Hac Suresi (1. Bölüm) – Tasavvuf Yolu

Hac Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ

Yâ eyyuhen nâsuttekû rabbekum, inne zelzeletes sâati şey’un azîm.

Ey insanlar! Rabbinizden korkun. Şüphesiz o (kıyamet) saatinin sarsıntısı çok büyük bir şeydir.

2

يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّٓا اَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارٰى وَمَا هُمْ بِسُكَارٰى وَلٰكِنَّ عَذَابَ اللّٰهِ شَد۪يدٌ

Yevme terevnehâ tezhelu kulluurdıatin ammâ erdaat ve tedau kullu zâti hamlin hamlehâ ve teran nâse sukârâ ve mâ hum bi sukârâ ve lâkinne azâballâhi şedîd.

Onu göreceğiniz gün, her emziren kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş görürsün, halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı çok şiddetlidir.

3

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَر۪يدٍۙ

Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve yettebiu kulle şeytânin merîd.

İnsanlardan kimi de vardır ki, hiçbir bilgisi olmadan Allah hakkında tartışır ve her inatçı şeytana uyar.

4

كُتِبَ عَلَيْهِ اَنَّهُ مَنْ تَوَلَّاهُ فَاَنَّهُ يُضِلُّهُ وَيَهْد۪يهِ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ

Kutibe aleyhi ennehu men tevellâhu fe ennehu yudılluhu ve yehdîhi ilâ azâbis saîr.

Onun (şeytanın) hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu dost edinirse, muhakkak o onu saptırır ve onu alevli ateşin azabına yöneltir.

5

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْfَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْۜ وَنُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ مَا نَشَٓاءُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِfْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْۚ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْـًٔاۜ وَتَرَى الْاَرْضَ هَامِدَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَاَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ

Yâ eyyuhen nâsu in kuntum fî raybin minel ba’si fe innâ halaknâkum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe min mudgatin muhallekatin ve gayri muhallekatin li nubeyyine lekum, ve nukirru fîl erhâmi mâ neşâu ilâ ecelin musemmen summe nuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum, ve minkum men yuteveffâ ve minkum men yuraddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme min ba’di ilmin şey’â, ve teral arda hâmideten fe izâ enzelnâ aleyhel mâehtezzet ve rabet ve enbetet min kulli zevcin behîc.

Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphe içinde iseniz, (bilin ki) biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra da (şekli) belirli belirsiz bir et parçasından yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarır, sonra da olgunluk çağına ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat ettirilir, kimi de bildikten sonra hiçbir şey bilmesin diye ömrün en düşkün çağına ulaştırılır. Yeryüzünü de kupkuru görürsün. Fakat biz üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her türden güzel bitkiler bitirir.

6

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّهُ يُحْيِ الْمَوْتٰى وَاَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ

Zâlike bi ennallâhe huvel hakku ve ennehu yuhyîl mevtâ ve ennehu alâ kulli şey’in kadîr.

Bu böyledir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O, ölüleri diriltir ve O, her şeye kadirdir.

7

وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ

Ve ennes sâate âtiyetun lâ raybe fîhâ ve ennallâhe yeb’asu men fîl kubûr.

Şüphesiz, kıyamet gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur. Ve şüphesiz Allah, kabirlerde olanları diriltecektir.

8

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ

Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr.

İnsanlardan kimi de vardır ki, ne bir bilgisi, ne bir yol göstericisi, ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışır.

9

ثَانِيَ عِطْfِه۪ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذ۪يقُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَذَابَ الْحَر۪يقِ

Sâniye ıtfihî li yudılle an sebîlillâh, lehu fîd dunyâ hizyun ve nuzîkuhu yevmel kıyâmeti azâbel harîk.

(Allah yolundan) saptırmak için yanını eğip büker. Onun için dünyada bir rezillik vardır. Kıyamet gününde de ona yakıcı azabı tattırırız.

10

ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ

Zâlike bimâ kaddemet yedâke ve ennallâhe leyse bi zallâmin lil abîd.

“Bu, senin kendi ellerinin yaptığı yüzündendir. Şüphesiz Allah, kullara asla zulmedici değildir.”

11

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْfٍۚ فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ وَاِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ

Ve minen nâsi men ya’budullâhe alâ harf, fe in esâbehu hayrunıtmeenne bih, ve in esâbethu fitnetuninkalebe alâ vechihî hasired dunyâ vel âhireh, zâlike huvel husrânul mubîn.

