andlarınız için bir araç/eşya kılmayın…”

225

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ…

Lâ yu’âhizukumullâhu bil-leğvi fî eymânikum…

“Allah, boş/adıyla edilen yeminlerinizden sizi sorumlu tutmaz…”

226

لِّلَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ مِنكُمْ…

Lillezîney yubâyi’ûnake minkum…

“Sizinle Allah’a biat edenlere söylüyorum…”

227

وَمَن يَقْتَرِفْ ذَٰلِكَ…

Ve men yaqterif zelike…

“Kim bunu yaparsa, yakında Allah onun işini düzenleyecektir…”

228

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلَاثَةَ قُرُوءٍ…

Ve’l-mütellâkâtü yeterabbaşne bi-enfusihinna selâseti kurû…

“Boşanan kadınlar, kendileri için üç hayız süresini beklerler… Kim Allah’a korkarsa, Allah onun haklarını düzenler…”

229

الطَّلَاقُ مَرَّتَانِ…

Et-talâku merratâni…

“Boşama iki kademedir…”

230

فَإِن طَلَّقَهَا فَلَا يَحِلُّ لَهُ مِنۢ بَعْدُ…

Fe in tallakahâ fela yahillu lehû min ba‘di…

“Eğer onu boşarsa, sonra yeniden nikâh etmesi ona haramdır…”

231

وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَن يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِۗ ذَٰلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَن كَانَ مِنكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ ذَلِكَ أَزْكٰى وَأَطْهَرُۗ وَلَا تَتَمَادَوا۟ۚ إِنَّهُۥ كَانَ ظَلُومًاۢ مُّبِينًا

Ve izâ tallaktümünnisâe febelaghen ecelahunne fela te‘du’lûhunne en yenkihna ezvâcehunne izâ terâdâ beynehüm bil-ma‘rûf. Zâlike yû‘azzu bihî men kâne minkum yu’minu billâhi ve’l-yevmi’l-âhir. Zâlike ezkâ ve aṭhhar. Velâ tetemedâ. İnnehû kâne zâlûmen mubîn.

Boşadığınız bir kadın, bekleme süresi (iddet) bitince meşru bir şekilde rızayla başka biriyle evlenirse, onu istemeyip engellemeyin. Bu, Allah’a ve ahiret gününe inananlar için bir öğüttür. Bu daha hayırlı ve temizdir. Fakat haddi aşmayın; bu apaçık bir zulümdür.

232

وَإِذَا طَلَّقْتُمُوهُنَّ فَأَقْبَلْنَ إِلَيْكُمْ فَلَا تَبْتَغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًاۢ…

Ve izâ tallaktümûhunne feekbelnen ileyküm fela tebtüge ûleynne sebîlan…

Ve boşadığınızda, bekleme süresi içinde size dönmeyi dilerlerse, başka yollar aramayın ki onları zan altında bırakmayasınız. İçinizde Allah’a ve ahiret gününe inananlar böyle yaparlar. Bunların temizliği Allah adına en temizi yapmak isteyendir.

233

وَالْوِلَادَةُ أَوْضَعَهَآ أُزْوَاجُهَا بِأَجَلٍۚ…

Ve’l-vilâdete evda‘ehâ uzvâcuhâ bi’celin…

Doğum yapan kadın için emzirme süresi iki yıl olmak üzere, babası tarafından doğal olarak belirlenir. Sorumluluklar iyi niyetle, zorluk olmadan yürütülmelidir. Eğer taraflar anlaşarak sürenin dışında karar verirse, Allah’ın yazdığı ne temizdir!

234

وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنكُمْ وَذَرُوا أَزْوَاجًاۢ…

Ve’l-lezîne yutavvafûne minkum vezerû ezvâcân…

Sizden vefat eden ve geride eşler bırakan kimseler olursa, eşler üç iddet süresi oruç tutmalı; dirayetli adamlar bu sürede iffetlerini koruyup, Allah’tan sakınmalıdır.

