Nur Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Sûratun enzelnâhâ ve faradnâhâ ve enzelnâ fîhâ âyâtin beyyinâtin leallekum tezekkerûn.
(Bu,) bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. Öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik.
اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِfَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Ez zâniyetu vez zânî feclidû kulle vâhıdin minhumâ miete celdeh, ve lâ te’huzkum bihimâ re’fetun fî dînillâhi in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil âhir, vel yeşhed azâbehumâ tâifetun minel mu’minîn.
Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dinini uygulamada onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.
اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةً وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
Ez zânî lâ yenkihu illâ zâniyeten ev muşrikeh, vez zâniyetu lâ yenkihuhâ illâ zânin ev muşrik, ve hurrime zâlike alel mu’minîn.
Zina eden erkek, ancak zina eden veya müşrik bir kadınla evlenir. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik bir erkek evlenir. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır.
وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَدًاۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَۙ
Vellezîne yermûnel muhsanâti summe lem ye’tû bi erbeati şuhedâe feclidûhum semânîne celdeten ve lâ takbelû lehum şehâdeten ebedâ, ve ulâike humul fâsikûn.
Namuslu kadınlara zina iftirası atıp da sonra dört şahit getiremeyenlere seksen sopa vurun ve onların şahitliklerini ebediyen kabul etmeyin. İşte onlar fâsıkların ta kendileridir.
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İllellezîne tâbû min ba’di zâlike ve aslehû fe innallâhe gafûrun rahîm.
Ancak bundan sonra tövbe edip durumlarını düzeltenler müstesna. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُsُهُمْ فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ
Vellezîne yermûne ezvâcehum ve lem yekun lehum şuhedâu illâ enfusuhum fe şehâdetu ehadihim erbau şehâdâtin billâhi innehu le mines sâdikîn.
Eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onlardan her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin etmesidir.
وَالْخَامِسَةُ اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Vel hâmisetu enne la’netallâhi aleyhi in kâne minel kâzibîn.
Beşinci (yemini) ise, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasıdır.
وَيَدْرَؤُ۬ا عَنْهَا الْعَذَابَ اَنْ تَشْهَدَ اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ
Ve yedra-u anhel azâbe en teşhede erbaa şehâdâtin billâhi innehu le minel kâzibîn.
Kadının, kocasının yalancılardan olduğuna dair dört defa Allah adına yemin etmesi, kendisinden cezayı kaldırır.
وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَآ اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Vel hâmisete enne gadaballâhi aleyhâ in kâne mines sâdikîn.
Beşinci (yemini) ise, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasıdır.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ حَك۪يمٌ
Ve levlâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu ve ennallâhe tevvâbun hakîm.
Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah tövbeleri kabul eden, hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (haliniz nice olurdu)!
اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِfْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ لَا تَحْسَبُوهُ شَرًّا لَكُمْۜ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
İnnellezîne câû bil ifki usbetun minkum, lâ tahsebûhu şerran lekum, bel huve hayrun lekum, li kullimriin minhum mektesebe minel ism, vellezî tevellâ kibrahu minhum lehu azâbun azîm.
O ağır iftirayı uyduranlar, şüphesiz içinizden bir gruptur. Onu kendiniz için bir şer sanmayın. Aksine o, sizin için bir hayırdır. Onlardan her birine, kazandığı günahın cezası vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü üstlenene ise büyük bir azap vardır.
لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُsِهِمْ خَيْرًا وَقَالُوا هٰذَٓا اِfْكٌ مُب۪ينٌ
Levlâ iz semi’tumûhu zannel mu’minûne vel mu’minâtu bi enfusihim hayran ve kâlû hâzâ ifkun mubîn.
Onu duyduğunuzda, mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların kendi vicdanlarında iyi bir zanda bulunup da, “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi?
لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ
Levlâ câû aleyhi bi erbeati şuhedâ’, fe iz lem ye’tû biş şuhedâi fe ulâike indallâhi humul kâzibûn.
