Müddessir Suresi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ
Yâ eyyuhel muddessir.
Ey örtünüp bürünen (Peygamber)!
قُمْ فَاَنْذِرْۙ
Kum fe enzir.
Kalk ve uyar.
وَرَبَّكَ فَكَبِّرْۙ
Ve rabbeke fe kebbir.
Rabbini yücelt.
وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْۙ
Ve siyâbeke fe tahhir.
Elbiseni temiz tut.
وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْۙ
Ver rucze fehcur.
Kötülükten uzak dur.
وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُۙ
Ve lâ temnun testeksir.
Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.
وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْۜ
Ve li rabbike fasbir.
Rabbinin rızası için sabret.
فَاِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِۙ
Fe izâ nukıra fîn nâkûr.
O Sûr’a üflendiği zaman,
فَذٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ
Fe zâlike yevmeizin yevmun asîr.
İşte o gün, zorlu bir gündür.
عَلَى الْكَافِر۪ينَ غَيْرُ يَس۪يرٍ
Alel kâfirîne gayru yesîr.
Kâfirler için hiç de kolay değildir.
ذَرْن۪ي وَمَنْ خَلَقْتُ وَح۪يدًاۙ
Zernî ve men halaktu vahîdâ.
Beni, tek olarak yarattığım kimseyle baş başa bırak.
وَجَعَلْتُ لَهُ مَالًا مَمْدُودًاۙ
Ve cealtu lehu mâlen memdûdâ.
Kendisine geniş bir servet verdim.
وَبَن۪ينَ شُهُودًاۙ
Ve benîne şuhûdâ.
Gözünün önünde duran oğullar verdim.
وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْه۪يدًاۙ
Ve mehhedtu lehu temhîdâ.
Ve onun için (nimetleri) yaydıkça yaydım.
ثُمَّ يَطْمَعُ اَنْ اَز۪يدَۙ
Summe yatmeu en ezîd.
Sonra da daha fazlasını vermemi umuyor.
كَلَّاۜ اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يدًاۜ
Kellâ, innehu kâne li âyâtinâ anîdâ.
Hayır! Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı inatçı kesildi.
سَاُرْهِقُهُ صَعُودًاۜ
Se urhikuhu saûdâ.
Onu sarp bir yokuşa süreceğim.
اِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَۙ
İnnehu fekkere ve kadder.
Çünkü o, düşündü ve ölçtü biçti.
فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ
Fe kutile keyfe kadder.
Kahrolası, ne biçim ölçtü biçti!
ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ
Summe kutile keyfe kadder.
Yine kahrolası, ne biçim ölçtü biçti!
ثُمَّ نَظَرَۙ
Summe nazar.
Sonra baktı.
ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَۙ
Summe abese ve beser.
Sonra kaşlarını çattı ve suratını astı.
ثُمَّ اَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَۙ
Summe edbera vestekber.
Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı.
فَقَالَ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُۙ
Fe kâle in hâzâ illâ sihrun yu’ser.
Ve “Bu, ancak nakledilen bir sihirdir” dedi.
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِۜ
İn hâzâ illâ kavlul beşer.
“Bu, ancak bir insan sözüdür.”
سَاُصْل۪يهِ سَقَرَ
Se uslîhi sekar.
Onu Sekar’a (cehenneme) sokacağım.
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا سَقَرُ
Ve mâ edrâke mâ sekar.
Sekar’ın ne olduğunu sen ne bileceksin?
لَا تُبْق۪ي وَلَا تَذَرُۚ
Lâ tubkî ve lâ tezer.
O, ne geri bırakır, ne de terk eder.
لَوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِۚ
Levvâhatun lil beşer.
Deriyi kavurur.
عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ
Aleyhâ tis’ate aşer.
Üzerinde on dokuz (görevli) vardır.
وَمَا جَعَلْنَٓا اَصْحَابَ النَّارِ اِلَّا مَلٰٓئِكَةًۖ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ اِلَّا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ا۪يمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَۙ وَلِيَقُولَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ اِلَّا هُوَۜ وَمَا هِيَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْبَشَرِ
Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen, ve mâ cealnâ ıddetehum illâ fitneten lillezîne keferû, li yesteykınellezîne ûtûl kitâbe ve yezdâdellezîne âmenû îmânen ve lâ yertâbellezîne ûtûl kitâbe vel mu’minûn(e), ve li yekûlellezîne fî kulûbihim maradun vel kâfirûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ, kezâlike yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve mâ ya’lemu cunûde rabbike illâ hû, ve mâ hiye illâ zikrâ lil beşer.