İnsanlardan kimi de vardır ki, Allah’a (dininin) bir kenarından kulluk eder. Kendisine bir hayır dokunursa, onunla huzur bulur. Bir imtihana tabi tutulursa, yüzüstü döner. Dünyayı da, ahireti de kaybeder. İşte bu apaçık hüsranın ta kendisidir.

12

يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْfَعُهُۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ

Yed’û min dûnillâhi mâ lâ yadurruhu ve mâ lâ yenfeuh, zâlike huved dalâlul baîd.

Allah’ı bırakıp, kendisine ne zarar ne de fayda veren şeylere tapar. İşte bu derin sapıklığın ta kendisidir.

13

يَدْعُوا لَمَنْ ضَرُّهُٓ اَقْرَبُ مِنْ نَفْعِه۪ۜ لَبِئْسَ الْمَوْلٰى وَلَبِئْسَ الْعَش۪يرُ

Yed’û le men darruhu akrabu min nef’ıh, le bi’sel mevlâ ve le bi’sel aşîr.

Zararı, faydasından daha yakın olana tapar. Ne kötü bir dost ve ne kötü bir arkadaştır!

14

اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ

İnnallâhe yudhilullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâr, innallâhe yef’alu mâ yurîd.

Şüphesiz Allah, iman edip sâlih ameller işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Muhakkak ki Allah, dilediğini yapar.

15

مَنْ كَانَ يَظُنُّ اَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ اِلَى السَّمَٓاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغ۪يظُ

Men kâne yezunnu en len yensurahullâhu fîd dunyâ vel âhireti fel yemdud bi sebebin iles semâi summel yakta’ fel yenzur hel yuzhibenne keyduhu mâ yegîz.

Kim, Allah’ın dünyada ve ahirette kendisine (Peygamber’e) yardım etmeyeceğini sanıyorsa, bir ipi göğe uzatsın, sonra (nefesini) kessin de baksın, bu hilesi öfkelendiği şeyi giderecek mi?

16

وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَاَنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يُر۪يدُ

Ve kezâlike enzelnâhu âyâtin beyyinâtin ve ennallâhe yehdî men yurîd.

İşte böylece biz onu (Kur’an’ı) apaçık âyetler olarak indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini hidayete erdirir.

17

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـ۪ٔينَ وَالنَّصَارٰى وَالْمَجُوسَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اِنَّ اللّٰهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ

İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ves sâbiîne ven nasârâ vel mecûse vellezîne eşrakû innallâhe yefsılu beynehum yevmel kıyâmeh, innallâhe alâ kulli şey’in şehîd.

İman edenler, Yahudiler, Sâbiîler, Hristiyanlar, Mecusiler ve ortak koşanlara gelince, şüphesiz Allah, kıyamet günü aralarında hüküm verecektir. Çünkü Allah, her şeye şahittir.

18

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَٓابُّ وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ

E lem tere ennallâhe yescudu lehu men fîs semâvâti ve men fîl ardı veş şemsu vel kameru ven nucûmu vel cibâlu veş şeceru ved devâbbu ve kesîrun minen nâs, ve kesîrun hakka aleyhil azâb, ve men yuhinillâhu fe mâ lehu min mukrim, innallâhe yef’alu mâ yeşâu.

Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde eder. Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi alçaltırsa, artık onu onurlandıracak kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.

19

هٰذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا ف۪ي رَبِّهِمْ فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍۜ يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ رُؤُ۫سِهِمُ الْحَم۪يمُۚ

Hâzâni hasmânihtesamû fî rabbihim fellezîne keferû kuttıat lehum siyâbun min nâr, yusabbu min fevkı ruûsihimul hamîm.

İşte bunlar, Rableri hakkında tartışan iki hasımdır. İnkâr edenler için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üzerinden kaynar su dökülür.

20

يُصْهَرُ بِه۪ مَا ف۪ي بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُ

Yusheru bihî mâ fî butûnihim vel culûd.

Onunla karınlarındakiler ve derileri eritilir.

21

وَلَهُمْ مَقَامِعُ مِنْ حَد۪يدٍ

Ve lehum makâmiu min hadîd.

Onlar için demirden kamçılar vardır.

22

كُلَّمَٓا اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ اُع۪يدُوا ف۪يهَا وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ

Kullemâ erâdû en yahrucû minhâ min gammin uîdû fîhâ ve zûkû azâbel harîk.

Ne zaman oradan, o sıkıntıdan çıkmak isteseler, oraya geri döndürülürler ve “Yakıcı azabı tadın!” (denir).

23

اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًاۜ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ

İnnallâhe yudhilullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve lu’luâ, ve libâsuhum fîhâ harîr.

