Fatır Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ جَاعِلِ الْمَلٰٓئِكَةِ رُسُلًا اُو۬ل۪ٓي اَجْنِحَةٍ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۜ يَز۪يدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Elhamdu lillâhi fâtıris semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâ’, yezîdu fîl halkı mâ yeşâ’, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.
مَا يَفْتَحِ اللّٰهُ لِلنَّاسِ مِنْ رَحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَاۚ وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Mâ yeftehillâhu lin nâsi min rahmetin fe lâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik fe lâ mursile lehu min ba’dih, ve huvel azîzul hakîm.
Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۜ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Yâ eyyuhen nâsuzkurû ni’metallâhi aleykum, hel min hâlikın gayrullâhi yerzukukum mines semâi vel ard, lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tu’fekûn.
Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Allah’tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?
وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ
Ve in yukezzibûke fe kad kuzzibet rusulun min kablik, ve ilallâhi turceul umûr.
Eğer seni yalanlıyorlarsa, (bil ki) senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
Yâ eyyuhen nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrennekum billâhil garûr.
Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı (şeytan) da sizi Allah hakkında aldatmasın.
اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّاۜ اِنَّمَا يَدْعُوا حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِ
İnneş şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ, innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbis saîr.
Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşin halkı olmaya çağırır.
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ۠ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْfِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ
Ellezîne keferû lehum azâbun şedîd, vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve ecrun kebîr.
İnkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. İman edip sâlih ameller işleyenler için ise bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ فَرَاٰهُ حَسَنًاۜ فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe raâhu hasenâ, fe innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserât, innallâhe alîmun bimâ yasneûn.
Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse (doğru yolda olan gibi) midir? Şüphesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. O halde, onlara üzülerek kendini helak etme. Çünkü Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir.
وَاللّٰهُ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَابًا فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ كَذٰلِكَ النُّشُورُ
Vallâhullezî erseler riyâha fe tusîru sehâben fe suknâhu ilâ beledin meyyitin fe ahyeynâ bihil arda ba’de mevtihâ, kezâliken nuşûr.
Allah, rüzgârları gönderendir. Onlar da bulutları harekete geçirir. Biz de o bulutları ölü bir beldeye sevk ederiz ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltiriz. İşte (kabirlerden) çıkış da böyledir.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعًاۜ اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُۜ وَالَّذ۪ينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّـَٔاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ يَبُورُ
Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ, ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amalus sâlihu yerfeuh, vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîd, ve mekru ulâike huve yebûr.
Kim izzet istiyorsa, bilsin ki izzet tamamen Allah’ındır. O’na ancak güzel sözler yükselir. Onları da sâlih amel yükseltir. Kötülükleri tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır. Onların tuzağı da boşa çıkar.
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْfَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ اَزْوَاجًاۜ وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَمَا يُعَمَّرُ مِنْ مُعَمَّرٍ وَلَا يُنْقَصُ مِنْ عُمُرِه۪ٓ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
Vallâhu halakakum min turâbin summe min nutfetin summe cealekum ezvâcâ, ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmih, ve mâ yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihî illâ fî kitâb, inne zâlike alâllâhi yesîr.
Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yarattı, sonra da sizi çiftler kıldı. O’nun bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. Ömrü uzatılanın ömrünün uzatılması ve ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah’a kolaydır.
وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَٓائِغٌ شَرَابُهُ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۜ وَمِنْ كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ ف۪يهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâc, ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hılyeten telbesûnehâ, ve teral fulke fîhi mevâhire li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn.
İki deniz bir olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu da tuzludur, acıdır. Her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız. Gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün ki, (Allah’ın) lütfundan arayasınız ve şükredesiniz.
يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْم۪يرٍ
Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve sahharaş şemse vel kamer, kullun yecrî li ecelin musemmâ, zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk, vellezîne ted’ûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr.
Geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar. Güneşi ve ayı da buyruğu altına almıştır. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gider. İşte O, sizin Rabbiniz olan Allah’tır. Mülk O’nundur. O’nu bırakıp da taptıklarınız, bir çekirdek zarına bile sahip değillerdir.
اِنْ تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَٓاءَكُمْۚ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْۜ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْfُرُونَ بِشِرْكِكُمْۜ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَب۪يرٍ
İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mestecâbû lekum, ve yevmel kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr.
Eğer onlara dua etseniz, duanızı işitmezler. İşitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet gününde de sizin ortak koşmanızı inkâr ederler. Sana, her şeyden haberdar olan (Allah) gibi kimse haber veremez.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِۚ وَاللّٰهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ
Yâ eyyuhen nâsu entumul fukarâu ilallâh, vallâhu huvel ganiyyul hamîd.
Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise, her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye en layık olandır.
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍ
İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd.
Dilerse sizi yok eder ve yeni bir halk getirir.
وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ
Ve mâ zâlike alâllâhi bi azîz.
Bu, Allah’a zor değildir.
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ وَاِنْ تَدْعُ مُثْقَلَةٌ اِلٰى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۜ اِنَّمَا تُنْذِرُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ وَمَنْ تَزَكّٰى فَاِنَّمَا يَتَزَكّٰى لِنَفْسِه۪ۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ
Ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ hımlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât, ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih, ve ilallâhil masîr.
Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Yükü ağır gelen kimse, onu taşımak için (başkalarını) çağırsa, yakını bile olsa, onun yükünden hiçbir şey yüklenilmez. Sen ancak, görmedikleri halde Rablerinden korkanları ve namazı kılanları uyarırsın. Kim arınırsa, ancak kendi yararına arınmış olur. Dönüş de ancak Allah’adır.
وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ
Ve mâ yestevîl a’mâ vel basîr.
Körle gören bir olmaz.
وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُۙ
Ve lez zulumâtu ve len nûr.
Karanlıklarla aydınlık da bir olmaz.
وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُۚ
Ve lez zıllu ve lel harûr.
Gölge ile sıcaklık da bir olmaz.
وَمَا يَسْتَوِي الْاَحْيَٓاءُ وَلَا الْاَمْوَاتُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ
Ve mâ yestevîl ahyâu ve lel emvât, innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr.
Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Sen ise kabirlerdekilere işittirecek değilsin.
اِنْ اَنْتَ اِلَّا نَذ۪يرٌ
İn ente illâ nezîr.
Sen sadece bir uyarıcısın.
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۜ وَاِنْ مِنْ اُمَّةٍ اِلَّا خَلَا ف۪يهَا نَذ۪يرٌ
İnnâ erselnâke bil hakkı beşîran ve nezîrâ, ve in min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr.
Şüphesiz biz seni, hak ile bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, içinden bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.
وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ
Ve in yukezzibûke fe kad kezzebellezîne min kablihim câethum rusuluhum bil beyyinâti ve biz zuburi ve bil kitâbil munîr.
Eğer seni yalanlıyorlarsa, onlardan öncekiler de yalanlamıştı. Peygamberleri onlara apaçık deliller, sahifeler ve aydınlatıcı bir kitap getirmişti.
ثُمَّ اَخَذْتُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَكَيْfَ كَانَ نَك۪يرِ
Summe ehaztullezîne keferû fe keyfe kâne nekîr.
Sonra ben o inkâr edenleri yakaladım. Benim inkârım (cezalandırmam) nasıl oldu!
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجْنَا بِه۪ ثَمَرَاتٍ مُخْتَلِfًا اَلْوَانُهَاۜ وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ ب۪يضٌ وَحُمْرٌ مُخْتَلِfٌ اَلْوَانُهَا وَغَرَاب۪يبُ سُودٌ
E lem tere ennallâhe enzele mines semâi mâen fe ahracnâ bihî semerâtin muhtelifen elvânuhâ, ve minel cibâli cudedun bîdun ve humrun muhtelifun elvânuhâ ve garâbîbu sûd.
Görmedin mi, Allah gökten su indirdi. Biz o suyla, renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık. Dağlarda da beyaz, kırmızı, çeşitli renklerde ve simsiyah yollar (katmanlar) vardır.
