Mü’min Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
حمٓ
Hâ Mîm.
Hâ, Mîm.
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۙ
Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil alîm.
Kitab’ın indirilişi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah tarafındandır.
غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ
Gâfiriz zenbi ve kâbilit tevbi şedîdil ıkâbi zît tavl, lâ ilâhe illâ hû, ileyhil masîr.
O, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı çetin, lütuf sahibi (Allah’tandır). O’ndan başka ilah yoktur. Dönüş ancak O’nadır.
مَا يُجَادِلُ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِي الْبِلَادِ
Mâ yucâdilu fî âyâtillâhi illellezîne keferû fe lâ yagrurke tekallubuhum fîl bilâd.
Allah’ın âyetleri hakkında inkâr edenlerden başkası tartışmaz. Onların şehirlerde (refah içinde) dolaşması seni aldatmasın.
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَالْاَحْزَابُ مِنْ بَعْدِهِمْۘ وَهَمَّتْ كُلُّ اُمَّةٍ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ وَجَادَلُوا بِالْاَبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ فَاَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ
Kezzebet kablehum kavmu nûhın vel ahzâbu min ba’dihim, ve hemmet kullu ummetin bi resûlihim li ye’huzûhu ve câdelû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka fe ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb.
Onlardan önce Nûh kavmi ve onlardan sonraki topluluklar da yalanlamıştı. Her ümmet, kendi peygamberini yakalamaya yeltendi. Hakkı ortadan kaldırmak için bâtıla dayanarak tartıştılar. Ben de onları yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış!
وَكَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ اَصْحَابُ النَّارِ
Ve kezâlike hakkat kelimetu rabbike alellezîne keferû ennehum ashâbun nâr.
İşte böylece Rabbinin, inkâr edenler hakkındaki, “Onlar cehennemliklerdir” sözü gerçekleşmiş oldu.
اَلَّذ۪ينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِه۪ وَيَسْتَغْfِرُونَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْfِرْ لِلَّذ۪ينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَب۪يلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ
Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke ve kıhim azâbel cahîm.
Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler ve inananlar için bağışlanma dilerler: “Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru.”
رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ
Rabbenâ ve edhilhum cennâti adninilletî vaadtehum ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim, inneke entel azîzul hakîm.
“Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanları da, kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine sok. Şüphesiz sen, mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”
وَقِهِمُ السَّيِّـَٔاتِۜ وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Ve kıhimus seyyiât, ve men tekıs seyyiâti yevmeizin fe kad rahimteh, ve zâlike huvel fevzul azîm.
“Onları kötülüklerden koru. O gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.”
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللّٰهِ اَكْبَرُ مِنْ مَقْتِكُمْ اَنْفُsَكُمْ اِذْ تُدْعَوْنَ اِلَى الْا۪يمَانِ فَتَكْfُرُونَ
İnnellezîne keferû yunâdevne le maktullâhi ekberu min maktikum enfusekum iz tud’avne ilel îmâni fe tekfurûn.
Şüphesiz inkâr edenlere, “İmana çağrıldığınızda inkâr ettiğiniz için, Allah’ın (size olan) gazabı, sizin kendinize olan gazabınızdan elbette daha büyüktür” diye seslenilir.
قَالُوا رَبَّنَٓا اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَاَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ اِلٰى خُرُوجٍ مِنْ سَب۪يلٍ
Kâlû rabbenâ emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa’terefnâ bi zunûbinâ fe hel ilâ hurûcin min sebîl.
Derler ki: “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu var mıdır?”
ذٰلِكُمْ بِاَنَّهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ
Zâlikum bi ennehu izâ duiyallâhu vahdehu kefertum, ve in yuşrek bihî tu’minû, fel hukmu lillâhil aliyyil kebîr.
Bu (azap) şundandır: Yalnız Allah’a çağrıldığı zaman inkâr ederdiniz. O’na ortak koşulunca inanırdınız. Artık hüküm, Yüce ve Büyük olan Allah’a aittir.
