Rum Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
الٓمٓ
Elif lâm mîm.
Elif, Lâm, Mîm.
غُلِبَتِ الرُّومُۙ
Gulibetir rûm.
Romalılar yenilgiye uğradı.
ف۪ٓي اَدْنَى الْاَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَۙ
Fî ednel ardı ve hum min ba’di galebihim se yaglibûn.
En yakın bir yerde. Onlar, bu yenilgilerinden sonra yeneceklerdir.
ف۪ي بِضْعِ سِن۪ينَۜ لِلّٰهِ الْاَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُۜ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَۙ
Fî bid’ı sinîn, lillâhil emru min kablu ve min ba’d, ve yevmeizin yefrahul mu’minûn.
Birkaç yıl içinde. Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün mü’minler sevineceklerdir.
بِنَصْرِ اللّٰهِۜ يَنْصُرُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ
Bi nasrillâh, yensuru men yeşâu, ve huvel azîzur rahîm.
Allah’ın yardımıyla. O, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِfُ اللّٰهُ وَعْدَهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Va’dallâh, lâ yuhlifullâhu va’dehu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn.
Bu, Allah’ın vaadidir. Allah, vaadinden dönmez. Fakat insanların çoğu bilmezler.
يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ
Ya’lemûne zâhiran minel hayâtid dunyâ ve hum anil âhireti hum gâfilûn.
Onlar, dünya hayatının sadece dış yüzünü bilirler. Ahiretten ise tamamen gafildirler.
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُsِهِمْ۠ مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ
E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ, ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn.
Kendi nefisleri hakkında hiç düşünmediler mi? Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz, insanların birçoğu Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْfَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاَثَارُوا الْاَرْضَ وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُsَهُمْ يَظْلِمُونَ
E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, kânû eşedde minhum kuvveten ve esârûl arda ve amarûhâ eksere mimmâ amarûhâ ve câethum rusuluhum bil beyyinât, fe mâ kânallâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn.
Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmazlar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler. Yeryüzünü işlemişler ve onu, bunların imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişti. Allah onlara zulmetmiyordu, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُا السُّٓואٰٓى اَنْ كَذَّבُوا بِاٰיָתِ اللّٰهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Summe kâne âkıbetellezîne esâus sûâ en kezzebû bi âyâtillâhi ve kânû bihâ yestehziûn.
Sonra kötülük işleyenlerin sonu, Allah’ın âyetlerini yalanlamaları ve onlarla alay etmeleri sebebiyle çok kötü oldu.
اَللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُע۪يدُهُ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Allâhu yebdeul halka summe yuîduhu summe ileyhi turceûn.
Allah, yaratmayı ilk başlatan, sonra onu tekrar edendir. Sonra da O’na döndürüleceksiniz.
וَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ
Ve yevme tekûmus sâatu yublisul mucrimûn.
Kıyametin kopacağı gün, suçlular ümitsizliğe düşerler.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَٓائِهِمْ شُفَعٰٓؤُ۬ا وَكَانُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ كَافِر۪ينَ
Ve lem yekun lehum min şurakâihim şufeâu ve kânû bi şurakâihim kâfirîn.
Ortak koştuklarından kendilerine şefaatçiler de olmaz. Ve onlar, ortaklarını da inkâr ederler.
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ
Ve yevme tekûmus sâatu yevmeizin yeteferrakûn.
Kıyametin kopacağı gün, işte o gün (inananlarla inkâr edenler) birbirinden ayrılırlar.
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ
Fe emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe hum fî ravdatin yuhberûn.
İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, onlar bir cennet bahçesinde sevinç içinde ağırlanırlar.
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّבُوا بِاٰיָתِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ فَاُو۬לٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
Ve emmellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhireti fe ulâike fîl azâbi muhdarûn.
İnkâr edip de âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar azap içinde hazır bulundurulacaklardır.
فَسُבْחَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ
Fe subhânallâhi hîne tumsûne ve hîne tusbihûn.
O halde akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin.
وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا وَح۪ينَ تُظْهِרُونَ
Ve lehul hamdu fîs semâvâti vel ardı ve aşiyyen ve hîne tuzhirûn.
Göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur. Gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde de (O’nu tesbih edin).
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ
Yuhricul hayye minel meyyiti ve yuhricul meyyite minel hayyi ve yuhyîl arda ba’de mevtihâ, ve kezâlike tuhracûn.
Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü diriltir. İşte siz de böyle (kabirlerinizden) çıkarılacaksınız.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَٓا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ
Ve min âyâtihî en halakakum min turâbin summe izâ entum beşerun tenteşirûn.
Sizi topraktan yaratması, sonra da (çoğalıp) yeryüzüne yayılan insanlar olmanız, O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّרُونَ
Ve min âyâtihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale beynekum meveddeten ve rahmeh, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn.
Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza bir sevgi ve merhamet koyması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için nice ibretler vardır.
وَمِنْ اٰיָתِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَاfُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ לَاٰיָתٍ לِلْعَالِم۪ينَ
Ve min âyâtihî halkus semâvâti vel ardı vahtilâfu elsinetikum ve elvânikum, inne fî zâlike le âyâtin lil âlimîn.
Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda, bilenler için nice ibretler vardır.
وَمِنْ اٰיָתِه۪ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَٓاؤُكُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ לَاٰיָתٍ לِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Ve min âyâtihî menâmukum bil leyli ven nehâri vebtigâukum min fadlih, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yesmeûn.
Geceleyin ve gündüzün uyumanız ve O’nun lütfundan (rızık) aramanız da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda, işiten bir toplum için nice ibretler vardır.
وَمِنْ اٰיָתِه۪ يُר۪يكُمُ الْבَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنَזِّלُ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَيُحْي۪ بِهِ الْاَرْضَ בַּעْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ לَاٰיָתٍ לِقَوْمٍ יַעْقِلُونَ
Ve min âyâtihî yurîkumul berka havfen ve tamaan ve yunezzilu mines semâi mâen fe yuhyî bihil arda ba’de mevtihâ, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn.
Size korku ve ümit vermek için şimşeği göstermesi, gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir toplum için nice ibretler vardır.
وَمِنْ اٰיָתِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّמَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ۜ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ الْاَرْضِ اِذَٓا اَنْتُمْ تَخْرُجُونَ
Ve min âyâtihî en tekûmes semâu vel ardu bi emrih, summe izâ deâkum da’veten minel ardı izâ entum tahrucûn.
Göğün ve yerin O’nun emriyle ayakta durması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Sonra sizi yerden bir tek çağırışla çağırdığı zaman, bir de bakarsınız ki çıkıyorsunuz.
وَلَهُ مَنْ فِي السَّמٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِתُونَ
Ve lehu men fîs semâvâti vel ard, kullun lehu kânitûn.
Göklerde ve yerde kim varsa O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmişlerdir.
وَهُوَ الَّذ۪י יַבْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُע۪يدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِۜ وَلَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى فِي السَّמٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْעَז۪יזُ الْחَك۪ים
Ve huvellezî yebdeul halka summe yuîduhu ve huve ehvenu aleyh, ve lehul meselul a’lâ fîs semâvâti vel ard, ve huvel azîzul hakîm.
Yaratmayı ilk başlatan, sonra onu tekrar edecek olan O’dur. Bu, O’na daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O’nundur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
ضَرَبَ لَكُمْ מَثَلًا مِنْ اَنْفُسِكُمْۜ هَلْ لَكُمْ מִןْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ מִןْ شُرَكَٓاءَ ف۪ي مَا רَزَقْنَاكُمْ فَاَنْتُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخ۪יפַתِكُمْ اَنْפُسَكُمْۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ לِقَوْمٍ יַעْقِلُونَ
Darabe lekum meselen min enfusikum, hel lekum min mâ meleket eymânukum min şurakâe fî mâ razaknâkum fe entum fîhi sevâun tehâfûnehum ke hîfetikum enfusekum, kezâlike nufassılul âyâti li kavmin ya’kılûn.
Size kendi nefislerinizden bir misal verdi: Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sahip olduğunuz köleler arasında, kendinizden korktuğunuz gibi onlardan da korktuğunuz, eşit ortaklarınız var mıdır? İşte biz, aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklıyoruz.
