Cin Suresi (Ayet Ayet) – Tasavvuf Yolu

Cin Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

قُلْ اُو۫حِيَ اِلَيَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُٓوا اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰنًا عَجَبًاۙ

Kul ûhıye ileyye ennehus temea neferun minel cinni fe kâlû innâ semi’nâ kur’ânen acebâ.

(Ey Muhammed!) De ki: “Bana vahyolundu ki, cinlerden bir topluluk (Kur’an’ı) dinlemiş ve şöyle demişler: ‘Doğrusu biz, hayranlık veren bir Kur’an dinledik.'”

2

يَهْد۪ٓي اِلَى الرُّشْدِ فَاٰمَنَّا بِه۪ۜ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَٓا اَحَدًاۙ

Yehdî iler ruşdi fe âmennâ bih, ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ.

“O, doğru yola iletiyor. Biz de ona iman ettik ve Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.”

3

وَاَنَّهُ تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًاۙ

Ve ennehu teâlâ ceddu rabbinâ met tehaze sâhibeten ve lâ veledâ.

“Gerçek şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.”

4

وَاَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطًاۙ

Ve ennehu kâne yekûlu sefîhunâ alâllâhi şetatâ.

“Doğrusu bizim beyinsizimiz (İblis), Allah hakkında saçma sapan şeyler söylüyormuş.”

5

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ تَقُولَ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللّٰهِ كَذِبًاۙ

Ve ennâ zanennâ en len tekûlel insu vel cinnu alâllâhi kezibâ.

“Biz ise, insanların ve cinlerin Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık.”

6

وَاَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنَ الْاِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقًاۙ

Ve ennehu kâne ricâlun minel insi yeûzûne bi ricâlin minel cinni fe zâdûhum rehakâ.

“Doğrusu, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da onların azgınlıklarını artırırlardı.”

7

وَاَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَدًاۙ

Ve ennehum zannû kemâ zanentum en len yeb’asallâhu ehadâ.

“Onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah’ın hiç kimseyi yeniden diriltmeyeceğini sanmışlardı.”

8

وَاَنَّا لَمَسْنَا السَّمَٓاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَد۪يدًا وَشُهُبًاۙ

Ve ennâ lemesnes semâe fe vecednâhâ muliet harasen şedîden ve şuhubâ.

“Biz göğü yokladık, onu sert bekçilerle ve alev toplarıyla doldurulmuş bulduk.”

9

وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًاۙ

Ve ennâ kunnâ nak’udu minhâ mekâide lis sem’i, fe men yestemiıl âne yecid lehu şihâben rasadâ.

“Halbuki biz, (daha önce) orada dinlemek için oturulacak yerlerde otururduk. Fakat şimdi kim dinlemek istese, onu gözetleyen bir alev topu bulur.”

10

وَاَنَّا لَا نَدْر۪ٓي اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًاۙ

Ve ennâ lâ nedrî eşerrun urîde bi men fîl ardı em erâde bihim rabbuhum reşedâ.

“Doğrusu biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?”

11

وَاَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذٰلِكَۜ كُنَّا طَرَٓائِقَ قِدَدًاۙ

Ve ennâ minnes sâlihûne ve minnâ dûne zâlik, kunnâ tarâika kıdedâ.

“Gerçekten bizden, hem sâlih olanlar var, hem de bunun aşağısında olanlar. Biz çeşit çeşit yollara ayrılmışız.”

12

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ نُعْجِزَ اللّٰهَ فِي الْاَرْضِ وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَبًاۙ

Ve ennâ zanennâ en len nu’cizallâhe fîl ardı ve len nu’cizehu herebâ.

“Biz anladık ki, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakamayız ve kaçarak da O’nu atlatamayız.”

13

وَاَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدٰٓى اٰمَنَّا بِه۪ۜ فَمَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّه۪ فَلَا يَخَافُ بَخْسًا وَلَا رَهَقًاۙ

Ve ennâ lemmâ semi’nel hudâ âmennâ bih, fe men yu’min bi rabbihî fe lâ yehâfu bahsen ve lâ rehakâ.

“Doğrusu biz, o hidayeti (Kur’an’ı) işittiğimizde ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir eksikliğe uğratılmaktan korkar, ne de bir haksızlığa uğramaktan.”

