Mürselat Suresi (Ayet Ayet) – Tasavvuf Yolu

Mürselat Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًاۙ

Vel murselâti urfâ.

Andolsun, birbiri ardınca gönderilenlere.

2

فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًاۙ

Fel âsıfâti asfâ.

Şiddetle esenlere.

3

وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًاۙ

Ven nâşirâti neşrâ.

(Hakikatleri) yayanlara.

4

فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًاۙ

Fel fârikâti farkâ.

(Hak ile batılı) ayıranlara.

5

فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًاۙ

Fel mulkıyâti zikrâ.

Öğüt (vahiy) getirenlere.

6

عُذْرًا اَوْ نُذْرًاۙ

Uzran ev nuzrâ.

Gerek mazur görmek, gerekse uyarmak için.

7

اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌۜ

İnnemâ tûadûne le vâkı’.

Şüphesiz, size vaat edilen (kıyamet) mutlaka gerçekleşecektir.

8

فَاِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْۙ

Fe izen nucûmu tumiset.

Yıldızlar silindiği zaman,

9

وَاِذَا السَّمَٓاءُ فُرِجَتْۙ

Ve izes semâu furicet.

Gök yarıldığı zaman,

10

وَاِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْۙ

Ve izel cibâlu nusifet.

Dağlar (yerlerinden sökülüp) savrulduğu zaman,

11

وَاِذَا الرُّسُلُ اُقِّتَتْۙ

Ve izer rusulu ukkitet.

Ve peygamberler (şahitlik için) belli bir vakitte bir araya getirildiği zaman!

12

لِاَيِّ يَوْمٍ اُجِّلَتْۜ

Li eyyi yevmin uccilet.

(Bütün bunlar) hangi güne ertelenmiştir?

13

لِيَوْمِ الْفَصْلِۚ

Li yevmil fasl.

Hüküm (ayırt etme) gününe.

14

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِۜ

Ve mâ edrâke mâ yevmul fasl.

Hüküm gününün ne olduğunu sen ne bileceksin?

15

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn.

O gün, yalanlayanların vay haline!

16

اَلَمْ نُهْلِكِ الْاَوَّل۪ينَ

E lem nuhlikil evvelîn.

Biz öncekileri helak etmedik mi?

17

ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْاٰخِر۪ينَ

Summe nutbiuhumul âhirîn.

Sonra arkadakileri de onların peşine takacağız.

18

كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ

Kezâlike nef’alu bil mucrimîn.

İşte biz, suçlulara böyle yaparız.

19

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn.

O gün, yalanlayanların vay haline!

20

اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۙ

E lem nahlukkum min mâin mehîn.

Sizi değersiz bir sudan yaratmadık mı?

21

فَجَعَلْنَاهُ ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۙ

Fe cealnâhu fî karârin mekîn.

Onu sağlam bir yere yerleştirdik.

22

اِلٰى قَدَرٍ مَعْلُومٍۙ

İlâ kaderin ma’lûm.

Belli bir süreye kadar.

23

فَقَدَرْنَاۙ فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ

Fe kadernâ fe ni’mel kâdirûn.

Biz buna güç yetirdik. Ne güzel güç yetirenleriz!

24

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn.

O gün, yalanlayanların vay haline!

25

اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ كِفَاتًاۙ

E lem nec’alil arda kifâtâ.

Yeryüzünü bir toplanma yeri kılmadık mı?

26

اَحْيَٓاءً وَاَمْوَاتًاۙ

Ahyâen ve emvâtâ.

Dirilere ve ölülere?

27

وَجَعَلْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَاَسْقَيْنَاكُمْ مَٓاءً فُرَاتًا

Ve cealnâ fîhâ ravâsiye şâmihâtin ve eskaynâkum mâen furâtâ.

Orada yüksek, sağlam dağlar yarattık ve size tatlı bir su içirdik.

28

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn.

O gün, yalanlayanların vay haline!

29

اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى مَا كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۚ

İntalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn.

(Onlara şöyle denir:) “Haydi, yalanlayıp durduğunuz şeye doğru gidin!”

30

اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى ظِلٍّ ذ۪ي ثَلٰثِ شُعَبٍۙ

İntalikû ilâ zıllin zî selâsi şuab.

“Üç kola ayrılmış bir gölgeye gidin.”

31

لَا ظَل۪يلٍ وَلَا يُغْن۪ي مِنَ اللَّهَبِۜ

Lâ zalîlin ve lâ yugnî minel leheb.

“Ki ne gölgelendirir, ne de alevden korur.”

32

اِنَّهَا تَرْم۪ي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِۚ

İnnehâ termî bi şerarin kel kasr.

Şüphesiz o (cehennem), saray gibi kıvılcımlar saçar.

33

كَاَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌۜ

Ke ennehu cimâletun sufr.

Sanki o kıvılcımlar sarı erkek deve sürüleri gibidir.

34

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn.

O gün, yalanlayanların vay haline!

35

هٰذَا يَوْمُ لَا يَنْطِقُونَۙ

Hâzâ yevmu lâ yentıkûn.

Bu, onların konuşamayacakları bir gündür.

36

وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ

Ve lâ yu’zenu lehum fe ya’tezirûn.

Onlara izin de verilmez ki, özür dilesinler.

37

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn.

O gün, yalanlayanların vay haline!

38

هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِۚ جَمَعْنَاكُمْ وَالْاَوَّل۪ينَ

Hâzâ yevmul fasl(ı), cema’nâkum vel evvelîn.

Bu, hüküm günüdür. Sizi de, öncekileri de bir araya topladık.

39

فَاِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَك۪يدُونِ

Fe in kâne lekum keydun fe kîdûn.

Eğer bir hileniz varsa, haydi bana karşı kurun.

40

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn.

O gün, yalanlayanların vay haline!

41

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي ظِلَالٍ وَعُيُونٍۙ

İnnel muttakîne fî zılâlin ve uyûn.

Şüphesiz, takva sahipleri, gölgeliklerde ve pınar başlarındadır.

42

وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ

Ve fevâkihe mimmâ yeştehûn.

Ve canlarının çektiği meyveler arasındadırlar.

43

كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـًٔا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

Kulû veşrabû henîen bimâ kuntum ta’melûn.

(Onlara şöyle denir:) “Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için.”

44

اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ

İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn.

İşte biz, iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.

45

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn.

O gün, yalanlayanların vay haline!

46

كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَل۪يلًا اِنَّكُمْ مُجْرِمُونَ

Kulû ve temetteû kalîlen innekum mucrimûn.

(Ey inkârcılar!) “Yiyin ve birazcık daha faydalanın. Çünkü siz, suçlularsınız.”

47

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn.

O gün, yalanlayanların vay haline!

48

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ

Ve izâ kîle lehumurkeû lâ yerkeûn.

Onlara “Rükû edin” denildiği zaman, rükû etmezler.

49

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ

Veylun yevmeizin lil mukezzibîn.

O gün, yalanlayanların vay haline!

50

فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ

Fe bi eyyi hadîsin ba’dehu yu’minûn.

Artık onlar, bundan (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?