בַּلِ اتَّבַעَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ بِغَيْرِ עِلْمٍۚ فَمَنْ يَهْد۪ي מَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ وَמَا لَهُمْ מִןْ נָاصِر۪ينَ
Belittebeallezîne zalemû ehvâehum bi gayri ilm, fe men yehdî men edallallâh, ve mâ lehum min nâsırîn.
Fakat o zalimler, bilgisizce hevalarına uydular. Allah’ın saptırdığını kim doğru yola iletebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur.
פَاَقِمْ وَجْهَكَ לِلدّ۪ينِ חَن۪יפًاۜ פִטْرَتَ اللّٰهِ الَّת۪י פَטَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا תַבْد۪يلَ לِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۙ وَלٰכِنَّ اَכְثَرَ النَّاسِ لَا יַעْلَمُونَ
Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ, fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh, zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn.
O halde sen, yüzünü hanîf olarak dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
מُن۪יב۪ينَ اِلَيْهِ وَاتَّقُوهُ وَاَق۪يمُوا الصَّלٰوةَ وَلَا תَكُونُوا مِنَ الْمُשְׁרِכ۪ينَۙ
Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn.
O’na yönelmiş olarak, O’ndan korkun, namazı kılın ve müşriklerden olmayın.
مِنَ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا ד۪ינَهُمْ وَكَانُوا שִׁيَعًاۜ כּُلُّ חִזْبٍ بِمَا לَدَيْهِمْ فَرِحُونَ
Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ, kullu hızbin bimâ ledîhim ferihûn.
Onlar ki, dinlerini parça parça ettiler ve gruplara ayrıldılar. Her grup, kendi yanında bulunanla sevinir.
وَاِذَا מַסَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رַבּَهُمْ مُن۪יב۪ينَ اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَٓا اَذَاقَهُمْ مِنْهُ רַחْمَةً اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ بِרַבּِهِمْ يُשְׁרِכُونَۙ
Ve izâ messen nâse durrun deav rabbehum munîbîne ileyhi summe izâ ezâkahum minhu rahmeten izâ ferîkun minhum bi rabbihim yuşrikûn.
İnsanlara bir darlık dokunduğu zaman, Rablerine yönelerek O’na dua ederler. Sonra onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup, Rablerine ortak koşuyorlar.
لِيَכְفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ فَتَمَتَّעُوا فَسَوْفَ תַעْلَمُونَ
Li yekfurû bimâ âteynâhum, fe temetteû fe sevfe ta’lemûn.
Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler diye. Haydi faydalanın bakalım, yakında bileceksiniz.
اَمْ اَنْזَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْטَانًا فَهُوَ יَتَكَلَّםُ بِمَا כָּנُوا بِه۪ يُשְׁרِכُونَ
Em enzelnâ aleyhim sultânen fe huve yetekellemu bimâ kânû bihî yuşrikûn.
Yoksa onlara bir delil indirdik de, o mu onlara Allah’a ortak koşmalarını söylüyor?
وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ בِمَا קَدَّמَتْ اَيْד۪יהِمْ اِذَا هُمْ יَقْنَطُونَ
Ve izâ ezaknen nâse rahmeten ferihû bihâ, ve in tusıbhum seyyietun bimâ kaddemet eydîhim izâ hum yaknetûn.
İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onunla sevinirler. Kendi ellerinin yaptığı yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, bir de bakarsın ki ümitsizliğe düşerler.
اَوَلَمْ יَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُטُ الرِّזْقَ לِمَنْ יَשَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ לَاٰيَاتٍ לِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
E ve lem yerev ennallâhe yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn.
Görmediler mi ki, Allah rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz bunda, inanan bir toplum için ibretler vardır.
פَاٰתِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْכּ۪ينَ وَابْنَ السَّב۪يلِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ לِلَّذ۪ينَ يُר۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ وَاُو۬לٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Fe âti zel kurbâ hakkahu vel miskîne vebnes sebîl, zâlike hayrun lillezîne yurîdûne vechallâhi ve ulâike humul muflihûn.