14

وَاَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَۜ فَمَنْ اَسْلَمَ فَاُو۬لٰٓئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا

Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn, fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ.

“İçimizde Müslüman olanlar da var, haktan sapanlar da. Kimler Müslüman olursa, işte onlar doğru yolu aramışlardır.”

15

وَاَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًاۙ

Ve emmel kâsitûne fe kânû li cehenneme hatabâ.

“Haktan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.”

16

وَاَنْ لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقًاۙ

Ve en levis tekâmû alet tarîkati le eskaynâhum mâen gadekâ.

Eğer onlar (doğru) yol üzerinde dosdoğru gitselerdi, onlara bol su verirdik.

17

لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًاۙ

Li neftinehum fîh, ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben sa’adâ.

Bu nimetlerle onları imtihan etmek için. Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Rabbi) onu gittikçe artan bir azaba sokar.

18

وَاَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلّٰهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللّٰهِ اَحَدًاۙ

Ve ennel mesâcide lillâhi fe lâ ted’û meallâhi ehadâ.

Mescitler, şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte hiç kimseye yalvarmayın.

19

وَاَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللّٰهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًاۜ

Ve ennehu lemmâ kâme abdullâhi yed’ûhu kâdû yekûnûne aleyhi libedâ.

Allah’ın kulu (Muhammed), O’na dua etmek için kalktığında, neredeyse (cinler) onun etrafında keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi.

20

قُلْ اِنَّمَٓا اَدْعُوا رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِه۪ٓ اَحَدًا

Kul innemâ ed’û rabbî ve lâ uşriku bihî ehadâ.

De ki: “Ben ancak Rabbime dua ederim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmam.”

21

قُلْ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا

Kul innî lâ emliku lekum darran ve lâ reşedâ.

De ki: “Şüphesiz ben, size ne bir zarar vermeye gücüm yeter, ne de bir yol göstermeye.”

22

قُلْ اِنّ۪ي لَنْ يُج۪يرَن۪ي مِنَ اللّٰهِ اَحَدٌ وَلَنْ اَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَدًا

Kul innî len yucîrenî minallâhi ehadun ve len ecide min dûnihî multehadâ.

De ki: “Gerçekten beni Allah’a karşı kimse koruyamaz ve O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam.”

23

اِلَّا بَلَاغًا مِنَ اللّٰهِ وَرِسَالَاتِه۪ۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًا

İllâ belâgan minallâhi ve risâlâtih, ve men ya’sıillâhe ve resûlehu fe inne lehu nâre cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ.

“(Benim görevim) ancak Allah’tan bir tebliğ ve O’nun gönderdiklerini iletmektir. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz onun için, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.”

24

حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ اَضْعَفُ نَاصِرًا وَاَقَلُّ عَدَدًا

Hattâ izâ raev mâ yûadûne fe se ya’lemûne men ad’afu nâsıran ve ekallu adedâ.

Nihayet vaat edildikleri şeyi gördükleri zaman, kimin yardımcısının daha zayıf ve sayısının daha az olduğunu bileceklerdir.

25

قُلْ اِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ اَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبّ۪ٓي اَمَدًا

Kul in edrî e karîbun mâ tûadûne em yec’alu lehu rabbî emedâ.

De ki: “Bilmiyorum, o size vaat edilen şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi tanır?”

26

عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلٰى غَيْبِه۪ٓ اَحَدًاۙ

Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ.

O, gaybı bilendir. Gaybını hiç kimseye açıklamaz.

27

اِلَّا مَنِ ارْتَضٰى مِنْ رَسُولٍ فَاِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ رَصَدًاۙ

İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ.

Ancak razı olduğu bir elçi başka. Çünkü O, onun önünden ve arkasından gözetleyiciler gönderir.

28

لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَاَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَاَحْصٰى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا

Li ya’leme en kad eblegû risâlâti rabbihim ve ehâta bimâ ledîhim ve ahsâ kulle şey’in adedâ.

Rablerinin gönderdiklerini tastamam ulaştırdıklarını bilsin diye. O, onların yanındakileri (ilmiyle) kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır.