İnsan Suresi (Ayet Ayet) – Tasavvuf Yolu

İnsan Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـًٔا مَذْكُورًا

Hel etâ alel insâni hînun mined dehri lem yekun şey’en mezkûrâ.

Gerçekten, insanın üzerinden, o henüz anılmaya değer bir şey değilken, uzun bir zaman geçmedi mi?

2

اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۘ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا

İnnâ halaknel insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ.

Şüphesiz biz insanı, karışım halindeki bir nutfeden (spermadan) yarattık; onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.

3

اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا

İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiran ve immâ kefûrâ.

Biz ona yolu gösterdik; (artık o) ya şükredicidir ya da nankör.

4

اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَلَاسِلَا۬ وَاَغْلَالًا وَسَع۪يرًا

İnnâ a’tednâ lil kâfirîne selâsile ve aglâlen ve saîrâ.

Şüphesiz biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.

5

اِنَّ الْاَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِنْ كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورًا

İnnel ebrâre yeşrabûne min ke’sin kâne mizâcuhâ kâfûrâ.

İyiler ise, karışımı kâfur olan bir kadehten içerler.

6

عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللّٰهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْج۪يرًا

Aynen yeşrabu bihâ ıbâdullâhi yufeccirûnehâ tefcîrâ.

(O,) Allah’ın kullarının içtiği ve diledikleri yere akıttıkları bir pınardır.

7

يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يرًا

Yûfûne bin nezri ve yehâfûne yevmen kâne şerruhu mustetîrâ.

Onlar, adaklarını yerine getirirler ve şerri her yeri kaplayacak olan bir günden korkarlar.

8

وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪ينًا وَيَت۪يمًا وَاَس۪يرًا

Ve yut’imûnet taâme alâ hubbihî miskînen ve yetîmen ve esîrâ.

Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.

9

اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُورًا

İnnemâ nut’imukum li vechillâhi lâ nurîdu minkum cezâen ve lâ şukûrâ.

(Ve şöyle derler:) “Biz sizi, ancak Allah rızası için doyuruyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.”

10

اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَر۪يرًا

İnnâ nehâfu min rabbinâ yevmen abûsen kamtarîrâ.

“Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günde Rabbimizden korkarız.”

11

فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا

Fe vekâhumullâhu şerre zâlikel yevmi ve lakkâhum nadraten ve surûrâ.

Allah da onları o günün şerrinden korur ve onlara bir aydınlık ve bir sevinç verir.

12

وَجَزٰيهُمْ بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَر۪يرًا

Ve cezâhum bimâ saberû cenneten ve harîrâ.

Sabretmelerine karşılık onlara bir cennet ve ipek (elbiseler) verir.

13

مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۚ لَا يَرَوْنَ ف۪يهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَر۪يرًا

Muttekiîne fîhâ alel erâik(i), lâ yerevne fîhâ şemsen ve lâ zemherîrâ.

Orada tahtlar üzerine yaslanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir güneş görürler, ne de dondurucu bir soğuk.

14

وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلًا

Ve dâniyeten aleyhim zılâluhâ ve zullilet kutûfuhâ tezlîlâ.

Ağaçların gölgeleri üzerlerine sarkmış, meyveleri de kolayca koparılacak şekilde yaklaştırılmıştır.

15

وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِاٰنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَاَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ

Ve yutâfu aleyhim bi âniyetin min fıddatin ve ekvâbin kânet kavârîrâ.

Etraflarında gümüşten kaplar ve billur kadehlerle dolaşılır.

16

قَوَار۪يرَا مِنْ فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْد۪يرًا

Kavârîra min fıddatin kadderûhâ takdîrâ.

Gümüşten billur kaplar ki, onları (içecek miktarına göre) ölçüyle ayarlamışlardır.

17

وَيُسْقَوْنَ ف۪يهَا كَأْسًا كَانَ مِزَاجُهَا زَنْجَب۪يلًا

Ve yuskavne fîhâ ke’sen kâne mizâcuhâ zencebîlâ.