235

وَمَا كَانَ لَكُمْ أَنْ تُؤْذُوا۟ۤ فِى الْأَرْحَامِ…

Ve mâ kâne lekum en tu’dû fil-arhâmi…

Anne babaya zarar vermek, zina süphesi altında kalmak gibi haller olmadan vasiyetle önerinizi yapın. Allah’ın huzurunda sakıncadır. Ve Allah, affedendir, çok bağışlayandır.

236

لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا طَلَّقْتُمُوهُنَّ قَبْلَ أَن تَمَسُّوهُنَّ…

Lâ cunâha aleykum izâ tallaktümûhunne kabla en temasstuhunnâ…

Eğer eşlerinize temasta bulunmadan önce boşarsanız, mehir (nafaqa) yoktur; ama bazı eş davranışları yaptıysanız, mehir hakkınız vardır…

237

وَإِن طَلَّقْتُمُوهَا فَمَا عَلَيْكُمْ…

Ve in tallaktümuhâ femâ aleykum…

Boşarsanız mehirin yarısını vermelisiniz, meğer ki karşılıklı anlaşarak daha fazlasını kendi rızalarıyla belirlemiş olun.

238

حَافِظُوا۟ عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَى…

Hâfizû alâ’s-salavâti ve’s-salâtil-vusţâ…

Namazları, özellikle de orta namazı koruyun; çünkü namazta Allah korkusu için ayakta, oturarak, yan olarak uyuyan… namaz kılmalı ve namaza yaklaşmalıdır.

239

وَإِن كُنتُمْ عَلَىٰ سَفَرٍ…

Ve in kuntum alâ seferin…

Eğer yolculukta iseniz, namazı yürüyerek veya oturarak kılın; çünkü onlara zorluk çıkaranlara yaptırım uygulanır.

240

وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنكُمْ…

Ve’l-lezîne yutavvafûne minkum…

Sizden vefat edenler, çocukları için vasiyet bırakırlarsa, hayırlı bir vasiyet yarısı ile yetinsin; bu, Allah’tan sakınanlar için bir hak olarak sabittir.

241

وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ ۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ

Ve lil-mütellâkâtü metâun bil-ma‘rûf, haqqan ‘alâ’l-muttaqîn.

Boşanmış kadınlara uygun şekilde geçim hakkı bırakılması, takvâ sahipleri üzerinde kesin bir haktır.

242

كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آَيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

Kezâlike yubeyyinullâhu lekumul-âyâtihî leallekum ta‘qilûn.

Allah ayetlerini böyle açıklar ki siz akıl edesiniz.

243

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ خَرَجُوا مِن دِيَارِهِمْ…

Elem terellezîne haracû min diyârihim…

Evinizden büyük bir toplulukla çıkanları, korkudan ve savaş sebebiyle Allah yolunda mücadele edenleri görmediniz mi? Eğer sabrederlerse şüphesiz Allah onların işini düzenler. Eğer sabredemezlerse şüphesiz Allah onlardan sonra başka bir topluluk getirir. Allah, bütün işlere gücü yeter.

244

وَقَاتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Ve kâtilû fî sebîlillâh ve’lemû enneallâhe semîun alîm.

Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah işitir, bilir.

245

مَنْ ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا…

Men zellezî yuqriḍullâhe qarḍan hasenâ…

Kim Allah’a güzel bir borç verirse, Allah onun borcunu kat ve kat artırır ve büyük bir mükafatı verir.

246

أَلَمْ تَرَ إِلَى مَلِئِ مِن بَنِي إِسْرَائِيلَ…

Elem tera ilâ mali’in min benî isrâîle…

İsrailoğullarından, “Allah yolunda savaş için bize bir hükümdar gönder, böylece Allah yolunda savaşalım” diyen ve ardından, “Sizinle savaşmaya gücümüz yetmez” diyen zayıf ve korkak bir topluluk görmedin mi?

247

قَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللَّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ…

Kâle lehum nebiyühüm inneallâha kade ba‘aatha lekum Tâlûta…

Peygamberleri onlara dedi ki: “Allah size Talut’u hükümdar gönderdi.” Dediler ki: “Ona ne fazlınla verildi?” O dedi: “Çünkü onu (yüksek bilgi ve fiziksel) statüyle donattı Allah.”