Biz cehennem görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını da, inkâr edenler için bir imtihan, kendilerine kitap verilenlerin kesin bilgi edinmesi, iman edenlerin de imanlarının artması, kitap ehli ve mü’minlerin şüpheye düşmemesi ve kalplerinde hastalık bulunanlar ile kâfirlerin, “Allah bu misalle ne demek istedi?” demeleri için (belirledik). İşte böyle, Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilemez. Bu, insanlar için bir öğütten başka bir şey değildir.
كَلَّا وَالْقَمَرِۙ
Kellâ vel kamer.
Hayır! Aya andolsun,
وَالَّيْلِ اِذْ اَدْبَرَۙ
Vel leyli iz edber.
Dönüp gittiği zaman geceye,
وَالصُّبْحِ اِذَٓا اَسْفَرَۙ
Ves subhı izâ esfer.
Ağardığı zaman sabaha.
اِنَّهَا لَاِحْدَى الْكُبَرِۙ
İnnehâ le ıhdel kuber.
Şüphesiz o (Sekar), en büyük (belalardan) biridir.
نَذ۪يرًا لِلْبَشَرِۙ
Nezîran lil beşer.
İnsanlar için bir uyarıcıdır.
لِمَنْ شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَتَقَدَّمَ اَوْ يَتَاَخَّرَۜ
Li men şâe minkum en yetekaddeme ev yeteahhar.
İçinizden ileri gitmek veya geri kalmak isteyenler için.
كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَه۪ينَةٌۙ
Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh.
Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehindir.
اِلَّٓا اَصْحَابَ الْيَم۪ينِۜ
İllâ ashâbel yemîn.
Ancak Ashab-ı Yemin (amel defterleri sağdan verilenler) başka.
ف۪ي جَنَّاتٍۜ يَتَسَٓاءَلُونَۙ
Fî cennâtin, yetesâelûn.
Onlar cennetler içindedirler, sorarlar;
عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ
Anil mucrimîn.
Suçlular hakkında.
مَا سَلَكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ
Mâ selekekum fî sekar.
“Sizi Sekar’a sokan nedir?”
قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ
Kâlû lem neku minel musallîn.
Derler ki: “Biz namaz kılanlardan değildik.”
وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ
Ve lem neku nut’ımul miskîn.
“Yoksulu doyurmuyorduk.”
وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِض۪ينَۙ
Ve kunnâ nahûdu meal hâidîn.
“(Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk.”
وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ
Ve kunnâ nukezzibu bi yevmid dîn.
“Ve ceza gününü yalanlıyorduk.”
حَتّٰىٓ اَتٰينَا الْيَق۪ينُ
Hattâ etânel yakîn.
“Nihayet bize ölüm gelip çattı.”
فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَ
Fe mâ tenfeuhum şefâatuş şâfiîn.
Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ
Fe mâ lehum anit tezkireti mu’ridîn.
Onlara ne oluyor da öğütten yüz çeviriyorlar?
كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ
Ke ennehum humurun mustenfireh.
Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler.
فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍ
Ferrat min kasverah.
Aslandan kaçan.
بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفًا مُنَشَّرَةًۙ
Bel yurîdu kullumriin minhum en yu’tâ suhufen muneşşerah.
Hayır! Onlardan her biri, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor.
كَلَّاۜ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَ
Kellâ, bel lâ yehâfûnel âhireh.
Hayır! Doğrusu onlar, ahiretten korkmuyorlar.
كَلَّٓا اِنَّهُ تَذْكِرَةٌ
Kellâ innehu tezkireh.
Hayır! Şüphesiz o (Kur’an), bir öğüttür.
فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُ
Fe men şâe zekereh.
Artık dileyen ondan öğüt alır.
وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ
Ve mâ yezkurûne illâ en yeşâallâh(u), huve ehlut takvâ ve ehlul magfireh.
Allah dilemedikçe öğüt almazlar. O, kendisinden korkulmaya layık olandır ve bağışlamaya ehil olandır.