Şüphesiz Allah, iman edip sâlih ameller işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir.

24

وَهُدُٓوا اِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِ وَهُدُٓوا اِلٰى صِرَاطِ الْحَم۪يدِ

Ve hudû ilet tayyibi minel kavli ve hudû ilâ sırâtıl hamîd.

Onlar, sözün en güzeline yöneltilmişler ve övülmeye layık olan (Allah’ın) yoluna iletilmişlerdir.

25

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذ۪ي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَٓاءً الْعَاكِfُ ف۪يهِ وَالْبَادِۜ وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِاِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ

İnnellezîne keferû ve yesuddûne an sebîlillâhi vel mescidil harâmillezî cealnâhu lin nâsi sevâenil âkifu fîhi vel bâd, ve men yurid fîhi bi ilhâdin bi zulmin nuzıkhu min azâbin elîm.

İnkâr edenler, Allah’ın yolundan ve içinde yerli ve yolcunun eşit olduğu Mescid-i Haram’dan alıkoyanlar (bilsinler ki) kim orada zulüm ile haktan sapmak isterse, ona elem dolu bir azaptan tattırırız.

26

وَاِذْ بَوَّأْنَا لِاِبْرٰه۪يمَ مَكَانَ الْبَيْتِ اَنْ لَا تُشْرِكْ ب۪ي شَيْـًٔا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّٓائِf۪ينَ وَالْقَٓائِم۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ

Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekânel beyti en lâ tuşrik bî şey’en ve tahhir beytiye lit tâifîne vel kâimîne ver rukkeıs sucûd.

Hani biz İbrahim’e, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma. Evimi, tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükû ve secde edenler için temizle” diye Beyt’in yerini göstermiştik.

27

وَاَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْت۪ينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَم۪يقٍۙ

Ve ezzin fîn nâsi bil hacci ye’tûke ricâlen ve alâ kulli dâmirin ye’tîne min kulli feccin amîk.

İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerekse uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.

28

لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ ف۪ٓي اَيَّامٍ مَعْلُومَاتٍ عَلٰى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَه۪يمَةِ الْاَنْعَامِۚ فَكُلُوا مِنْهَا وَاَطْعِمُوا الْبَٓائِسَ الْفَق۪ירَ

Li yeşhedû menâfia lehum ve yezkurusmallâhi fî eyyâmin ma’lûmâtin alâ mâ razakahum min behîmetil en’âm, fe kulû minhâ ve at’ımûl bâisel fakîr.

Kendileri için birtakım faydalara şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın adını ansınlar diye. Artık onlardan yiyin ve sıkıntı içindeki yoksulu da doyurun.

29

ثُمَّ لْيَقْضُوا تَfَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّfُوا بِالْبَيْتِ الْعَت۪يقِ

Summel yakdû tefesehum vel yûfû nuzûrahum vel yettavvefû bil beytil atîk.

Sonra (ihramdan çıkmak için) kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve o eski evi (Kâbe’yi) tavaf etsinler.

30

ذٰلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللّٰهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ وَاُحِلَّتْ لَكُمُ الْاَنْעَامُ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْاَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ הזُّورِۙ

Zâlike ve men yuazzım hurumâtillâhi fe huve hayrun lehu inde rabbih, ve uhıllet lekumul en’âmu illâ mâ yutlâ aleykum fectenibûr ricse minel evsâni vectenibû kavlez zûr.

İşte böyle. Kim Allah’ın haramlarına saygı gösterirse, bu, Rabbi katında kendisi için daha hayırlıdır. Size (haram olduğu) okunanların dışındaki hayvanlar helal kılındı. O halde, putların pisliğinden ve yalan sözden kaçının.

31

حُنَفَٓاءَ لِلّٰهِ غَيْرَ مُشْرِك۪ينَ بِه۪ۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَكَاَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّמَٓاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ اَوْ تَهْو۪ي بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي مَكَانٍ سَح۪يقٍ

Hunefâe lillâhi gayra muşrikîne bih, ve men yuşrik billâhi fe keennemâ harra mines semâi fe tahtafuhut tayru ev tehvî bihir rîhu fî mekânin sahîk.

Allah’a ortak koşmadan, O’na yönelenler olarak (bunları yapın). Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki gökten düşmüş de onu kuşlar kapmış veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklemiş gibidir.

32

ذٰلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ שَعَٓائِرَ اللّٰهِ فَاِنَّهَا مِنْ تَقْوَى الْقُلُوبِ

Zâlike ve men yuazzım şeâirallâhi fe innehâ min takvel kulûb.