Onların (iftiracıların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitleri getiremediler, öyleyse onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Ve levlâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu fîd dunyâ vel âhireti le messekum fîmâ efadtum fîhi azâbun azîm.
Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu ve merhameti üzerinizde olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.
اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًا وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ
İz telakkavnehu bi elsinetikum ve tekûlûne bi efvâhikum mâ leyse lekum bihî ilmun ve tahsebûnehu heyyinen ve huve indallâhi azîm.
Hani siz onu dillerinize doluyordunuz, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyor ve onu önemsiz bir şey sanıyordunuz. Halbuki o, Allah katında büyüktür.
وَلَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ سُبْحَانَكَ هٰذَا بُهْتَانٌ عَظ۪يمٌ
Ve levlâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bi hâzâ, subhâneke hâzâ buhtânun azîm.
Onu duyduğunuz zaman, “Bu konuda konuşmak bize yakışmaz. Seni tenzih ederiz. Bu, büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?
يَعِظُكُمُ اللّٰهُ اَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِه۪ٓ اَبَدًا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
Yeızukumullâhu en teûdû li mislihî ebeden in kuntum mu’minîn.
Eğer mü’minler iseniz, bir daha asla böyle bir şeye dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor.
وَيُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Ve yubeyyinullâhu lekumul âyât, vallâhu alîmun hakîm.
Allah size âyetleri açıklıyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
İnnellezîne yuhıbbûne en teşîal fâhişetu fîllezîne âmenû lehum azâbun elîmun fîd dunyâ vel âhireh, vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn.
İman edenler arasında çirkin şeylerin yayılmasını isteyenler için dünyada ve ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Ve levlâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu ve ennallâhe raûfun rahîm.
Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı (haliniz nice olurdu)!
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ وَمَنْ يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَدًاۙ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân, ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker, ve levlâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebedâ, ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semîun alîm.
Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o, hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbiri ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
وَلَا يَأْتَلِ اُو۬لُوا الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ اَنْ يُؤْتُٓوا اُو۬لِي الْقُرْبٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۖ وَلْيَعْfُوا وَلْيَصْfَحُواۜ اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْfِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ve lâ ye’teli ulûl fadli minkum ves seati en yu’tû ulîl kurbâ vel mesâkîne vel muhâcirîne fî sebîlillâh, vel ya’fû vel yasfehû, e lâ tuhıbbûne en yagfirallâhu lekum, vallâhu gafûrun rahîm.
İçinizden fazilet ve servet sahibi olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Affetsinler, hoşgörülü olsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ
İnnellezîne yermûnel muhsanâtil gâfilâtil mu’minâti luınû fîd dunyâ vel âhireh, ve lehum azâbun azîm.
Namuslu, (kötülüklerden) habersiz, mü’min kadınlara iftira atanlar, dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır.
يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ اَلْسِنَتُهُمْ وَاَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Yevme teşhedu aleyhim elsinetuhum ve eydîhim ve erculuhum bimâ kânû ya’melûn.
O gün, dilleri, elleri ve ayakları, yapmış oldukları hakkında aleyhlerine şahitlik edecektir.
يَوْمَئِذٍ يُوَفّ۪يهِمُ اللّٰهُ د۪ينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ
Yevmeizin yuveffîhimullâhu dînehumul hakka ve ya’lemûne ennallâhe huvel hakkul mubîn.
O gün Allah, onlara hak ettikleri cezayı tastamam verecek ve onlar, Allah’ın apaçık hak olduğunu bileceklerdir.
اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ وَالْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِۚ اُو۬لٰٓئِكَ مُبَرَّؤُ۫نَ مِمَّا يَقُولُونَۜ لَهُمْ مَغْfِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ
El habîsâtu lil habîsîne vel habîsûne lil habîsât, vet tayyibâtu lit tayyibîne vet tayyibûne lit tayyibât, ulâike muberraûne mimmâ yekûlûn, lehum magfiretun ve rızkun kerîm.
Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar, temiz erkeklere; temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. O temiz olanlar, (iftiracıların) söylediklerinden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve şerefli bir rızık vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتّٰى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلٰٓى اَهْلِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّרُونَ
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tedhulû buyûten gayra buyûtikum hattâ teste’nisû ve tusellimû alâ ehlihâ, zâlikum hayrun lekum leallekum tezekkerûn.
Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, izin almadan ve ev halkına selam vermeden girmeyin. Bu, sizin için daha hayırlıdır. Umulur ki öğüt alırsınız.
فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَدًا فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْۚ وَاِنْ ق۪يلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ اَزْكٰى لَكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ
Fe in lem tecidû fîhâ ehaden fe lâ tedhulûhâ hattâ yu’zene lekum, ve in kîle lekumurciû ferciû huve ezkâ lekum, vallâhu bimâ ta’melûne alîm.
Eğer orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size “Geri dönün” denilirse, hemen dönün. Bu, sizin için daha temizdir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ مَسْكُونَةٍ ف۪يهَا مَتَاعٌ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
Leyse aleykum cunâhun en tedhulû buyûten gayra meskûnetin fîhâ metâun lekum, vallâhu ya’lemu mâ tubdûne ve mâ tektumûn.
İçinde size ait bir menfaat bulunan, oturulmayan evlere girmenizde bir günah yoktur. Allah, açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de bilir.
قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْfَظُوا فُرُوجَهُمْۜ ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪ירٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Kul lil mu’minîne yeguddû min ebsârihim ve yahfazû furûcehum, zâlike ezkâ lehum, innallâhe habîrun bimâ yasneûn.
Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.
وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْfَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْد۪ينَ ז۪ינَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ وَلَا يُبْد۪ينَ ז۪ינَتَهُنَّ اِلَّا لِبُעُولَتِهِنَّ اَوْ اٰבَٓائِهِنَّ اَوْ اٰבَٓاءِ بُעُولَتِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓائِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓاءِ بُעُولَتِهِنَّ اَوْ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ اَوْ نِسَٓائِهِنَّ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ اَوِ التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ اَوِ الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ وَلَا يَضْرِبْنَ بِاَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْf۪ينَ مِنْ ז۪ינَتِهِنَّۜ وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعًا اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ לَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne ve lâ yubdîne zînetehunne illâ mâ zahera minhâ vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinn(e), ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ihvânihinne ev benî ihvânihinne ev benî ahavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazherû alâ avrâtin nisâ’, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn, ve tûbû ilallâhi cemîan eyyuhel mu’minûne leallekum tuflihûn.
Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Ziynetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut kendi kadınlarından, yahut sahip oldukları cariyelerden, yahut cinsel istek duymayan (erkek) hizmetçilerden, yahut da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler! Hepiniz birden Allah’a tövbe edin ki kurtuluşa eresiniz.
وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَٓائِكُمْۜ اِنْ يَكُونُوا فُقَرَٓاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Ve enkihûl eyâmâ minkum ves sâlihîne min ıbâdikum ve imâikum, in yekûnû fukarâe yugnihimullâhu min fadlih, vallâhu vâsiun alîm.
İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden sâlih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
وَلْيَسْتَعْfِfِ الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتّٰى يُغْنِيَهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ اِنْ عَلِمْتُمْ ف۪يهِمْ خَيْرًا وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّذ۪ٓي اٰتٰيكُمْۜ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَٓاءِ اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْיَاۜ وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ רַח۪ים
Vel yesta’fifillezîne lâ yecidûne nikâhan hattâ yugniyehumullâhu min fadlih, vellezîne yebtegûnel kitâbe mimmâ meleket eymânukum fe kâtibûhum in alimtum fîhim hayran ve âtûhum min mâlillâhillezî âtâkum, ve lâ tukrihû feteyâtikum alel bigâi in eradne tehassunen li tebtegû aradal hayâtid dunyâ, ve men yukrihhunne fe innallâhe min ba’di ikrâhihinne gafûrun rahîm.
Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz cariyelerden, (bir bedel karşılığında) hür olmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır görüyorsanız, hemen sözleşme yapın. Allah’ın size verdiği maldan onlara da verin. Namuslu kalmak istedikleri halde, dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zorlarsa, şüphesiz, onların zorlanmalarından sonra Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
وَلَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ وَمَثَلًا مِنَ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ
Ve lekad enzelnâ ileykum âyâtin mubeyyinâtin ve meselen minellezîne halev min kablikum ve mev’ızaten lil muttakîn.
Andolsun, size apaçık âyetler, sizden önce gelip geçenlerden bir misal ve takva sahipleri için bir öğüt indirdik.
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Allâhu nûrus semâvâti vel ard, meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ misbâh, el misbâhu fî zucâceh, ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durriyyun yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkıyyetin ve lâ garbiyyetin yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr, nûrun alâ nûr, yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs, vallâhu bi kulli şey’in alîm.
Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun misali, içinde bir lamba bulunan bir pencere (oyuk) gibidir. O lamba bir sırça içindedir. O sırça, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. O (lamba) ne doğuya ne de batıya ait olan mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Onun yağı, neredeyse kendisine ateş değmese bile ışık verir. Nûr üstüne nûrdur. Allah, dilediğini nûruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
ف۪ي بُيُوتٍ اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُۙ يُسَبِّحُ لَهُ ف۪يهَا بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِۙ
Fî buyûtin ezinallâhu en turfea ve yuzkere fîhesmuhu yusebbihu lehu fîhâ bil guduvvi vel âsâl.
(Bu kandil) Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Orada sabah akşam O’nu tesbih ederler.
رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ
Ricâlun lâ tulhîhim ticâretun ve lâ bey’un an zikrillâhi ve ikâmis salâti ve îtâiz zekât, yehâfûne yevmen tetekallebu fîhil kulûbu vel ebsâr.
Öyle adamlar ki, ne ticaret ne de alışveriş onları Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoyar. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı bir günden korkarlar.
لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Li yecziyehumullâhu ahsene mâ amilû ve yezîdehum min fadlih, vallâhu yerzuku men yeşâu bi gayri hisâb.
Allah’ın, onları yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandırması ve lütfundan onlara daha da artırması için. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِق۪يعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَٓاءًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْـًٔا وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِۙ
Vellezîne keferû a’mâluhum ke serâbin bi kîatin yahsebuhuz zam’ânu mââ, hattâ izâ câehu lem yecidhu şey’en ve vecedallâhe indehu fe veffâhu hısâbeh, vallâhu serîul hısâb.
İnkâr edenlere gelince, onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susayan onu su sanır. Nihayet ona vardığında, hiçbir şey bulamaz. Yanında Allah’ı bulur, O da onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir.
اَوْ كَظُلُمَاتٍ ف۪ي بَحْرٍ لُجِّيٍّ يَغْشٰيهُ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ سَحَابٌۜ ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍۜ اِذَٓا اَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرٰيهَاۜ وَمَنْ لَمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِنْ نُورٍ
Ev ke zulumâtin fî bahrin lucciyyin yagşâhu mevcun min fevkıhî mevcun min fevkıhî sehâb, zulumâtun ba’duhâ fevka ba’d, izâ ahrace yedehu lem yeked yerâhâ, ve men lem yec’alillâhu lehu nûran fe mâ lehu min nûr.
Yahut (onların amelleri) derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. Onu, üst üste dalgalar ve dalgaların üstünde de bir bulut kaplamıştır. Birbiri üstüne karanlıklar. Elini çıkarsa, neredeyse onu bile göremez. Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur.
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالطَّيْرُ صَٓافَّاتٍۜ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
E lem tere ennallâhe yusebbihu lehu men fîs semâvâti vel ardı vet tayru sâffât, kullun kad alime salâtehu ve tesbîhah, vallâhu alîmun bimâ yef’alûn.
Görmedin mi, göklerde ve yerde bulunanlarla, kanatlarını çırparak uçan kuşların Allah’ı tesbih ettiğini? Her biri kendi duasını ve tesbihini kesinlikle bilir. Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir.