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ رِزْقًاۜ وَمَا يَتَذَكَّرُ اِلَّا مَنْ يُن۪يبُ
Huvellezî yurîkum âyâtihî ve yunezzilu lekum mines semâi rızkâ, ve mâ yetezekkeru illâ men yunîb.
Size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indiren O’dur. Ancak (Allah’a) yönelen öğüt alır.
فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Fed’ûllâhe muhlisîne lehud dîne ve lev kerihel kâfirûn.
O halde kâfirler hoşlanmasa da, siz dini O’na has kılarak Allah’a dua edin.
رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِۚ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ
Refîud deracâti zul arş, yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk.
Dereceleri yükselten, Arş’ın sahibi (Allah), kavuşma günü hakkında uyarmak için, kullarından dilediğine emrinden olan ruhu (vahyi) indirir.
يَوْمَ هُمْ بَارِزُونَۘ لَا يَخْfٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْهُمْ شَيْءٌۜ لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَۜ لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Yevme hum bârizûn(e), lâ yahfâ alâllâhi minhum şey’, li menil mulkul yevm, lillâhil vâhidil kahhâr.
O gün onlar ortaya çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. “Bugün mülk kimindir?” (diye sorulur). “(Elbette) tek ve kahredici olan Allah’ındır.”
اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
El yevme tuczâ kullu nefsin bimâ kesebet, lâ zulmel yevm, innallâhe serîul hısâb.
Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِfَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُ
Ve enzirhum yevmel âzifeti izil kulûbu ledel hanâciri kâzımîn, mâ liz zâlimîne min hamîmin ve lâ şefîın yutâ’.
Onları, yaklaşan o günle uyar. O zaman yürekler, gam ve kederle dolu olarak gırtlaklara dayanır. Zalimler için ne bir dost ne de sözü dinlenir bir şefaatçi vardır.
يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْfِي الصُّدُورُ
Ya’lemu hâinetel a’yuni ve mâ tuhfîs sudûr.
O, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.
وَاللّٰهُ يَقْض۪ي بِالْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Vallâhu yakdî bil hakk, vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yakdûne bi şey’, innallâhe huves semîul basîr.
Allah, adaletle hükmeder. O’nu bırakıp da taptıkları ise, hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْfَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاٰثَارًا فِي الْاَرْضِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne kânû min kablihim, kânû hum eşedde minhum kuvveten ve âsâran fîl ardı fe ehazehumullâhu bi zunûbihim ve mâ kâne lehum minallâhi min vâk.
Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmazlar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü, yeryüzünde daha çok eser bırakan kimselerdi. Allah, onları günahları sebebiyle yakaladı. Onları Allah’a karşı koruyan kimse de olmadı.
ذٰلِكُمْ بِاَنَّهُمْ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّهُ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Zâlikum bi ennehum kânet te’tîhim rusuluhum bil beyyinâti fe keferû fe ehazehumullâh, innehu kaviyyun şedîdul ıkâb.
Bu, peygamberleri onlara apaçık deliller getirdikleri halde inkâr etmeleri sebebiyledir. Allah da onları yakalayıverdi. Şüphesiz O, çok kuvvetlidir, azabı çetindir.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
Ve lekad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ve sultânin mubîn.
Andolsun, biz Mûsâ’yı âyetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik.
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
İlâ fir’avne ve hâmâne ve kârûne fe kâlû sâhırun kezzâb.
Firavun’a, Hâmân’a ve Kârûn’a. Fakat onlar, “Bu bir sihirbazdır, bir yalancıdır” dediler.
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْۜ وَمَا كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ
Fe lemmâ câehum bil hakkı min indinâ kâluktulû ebnâellezîne âmenû meahu vestahyû nisâehum, ve mâ keydul kâfirîne illâ fî dalâl.
O, onlara katımızdan hakkı getirince, “Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın” dediler. Fakat kâfirlerin tuzağı, boşa çıkmaktan başka bir sonuç vermedi.
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ
Ve kâle fir’avnu zerûnî aktul mûsâ vel yed’u rabbeh, innî ehâfu en yubeddile dînekum ev en yuzhira fîl ardil fesâd.