Onlara orada, karışımı zencefil olan bir kadehten içirilir.

18

عَيْنًا ف۪يهَا تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلًا

Aynen fîhâ tusemmâ selsebîlâ.

Orada “Selsebîl” adı verilen bir pınardır.

19

وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۚ اِذَا رَاَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤًا مَنْثُورًا

Ve yetûfu aleyhim vildânun muhalledûn(e), izâ raeytehum hasibtehum lu’luen mensûrâ.

Etraflarında ölümsüz gençler dolaşır. Onları gördüğün zaman, etrafa saçılmış inciler sanırsın.

20

وَاِذَا رَاَيْتَ ثَمَّ رَاَيْتَ نَع۪يمًا وَمُلْكًا كَب۪يرًا

Ve izâ raeyte semme raeyte naîmen ve mulken kebîrâ.

Orada nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün.

21

عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُنْدُسٍ خُضْرٌ وَاِسْتَبْرَقٌۘ وَحُلُّٓوا اَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍۚ وَسَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا

Âliyehum siyâbu sundusin hudrun ve istebrak(un), ve hullû esâvire min fıddetin, ve sekâhum rabbuhum şerâben tahûrâ.

Üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir içecek içirmiştir.

22

اِنَّ هٰذَا كَانَ لَكُمْ جَزَٓاءً وَكَانَ سَعْيُكُمْ مَشْكُورًا

İnne hâzâ kâne lekum cezâen ve kâne sa’yukum meşkûrâ.

(Onlara şöyle denir:) “İşte bu, sizin için bir mükâfattır. Çabanız karşılık bulmuştur.”

23

اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ تَنْز۪يلًا

İnnâ nahnu nezzelnâ aleykel kur’âne tenzîlâ.

Şüphesiz, Kur’an’ı sana biz, evet biz indirdik.

24

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ اٰثِمًا اَوْ كَفُورًا

Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tutı’ minhum âsimen ev kefûrâ.

O halde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan hiçbir günahkâra veya nanköre itaat etme.

25

وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا

Vezkurisme rabbike bukraten ve asîlâ.

Sabah akşam Rabbinin adını zikret.

26

وَمِنَ الَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَو۪يلًا

Ve minel leyli fescud lehu ve sebbihhu leylen tavîlâ.

Gecenin bir kısmında O’na secde et ve geceleyin O’nu uzun uzun tesbih et.

27

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَٓاءَهُمْ يَوْمًا ثَق۪يلًا

İnne hâulâi yuhıbbûnel âcilete ve yezerûne verâehum yevmen sakîlâ.

Şüphesiz şunlar (inkârcılar), geçici olanı (dünyayı) seviyorlar ve önlerindeki ağır bir günü (ahireti) arkalarına atıyorlar.

28

نَحْنُ خَلَقْنَاهُمْ وَشَدَدْنَٓا اَسْرَهُمْۚ وَاِذَا شِئْنَا بَدَّلْنَٓا اَمْثَالَهُمْ تَبْد۪يلًا

Nahnu halaknâhum ve şedednâ esrahum, ve izâ şi’nâ beddelnâ emsâlehum tebdîlâ.

Onları biz yarattık ve eklemlerini (yapılarını) biz sağlamlaştırdık. Dilediğimiz zaman da onların yerine benzerlerini getiririz.

29

اِنَّ هٰذِه۪ تَذْكِرَةٌۚ فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلًا

İnne hâzihî tezkiretun, fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ.

Şüphesiz bu bir öğüttür. Artık dileyen, Rabbine bir yol tutar.

30

وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا حَك۪يمًا

Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâh(u), innallâhe kâne alîmen hakîmâ.

Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

31

يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِم۪ينَ اَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا

Yudhilu men yeşâu fî rahmetih(î), vez zâlimîne eadde lehum azâben elîmâ.

Dilediğini rahmetine sokar. Zalimlere ise, elem dolu bir azap hazırlamıştır.