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ
Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard, ve ilallâhil masîr.
Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dönüş de ancak Allah’adır.
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَابًا ثُمَّ يُؤَلِّfُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَامًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَصْرِfُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُۜ يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِ
E lem tere ennallâhe yuzcî sehâben summe yuellifu beynehu summe yec’aluhu rukâmen fe teral vedka yahrucu min hılâlih, ve yunezzilu mines semâi min cibâlin fîhâ min beredin fe yusîbu bihî men yeşâu ve yasrifuhu an men yeşâu, yekâdu senâ berkıhî yezhebu bil ebsâr.
Görmedin mi, Allah bulutları sürüyor, sonra onları bir araya getirip üst üste yığıyor. İşte o zaman, aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Gökten, içlerinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indirir de, onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de uzaklaştırır. Şimşeğinin parıltısı ise, neredeyse gözleri alır.
يُقَلِّبُ اللّٰهُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Yukallibullâhul leyle ven nehâr, inne fî zâlike le ıbreten li ulîl ebsâr.
Allah, gece ile gündüzü evirip çevirir. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için bir ibret vardır.
وَاللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ مِنْ مَٓاءٍۚ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى بَطْنِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى رِجْلَيْنِۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰٓى اَرْبَعٍۜ يَخْلُقُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâ’, fe minhum men yemşî alâ batnih, ve minhum men yemşî alâ ricleyn, ve minhum men yemşî alâ erba’, yahlukullâhu mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr.
Allah, her canlıyı sudan yarattı. Onlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayağı üzerinde yürür, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürür. Allah, dilediğini yaratır. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.
لَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Lekad enzelnâ âyâtin mubeyyinât, vallâhu yehdî men yeşâu ilâ sırâtın mustekîm.
Andolsun, biz apaçık âyetler indirdik. Allah, dilediğini dosdoğru bir yola iletir.
وَيَقُولُونَ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالرَّسُولِ وَاَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۜ وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ
Ve yekûlûne âmennâ billâhi ve bir resûli ve ata’nâ summe yetevellâ ferîkun minhum min ba’di zâlik, ve mâ ulâike bil mu’minîn.
“Allah’a ve Resûl’e inandık ve itaat ettik” diyorlar. Sonra onlardan bir grup, bunun ardından yüz çeviriyor. İşte onlar mü’min değillerdir.
وَاِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ
Ve izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum izâ ferîkun minhum mu’ridûn.
Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne çağrıldıkları zaman, bir de bakarsın ki onlardan bir grup yüz çevirir.
وَاِنْ يَكُنْ لَهُمُ الْحَقُّ يَأْتُٓوا اِلَيْهِ مُذْعِن۪ينَ
Ve in yekun lehumul hakku ye’tû ileyhi muz’ınîn.
Eğer hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğerek gelirler.
اَف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَمِ ارْتَابُٓوا اَمْ يَخَافُونَ اَنْ يَح۪يفَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُۜ بَلْ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
E fî kulûbihim maradun emirtâbû em yehâfûne en yehîfallâhu aleyhim ve resûluh, bel ulâike humuz zâlimûn.
Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüphe mi ettiler? Yahut Allah’ın ve Resûlünün kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır! Onlar zalimlerin ta kendileridir.
اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ, ve ulâike humul muflihûn.
Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne çağrıldıkları zaman, mü’minlerin sözü ancak, “İşittik ve itaat ettik” demektir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللّٰهَ وَيَتَّقْهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
Ve men yutııllâhe ve resûlehu ve yahşallâhe ve yettakhi fe ulâike humul fâizûn.
Kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar başarıya ulaşanların ta kendileridir.
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ اَمَرْتَهُمْ لَيَخْرُجُنَّۜ قُلْ لَا تُقْسِمُواۚ طَاعَةٌ مَعْرُوفَةٌۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Ve aksemû billâhi cehde eymânihim lein emertehum le yahrucunn, kul lâ tuksimû, tâatun ma’rûfeh, innallâhe habîrun bimâ ta’melûn.