İşte böyle. Kim Allah’ın nişanelerine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır.

33

لَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ مَحِلُّهَٓا اِلَى الْبَيْتِ الْعَت۪يقِ

Lekum fîhâ menâfiu ilâ ecelin musemmen summe mahilluhâ ilel beytil atîk.

Onlarda (kurbanlık hayvanlarda) sizin için belli bir süreye kadar faydalar vardır. Sonra onların varacakları yer, o eski evin (Kâbe’nin) yanıdır.

34

وَلِكُلِّ اُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلٰى مَا رَזَقَهُمْ مِنْ بَه۪يمَةِ الْاَنْעَامِۜ فَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَلَهُٓ اَسْلِمُواۜ وَבַשׁِّرِ الْمُخْبِت۪ينَۙ

Ve li kulli ummetin cealnâ menseken li yezkurusmallâhi alâ mâ razakahum min behîmetil en’âm, fe ilâhukum ilâhun vâhıdun fe lehû eslimû, ve beşşiril muhbitîn.

Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine O’nun adını ansınlar diye bir kurban ibadeti koyduk. Sizin ilahınız tek bir ilahtır. O halde yalnız O’na teslim olun. Alçakgönüllüleri müjdele.

35

اَلَّذ۪ينَ اِذَا ذُכِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ קُلُובُهُمْ وَالصَّابِر۪ينَ عَلٰى מَٓا اَصَابَهُمْ وَالْمُق۪يمِي الصَّלٰوةِ وَمِمَّا רَזَقْنَاهُمْ يُنْfِقُونَ

Ellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ves sâbirîne alâ mâ esâbehum vel mukîmis salâti ve mimmâ razaknâhum yunfikûn.

Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer. Başlarına gelenlere sabrederler, namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler.

36

وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا לَكُمْ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِ לَكُمْ ف۪يهَا خَيْرٌۗ فَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا صَوَٓافَّۚ فَاِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُوا مِنْهَا وَاَطْعِمُوا الْقَانِעَ وَالْمُعْتَرَّۜ كَذٰلِكَ سَخَّרْنَاهَا לَكُمْ לَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Vel budne cealnâhâ lekum min şeâirillâhi lekum fîhâ hayr, fezkurusmallâhi aleyhâ savâff, fe izâ vecebet cunûbuhâ fe kulû minhâ ve at’ımûl kânia vel mu’terr, kezâlike sahharnâhâ lekum leallekum teşkurûn.

Kurbanlık develeri de sizin için Allah’ın nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. O halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerine düştükleri zaman da onlardan yiyin, hem isteyene hem de istemeyene yedirin. İşte böyle, şükredesiniz diye onları sizin hizmetinize verdik.

37

لَنْ يَنَالَ اللّٰهَ لُחُומُهَا وَلَا דِمَٓاؤُهَا وَلٰكِنْ يَنَالُهُ التَّקْוٰى مِنْكُمْۜ כּَذٰلِكَ سَخَّרَهَا לَكُمْ לِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْۜ وَבַשׁِّرِ الْمُחْسِن۪ينَ

Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn.

Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat O’na, sizin takvanız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiği için Allah’ı büyük tanıyasınız diye, onları böylece sizin hizmetinize verdi. İyilik yapanları müjdele.

38

اِنَّ اللّٰهَ يُدَافِעُ عَنِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ כּُلَّ خَوَّانٍ كَفُورٍ

İnnallâhe yudâfiu anillezîne âmenû, innallâhe lâ yuhıbbu kulle havvânin kefûr.

Şüphesiz Allah, iman edenleri savunur. Muhakkak ki Allah, hiçbir haini, hiçbir nankörü sevmez.

39

اُذِنَ לِلَّذ۪ينَ يُقَاتَلُونَ بِاَنَّهُمْ ظُلِمُواۜ وَاِنَّ اللّٰهَ عَلٰى נَصْرِهِمْ לَقَد۪ירٌۙ

Uzine lillezîne yukâtelûne bi ennehum zulimû, ve innallâhe alâ nasrihim le kadîr.

Kendilerine savaş açılanlara (zulme uğradıkları için) savaşmaya izin verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye kadirdir.

