Tevbe Suresi
بَرَٓاءَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Berâetun minallâhi ve resûlihî ilâllezîne âhettum minel müşrikîn(e).
Allah ve Resûlü’nden, kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklere bir uyarıdır.
فَس۪يحُوا فِي الْاَرْضِ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِ وَ اَنَّ اللّٰهَ مُخْزِي الْكَافِر۪ينَ
Fesîhû fîl erdi erba‘ete eşhur(in), va‘lemû ennem lâ mu‘cizîllâh, ve ennallâhe muhzîl kâfirîn(e).
Yeryüzünde dört ay daha serbestçe dolaşın. Ama bilin ki siz Allah’ı âciz bırakamazsınız. Şüphesiz Allah, kâfirleri rezil edecektir.
وَاَذَانٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْاَكْبَرِ اَنَّ اللّٰهَ بَر۪يءٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ وَرَسُولُهُۚ فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
Ve ezânun minallâhi ve resûlihî ilen nâsi yevmel haccil ekber(i) ennallâhe berî’un minel müşrikîne ve resûluh(û), fe in tubtum fe huve hayrun lekum, ve in tevelleytum fa‘lemû ennem lâ mu‘cizîllâh, ve beşşirillezîne keferû bi ‘azâbin elîm(in).
Büyük Hac günü Allah ve Resûlü’nden insanlara bir bildiridir: “Şüphesiz Allah da, Resûlü de müşriklerden uzaktır.” Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için hayırlı olur. Ama yüz çevirirseniz, bilin ki Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz. Kâfirlere elem verici bir azabı müjdele!
اِلَّا الَّذ۪ينَ عَاهَدتُّمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ثُمَّ لَمْ يَنْقُصُوكُمْ شَيْـًٔا وَلَمْ يُظَاهِرُوا عَلَيْكُمْ اَحَدًا فَاَتِمُّٓوا اِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ اِلٰى مُدَّتِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ
İllellezîne âhettum minel müşrikîne sümme lem yenkusûkum şey’en ve lem yuzâhirû aleykum ehad(â), fe etimmû ileyhim ahdehum ilâ muddethim, innallâhe yuhibbul muttaqîn(e).
Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden, size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinize kimseye destek vermeyenler hariçtir. Bu kimselerle olan sözleşmenizi sürelerinin sonuna kadar yerine getirin. Şüphesiz Allah, takvâ sahiplerini sever.
فَاِذَا انسَلَخَ الْاَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَيْثُ وَجَدْتُّمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍۜ فَاِنْ تَابُوا وَ اَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَآتَوُا الزَّكٰوةَ فَخَلُّوا سَب۪يلَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Fe izen selehal eşhurul hurumu faktulûl müşrikîne haysu vecettumûhum, ve huzûhum, vahsurûhum, vaq‘udû lehum kulle mersad(in), fe in tâbû ve eqâmus salâte ve âtevuz zekâte fe hallû sebîlehum, innallâhe gafûrun rahîm(un).
Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, kuşatın ve her geçit başında onları gözetleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
وَاِنْ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ اسْتَجَارَكَ فَاَجِرْهُ حَتّٰى يَسْمَعَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ اَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْلَمُونَ
Ve in eḥadun mine’l-muşrikîne’s-tecâreke fe’cirhû ḥattâ yesmea kelâmallâh, s̱umme ebliğhü me’meneh, żâlike bi’ennehum ḳavmun lâ ya‘lemûn.
Eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah’ın sözünü işitinceye kadar ona aman ver. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir topluluk olmalarındandır.
كَيْفَ يَكُونُ لِلْمُشْرِك۪ينَ عَهْدٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ رَسُولِه۪ٓ اِلَّا الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ فَمَا اسْتَقَامُوا لَكُمْ فَاسْتَق۪يمُوا لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ
Keyfe yekûnu li’l-muşrikîne ‘ahdun ‘inde’llâhi ve ‘inde resûlih, illâ’llezîne ‘âhettum ‘inde’l-mescidi’l-ḥarâm, femestegâmû lekum festeḳîmû lehum, innallâhe yuḥibbü’l-mutteḳîn.