En büyük yeminleriyle Allah’a yemin ettiler ki, eğer onlara emredersen, mutlaka (savaşa) çıkacaklardır. De ki: “Yemin etmeyin. (Sizden istenen) bilinen bir itaattir. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”
قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْۜ وَاِنْ تُط۪يعُوهُ تَهْتَدُواۜ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Kul etîûllâhe ve etîûr resûl, fe in tevellev fe innemâ aleyhi mâ hummile ve aleykum mâ hummiltum, ve in tutîûhu tehtedû, ve mâ aler resûli illel belâgul mubîn.
De ki: “Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, ona yüklenen (tebliğ) sorumluluğu ona, size yüklenen (itaat) sorumluluğu da size aittir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulursunuz. Peygambere düşen, sadece apaçık bir tebliğdir.”
وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ د۪ينَهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًاۜ يَعْبُدُونَن۪ي لَا يُشْرِكُونَ ب۪ي شَيْـًٔاۜ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Vaadallâhullezîne âmenû minkum ve amilûs sâlihâti le yestahlifennehum fîl ardı kemestahlefellezîne min kablihim ve le yumekkinenne lehum dînehumullezîrtedâ lehum ve le yubeddilennehum min ba’di havfihim emnâ, ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey’â, ve men kefere ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûn.
Allah, içinizden iman edip sâlih ameller işleyenlere vaat etmiştir ki, onlardan öncekileri nasıl egemen kıldıysa, onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacak; onlar için razı olduğu dinlerini mutlaka sağlamlaştıracak ve korkularının ardından onları mutlaka güvene kavuşturacaktır. Bana kulluk ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte ve etîûr resûle leallekum turhamûn.
Namazı kılın, zekâtı verin ve Peygamber’e itaat edin ki size merhamet edilsin.
لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ وَلَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Lâ tahsebennellezîne keferû mu’cizîne fîl ard, ve me’vâhumun nâr, ve le bi’sel masîr.
Sakın inkâr edenlerin yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakacaklarını sanma. Onların varacağı yer ateştir. O ne kötü bir varış yeridir!
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذ۪ينَ مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلٰثَ مَرَّاتٍۜ مِنْ قَبْلِ صَلٰوةِ الْفَجْرِ وَح۪ينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّه۪يرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلٰوةِ الْعِشَٓاءِۜ ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْۜ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّۜ طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Yâ eyyuhellezîne âmenû li yeste’zinkumullezîne meleket eymânukum vellezîne lem yeblugûl hulume minkum selâse merrât, min kabli salâtil fecri ve hîne tedaûne siyâbekum minez zahîreti ve min ba’di salâtil ışâ’, selâsu avrâtin lekum, leyse aleykum ve lâ aleyhim cunâhun ba’dehunn, tavvâfûne aleykum ba’dukum alâ ba’d, kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyât, vallâhu alîmun hakîm.
Ey iman edenler! Sahip olduğunuz cariyeler ve içinizden henüz ergenliğe ermemiş olanlar, üç vakitte (yanınıza girmek için) sizden izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar, sizin için üç avret vaktidir. Bunların dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur. Onlar, sizin etrafınızda dönüp dolaşırlar. İşte Allah, âyetleri size böyle açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَاِذَا بَلَغَ الْاَطْfَالُ مِنْكُمُ الْحُلُمَ فَلْيَسْتَأْذِنُوا كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Ve izâ belegal etfâlu minkumul hulume fel yeste’zinû kemeste’zenellezîne min kablihim, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtih, vallâhu alîmun hakîm.
Çocuklarınız ergenlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi, onlar da izin istesinler. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا يَرْجُونَ نِكَاحًا فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ اَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِز۪ينَةٍۜ وَاَنْ يَسْتَعْfِfْنَ خَيْرٌ لَهُنَّۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Vel kavâidu minen nisâillâtî lâ yercûne nikâhan fe leyse aleyhinne cunâhun en yada’ne siyâbehunne gayra muteberricâtin bi zîneh, ve en yesta’fifne hayrun lehunn, vallâhu semîun alîm.
Evlenme ümidi kalmamış, (yaşlılık sebebiyle) oturmuş kadınların, ziynetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama iffetli davranmaları, kendileri için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ وَلَا عَلٰٓى اَنْفُsِكُمْ اَنْ تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اٰبَٓائِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اُمَّهَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اِخْوَانِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخَوَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَعْمَامِكُمْ اَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخْوَالِكُمْ اَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ اَوْ مَا مَلَكْتُمْ مَفَاتِحَهُٓ اَوْ صَد۪يقِكُمْۜ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَأْكُلُوا جَم۪يعًا اَوْ اَشْتَاتًاۜ فَاِذَا دَخَلْتُمْ بُيُوتًا فَسَلِّمُوا عَلٰٓى اَنْفُsِكُمْ تَحِيَّةً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةًۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Leyse alel a’mâ haracun ve lâ alel a’raci haracun ve lâ alel marîdı haracun ve lâ alâ enfusikum en te’kulû min buyûtikum ev buyûti âbâikum ev buyûti ummehâtikum ev buyûti ihvânikum ev buyûti ahavâtikum ev buyûti a’mâmikum ev buyûti ammâtikum ev buyûti ahvâlikum ev buyûti hâlâtikum ev mâ melektum mefâtihahû ev sadîkıkum, leyse aleykum cunâhun en te’kulû cemîan ev aştâtâ, fe izâ dehaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum tehiyyeten min indillâhi mubâraketen tayyibeh, kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum ta’kılûn.
Köre, topala ve hastaya bir güçlük yoktur. Kendi evlerinizden, yahut babalarınızın evlerinden, yahut annelerinizin evlerinden, yahut erkek kardeşlerinizin evlerinden, yahut kız kardeşlerinizin evlerinden, yahut amcalarınızın evlerinden, yahut halalarınızın evlerinden, yahut dayılarınızın evlerinden, yahut teyzelerinizin evlerinden, yahut anahtarları elinizde bulunan evlerden, yahut dostlarınızın evlerinden yemenizde size bir günah yoktur. Toplu halde veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, Allah katından mübarek ve güzel bir esenlik dileği olarak, birbirinize selam verin. İşte Allah, aklınızı kullanasınız diye âyetleri size böyle açıklar.
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلٰٓى اَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتّٰى يَسْتَأْذِنُوهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ فَاِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْfِرْ لَهُمُ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İnnemel mu’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî ve izâ kânû meahu alâ emrin câmiın lem yezhebû hattâ yeste’zinûh, innellezîne yeste’zinûneke ulâikellezîne yu’minûne billâhi ve resûlih, fe izeste’zenûke li ba’dı şe’nihim fe’zen li men şi’te minhum vestagfir lehumullâh, innallâhe gafûrun rahîm.
Mü’minler ancak, Allah’a ve Resûlüne iman eden, onunla beraber toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken ondan izin almadıkça gitmeyen kimselerdir. Şüphesiz senden izin isteyenler, Allah’a ve Resûlüne inananlardır. Bazı işleri için senden izin istediklerinde, onlardan dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًاۜ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًاۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِfُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Lâ tec’alû duâer resûli beynekum ke duâi ba’dıkum ba’dâ, kad ya’lemullâhullezîne yetesellelûne minkum livâzâ, fel yahzerillezîne yuhâlifûne an emrihî en tusîbehum fitnetun ev yusîbehum azâbun elîm.
Peygamber’i, aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın. Allah, içinizden birbirinin arkasına gizlenerek sıvışıp gidenleri elbette bilir. Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine elem dolu bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَعْلَمُ مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
E lâ inne lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard, ya’lemu mâ entum aleyh, ve yevme yurceûne ileyhi fe yunebbiuhum bimâ amilû, vallâhu bi kulli şey’in alîm.
İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. O, sizin ne halde olduğunuzu bilir. O’na döndürülecekleri gün, onlara yaptıklarını haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.