Hac Suresi (Ayet 40-78) – Tasavvuf Yolu

40

اَلَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ اِلَّٓا اَنْ يَقُولُوا رَبُّנَا اللّٰهُۜ وَلَوْלَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِעُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ ف۪يهَا اسْمُ اللّٰهِ كَث۪يرًاۜ وَلَيَنْصُرَنَّ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِيٌّ عَز۪يزٌ

Ellezîne uhricû min diyârihim bi gayri hakkın illâ en yekûlû rabbunallâh, ve levlâ def’ullâhin nâse ba’dahum bi ba’dın le huddimet savâmiu ve biyaun ve salevâtun ve mesâcidu yuzkeru fîhesmullâhi kesîrâ, ve le yensurannallâhu men yensuruh, innallâhe le kaviyyun azîz.

Onlar, “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden başka bir sebep olmaksızın, haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla savması olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın adının çokça anıldığı mescitler yıkılıp giderdi. Allah, kendisine yardım edenlere mutlaka yardım eder. Şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.

41

اَلَّذ۪ينَ اِنْ مَكَّנָּاهُمْ فِي الْاَرْضِ اَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَוُا הזَّكٰوةَ وَاَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَנَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَلِلّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ

Ellezîne in mekkennâhum fîl ardı ekâmûs salâte ve âtevuz zekâte ve emerû bil ma’rûfi ve nehev anil munker, ve lillâhi âkıbetul umûr.

Onlar, yeryüzünde kendilerine imkân verdiğimiz zaman, namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten menederler. İşlerin sonu Allah’a aittir.

42

وَاِنْ يُكَذِّבُوكَ فَقَدْ כּَذَّבَتْ קَبْلَهُمْ קَوْمُ נُوحٍ وَעَادٌ وَثَمُودُۙ

Ve in yukezzibûke fe kad kezzebet kablehum kavmu nûhın ve âdun ve semûd.

Eğer seni yalanlıyorlarsa, (bil ki) onlardan önce Nûh, Âd ve Semûd kavimleri de yalanlamıştı.

43

وَقَوْمُ اِبْرٰه۪يمَ وَقَوْمُ לُوطٍۙ

Ve kavmu ibrâhîme ve kavmu lût.

İbrahim’in kavmi ve Lût’un kavmi de.

44

وَاَصْحَابُ מَدْيَنَۚ وَكُذِّبَ مُوسٰى פَاَمْلَيْتُ לِلْكَافِر۪ينَ ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ נَك۪يرِ

Ve ashâbu medyen, ve kuzzibe mûsâ fe emleytu lil kâfirîne summe ehaztuhum fe keyfe kâne nekîr.

Medyen halkı da. Mûsâ da yalanlanmıştı. Ben o kâfirlere mühlet verdim, sonra da onları yakaladım. Benim inkârım (cezalandırmam) nasıl oldu!

45

فَكَاَيِّنْ مِنْ קَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا وَהِيَ ظَالِمَةٌ פَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُעَطَّלَةٍ وَقَصْرٍ מَش۪يدٍ

Fe keeyyin min karyetin ehleknâhâ ve hiye zâlimetun fe hiye hâviyetun alâ urûşihâ ve bi’rin muattaletin ve kasrın meşîd.

Zalim olduğu halde helak ettiğimiz nice memleketler vardır ki, şimdi onların çatıları çökmüş, kuyuları terkedilmiş ve (sarayları) bomboş kalmıştır.

46

اَفَلَمْ يَس۪ירُوا فِي الْاَرْضِ פَتَكُونَ لَهُمْ קُلُובٌ يَعْقِلُونَ بِهَٓا اَوْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۜ فَاِنَّهَا لَا تَعْمَى الْاَبْصَارُ وَלٰכِنْ تَعْمَى الْقُلُובُ الَّت۪ي فِي الصُّدُورِ

E fe lem yesîrû fîl ardı fe tekûne lehum kulûbun ya’kılûne bihâ ev âzânun yesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’mel ebsâru ve lâkin ta’mel kulûbulletî fîs sudûr.

Yeryüzünde dolaşmazlar mı ki, akledecek kalpleri ve işitecek kulakları olsun? Gerçek şu ki, gözler kör olmaz. Fakat göğüslerdeki kalpler kör olur.

47

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَעْدَهُۜ وَاِنَّ يَوْمًا عِنْدَ רַבِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ

Ve yesta’cilûneke bil azâbi ve len yuhlifallâhu va’deh, ve inne yevmen inde rabbike ke elfi senetin mimmâ teuddûn.

Senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vaadinden asla dönmez. Şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.

48

وَكَاَيِّنْ مِنْ קَرْيَةٍ اَمْلَيْتُ لَهَا وَהِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ اَخَذْتُهَا وَاِلَيَّ الْمَص۪يرُ

Ve keeyyin min karyetin emleytu lehâ ve hiye zâlimetun summe ehaztuhâ ve ileyyel masîr.