248

وَقَالَ لَهُمْ إِنَّ آيَةَ مُلْكِهِ أَن يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ…

Ve kâle lehum inne âyatemulkihi en ye’teyekumul Tâbûtu…

Ve onlara dedi ki: “Onun hükümdarlığının ayeti size, içinde Musa ve Harun’un ruhundan bir kısmın bulunduğu sandığının gelmesidir. Sakın onda olmayanı alın ve inkar edenlerin kalblerinde de bir korku olsun.”

249

فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ…

Felammâ fesela Tâlûtu bil-cunûdi…

Talut, ordusuyla birlikte nehire ulaştığında onları test etti. Dedi ki: “Ben Allah’ın yolundayım; yola gelmeyen sizi takip etmesin.” Sonra hoşuna gitmeyen kimseler haric oldular, az kişi kaldı. Ve Allah onları güçlü kıldı Dativr Adası’ndan gelen bir grup ile.

250

وَإِذْ يُعِيدُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا…

Ve iz yu‘îduullâhulezîne âmenû…

Allah iman edenleri, Talut’un ordusuyla birlikte, Câlût (Câlût’un ordusuyla) savaşırken destekledi; onlar, “Rabbimiz! Bizi güçlü kıl, bizi sabredenlere ortak et, bize zalimlerden yardım et” diye dua ettiler.

251

وَضَرَبْنَا لَهُم مَّثَلًا مِّنَ الْقِصَصِ…

Ve darabnā lehum meselan minel-kaṣaṣ…

Bunun gibi onlara öyküler sunduk: Zalut’un ordusuyla karşılaşan Talut’un ordusu, küçük gibi görünse de Allah’ın izniyle doğru olanı destekleyerek hak kazandı; dolayısıyla mizanlar Allah’ın yanındadır.

252

وَتِلْكَ الْقُصَصُ نُتْلِيهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ…

Ve tilkel-kuṣaṣu nutlīhā aleyke bil-ḥaqq…

İşte o öyküler, sana gerçek olarak okundu; biz sana Kitab’ta bu ve benzeri hikmetleri vahyettik. Hiç şüphe yok ki Allah’tan başkası inanmaz.

253

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ…

Ve ma kâne lemu’minin velâ mu’minet…

Hiçbir erkek ya da kadın, Allah ve Resûlü kendisine bir nimet verdikten sonra, açık bir delil gelmeden, Allah’a ve Resûlüne muhalefet etmemelidir; çünkü kim Allah’a isyan ederse apaçıktır günah işler.

254

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُم…

Yā eyyuhallezīne āmenû anfiqū mimma razaqnākum…

Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıktan infak edin; gizli ya da açık olsun; iyilik edenlerin kazancı ne güzel olur!

255

اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ…

Allāhullāhu lā ilāhe illā huvel-ḥayyul-qayyūm…

(Âyetü’l-Kürsî) Allah, O’ndan başka hiçbir ilah yoktur; Diridir, Kayyum’dur. Ne uyku tutar O’nu ne uyku; göklerde ve yerde olanlar O’nundur…

256

لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ…

Lā ikrāha fī d-dīn…

Dinde zorlama yoktur; doğru artık hakla bâtıl ayrılmıştır. Kim tağutu reddeder ve Allah’a iman ederse, sapmış sağlam bir kulpa tutunmuştur…

257

اللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُوا…

Allāhu velīullezīna āmenū…

Allah, iman edenlerin dostudur; onları karanlıklardan nur üzerine çıkarır…

258

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِي حَاجَّ إِبْرَاهِيمَ فِي رَبِّهِ…

Elem terellezī ḥāje İbrāhīma fī rabbihi…

Ey Peygamber! Rabbinin konusunu İbrahim ile tartışan kimseyi gördün mü? İbrahim dedi ki: “Rabbim, dirilten ve öldüreden odur.” O ise dedi ki: “Ben de diriltiyorum ve öldürüyorum.”…

259

أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَىٰ قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا…

Aw kāllezī marra alā qarīyin wa hiya khāwiyatun ‘alā ‘urūshihā…

Ya da kilitli sarayları harabe olmuş bir köyden geçen kimse gibi… “Rabben ne zaman dirilteceksin?” dediğinde, Allah dedi ki: “On yıl.”…

260

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَىٰ…

Ve iz kāle İbrāhīmü rabbi erinī keyfa tuḥyī’l-mevtā…

İbrahim, “Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” dedi. Allah dedi: “Önce beş kuşu al, her bir kuştan birer dağ tepesine koy; sonra onların davetine gelince geri gelsinler bilsin ki Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.”

261

مَثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم فِي سَبِيلِ اللَّهِ…

Meselu’l-lezîne yunfiqune emvâlehum fî sebîlillâh…

Allah yolunda harcayanların benzeri, yedi başak veren bir çekirdek gibidir; her başakta yüz tane vardır. Allah dilediğine kat kat mükâfat verir. Allah geniştir, bilendir.

262

الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ…

El-lezîne yunfiqune emvâlehum bilj-nâri ven-nahâri…

Gece-gündüz, gizlice ya da aleni infak edenlerin mükâfatı Rabbinden vardır. Korkuları yoktur; üzülür de değillerdir.

263

لَا يَنَالُهُ إِلَّا الْمُطَّهَّرُونَ…

Lâ yenâluhu illâ’l-muṭahharûn…

“Temizlik yapanlar” dışında ona ne varsa hepsi çöpe gider; Allah zâlimleri bilir!

264

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ…

Yâ eyyuhallezîne âmenû lâ tubṭilû sadakâtikum bil-menni…

Ey iman edenler! Sadece insanların görmesi için sadakalarınızı geçersiz kılmayın; yani nefsinize iyilik yapmanız anlamına gelir. Öyleyse Allah ile insanlar arasında övünmeyin…

265

وَمَثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللَّهِ…

Ve meselu’l-lezîne yunfiqune emvâlehum ibtighâa merdaâti llâh…

Allah’tan razı olun diye infak edenlerin misali, bereketli toprakta ekilmiş bir tohum gibidir… Allah, işleri iyi yapanları sever.

266

أَيُّكُمْ يُرِيدُ أَنْ يَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ…

Eyyukum yureedu en yekûne lehû cennetun…

Hanginiz, altından nehirler akan bir cennete sahip olmak ister, fakat kalbi titremeden ona bakar ve infak etmez? İşte gerçek kayıp büyük olandır.

267

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَنفِقُوا…

Yâ eyyuhallezîne âmenû anfiqû…

Ey iman edenler! İnsanlara helâl, temiz veren, kalbi de verdiği için dua eden sadaka verin. Zarar veren ya da zararlı olanla bağlamayın; Allah çok güçlüdür, çok bilendir.

268

يُرِيدُ اللَّهُ أَن يُخَفِفَ عَنْكُمْ…

Yurîdullâhu en yukhiffâ ankum…

Allah, sizin üzerinizde yükü hafifletmeyi ister; insanlara şefkat eder. Şeytan ise zarardan korkar, kibir duyuyor; insanlara kötülük yapar. Şu halde şeytanın izini sürmeyin…

269

يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاءُ…

Yu’tî’l-ḥikmata men yeşâ’u…

Dilediğine hikmet verir; onunla, Allah’tan başka kim aklını alırsa alır. Kudur, büyük bir hazine edinmiştir.

270

وَمَا أَنفَقْتُم مِّن نَّفَقَةٍ أَوْ نَذَرْتُم مِّن نَّذْرٍ…

Ve mâ enfaktum min nefaqetin ev nezhartum min nezr…

Yaptığınız her infak ve adadığınız her ne varsa, ilan ettiğiniz ya da gizlettiğiniz halde, Allah onları bilir. Kötülük edenler zalim olsa bile, cezasını asla eksiltmez.

271

إِن تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَ…

In tubdû’s-sadaqâti fani‘immâ hiyya…

Eğer sadakaları açık ederseniz, ne güzel olur; bu, kalplerde hiçbir kin bırakmaz. Ama gizlerseniz, elbette velinimetin (Allah’ın rızası) daha üstündür. Allah, yaptığınız her şeyi bilir.

272

لَيْسَ عَلَيْكَ هُدَاهُمْ وَلَٰكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاءُ…

Laysa aleyke hudâhumu velâkinne’allâha yehdî men yeşâ’u…

Onların (hakkı) için sana yol gösterme görevi düşmez; fakat Allah dilediğini doğru yola iletir. Yaptığınız her iyi davranış (insanlara yardım, öğretmek, bağışlamak vs.) kendiniz içindir. Allah, yaptıklarınızı bilir.

273

لِّلْمِسْكِينِ الَّذِی أُحْصِرَ…

Lilmiskīnil-lezî uhşira…

Bu (sadaka), çevresi ele geçirilmiş, maldan yoksun bırakılmış, kalbi Allah’a eğimli, maddi sıkıntı içinde olan yoksuladır. Cenab-ı Hak bu şekilde iyilik edenlerin günahlarını örter ve büyük ecirle ödüllendirir.

274

الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ…

El-lezîne yunfiqune emvâlehum bilj-nâri ven-nahâri…

Gizlice ya da aleni sadaka verenler; iyi ve kötü günde infak edenler, bu insanlar için Rabbi katında bir mükâfat vardır ve onlar korkmaz, mahzun olmazlar.

275

ٱلَّذِينَ يَأْكُلُونَ ٱلرِّبَا…

El-lezîne ye’kulûner-ribâ…

Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunduğu kimseler gibidir; bu, Tağut’tur. Allah, faizi, sadakayı yükseltmeyi, Allah yolunda harcayanı sever.

276

ٱللَّهُ يَمْحَقُ ٱلرِّبَا…

Allâhu yemhaqull-ribâ…

Allah, faizi ortadan kaldırır; sadakaları bereketlendirir. Allah infak edenleri, iyilik edenleri, sabredenleri sever.

277

إِنَّ ٱلَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّـٰلِحَـٰتِ…

İnnel-lezîne âmenû ve amilüs-salihât…

Şüphesiz iman edenler, salih ameller yapanlar, namazı kılanlar, zekât verenler, ahitlerine sadık kalanlar, Allah katında müstahaktır korktuğu olmayan, mahzun olmayan bir mükâfata.

278

يَٰٓاَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا ٱللَّهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ ٱلرِّبَا…

Yâ eyyuhallezîne âmenû ettekû llâh(a) vezarû mâ bakiye miner-ribâ…

Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve faizin kalanından vazgeçin, eğer gerçekten mümin iseniz.

279

فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ ٱللَّهِ…

Fe in lem taf‘alû fe’ẕannû biḥarbim minallāh(i)…

Eğer yapmazsanız, bilin ki Allah’tan ve Resulünden kardeşlik hukukunu bozmuşsunuzdur. Eğer sonra tevbe ederseniz, anaparanız size aittir; suç size, tahribat size.

280

وَإِن كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ إِلَىٰ مَيْسَرَةٍ…

Ve in kâne dû’us-ratin fenazîratu ilel-meysarat(i)…

Eğer borçlu zor durumda ise, vadeyi uzatma; borçluya kolaylık göster. Kendin de dilediğini silebilirsin; bu seni Allah katında sevaptır.

281

وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ فِيهِ إِلَى اللَّهِۚ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

Vettekû yevmen turceûne fîhi ilâllâh. Summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet, ve hum lâ yuzlemûn.

Allah’a döndürüleceğiniz bir günden sakının! Sonra herkese kazandığı tastamam verilir. Onlara asla zulmedilmez.

282

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا تَدَايَنتُم بِدَيْنٍ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى فَاكْتُبُوهُ ۚ وَلْيَكْتُب بَّيْنَكُمْ كَاتِبٌۢ بِالْعَدْلِ ۚ وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ أَن يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللَّهُ فَلْيَكْتُبْ ۚ وَلْيُمْلِلِ ٱلَّذِى عَلَيْهِ ٱلْحَقُّ وَلْيَتَّقِ ٱللَّهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـًٔا ۚ فَإِن كَانَ ٱلَّذِى عَلَيْهِ ٱلْحَقُّ سَفِيهًا أَوْ ضَعِيفًا أَوْ لَا يَسْتَطِيعُ أَن يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُۥ بِالْعَدْلِ ۚ وَٱسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِن رِّجَالِكُمْ ۖ فَإِن لَّمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌۭ وَٱمْرَأَتَانِ مِمَّن تَرْضَوْنَ مِنَ ٱلشُّهَدَآءِ أَن تَضِلَّ إِحْدَىٰهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَىٰهُمَا ٱلْأُخْرَىٰ ۚ وَلَا يَأْبَ ٱلشُّهَدَآءُ إِذَا مَا دُعُوا ۚ وَلَا تَسْـَٔمُوٓا أَن تَكْتُبُوهُ صَغِيرًا أَوْ كَبِيرًا إِلَىٰ أَجَلِهِۦ ۚ ذَٰلِكُمْ أَقْسَطُ عِندَ ٱللَّهِ وَأَقْوَمُ لِلشَّهَـٰدَةِ وَأَدْنَىٰٓ أَلَّا تَرْتَابُوٓا ۖ إِلَّآ أَن تَكُونَ تِجَـٰرَةً حَاضِرَةً تُدِيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَلَّا تَكْتُبُوهَا ۗ وَأَشْهِدُوٓا إِذَا تَبَايَعْتُمْ ۚ وَلَا يُضَآرَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهِيدٌ ۚ وَإِن تَفْعَلُوا فَإِنَّهُۥ فُسُوقٌۭ بِكُمْ ۗ وَٱتَّقُوا ٱللَّهَ ۖ وَيُعَلِّمُكُمُ ٱللَّهُ ۗ وَٱللَّهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌۭ

Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ tedâyentum bideynin ilâ ecelin musemmen fektubûh(u). Vel yektub beynekum kâtibun bil’adl(i). Ve lâ ye’be kâtibun en yektube kemâ allemehullâh(u), felyektub. Velyumlilillezî aleyhil hakk(u), vel yettekıllâhe rabbeh(u), ve lâ yabhas minhu şey’â. Fe in kânellezî aleyhil hakk(u) sefîhen ev daîfen ev lâ yestetîu en yumille hüve felyumil veliyyuhu bil’adl(i). Vestaşhidû şehîdeyn(i) mir ricalikum. Fe in lem yekûnâ raculeyni fe raculun vemre’etâni mimmen terdavne mineş şuhedâi en tedille ihdâhumâ fetezekkira ihdâhumel uhrâ. Ve lâ ye’bel şuhedâu izâ mâ duû. Ve lâ tes’emû en tektubûhû sağîran ev kebîran ilâ ecelih(i). Zâlikum aksat(u) indallâh(i), ve ekvemu lişşehâdeti ve ednâ ellâ tertâbû. İllâ en tekûne ticâreten hâdıraten tüdîrûnehâ beynekum feleyse aleykum cunâhun ellâ tektubûhâ. Ve eşhidû izâ tebâyâtum. Ve lâ yudârre kâtibun ve lâ şehîd(un). Ve in tef’alû fe innehu fusûkun bikum. Vettekûllâh. Ve yuallimukumullâh. Vallâhu bi kulli şey’in alîm.

Ey iman edenler! Belirlenmiş bir vade ile birbirinize borçlandığınız zaman, onu yazın. Aranızda bir kâtip adaletle yazsın. Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde kâtip yazmaktan kaçınmasın; yazsın. Hak sahibi (borçlu) yazdırsın. Rabbi olan Allah’tan korksun da ondan hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer hak sahibi akılca zayıf veya çocuk ya da söyleyemeyecek durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, razı olacağınız şahitlerden bir erkek ve iki kadın (şahit olsun). Tâ ki onlardan biri unutursa, diğeri ona hatırlatsın. Şahitler çağrıldıklarında şahitlikten kaçınmasınlar. İster küçük ister büyük olsun, süresini belirterek yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah katında daha adaletli, şahitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Aranızda hemen alım satımı yapılan bir ticaret olursa, onu yazmamanızda size bir günah yoktur. Alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazana ne de şahitlik edene zarar verilmesin. Eğer böyle yaparsanız, bu sizin için yoldan çıkmadır. Allah’tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