Allah ve Resûlü katında müşrikler için nasıl bir antlaşma olabilir? Ancak Mescid-i Haram civarında antlaşma yaptığınız kimseler müstesna. Onlar size karşı dürüst davrandıkları sürece siz de onlara karşı dürüst davranın. Allah, takvâ sahiplerini sever.
كَيْفَ وَاِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ لَا يَرْقُبُوا ف۪يكُمْ اِلًّا وَلَا ذِمَّةًۜ يُرْضُونَكُمْ بِاَفْوَاهِهِمْ وَتَأْبٰى قُلُوبُهُمْۜ وَأَكْثَرُهُمْ فَاسِقُونَ
Keyfe ve in yaẓharû ‘aleykum lâ yerḳubû fîkum illen ve lâ żimmeh, yurżûnekum bi efvâhihim ve te’bâ ḳulûbuhum, ve ekseruhum fâsiḳûn.
Size galip gelselerdi, ne bir akrabalık ne de bir antlaşma tanırlardı. Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışırlar ama kalpleri karşı çıkar. Onların çoğu yoldan çıkmıştır.
اشْتَرَوْا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًا فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
İşterev bi âyâti’llâhi s̱emenen ḳalîlen feṣeddû ‘an sebîlih, innehum sâe mâ kânû ya‘melûn.
Allah’ın ayetlerini az bir bedelle sattılar da insanları O’nun yolundan alıkoydular. Gerçekten ne kötü şeyler yapıyorlar!
لَا يَرْقُبُونَ ف۪ي مُؤْمِنٍ اِلًّا وَلَا ذِمَّةًۜ وَأُولٰئِكَ هُمُ الْمُعْتَدُونَ
Lâ yerḳubûne fî mu’minin illen ve lâ żimmeh, ve ulâike humu’l-mu‘tedûn.
Hiçbir mümin hakkında ne akrabalık ne de antlaşma gözetirler. İşte onlar, haddi aşanların ta kendileridir.
فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَآتَوُا الزَّكٰوةَ فَاِخْوَانُكُمْ فِي الدّ۪ينِۜ وَنُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Fe in tâbû ve eqâmûṣ-ṣalâte ve âtevü’z-zekâte fe iḫvânukum fî’d-dîn, ve nufaṣṣilu’l-âyâti li kavmin ya‘lemûn.
Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık dinde sizin kardeşlerinizdirler. Biz ayetleri, bilen bir topluluk için böyle açıklarız.
وَاِنْ نَكَثُوا اَيْمَانَهُمْ مِنْ بَعْدِ عَهْدِهِمْ وَطَعَنُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ فَقَاتِلُٓوا اَئِمَّةَ الْكُفْرِۜ اِنَّهُمْ لَا اَيْمَانَ لَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَنْتَهُونَ
Ve in nekeṯû eymânehum min ba‘di ‘ahdihim ve ṭa‘anû fî dînikum fe ḳâtilû e’immete’l-kufr, innehum lâ eymâne lehum le‘allehum yentehûn.
Eğer antlaşmalarını bozarlarsa ve dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderleriyle savaşın. Çünkü onların verdikleri söz yoktur. Umulur ki vazgeçerler.
اَلَا تُقَاتِلُونَ قَوْمًا نَكَثُوا اَيْمَانَهُمْ وَهَمُّوا بِاِخْرَاجِ الرَّسُولِ وَهُمْ بَدَؤُوكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۜ اَتَخْشَوْنَهُمْۜ فَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشَوْهُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Elâ tuḳâtilûne ḳavmen nekeṯû eymânehum ve hemû bi iḫrâci’r-resûl ve hum bede’ûkum evvele merreh, eteḫşevnehum, fe’llâhu eḥaḳḳu en taḫşevhû in kuntum mu’minîn.
Antlaşmalarını bozan, Resûlü sürmek isteyen ve size ilk saldıran bir toplulukla savaşmayacak mısınız? Onlardan mı korkuyorsunuz? Eğer mümin iseniz, Allah’tan korkmanız daha uygundur.
قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ بِاَيْد۪يكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِن۪ينَ
Ḳâtilûhum yu‘azzibhumullâhu bi eydîkum ve yuḫzihim ve yensurkum ‘aleyhim ve yeşfi ṣudûra ḳavmin mu’minîn.
Onlarla savaşın ki Allah onları sizin ellerinizle cezalandırsın, onları rezil etsin, sizi onlara karşı muzaffer kılsın ve mümin bir topluluğun gönlünü ferahlatsın.
وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْۗ وَيَتُوبُ اللّٰهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Ve yużhib ḡayża ḳulûbihim, ve yetûbullâhu ‘alâ men yeşâ’, ve’llâhu ‘alîmun ḥakîm.
Ve Allah, onların kalplerindeki öfkeyi giderir. Allah dilediğine tevbe nasip eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلَا رَسُولِهٖ وَلَا الْمُؤْمِن۪ينَ وَل۪يجَةًۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Em ḥasib’tum en tutrekû ve lemmâ ya‘lemillâhulleżîne câhedû minkum ve lem yetteḫizû min dûnillâhi ve lâ resûlihî ve lel-mu’minîne velîceten, vallâhu ḫabîrun bimâ ta‘melûn.
Yoksa Allah, içinizden cihad edenleri, Allah’tan, Resûlünden ve müminlerden başka kimseyle gizli dostluk kurmayanları ortaya çıkarmadan, kendi hâlinize bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
مَا كَانَ لِلْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ شَاهِد۪ينَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ
Mâ kâne li’l-muşrikîne en ya‘murû mesâcidallâhi şâhidîne ‘alâ enfusihim bil-kufr(i), ulâike ḥabiṭat a‘mâluhum, ve fi’n-nâri hum ḫâlidûn.
Allah’a ortak koşanların, kendi inkârlarına bizzat şahitlik ederek Allah’ın mescitlerini imar etmeleri doğru değildir. İşte onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Onlar, ateşte ebedi kalacaklardır.
اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ وَلَمْ يَخْشَ اِلَّا اللّٰهَۜ فَعَسٰٓى اُو۬لٰٓئِكَ اَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
İnnemâ ya‘muru mesâcidallâhi men âmene billâhi ve’l-yevmi’l-âḫiri ve eqâmeṣ-ṣalâte ve âtez-zekâte ve lem yaḫşe illallâh, fe ‘asâ ulâike en yekûnû mine’l-muhtedîn.
Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. Umulur ki işte onlar doğru yolu bulanlardan olurlar.
اَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَجَاهَدَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ لَا يَسْتَو۪ۤي عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Ece‘altum siḳâyete’l-ḥâcci ve ‘imârete’l-mescidi’l-ḥarâmi kemen âmene billâhi ve’l-yevmi’l-âḫiri ve câhede fî sebîlillâh, lâ yestevû ‘indallâh, vallâhu lâ yehdî’l-ḳavme’z-ẓâlimîn.
Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı imar etmeyi, Allah’a ve ahiret gününe inanan, Allah yolunda cihad eden kimselerle bir mi tuttunuz? Allah katında onlar eşit değildir. Allah zalim topluluğu doğru yola iletmez.
الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
Elleżîne âmenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi bi-emvâlihim ve enfusihim, a‘ẓamu derece ten ‘indallâh, ve ulâike humu’l-fâizûn.
İman edenler, hicret edenler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler; Allah katında dereceleri en üstün olanlardır. İşte kurtuluşa erenler onlardır.
يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُمْ بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ ف۪يهَا نَع۪يمٌ مُق۪يمٌ
Yubeşşiruhum rabbuhum bi-raḥmetin minhu ve riḍvânin ve cennâtin lehum fîhâ na‘îm(un) muḳîm(un).
Rableri onları, kendisinden bir rahmet, rızâ ve içinde ebedî nimet bulunan cennetlerle müjdeler.
خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ
Ḫâlidîne fîhâ ebedâ, innallâhe ‘indehu ecrun ‘aẓîm(un).
Onlar orada ebediyen kalacaklardır. Şüphesiz Allah katında büyük bir mükâfat vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُٓوا اٰبَٓاءَكُمْ وَاِخْوَانَكُمْ اَوْلِيَٓاءَ اِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Yâ eyyuhelleżîne âmenû lâ tetteḫizû âbâekum ve iḫvâne-kum evliyâe inis-teḥebbû’l-kufra ‘ale’l-îmân, ve men yetevellehum minkum fe-ulâike humu’ẓ-ẓâlimûn.
Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz küfrü imana tercih ediyorlarsa onları dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُكُمْ وَاَبْنَٓاؤُكُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَٓا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪ فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِهٖۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ
Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve iḫvânukum ve ezvâcukum ve ‘aşîratukum ve emvâlun iḳteraftumûhâ ve ticâretun taḫşevne kesâdehâ ve mesâkinu tarżavnehâ, eḥabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî, fe terabbaṣû ḥattâ ye’tiyallâhu bi-emrih, vallâhu lâ yehdî’l-ḳavme’l-fâsiḳîn.
De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kazandığınız mallar, kesatından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler; Allah’tan, Resûlünden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, Allah emrini getirinceye kadar bekleyin! Allah fasık topluluğu doğru yola iletmez.
لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَوَاطِنَ كَث۪يرَةٍۙ وَيَوْمَ حُنَيْنٍ اِذْ اَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنكُمْ شَيْـًٔا وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُمْ مُدْبِر۪ينَ
Leḳad naṣarakumu’llâhu fî mevâṭine keśîrah, ve yevme ḥuneynin iż e‘cebetkum keśretukum felem tuġni ‘ankum şey’â, ve ḍâḳat ‘aleykumu’l-arżu bimâ raḥubat, s̱umme velley’tum mudbirîn.
Allah, size birçok yerde ve Huneyn günü yardım etmişti. O gün çokluğunuz size güven vermişti ama bu sizi hiçbir şekilde kurtaramadı. Yer, genişliğine rağmen size dar geldi ve sonunda arkanızı dönüp kaçtınız.
ثُمَّ اَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِهٖ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَنْزَلَ جُنُودًا لَمْ تَرَوْهَا وَعَذَّبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكٰفِر۪ينَ
Sümme enzele’llâhu sekînetehu ‘alâ resûlihî ve ‘alâ’l-mu’minîn, ve enzela cunûden lem teravhâ, ve ‘azzebe’l-leżîne keferû, ve żâlike cezâu’l-kâfirîn.
Sonra Allah, Resûlü’ne ve müminlere huzur ve güven indirdi. Sizin göremediğiniz ordular indirdi ve kâfirleri azaba uğrattı. Bu, kâfirlerin cezasıdır.
ثُمَّ يَتُوبُ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sümme yetûbu’llâhu min ba‘di żâlike ‘alâ men yeşâ’, vallâhu ğafûrun raḥîm.
Sonra Allah, dilediği kimselerin tevbesini kabul eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هٰذَاۚ وَاِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْن۪يكُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖ اِنْ شَٓاءَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Yâ eyyuhelleżîne âmenû, innemâ’l-muşrikûne necesun felâ yakrabû’l-mescide’l-ḥarâme ba‘de ‘âmihim hâżâ, ve in ḫiftum ‘ayleten fe sevfe yuğnîkumullâhu min fażlihî in şâ’, innallâhe ‘alîmun ḥakîm.
Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necistir (pisliktir). Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse sizi lütfuyla zenginleştirir. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَلَا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَلَا يَد۪ينُونَ د۪ينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُوتُوا الْكِتَابَ حَتّٰى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ
Ḳâtilû’lleżîne lâ yu’minûne billâhi ve lâ bi’l-yevmi’l-âḫir, ve lâ yuḥarrimûne mâ ḥarramallâhu ve resûluhû ve lâ yedînûne dîne’l-ḥaḳḳi mine’lleżîne ûtû’l-kitâbe ḥattâ yu‘ṭu’l-cizyete ‘an yedin ve hum ṣâğirûn.
Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle, boyun eğip cizye verinceye kadar savaşın.
وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّٰهِ وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَس۪يحُ ابْنُ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ قَوْلُهُمْ بِاَفْوَاهِهِمْۚ يُضَاهِـُٔونَ قَوْلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُۚ قَاتَلَهُمُ اللّٰهُۚ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ
Ve ḳâleti’l-yehûdu ‘uzeyrun ibnullâh, ve ḳâleti’n-naṣârâ’l-mesîḥu ibnullâh, żâlike ḳavluhum bi-efvâhihim, yuḍâhûne ḳavle’lleżîne keferû min ḳablu, ḳâtelahumullâh, ennâ yü’fekûn.
Yahudiler, “Üzeyr Allah’ın oğludur” dediler. Hristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri sözlerdir. Daha önce kâfir olanların sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da çevriliyorlar!
اتَّخَذُوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَالْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَۜ وَمَٓا اُمِرُوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اِلٰهًا وَاحِدًاۜ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
İtteḫażû aḥbârahum ve ruhbânehum erbâben min dûnillâhi ve’l-mesîḥe’bne Meryem, ve mâ umirû illâ li-ya‘budû ilâhen vâḥidâ, lâ ilâhe illâ hu, subḥânehû ‘ammâ yuşrikûn.
Onlar, hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka rabler edindiler. Oysa tek olan Allah’tan başkasına ibadet etmeleri emredilmemişti. O’ndan başka ilâh yoktur. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِـُٔوا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْۚ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Yurîdûne en yuṭfi’û nûrallâhi bi-efvâhihim, ve ye’bâllâhu illâ en yutimme nûrehû ve lev kerihe’l-kâfirûn.
Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz; kâfirler hoşlanmasa da.
هُوَ الَّذ۪ي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّهٖ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
Huvvelleżî ersale resûlehû bi’l-hudâ ve dîni’l-ḥaḳḳı li-yuzhırahû ‘alâ’d-dîni kullihî ve lev kerihe’l-muşrikûn.
O, Resûlünü hidayet ve hak din ile gönderdi ki onu bütün dinlere üstün kılsın. Müşrikler hoşlanmasa da.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْاَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
Yâ eyyuhelleżîne âmenû inne kesîren mine’l-aḥbâri ve’r-ruhḇâni le-ye’kulûne emvâle’n-nâsi bi’l-bâṭıl, ve yeṣuddûne ‘an sebîlillâh, ve’lleżîne yeknizûne’ż-żehebe ve’l-fiḍḍate ve lâ yunfıḳûnehâ fî sebîlillâh fe-beşşirhum bi-‘ażâbin elîm.
Ey iman edenler! Hahamların ve rahiplerin birçoğu halkın mallarını haksız yollarla yerler ve insanları Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara acıklı bir azabı müjdele!
يَوْمَ يُحْمٰى عَلَيْهَا ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْۚ هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُونَ
Yevme yuḥmâ ‘aleyhâ fî nâri cehennem, fe-tukvâ bihâ cibâhuhum ve cunûbuhum ve ẓuhûruhum, hâżâ mâ kenestum li-enfusikum fe-żûḳû mâ kuntum teknizûn.
O gün cehennem ateşinde kızdırılacak ve alınları, yanları ve sırtları onunla dağlanacaktır. “İşte bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir! Artık biriktirdiklerinizin tadını çıkarın!” denilecektir.
اِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِنْدَ اللّٰهِ اثْنٰى عَشَرَ شَهْرًا ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ مِنْهَٓا اَرْبَعَةٌ حُرُمٌۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۚ فَلَا تَظْلِمُوا ف۪يهِنَّ اَنْفُسَكُمْۚ وَقَاتِلُوا الْمُشْرِك۪ينَ كَٓافَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَٓافَّةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
İnne ‘ıddete’ş-şuhûri ‘indallâhi isnâ ‘aşere şehren fî kitâbillâhi yevme ḣaleḳe’s-semâvâti ve’l-arḍ, minhâ erba‘atun ḥurum, żâlike’d-dînu’l-ḳayyim, fe-lâ taẓlimû fîhinne enfusekum, ve ḳâtilû’l-muşrikîne kâffeten kemâ yuḳâtilûnekum kâffeh, va‘lemû enne’llâhe me‘a’l-mutteḳîn.
Şüphesiz Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah’ın kitabında on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte doğru din budur. O halde bu aylarda kendinize zulmetmeyin. Müşriklerle topyekûn savaşın; tıpkı onların sizinle topyekûn savaştıkları gibi. Bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.
اِنَّمَا النَّس۪ٓيءُ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِۙ يُضَلُّ بِهَا الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يُحِلُّونَهُ عَامًا وَيُحَرِّمُونَهُ عَامًا لِيُوَاطِـُٔوا عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ فَيُحِلُّوا مَا حَرَّمَ اللّٰهُۜ زُيِّنَ لَهُمْ سُٓوءُ اَعْمَالِهِمْۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
İnnemâ’n-nesîeu ziyâdetun fî’l-kufr, yuḍallu bihîlleżîne keferû, yuḥillûnehû ‘âmen ve yuḥarrimûnehû ‘âmen li-yuvâṭi’û ‘ıddete mâ ḥarramallâh fe-yuḥillû mâ ḥarramallâh, zuyyine lehum sûe a‘mâlihim, va’llâhu lâ yehdî’l-ḳavme’l-kâfirîn.
Haram ayların yerlerini değiştirip ertelemek, küfürde bir artıştır. Bu, inkâr edenleri saptırır. Allah’ın haram kıldığı ayların sayısını denk getirmek için bir yıl helal sayar, bir yıl haram sayarlar. Böylece Allah’ın haram kıldığını helal kılarlar. Onların kötü işleri kendilerine süslü gösterildi. Allah, kâfir topluluğu doğru yola iletmez.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا ق۪يلَ لَكُمُ انْفِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِۜ اَرَض۪يتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِۜ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا قَل۪يلٌ
Yâ eyyuhelleżîne âmenû mâ lekum iżâ ḳîle lekumu’nfirû fî sebîlillâhi’s-sâḳaltum ile’l-arḍ, eraḍîtum bi’l-ḥayâti’d-dunyâ mine’l-âḫireh, fe-mâ metâ‘u’l-ḥayâti’d-dunyâ fi’l-âḫireti illâ ḳalîl.
Ey iman edenler! Size “Allah yolunda savaşa çıkın” denildiği zaman, yere yığılıp kaldınız. Yoksa ahiret yerine dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçici menfaati, ahirete göre çok azdır.
اِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْۚ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْـًٔاۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
İllâ tenfirû yu‘ażżibkum ‘ażâben elîmâ ve yestebdil ḳavmen ğayrekum, ve lâ taḍurrûhu şey’â, va’llâhu ‘alâ kulli şey’in ḳadîr.
Eğer savaşa çıkmazsanız, Allah sizi acı bir azapla cezalandırır, yerinize başka bir topluluk getirir ve siz O’na hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Allah, her şeye güç yetirendir.
اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِۚ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۘ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
İllâ tanṣurûhu fe-ḳad naṣarahullâhu iż eḫracahu’lleżîne keferû śânîyeśneyn iż humâ fi’l-ġâr, iż yeḳûlu li-ṣâḥibihî lâ taḥzen inne’llâhe me‘anâ, fe-enzele’llâhu sekînetehû ‘aleyhi ve eyyedehû bi-cunûdillem teravhâ, ve ce‘ale kelimete’lleżîne keferû’s-suflâ, ve kelimetu’llâhi hiye’l-‘ulyâ, ve’llâhu ‘azîzun ḥakîm.