Zalim olduğu halde mühlet verdiğim nice memleketler vardır. Sonunda onları yakaladım. Dönüş ancak banadır.

49

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّמَٓا اَنَا۬ לَكُمْ נَذ۪ירٌ مُב۪ينٌ

Kul yâ eyyuhen nâsu innemâ ene lekum nezîrun mubîn.

De ki: “Ey insanlar! Ben sizin için sadece apaçık bir uyarıcıyım.”

50

فَالَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَעَمِلُوا الصَّالِحَاتِ לَهُمْ מَغْفِرَةٌ وَרِזْقٌ כּَر۪יםٌ

Fellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve rızkun kerîm.

İman edip sâlih ameller işleyenler için bir bağışlanma ve şerefli bir rızık vardır.

51

وَالَّذ۪ينَ سَعَوْا ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُעَاجِז۪ينَ اُو۬לٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ

Vellezîne seav fî âyâtinâ muâcizîne ulâike ashâbul cahîm.

Âyetlerimizi geçersiz kılmak için çaba harcayanlara gelince, onlar cehennemliklerin ta kendileridir.

52

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ קَبْلِكَ مِنْ רَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ اِلَّٓا اِذَا תَمَنّٰٓى اَلْقَى الشَّיْطَانُ ف۪ٓي اُمْנِيَّتِه۪ۚ فَيَنْسَخُ اللّٰهُ مَا يُلْقِي الشَّיْطَانُ ثُمَّ يُحْכּِمُ اللّٰهُ اٰיָתِه۪ۜ وَاللّٰهُ עَل۪יםٌ חَك۪יםٌ

Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş şeytânu fî umniyyetih, fe yensehullâhu mâ yulkış şeytânu summe yuhkimullâhu âyâtih, vallâhu alîmun hakîm.

Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o bir temennide bulunduğu zaman, şeytan onun temennisine (vesvese) atmamış olsun. Fakat Allah, şeytanın attığını giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

53

لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّיْطَانُ فِתْنَةً לِلَّذ۪ينَ ف۪ي קُلُوبِهِمْ מَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ קُلُובُهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ לَف۪ي شِقَاقٍ בַּע۪يدٍ

Li yec’ale mâ yulkış şeytânu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî şikâkın baîd.

Allah’ın, şeytanın attığını, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kalpleri katılaşmış olanlar için bir imtihan kılması için (böyle yapar). Şüphesiz zalimler, derin bir ayrılık içindedirler.

54

وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ اُو۫תُوا الْعِلْمَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ רַבِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِه۪ فَتُخْبِتَ لَهُ קُلُوبُهُمْۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪יםٍ

Ve li ya’lemellezîne ûtûl ilme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustekîm.

Kendilerine ilim verilenlerin, onun (Kur’an’ın) Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilmeleri, ona iman etmeleri ve kalplerinin ona boyun eğmesi için (böyle yapar). Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru bir yola iletir.

55

وَلَا יَזَالُ الَّذ۪ينَ כּَفَرُوا ف۪ي מِرْيَةٍ مِنْهُ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ בַּغْتَةً اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ עَق۪יםٍ

Ve lâ yezâlüllezîne keferû fî miryetin minhu hattâ te’tiyehumus sâatu bagteten ev ye’tiyehum azâbu yevmin akîm.

İnkâr edenler ise, kendilerine kıyamet ansızın gelinceye veya onlara kısır bir günün azabı gelinceye kadar ondan şüphe içinde kalmaya devam ederler.

56

اَلْمُلْكُ يَوْמَئِذٍ لِلّٰهِۜ יَحْكُمُ بَيْنَهُمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَעَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ

El mulku yevmeizin lillâh, yahkumu beynehum, fellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fî cennâtin naîm.

O gün mülk, Allah’ındır. Aralarında hükmeder. İman edip sâlih ameller işleyenler, Naim cennetlerindedirler.

57

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَכּَذَّבُوا بِاٰيَاتِنَٓا فَاُو۬לٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ

Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ fe ulâike lehum azâbun muhîn.

İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar için alçaltıcı bir azap vardır.

58

وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا ف۪ي سَب۪ילِ اللّٰهِ ثُمَّ קُتِلُٓوا اَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللّٰهُ רِزْقًا חَسَنًاۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّاזِق۪ينَ

Vellezîne hâcerû fî sebîlillâhi summe kutilû ev mâtû le yerzukannehumullâhu rızkan hasenâ, ve innallâhe le huve hayrur râzikîn.

Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülen veya ölenlere gelince, Allah onları mutlaka güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

59

لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلًا יَرْضَوْنَهُۜ وَاِنَّ اللّٰهَ לَعَل۪יםٌ חَل۪יםٌ

Le yudhilennehum mudhalen yerdavneh, ve innallâhe le alîmun halîm.

Onları, hoşnut olacakları bir yere mutlaka sokacaktır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, Halîm’dir (hemen cezalandırmayan, müsamahakârdır).

60

ذٰلِكَ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا עُوقِبَ بِه۪ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ לَعَفُوٌّ غَفُورٌ

Zâlike ve men âkabe bi misli mâ ûkıbe bihî summe bugiye aleyhi le yensurannhullâh, innallâhe le afuvvun gafûr.

Bu böyledir. Kim kendisine yapılan haksızlığın misliyle karşılık verdikten sonra, yine kendisine zulmedilirse, Allah ona mutlaka yardım eder. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayandır.

61

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪ירٌ

Zâlike bi ennallâhe yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve ennallâhe semîun basîr.

Bu, şundandır: Çünkü Allah, geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar. Ve şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

62

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ דُונِه۪ هُوَ الْבَاطِلُ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْעَلِيُّ الْكَب۪ירُ

Zâlike bi ennallâhe huvel hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihî huvel bâtılu ve ennallâhe huvel aliyyul kebîr.

Bu, şundandır: Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise bâtıldır. Şüphesiz Allah, yücedir, büyüktür.

63

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْזَلَ مِنَ السَّמَٓاءِ مَٓاءً فَتُصْبِحُ الْاَرْضُ مُخْضَرَّةًۜ اِنَّ اللّٰهَ לَط۪يفٌ خَب۪ירٌ

E lem tere ennallâhe enzele mines semâi mâen fe tusbihul ardu muhdarrah, innallâhe latîfun habîr.

Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de yeryüzü yemyeşil oluverdi? Şüphesiz Allah, çok lütufkârdır, her şeyden hakkıyla haberdardır.

64

لَهُ مَا فِي السَّמٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ

Lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard, ve innallâhe le huvel ganiyyul hamîd.

Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Şüphesiz Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye en layık olandır.

65

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ سَخَّרَ לَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْבَحْرِ بِاَمْرِه۪ۜ وَيُمْسِكُ السَّמَٓاءَ اَنْ תَقَعَ عَلَى الْاَرْضِ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ לَرَؤُ۫فٌ رَح۪יםٌ

E lem tere ennallâhe sahhara lekum mâ fîl ardı vel fulke tecrî fîl bahri bi emrih, ve yumsikus semâe en tekaa alel ardı illâ bi iznih, innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm.

Görmedin mi, Allah yeryüzündeki her şeyi ve emriyle denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. İzni olmadıkça göğü yerin üzerine düşmekten O tutar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

66

وَهُوَ الَّذ۪י اَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ לَكَفُورٌ

Ve huvellezî ahyâkum summe yumîtukum summe yuhyîkum, innel insâne le kefûr.

Sizi dirilten, sonra öldürecek, sonra da tekrar diriltecek olan O’dur. Şüphesiz insan, çok nankördür.

67

لِكُلِّ اُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا هُمْ נَاسِكُوهُ فَلَا يُנَازِעُنَّكَ فِي الْاَمْرِ وَادْعُ اِلٰى רַבِّكَۜ اِنَّكَ לَعَلٰى هُدًى مُسْتَق۪יםٍ

Li kulli ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ rabbik, inneke le alâ huden mustekîm.

Her ümmet için, kendilerine özgü bir ibadet yolu belirledik. O halde, bu konuda seninle tartışmasınlar. Sen Rabbine davet et. Şüphesiz sen, dosdoğru bir hidayet üzerindesin.

68

وَاِنْ جَادَلُوكَ فَقُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ בِمَا תَعْمَلُونَ

Ve in câdelûke fe kulillâhu a’lemu bimâ ta’melûn.

Eğer seninle tartışırlarsa, de ki: “Allah, yaptıklarınızı daha iyi bilir.”

69

اَللّٰهُ יَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰמَةِ ف۪يمَا כּُنْتُمْ ف۪يهِ תَخْتَلِفُونَ

Allâhu yahkumu beynekum yevmel kıyâmeti fîmâ kuntum fîhi tahtelifûn.

“Allah, kıyamet günü, anlaşmazlığa düştüğünüz konularda aranızda hüküm verecektir.”

70

اَلَمْ תَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّמَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّ ذٰلِكَ ف۪ي כִּתَابٍۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪ירٌ

E lem ta’lem ennallâhe ya’lemu mâ fîs semâi vel ard, inne zâlike fî kitâb, inne zâlike alâllâhi yesîr.

Bilmez misin ki, Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir? Şüphesiz bunların hepsi bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah’a kolaydır.

71

وَيَعْبُدُونَ مِنْ דُونِ اللّٰهِ مَا لَمْ يُנَזِّلْ بِه۪ سُلْطَانًا وَמَا لَيْسَ لَهُمْ بِه۪ עِلْمٌۜ وَמَا לِلظَّالِم۪ينَ مِنْ נَص۪ירٍ

Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lem yunezzil bihî sultânen ve mâ leyse lehum bihî ilm, ve mâ liz zâlimîne min nasîr.

Onlar, Allah’ı bırakıp, haklarında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinin de hakkında hiçbir bilgileri olmayan şeylere taparlar. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.

72

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِfُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَۜ يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذ۪ينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۜ قُلْ اَفَاُنَبِّئُكُمْ بِשَرٍّ مِنْ ذٰلِكُمْۜ اَلنَّارُ وَעَدَهَا اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَבِئْسَ الْمَص۪يرُ

Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin ta’rifu fî vucûhillezîne keferûl munker, yekâdûne yestûne billezîne yetlûne aleyhim âyâtinâ, kul e fe unebbiukum bi şerrin min zâlikum, en nâru vaadehâllâhullezîne keferû, ve bi’sel masîr.

Âyetlerimiz onlara apaçık okunduğu zaman, inkâr edenlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk sezersin. Neredeyse kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: “Size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Ateş! Allah, onu kâfirlere vaat etmiştir. O ne kötü bir varış yeridir!”

73

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِעُوا لَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ דُونِ اللّٰهِ لَنْ יَخْلُقُوا ذُבَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُۜ وَاِنْ يَسْلُבْهُمُ الذُّבَابُ شَيْـًٔا لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُۜ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُובُ

Yâ eyyuhen nâsu duribe meselun festemiû leh, innellezîne ted’ûne min dûnillâhi len yahlukû zubâben ve levictemeû leh, ve in yeslubhumuz zubâbu şey’en lâ yestenkızûhu minh, daufat tâlibu vel matlûb.

Ey insanlar! Bir misal verildi, şimdi onu dinleyin: Sizin Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, bir araya gelseler bile, bir sinek dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu geri alamazlar. İsteyen de âciz, istenen de!

74

مَا קَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ קَدْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ לَقَوِيٌّ عَز۪يزٌ

Mâ kaderûllâhe hakka kadrih, innallâhe le kaviyyun azîz.

Onlar, Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.

75

اَللّٰهُ יَصْטَف۪ي مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ רُسُلًا وَمِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪ירٌ

Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs, innallâhe semîun basîr.

Allah, meleklerden de, insanlardan da elçiler seçer. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

76

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْד۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۜ وَاِلَى اللّٰهِ תُرْجَعُ الْاُمُורُ

Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve ilallâhi turceul umûr.

Onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.

77

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ارْכּَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ לَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenûrkeû vescudû va’budû rabbekum vef’alûl hayra leallekum tuflihûn.

Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.

78

وَجَاهِدُوا فِي اللّٰهِ حَقَّ جِهَادِه۪ۜ هُوَ اجْتَبٰيكُمْ وَמَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ مِلَّةَ اَب۪يكُمْ اِبْرٰه۪يمَۜ هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ مِنْ קَبْلُ وَف۪ي هٰذَا לِيَكُونَ الرَّسُولُ شَه۪يدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا שׁُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِۚ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا הזَّكٰوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِۜ هُوَ مَوْלٰيكُمْۚ فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَנִعْمَ النَّص۪يرُ

Ve câhidû fîllâhi hakka cihâdih, huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fîd dîni min harac, millete ebîkum ibrâhîm, huve semmâkumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alen nâs, fe ekîmûs salâte ve âtûz zekâte va’tesımû billâh, huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr.

Allah uğrunda, O’na yaraşır bir şekilde cihad edin. O, sizi seçti ve dinde size bir zorluk yüklemedi. Atanız İbrahim’in dinine uyun. O (Allah), hem daha önce hem de bu (Kur’an)’da size “Müslümanlar” adını verdi ki, Peygamber size şahit olsun, siz de insanlara şahit olasınız. O halde namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin Mevlânızdır. Ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!