Firavun dedi ki: “Bırakın beni, Mûsâ’yı öldüreyim. O da Rabbine dua etsin. Çünkü ben onun, dininizi değiştirmesinden, yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum.”
وَقَالَ مُوسٰٓى اِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ
Ve kâle mûsâ innî uztu bi rabbî ve rabbikum min kulli mutekebbirin lâ yu’minu bi yevmil hısâb.
Mûsâ dedi ki: “Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığındım.”
وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلًا اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاِنْ يَكُ كَاذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ وَاِنْ يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِfٌ كَذَّابٌ
Ve kâle raculun mu’minun min âli fir’avne yektumu îmânehû e taktulûne raculen en yekûle rabbiyallâhu ve kad câekum bil beyyinâti min rabbikum, ve in yeku kâziben fe aleyhi kezibuh, ve in yeku sâdikan yusıbkum ba’dullezî yeıdukum, innallâhe lâ yehdî men huve musrifun kezzâb.
Firavun ailesinden olup da imanını gizleyen bir mü’min adam şöyle dedi: “Siz, ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık deliller getirmiştir. Eğer o yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelir. Şüphesiz Allah, haddi aşan, yalancı bir kimseyi doğru yola iletmez.”
يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ
Yâ kavmi lekumul mulkul yevme zâhirîne fîl ard, fe men yensurunâ min be’sillâhi in câenâ, kâle fir’avnu mâ urîkum illâ mâ erâ ve mâ ehdîkum illâ sebîler reşâd.
“Ey kavmim! Bugün yeryüzünde üstünlük sizdeyken mülk sizindir. Fakat Allah’ın azabı bize gelip çatarsa, bize kim yardım eder?” Firavun dedi ki: “Ben size ancak kendi görüşümü gösteriyorum ve ben sizi ancak doğru yola iletiyorum.”
وَقَالَ الَّذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ
Ve kâlellezî âmene yâ kavmi innî ehâfu aleykum misle yevmil ahzâb.
İman eden o adam dedi ki: “Ey kavmim! Ben sizin hakkınızda, (önceki) toplulukların gününün bir benzerinden korkuyorum.”
مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعِبَادِ
Misle de’bi kavmi nûhın ve âdin ve semûde vellezîne min ba’dihim, ve mallâhu yurîdu zulmen lil ıbâd.
“Nûh kavminin, Âd’ın, Semûd’un ve onlardan sonrakilerin durumu gibi. Allah, kullara zulmetmek istemez.”
وَيَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ
Ve yâ kavmi innî ehâfu aleykum yevmet tenâd.
“Ey kavmim! Ben sizin için o feryat gününden korkuyorum.”
يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Yevme tuvellûne mudbirîn, mâ lekum minallâhi min âsım, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd.
“Arkanızı dönüp kaçacağınız o gün. Sizi Allah’a karşı koruyacak kimse yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir hidayetçi yoktur.”
وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُfُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولًاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِfٌ مُرْتَابٌ
Ve lekad câekum yûsufu min kablu bil beyyinâti fe mâ ziltum fî şekkin mimmâ câekum bih, hattâ izâ heleke kultum len yeb’asallâhu min ba’dihî resûlâ, kezâlike yudillullâhu men huve musrifun murtâb.
“Andolsun, daha önce Yûsuf da size apaçık deliller getirmişti. Onun size getirdiği şey hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o vefat edince, ‘Allah ondan sonra asla bir peygamber göndermez’ dediniz. İşte Allah, haddi aşan, şüpheci kimseyi böyle saptırır.”
اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ
Ellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum, kebure makten indallâhi ve indellezîne âmenû, kezâlike yatbaullâhu alâ kulli kalbi mutekebbirin cebbâr.
“Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında tartışanlar, Allah katında ve inananlar katında büyük bir gazaba uğrarlar. İşte Allah, her kibirli zorbanın kalbini böyle mühürler.”