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَٓابِّ وَالْاَنْعَامِ مُخْتَلِfٌ اَلْوَانُهُ كَذٰلِكَۜ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ غَفُورٌ
Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik, innemâ yahşâllâhe min ıbâdihil ulemâu, innallâhe azîzun gafûr.
İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan da yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkarlar. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللّٰهِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَۙ
İnnellezîne yetlûne kitâballâhi ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sırran ve alâniyeten yercûne ticâreten len tebûr.
Şüphesiz, Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık olarak infak edenler, asla zarara uğramayacak bir ticaret umabilirler.
لِيُوَفِّيَهُمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ غَفُورٌ شَكُورٌ
Li yuveffiyehum ucûrahum ve yezîdehum min fadlih, innehu gafûrun şekûr.
Çünkü (Allah), onların mükâfatlarını tastamam verir ve lütfundan onlara fazlasını da ekler. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.
وَالَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِه۪ لَخَب۪يرٌ بَص۪يرٌ
Vellezî evhaynâ ileyke minel kitâbi huvel hakku musaddikan limâ beyne yedeyh, innallâhe bi ıbâdihî le habîrun basîr.
Sana vahyettiğimiz kitap, kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak gelen hakkın ta kendisidir. Şüphesiz Allah, kullarından hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.
ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذ۪ينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُ
Summe evresnel kitâbellezînastafeynâ min ıbâdinâ, fe minhum zâlimun li nefsih, ve minhum muktesid, ve minhum sâbikun bil hayrâti bi iznillâh, zâlike huvel fadlul kebîr.
Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan kimi nefsine zulmeder, kimi orta yoldadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçer. İşte bu, büyük lütfun ta kendisidir.
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًاۜ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ
Cennâtu adnin yedhulûnehâ yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve lu’luâ, ve libâsuhum fîhâ harîr.
Onlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir.
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ٓي اَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَۜ اِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌۙ
Ve kâlûl hamdu lillâhillezî ezhebe annel hazen, inne rabbenâ le gafûrun şekûr.
Derler ki: “Bizden tasayı gideren Allah’a hamdolsun. Şüphesiz Rabbimiz, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.”
اَلَّذ۪ٓي اَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِنْ فَضْلِه۪ۚ لَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا لُغُوبٌ
Ellezî ehallenâ dârel mukâmeti min fadlih, lâ yemessunâ fîhâ nasabun ve lâ yemessunâ fîhâ lugûb.
“O ki, lütfuyla bizi kalıcı yurda yerleştirdi. Orada bize ne bir yorgunluk dokunur, ne de orada bize bir usanç gelir.”
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَۚ لَا يُقْضٰى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَاۜ كَذٰلِكَ نَجْز۪ي كُلَّ كَفُورٍ
Vellezîne keferû lehum nâru cehennem, lâ yukdâ aleyhim fe yemûtû ve lâ yuhaffefu anhum min azâbihâ, kezâlike neczî kulle kefûr.
İnkâr edenlere gelince, onlar için cehennem ateşi vardır. Onlara ne ölmeleri için hükmedilir, ne de azapları hafifletilir. İşte biz her nankörü böyle cezalandırırız.
وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ ف۪يهَاۚ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ اَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ ف۪يهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَٓاءَكُمُ النَّذ۪يرُۜ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ
Ve hum yastarihûne fîhâ, rabbenâ ahricnâ na’mel sâlihan gayrellezî kunnâ na’mel, e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun nezîr, fe zûkû fe mâ liz zâlimîne min nasîr.
Onlar orada, “Rabbimiz! Bizi çıkar da, daha önce yaptıklarımızdan başka sâlih bir amel işleyelim” diye feryat ederler. (Onlara şöyle denir:) “Size, öğüt alacak kimsenin öğüt alabileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O halde tadın! Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”
اِنَّ اللّٰهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
İnnallâhe âlimu gaybis semâvâti vel ard, innehu alîmun bizâtis sudûr.
Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Şüphesiz O, göğüslerin özünü hakkıyla bilendir.
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِfَ فِي الْاَرْضِۜ فَمَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُfْرُهُۜ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُfْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ اِلَّا مَقْتًاۚ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُfْرُهُمْ اِلَّا خَسَارًا
Huvellezî cealekum halâife fîl ard, fe men kefere fe aleyhi kufruh, ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum inde rabbihim illâ maktâ, ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum illâ hasârâ.
Sizi yeryüzünde halifeler kılan O’dur. Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kâfirlerin inkârı, Rableri katında onlara gazaptan başka bir şey artırmaz. Kâfirlerin inkârı, onlara hüsrandan başka bir şey artırmaz.
قُلْ اَرَاَيْتُمْ شُرَكَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِ اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلٰى بَيِّنَتٍ مِنْهُۚ بَلْ اِنْ يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا اِلَّا غُرُورًا
Kul e raeytum şurekâekumullezîne ted’ûne min dûnillâh, erûnî mâzâ halakû minel ardı em lehum şirkun fîs semâvâti em âteynâhum kitâben fe hum alâ beyyinetin minh, bel in yeıduz zâlimûne ba’duhum ba’dan illâ gurûrâ.
De ki: “Allah’ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, yeryüzünden neyi yaratmışlardır? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa onlara bir kitap verdik de, onlar ondan bir delil üzerinde midirler?” Hayır! Zalimler, birbirlerine aldatmadan başka bir şey vaat etmezler.
اِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَا۬ وَلَئِنْ زَالَتَٓا اِنْ اَمْسَكَهُمَا مِنْ اَحَدٍ مِنْ بَعْدِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا
İnnallâhe yumsikus semâvâti vel arda en tezûlâ, ve lein zâletâ in emsekehumâ min ehadin min ba’dih, innehu kâne halîmen gafûrâ.
Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar (yörüngelerinden) sapacak olsalar, O’ndan sonra onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm’dir (hemen cezalandırmayan, müsamahakârdır), çok bağışlayandır.
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ لَيَكُونُنَّ اَهْدٰى مِنْ اِحْدَى الْاُمَمِۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُورًاۙ
Ve aksemû billâhi cehde eymânihim lein câehum nezîrun le yekûnunne ehdâ min ihdel umem, fe lemmâ câehum nezîrun mâ zâdehum illâ nufûrâ.
Kendilerine bir uyarıcı gelirse, ümmetlerden herhangi birinden daha doğru yolda olacaklarına dair Allah’a en büyük yeminleriyle yemin ettiler. Fakat onlara bir uyarıcı gelince, bu onların ancak nefretlerini artırdı.
اِسْتِكْبَارًا فِي الْاَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِۜ وَلَا يَح۪يقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ اِلَّا بِاَهْلِه۪ۜ فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا سُنَّتَ الْاَوَّل۪ينَۚ فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًاۘ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَحْو۪يلًا
İstikbâran fîl ardı ve mekres seyyi’, ve lâ yahîkul mekrus seyyiu illâ bi ehlih, fe hel yenzurûne illâ sunnetel evvelîn, fe len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ, ve len tecide li sunnetillâhi tahvîlâ.
Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzaklar kurmak için (böyle yaptılar). Kötü tuzak, ancak sahibine dolar. Onlar, öncekilerin kanunundan başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. Allah’ın kanununda asla bir sapma da bulamazsın.
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْfَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَكَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ عَل۪يمًا قَد۪يرًا
E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim ve kânû eşedde minhum kuvveh, ve mâ kânallâhu li yu’cizehu min şey’in fîs semâvâti ve lâ fîl ard, innehu kâne alîmen kadîrâ.
Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmazlar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler. Göklerde ve yerde Allah’ı âciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, her şeye kadirdir.
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلٰى ظَهْرِهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِعِبَادِه۪ بَص۪يرًا
Ve lev yuâhizullâhun nâse bimâ kesebû mâ tereke alâ zahrihâ min dâbbetin ve lâkin yuahhiruhum ilâ ecelin musemmâ, fe izâ câe eceluhum fe innallâhe kâne bi ıbâdihî basîrâ.
Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise, şüphesiz Allah kullarını hakkıyla görendir.