283

وَإِن كُنتُمْ عَلَىٰ سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِبًا فَرِهَٰنٌ مَّقْبُوضَةٌ ۖ فَإِنْ أَمِنَ بَعْضُكُم بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ ٱلَّذِى ٱؤْتُمِنَ أَمَٰنَتَهُۥ وَلْيَتَّقِ ٱللَّهَ رَبَّهُۥ ۗ وَلَا تَكْتُمُوا ٱلشَّهَٰدَةَ ۚ وَمَن يَكْتُمْهَا فَإِنَّهُۥٓ ءَاثِمٌۢ قَلْبُهُۥ ۗ وَٱللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌۭ

Ve in kuntum alâ seferin ve lem tecidû kâtiben ferihânun makbûz(e). Fe in emine ba’dukum ba’dan felyueddillezî’tumine emânetehu vettekıllâhe rabbeh(u). Ve lâ tektumüşşehâdeh. Ve men yektumhâ fe innehu âsimun kalbuh(u). Vallâhu bimâ ta’melûne alîm.

Eğer yolculukta olur da bir kâtip bulamazsanız, alınacak bir rehin yeterlidir. Birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse emaneti versin ve Rabbi olan Allah’tan korksun. Şahitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.

284

لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ وَإِن تُبْدُوا۟ مَا فِيٓ أَنفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُم بِهِ ٱللَّهُ ۖ فَيَغْفِرُ لِمَن يَشَآءُ وَيُعَذِّبُ مَن يَشَآءُ ۗ وَٱللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍۢ قَدِيرٌ

Lillâhi mâ fis semâvâti ve mâ fil ard(i). Ve in tubdû mâ fî enfusikum ev tuhfûhu yuhâsibkum bihillâh(u). Fe yağfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâ(u). Vallâhu alâ kulli şey’in kadîr.

Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.

285

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَٱلْمُؤْمِنُونَ ۚ كُلٌّ ءَامَنَ بِٱللَّهِ وَمَلَـٰٓئِكَتِهِۦ وَكُتُبِهِۦ وَرُسُلِهِۦ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍۢ مِّن رُّسُلِهِۦ ۚ وَقَالُوا۟ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا ۖ غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ ٱلْمَصِيرُ

Âmenerrasûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn. Kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî. Lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(i). Ve kâlû semi’nâ ve eta’nâ. Ğufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr.

Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti; müminler de iman ettiler. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. ‘Allah’ın peygamberleri arasında hiçbirini ayırt etmeyiz.’ dediler. Ve: ‘İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz. Dönüş yalnız sanadır.’ dediler.

286

لَا يُكَلِّفُ ٱللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا ٱكْتَسَبَتْ ۗ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَآ إِن نَّسِينَآ أَوْ أَخْطَأْنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَآ إِصْرًۭا كَمَا حَمَلْتَهُۥ عَلَى ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِۦ ۖ وَٱعْفُ عَنَّا وَٱغْفِرْ لَنَا وَٱرْحَمْنَآ ۚ أَنتَ مَوْلَىٰنَا فَٱنصُرْنَا عَلَى ٱلْقَوْمِ ٱلْكَـٰفِرِينَ

Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ. Lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet. Rabbenâ lâ tuâhiznâ in nesînâ ev ahta’nâ. Rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ isran kemâ hameltehû alellezîne min kablinâ. Rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(i). Va’fu annâ vağfir lenâ verhamnâ. Ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn.

Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez. Herkesin kazandığı kendine, yaptığı da kendi aleyhinedir. Rabbimiz! Unutur veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma! Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağır yük yükleme! Rabbimiz! Gücümüzün yetmeyeceği şeyleri de bize taşıtma. Bizi affet, bağışla, bize merhamet et! Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!