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ي صَرْحًا لَعَلّ۪ٓي اَبْلُغُ الْاَسْبَابَۙ
Ve kâle fir’avnu yâ hâmânubni lî sarhan leallî eblugul esbâb.
Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap. Belki o yollara ulaşırım.”
اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِبًاۜ وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ
Esbâbes semâvâti fe attalia ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu kâzibâ, ve kezâlike zuyyine li fir’avne sûu amelihî ve sudde anis sebîl, ve mâ keydu fir’avne illâ fî tebâb.
“Göklerin yollarına. Ve Mûsâ’nın ilahına ulaşırım. Ben onu kesinlikle yalancı sanıyorum.” İşte böylece Firavun’a kötü ameli süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı, hüsrandan başka bir sonuç vermedi.
وَقَالَ الَّذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ اَهْدِكُمْ سَب۪يلَ الرَّشَادِۚ
Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd.
İman eden o adam dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun, sizi doğru yola ileteyim.”
يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ
Yâ kavmi innemâ hâzihil hayâtud dunyâ metâun, ve innel âhirete hiye dârul karâr.
“Ey kavmim! Bu dünya hayatı, ancak geçici bir menfaattir. Ahiret ise, asıl kalıcı olan yurttur.”
مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ
Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hısâb.
“Kim bir kötülük işlerse, ancak onun misliyle cezalandırılır. Kim de, erkek veya kadın, mü’min olarak sâlih bir amel işlerse, işte onlar cennete girerler. Orada hesapsız rızıklandırılırlar.”
وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِ
Ve yâ kavmi mâ lî ed’ûkum ilen necâti ve ted’ûnenî ilen nâr.
“Ey kavmim! Bu ne hal? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz.”
تَدْعُونَن۪ي لِاَكْfُرَ بِاللّٰهِ وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌ وَاَنَا۬ اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ
Ted’ûnenî li ekfure billâhi ve uşrike bihî mâ leyse lî bihî ilmun ve ene ed’ûkum ilel azîzil gaffâr.
“Beni Allah’ı inkâr etmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, mutlak güç sahibi, çok bağışlayan Allah’a çağırıyorum.”
لَا جَرَمَ اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ وَاَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ وَاَنَّ الْمُسْرِf۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ
Lâ cereme ennemâ ted’ûnenî ileyhi leyse lehu da’vetun fîd dunyâ ve lâ fîl âhireti ve enne mereddenâ ilallâhi ve ennel musrifîne hum ashâbun nâr.
“Şüphesiz ki, beni kendisine çağırdığınız şeyin ne dünyada ne de ahirette bir çağrısı (değeri) yoktur. Şüphesiz, dönüşümüz Allah’adır ve haddi aşanlar, cehennemliklerin ta kendileridir.”
فَسَتَذْكُرُونَ مَٓا اَقُولُ لَكُمْۜ وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعبَادِ
Fe setezkurûne mâ ekûlu lekum, ve ufevvidu emrî ilallâh, innallâhe basîrun bil ıbâd.
“Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını hakkıyla görendir.”
فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِ
Fe vekâhullâhu seyyiâti mâ mekerû ve hâka bi âli fir’avne sûul azâb.
Allah, onu kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun’un ailesini ise azabın en kötüsü kuşattı.
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّاۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ
En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyâ, ve yevme tekûmus sâatu edhilû âle fir’avne eşeddel azâb.
Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyametin kopacağı gün de, “Firavun’un ailesini azabın en şiddetlisine sokun!” (denir).
وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يبًا مِنَ النَّارِ
Ve iz yetehâccûne fîn nâri fe yekûlud duafâu lillezînestekberû innâ kunnâ lekum tebean fe hel entum mugnûne annâ nasîben minen nâr.
Ateşin içinde birbirleriyle çekişirlerken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, “Biz size uymuştuk. Şimdi ateşin bir kısmını bizden savabilir misiniz?” derler.
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُلٌّ ف۪يهَٓا اِنَّ اللّٰهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ
Kâlellezînestekberû innâ kullun fîhâ innallâhe kad hakeme beynel ıbâd.