O halde akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bu, Allah’ın rızasını isteyenler için daha hayırlıdır. Ve işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
וَمَٓا اٰتَيْتُمْ מִןْ רِبًا لِيَرْבُوَا۬ ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْבُوا עِنْدَ اللّٰهِۚ وَמَٓا اٰتَيْتُمْ מִןْ זַכٰوةٍ تُר۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ فَاُو۬לٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِפُونَ
Ve mâ âteytum min riben li yerbuve fî emvâlin nâsi fe lâ yerbû indallâh, ve mâ âteytum min zekâtin turîdûne vechallâhi fe ulâike humul mud’ıfûn.
İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte (onu verenler, sevaplarını) kat kat artıranlardır.
اَللّٰهُ الَّذ۪י خَلَقَكُمْ ثُمَّ רَזَقَكُمْ ثُمَّ يُم۪יתُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ هَلْ מִןْ שُرَكَٓائِكُمْ מَنْ יَفْعَلُ מִןْ ذٰلِكُمْ מִןْ شَيْءٍۜ سُבْחَانَهُ وَתَعَالٰى עַמَّا يُשְׁרِכُونَ
Allâhullezî halakakum summe razakakum summe yumîtukum summe yuhyîkum, hel min şurakâikum men yef’alu min zâlikum min şey’, subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn.
Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, sonra öldüren, sonra da dirilten Allah’tır. Ortaklarınızdan, bunlardan herhangi birini yapacak olan var mı? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır ve yücedir.
ظَهَرَ الْפَسَادُ فِي الْבَرِّ وَالْبَحْرِ בِمَا כּَسَبَتْ اَيْדِي النَّاسِ لِيُذ۪יקَهُمْ בַּעْضَ الَّذ۪ي עَمِلُوا לَعَلَّهُمْ يَرْجِעُونَ
Zaheral fesâdu fîl berri vel bahri bimâ kesebet eydîn nâsi li yuzîkahum ba’dallezî amilû leallehum yerciûn.
İnsanların kendi ellerinin kazandığı yüzünden, karada ve denizde bozulma ortaya çıktı. Yaptıklarının bir kısmını onlara tattırması için ki, belki dönerler.
قُلْ س۪ירُوا فِي الْاَرْضِ פَانْظُرُوا كَيْפَ כָּןَ עَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ מִןْ קَبْلُۜ כָּןَ اَכְثَرُهُمْ מุשְׁרِכ۪ينَ
Kul sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kabl, kâne ekseruhum muşrikîn.
De ki: “Yeryüzünde dolaşın da, öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakın. Onların çoğu müşriklerdi.”
פَاَقِمْ وَجْهَكَ לِلدّ۪ينِ الْقَيِّمِ מִןْ קَبْلِ اَنْ יَأْتِيَ יَوْمٌ لَا מَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِ يَوْמَئِذٍ יَصَّدَّעُونَ
Fe ekim vecheke lid dînil kayyimi min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâhi yevmeizin yessaddeûn.
Allah tarafından, geri çevrilmesi mümkün olmayan o gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru dine çevir. O gün (insanlar) bölük bölük ayrılırlar.
מَنْ כּَفَرَ فَعَلَيْهِ כֻּפْرُهُۚ وَمَنْ עَمِلَ صَالِحًا פَلِاَنْפُسِهِمْ يَمْهَدُونَۙ
Men kefere fe aleyhi kufruh, ve men amile sâlihan fe li enfusihim yemhedûn.
Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kim de sâlih bir amel işlerse, kendileri için (cennette yer) hazırlamış olurlar.
לِيَجْזِيَ الَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَעَمِلُوا الصَّالِحَاتِ מִןْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْכָּפِر۪ينَ
Li yecziyellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti min fadlih, innehu lâ yuhıbbul kâfirîn.
Allah’ın, iman edip sâlih ameller işleyenleri lütfundan mükâfatlandırması için. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez.
وَمِنْ اٰיָתِه۪ٓ اَنْ يُרْسِلَ الرِّيَاحَ مُבַשׁِّרَاتٍ وَלِيُذ۪יקَكُمْ מִןْ رَحْمَتِه۪ وَלِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِاَمْرِه۪ وَלِتَبْتَغُوا מִןْ فَضْلِه۪ وَלَعَلَّكُمْ תַשְׁכּُرُونَ
Ve min âyâtihî en yursiler riyâha mubeşşirâtin ve li yuzîkakum min rahmetihî ve li tecriyel fulku bi emrihî ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn.
Size rahmetinden tattırması, emriyle gemilerin yüzmesi ve lütfundan (rızık) aramanız ve şükretmeniz için rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا מִןْ קَبْلِكَ רֻسُلًا اِلٰى قَوْמِهِمْ فَجَٓاؤُ۫هُمْ بِالْبَيِّنَاتِ פَانْتَقَمْنَا مِنَ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُواۜ وَכָּןَ حَقًّا عَلَيْنَا נַصْرُ الْمُؤْمِن۪ينَ
Ve lekad erselnâ min kablike rusulen ilâ kavmihim fe câûhum bil beyyinâti fentekamnâ minellezîne ecramû, ve kâne hakkan aleynâ nasrul mu’minîn.
Andolsun, senden önce de peygamberleri kavimlerine gönderdik. Onlara apaçık deliller getirdiler. Suç işleyenlerden intikam aldık. Mü’minlere yardım etmek ise, bizim üzerimize bir haktır.
اَللّٰهُ الَّذ۪י يُרْسِلُ الرِّيَاحَ فَتُث۪ירُ سَحَابًا فَيَبْسُطُهُ فِي السَّמَٓاءِ كَيْفَ יَשَٓاءُ وَיַجْعَلُهُ كِسَفًا فَتَرَى الْوَدْقَ יَخْرُجُ מִןْ خِلَالِه۪ۚ فَاِذَٓا اَصَابَ بِه۪ מَنْ יَשَٓاءُ מִןْ עִבَادِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْשִׁרُونَ
Allâhullezî yursilur riyâha fe tusîru sehâben fe yebsutuhu fîs semâi keyfe yeşâu ve yec’aluhu kisefen fe teral vedka yahrucu min hılâlih, fe izâ esâbe bihî men yeşâu min ıbâdihî izâ hum yestebşirûn.
Allah, rüzgârları gönderir, onlar da bulutu harekete geçirir. Onu gökyüzünde dilediği gibi yayar ve parça parça eder. Derken arasından yağmurun çıktığını görürsün. Onu kullarından dilediğine ulaştırınca, bir de bakarsın ki seviniyorlar.
وَاِنْ כָּנُوا מִןْ קَبْلِ اَنْ يُנَזَّلَ عَلَيْهِمْ מִןْ קَبْلِه۪ לَمُבْلِس۪ينَ
Ve in kânû min kabli en yunezzel aleyhim min kablihî le mublisîn.
Halbuki ondan önce, üzerlerine (yağmur) indirilmeden önce tamamen ümitsiz idiler.
פَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْיِ الْاَرْضَ בַּعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ذٰلِكَ לَمُحْיِ الْمَوْתٰىۚ وَهُوَ عَلٰى כּُلِّ شَيْءٍ קَد۪ירٌ
Fanzur ilâ âsâri rahmetillâhi keyfe yuhyîl arda ba’de mevtihâ, inne zâlike le muhyîl mevtâ, ve huve alâ kulli şey’in kadîr.
Allah’ın rahmetinin eserlerine bak, yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir.
وَلَئِنْ اَرْسَلْنَا ר۪יחًا فَرَاَوْهُ مُصْفَرًّا לَظَلُّوا מִןْ בַּעْدِه۪ يَכْفُرُونَ
Ve lein erselnâ rîhan fe raevhu musferran le zallû min ba’dihî yekfurûn.
Andolsun, eğer bir rüzgâr göndersek de onu (ekini) sararmış görseler, ardından mutlaka nankörlüğe başlarlar.
פَاِنَّكَ لَا تُسْمِעُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِעُ الصُّمَّ الدُّעَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُדְבِر۪ينَ
Fe inneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn.