Büyüklük taslayanlar derler ki: “Hepimiz onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kulları arasında hükmünü vermiştir.”
وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْمًا مِنَ الْعَذَابِ
Ve kâlellezîne fîn nâri li hazeneti cehennemed’û rabbekum yuhaffif annâ yevmen minel azâb.
Ateşte olanlar, cehennem bekçilerine, “Rabbinize dua edin de, azabı bir gün olsun bizden hafifletsin” derler.
قَالُٓوا اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ قَالُوا بَلٰىۜ قَالُوا فَادْعُواۚ وَمَا دُعٰٓؤُا الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ
Kâlû e ve lem teku te’tîkum rusulukum bil beyyinât, kâlû belâ, kâlû fed’û, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl.
(Bekçiler) derler ki: “Size peygamberleriniz apaçık deliller getirmemiş miydi?” “Evet” derler. (Bekçiler,) “O halde kendiniz dua edin. Kâfirlerin duası ise, boşa çıkmaktan başka bir şey değildir” derler.
اِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْاَشْهَادُۙ
İnnâ le nensuru rusulenâ vellezîne âmenû fîl hayâtid dunyâ ve yevme yekûmul eşhâd.
Şüphesiz biz, elçilerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) ayağa kalkacağı günde yardım ederiz.
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Yevme lâ yenfeuz zâlimîne ma’ziretuhum ve lehumul la’netu ve lehum sûud dâr.
O gün zalimlere mazeretleri fayda vermez. Onlar için lanet ve onlar için yurdun en kötüsü vardır.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْهُدٰى وَاَوْرَثْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ الْكِتَابَۙ
Ve lekad âteynâ mûsel hudâ ve evresnâ benî isrâîlel kitâb.
Andolsun, biz Mûsâ’ya hidayeti verdik ve İsrailoğullarını kitaba mirasçı kıldık.
هُدًى وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ
Huden ve zikrâ li ulîl elbâb.
Akıl sahipleri için bir hidayet rehberi ve bir öğüt olarak.
فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاسْتَغْfِرْ لِذَنْبِكَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ
Fasbir inne va’dallâhi hakkun vestagfir li zenbike ve sebbih bi hamdi rabbike bil aşiyyi vel ibkâr.
Sabret. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Günahın için bağışlanma dile. Akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
İnnellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum, in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh, festeiz billâh, innehu huves semîul basîr.
Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında tartışanların kalplerinde, asla ulaşamayacakları bir büyüklükten başka bir şey yoktur. Sen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
لَخَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَكْبَرُ مِنْ خَلْقِ النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Le halkus semâvâti vel ardı ekberu min halkın nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn.
Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmezler.
وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُس۪ٓيءُۜ قَل۪يلًا مَا تَتَذَكَّرُونَ
Ve mâ yestevîl a’mâ vel basîru vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve lel musî’, kalîlen mâ tetezekkerûn.
Körle gören bir olmaz. İman edip sâlih ameller işleyenlerle kötülük yapan da bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz!
اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
İnnes sâate le âtiyetun lâ raybe fîhâ ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu’minûn.
Kıyamet mutlaka gelecektir, onda şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmazlar.
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ
Ve kâle rabbukumud’ûnî estecib lekum, innellezîne yestekbirûne an ıbâdetî se yedhulûne cehenneme dâhirîn.
Rabbiniz dedi ki: “Bana dua edin, size icabet edeyim. Bana kulluk etmekten kibirlenenler, alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir.”
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
Allâhullezî ceale lekumul leyle li teskunû fîhi ven nehâre mubsırâ, innallâhe le zû fadlin alen nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ yeşkurûn.
Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, (çalışasınız diye de) aydınlık olarak gündüzü sizin için yaratandır. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Zâlikumullâhu rabbukum hâliku kulli şey’, lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tu’fekûn.
İşte O, her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. O halde nasıl döndürülüyorsunuz?
كَذٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذ۪ينَ كَانُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
Kezâlike yu’fekullezîne kânû bi âyâtillâhi yechadûn.
Allah’ın âyetlerini inkâr edenler de işte böyle döndürülürler.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَارًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Allâhullezî ceale lekumul arda karâran ves semâe binâen ve savverekum fe ahsene suverekum ve razakakum minet tayyibât, zâlikumullâhu rabbukum, fe tebârakallâhu rabbul âlemîn.
Allah, yeryüzünü sizin için bir karar yeri, gökyüzünü de bir bina kılan, size şekil verip de şekillerinizi güzel yapan ve sizi temiz rızıklarla rızıklandırandır. İşte O, sizin Rabbiniz olan Allah’tır. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!
هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Huvel hayyu lâ ilâhe illâ huve fed’ûhu muhlisîne lehud dîn, el hamdu lillâhi rabbil âlemîn.
O, diridir. O’ndan başka ilah yoktur. O halde dini O’na has kılarak O’na dua edin. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Kul innî nuhîtu en a’budellezîne ted’ûne min dûnillâhi lemmâ câeniyel beyyinâtu min rabbî ve umirtu en uslime li rabbil âlemîn.
De ki: “Bana Rabbimden apaçık deliller gelince, sizin Allah’ı bırakıp da taptıklarınıza kulluk etmekten kesinlikle menedildim ve âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolundum.”
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْfَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ يُخْرِجُكُمْ طِfْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْ ثُمَّ لِتَكُونُوا شُيُوخًاۚ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى مِنْ قَبْلُ وَلِتَبْلُغُٓوا اَجَلًا مُسَمًّى وَلَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Huvellezî halakakum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe yuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum summe li tekûnû şuyûhâ, ve minkum men yuteveffâ min kablu ve li teblugû ecelen musemmen ve leallekum ta’kılûn.
Sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan yaratan, sonra sizi bir bebek olarak çıkaran, sonra olgunluk çağına ulaşmanız, sonra da ihtiyarlamanız için yaşatan O’dur. İçinizden kimi daha önce vefat ettirilir. (Bunlar) belirlenmiş bir süreye ulaşmanız ve aklınızı kullanmanız içindir.
هُوَ الَّذ۪ي يُحْي۪ وَيُم۪يتُۜ فَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Huvellezî yuhyî ve yumît, fe izâ kadâ emran fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn.
Dirilten ve öldüren O’dur. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece “Ol!” der, o da oluverir.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِۜ اَنّٰى يُصْرَفُونَ
E lem tere ilellezîne yucâdilûne fî âyâtillâh, ennâ yusrafûn.
Allah’ın âyetleri hakkında tartışanları görmedin mi? Nasıl da (haktan) döndürülüyorlar?
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِالْكِتَابِ وَبِمَٓا اَرْسَلْنَا بِه۪ رُسُلَنَاۘ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَۙ
Ellezîne kezzebû bil kitâbi ve bimâ erselnâ bihî rusulenâ, fe sevfe ya’lemûn.
Kitabı ve peygamberlerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanlayanlar, yakında bileceklerdir.
اِذِ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ وَالسَّلَاسِلُ يُسْحَبُونَۙ
İzil aglâlu fî a’nâkıhim ves selâsilu, yushabûn.
O zaman boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sürükleneceklerdir.
فِي الْحَم۪يمِۙ ثُمَّ فِي النَّارِ يُسْجَرُونَ
Fîl hamîmi summe fîn nâri yuscerûn.
Kaynar suyun içinde. Sonra da ateşte yakılacaklardır.
ثُمَّ ق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تُشْرِكُونَۙ
Summe kîle lehum eyne mâ kuntum tuşrikûn.
Sonra onlara, “Ortak koştuklarınız nerede?” denilir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا بَلْ لَمْ نَكُنْ نَدْعُوا مِنْ قَبْلُ شَيْـًٔاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ الْكَافِر۪ينَ
Min dûnillâh, kâlû dallû annâ bel lem nekun ned’û min kablu şey’â, kezâlike yudillullâhul kâfirîn.
“Allah’tan başka?” Onlar, “Bizden kaybolup gittiler. Aslında biz, daha önce hiçbir şeye tapmıyormuşuz” derler. İşte Allah, kâfirleri böyle saptırır.
ذٰلِكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَفْرَحُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَمْرَحُونَ
Zâlikum bimâ kuntum tefrahûne fîl ardı bi gayril hakkı ve bimâ kuntum temrahûn.
Bu, sizin yeryüzünde haksız yere şımarmanızdan ve böbürlenmenizden ötürüdür.
اُدْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
Udhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe bi’se mesvel mutekebbirîn.
İçinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirli olanların yeri ne kötüdür!
فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّۚ فَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ
Fasbir inne va’dallâhi hakk, fe immâ nuriyenneke ba’dallezî neıduhum ev neteveffeyenneke fe ileynâ yurceûn.
Sabret. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de, yahut senin canını alsak da, sonunda onlar bize döndürüleceklerdir.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ لَمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ
Ve lekad erselnâ rusulen min kablike minhum men kasasnâ aleyke ve minhum men lem naksus aleyk, ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh, fe izâ câe emrullâhi kudıye bil hakkı ve hasira hunâlikel mubtılûn.
Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da. Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah’ın emri gelince de, adaletle hükmedilir. İşte o zaman, bâtıla sapanlar hüsrana uğrarlar.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَنْعَامَ لِتَرْكَبُوا مِنْهَا وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ
Allâhullezî ceale lekumul en’âme li terkebû minhâ ve minhâ te’kulûn.
Allah, bir kısmına binesiniz, bir kısmını da yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır.
وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ وَلِتَبْلُغُوا عَلَيْهَا حَاجَةً ف۪ي صُدُورِكُمْ وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ
Ve lekum fîhâ menâfiu ve li teblugû aleyhâ hâceten fî sudûrikum ve aleyhâ ve alel fulki tuhmelûn.
Onlarda sizin için nice faydalar vardır. Kalplerinizdeki bir arzuya onlara binerek ulaşırsınız. Onların üzerinde ve gemilerin üzerinde taşınırsınız.
وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَاَيَّ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُنْكِرُونَ
Ve yurîkum âyâtihî fe eyye âyâtillâhi tunkirûn.
O, size âyetlerini gösteriyor. O halde Allah’ın âyetlerinden hangisini inkâr ediyorsunuz?
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْfَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْهُمْ وَاَشَدَّ قُوَّةً وَاٰثَارًا فِي الْاَرْضِ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
E fe lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, kânû eksere minhum ve eşedde kuvveten ve âsâran fîl ardı fe mâ agnâ anhum mâ kânû yeksibûn.
Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmazlar mı? Onlar, kendilerinden daha çok, daha güçlü ve yeryüzünde daha çok eser bırakan kimselerdi. Fakat kazandıkları şeyler onlara bir fayda vermedi.
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرِحُوا بِمَا عِنْدَهُمْ مِنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Fe lemmâ câethum rusuluhum bil beyyinâti ferihû bimâ indehum minel ilmi ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn.
Peygamberleri onlara apaçık deliller getirince, yanlarındaki bilgi ile şımardılar. Alay edip durdukları şey de onları kuşatıverdi.
فَلَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِه۪ مُشْرِك۪ينَ
Fe lemmâ raev be’senâ kâlû âmennâ billâhi vahdehu ve kefernâ bimâ kunnâ bihî muşrikîn.
Azabımızı gördükleri zaman, “Yalnız Allah’a inandık ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler.
فَلَمْ يَكُ يَنْفَعُهُمْ ا۪يمَانُهُمْ لَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَاۜ سُنَّتَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ ف۪ي عِبَادِه۪ۚ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ
Fe lem yeku yenfeuhum îmânuhum lemmâ raev be’senâ, sunnetallâhilletî kad halet fî ıbâdih, ve hasira hunâlikel kâfirûn.
Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermedi. Bu, Allah’ın kulları hakkında süregelen kanunudur. İşte orada kâfirler hüsrana uğramışlardır.