Şüphesiz sen, ölülere işittiremezsin. Arkalarını dönüp gittikleri zaman, sağırlara da daveti duyuramazsın.
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِ الْעُمْיِ עَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِעُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰיָתِنَا פَهُمْ مُسْلِمُونَ
Ve mâ ente bi hâdil umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn.
Ve sen, körleri sapıklıklarından doğru yola iletecek değilsin. Sen ancak, âyetlerimize iman edip de teslim olanlara duyurabilirsin.
اَللّٰهُ الَّذ۪י خَلَقَكُمْ מִןْ ضَعْfٍ ثُمَّ جَعَلَ מִןْ בַּعْدِ ضَعْfٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ מִןْ בַּعْدِ قُوَّةٍ ضَعْfًا وَשَيْבَةًۜ יَخْلُقُ مَا יَשَٓاءُۚ وَهُوَ الْעَل۪יםُ الْقَد۪ירُ
Allâhullezî halakakum min da’fin summe ceale min ba’di da’fin kuvveten summe ceale min ba’di kuvvetin da’fen ve şeybeh, yahluku mâ yeşâu, ve huvel alîmul kadîr.
Allah, sizi bir zayıflıktan yaratan, sonra zayıflığın ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir zayıflık ve yaşlılık verendir. Dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, her şeye kadirdir.
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَۙ مَا לَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍۜ كَذٰلِكَ כָּנُوا يُؤْפَכُونَ
Ve yevme tekûmus sâatu yuksimul mucrimûne mâ lebisû gayra sâah, kezâlike kânû yu’fekûn.
Kıyametin kopacağı gün, suçlular (dünyada) bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar, böyle döndürülüyorlardı.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫תُوا الْعِلْمَ وَالْا۪ימָןَ לَقَدْ לَبِثْتُمْ ف۪ي כִּתَابِ اللّٰهِ اِلٰى يَوْمِ الْבَعْثِۘ فَهٰذَا يَوْمُ الْבَعْثِ وَלٰכِنَّكُمْ כּُنْتُمْ لَا תַעْلَمُونَ
Ve kâlellezîne ûtûl ilme vel îmâne lekad lebistum fî kitâbillâhi ilâ yevmil ba’si fe hâzâ yevmul ba’si ve lâkinnekum kuntum lâ ta’lemûn.
Kendilerine ilim ve iman verilenler ise derler ki: “Andolsun, siz Allah’ın kitabında (yazılı olduğu gibi) diriliş gününe kadar kaldınız. İşte bu, diriliş günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz.”
פَيَوْمَئِذٍ لَا يَنْפַעُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا מַעْذِرَتُهُمْ وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
Fe yevmeizin lâ yenfeullezîne zalemû ma’ziretuhum ve lâ hum yusta’tebûn.
O gün, zulmedenlere mazeretleri fayda vermez. Onlardan (Allah’ı) razı etmeleri de istenmez.
وَلَقَدْ ضَرَبْنَا לِلنَّاسِ ف۪ي הٰذَا الْقُرْاٰןِ מִןْ כּُلِّ מَثَلٍۜ وَלَئِنْ جِئْتَهُمْ بِاٰيَةٍ לَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ כּَفَرُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُבْטِلُونَ
Ve lekad darabnâ lin nâsi fî hâzel kur’âni min kulli mesel, ve lein ci’tehum bi âyetin le yekûlennellezîne keferû in entum illâ mubtılûn.
Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali verdik. Andolsun, eğer onlara bir mucize getirsen, inkâr edenler mutlaka, “Siz ancak bâtılı ortaya atanlarsınız” derler.
כּَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الَّذ۪ينَ لَا יַעْلَمُونَ
Kezâlike yatbaullâhu alâ kulûbillezîne lâ ya’lemûn.
İşte Allah, bilmeyenlerin kalplerini böyle mühürler.
פَاصْبِرْ اِنَّ وَעْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذ۪ينَ لَا يُوقِنُونَ
Fasbir inne va’dallâhi hakkun ve lâ yestehıffennekellezîne lâ yûkınûn.
Sabret. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Kesin olarak inanmayanlar, sakın seni gevşekliğe sevketmesinler.