Eğer siz ona yardım etmezseniz, Allah ona zaten yardım etmiştir: Hani inkâr edenler onu Mekke’den çıkardıklarında, ikinin ikincisi olarak mağaradaydı. Arkadaşına “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir” diyordu. Allah ona sekînetini indirdi, sizin görmediğiniz ordularla onu destekledi ve inkâr edenlerin sözünü alçalttı. Allah’ın kelimesi ise yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
انْفِرُوا خِفَافًا وَثِقَالًا وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِؕ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Enfirû ḫifâfen ve siḳâlen ve câhidû bi emvâlikum ve enfusikum fî sebîlillâh, żâlikum ḫayrun lekum in kuntum ta‘lemûn.
Hafif de olsanız, ağır da olsanız sefere çıkın; mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
لَوْ كَانَ عَرَضًا قَر۪يبًا وَسَفَرًا قَاصِدًا لَاتَّبَعُوكَ وَلٰكِنْ بَعُدَتْ عَلَيْهِمُ الشُّقَّةُۜ وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَوِ اسْتَطَعْنَا لَخَرَجْنَا مَعَكُمْۜ يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Lev kâne ‘araḍan ḳarîben ve sefaran ḳâṣidan le-tteba‘ûke ve lâkin be‘udet ‘aleyhimu’ş-şuḳḳeh, ve se-yaḥlifûne billâhi levistaṭa‘nâ le-ḫarecnâ me‘akum, yuhlikûne enfusehum, vallâhu ya‘lemu innehum le-kâżibûn.
Eğer ganimet hemen elde edilecek bir şey ve sefer de kolay olsaydı senin peşinden gelirlerdi. Fakat onlara yol pek uzak geldi. Allah’a yemin ederler: “Eğer gücümüz yetseydi, mutlaka sizinle birlikte sefere çıkardık” derler. Onlar bu sözleriyle kendilerini mahvediyorlar. Allah da onların yalancı olduğunu elbette bilir.
عَفَا اللّٰهُ عَنْكَ لِمَ اَذِنتَ لَهُمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَتَعْلَمَ الْكَاذِب۪ينَ
‘Afâllâhu ‘anke lime ezinta lehum ḥattâ yetebeyyene leke’llezîne ṣadeḳû ve ta‘leme’l-kâżibîn.
Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli oluncaya ve yalancıları da öğreninceye kadar, niçin onlara izin verdin?
لَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالْمُتَّق۪ينَ
Lâ yeste’zinuke’llezîne yu’minûne billâhi ve’l-yevmi’l-âḫiri en yucâhidû bi emvâlihim ve enfusihim, vallâhu ‘alîmun bi’l-muttaḳîn.
Allah’a ve ahiret gününe inananlar, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri durmak için senden izin istemezler. Allah takvâ sahiplerini çok iyi bilir.
اِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ فَهُمْ ف۪ي رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ
İnnemâ yeste’zinuke’llezîne lâ yu’minûne billâhi ve’l-yevmi’l-âḫiri vertâbet ḳulûbuhum fe hum fî reybihim yetereddedûn.
Ancak Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlar senden izin ister. Kalpleri şüpheye düşmüştür. Onlar, şüpheleri içinde bocalayıp dururlar.
وَلَوْ اَرَادُوا الْخُرُوجَ لَاَعَدُّوا لَهُ عُدَّةً وَلٰكِنْ كَرِهَ اللّٰهُ انْبِعَاثَهُمْ فَثَبَّطَهُمْ وَق۪يلَ اقْعُدُوا مَعَ الْقَاعِد۪ينَ
Ve lev erâdû’l-ḫurûce le-e‘eddû lehu ‘uddeh, ve lâkin keriha’llâhu inbi‘âsehum fe sebbaṭahum ve ḳîle’q‘udû me‘a’l-ḳâ‘idîn.
Eğer gerçekten çıkmak isteselerdi, elbette hazırlık yaparlardı. Ama Allah onların çıkmalarını istemedi, bu yüzden onları alıkoydu ve onlara “Oturun oturanlarla beraber!” denildi.
لَوْ خَرَجُوا ف۪يكُمْ مَا زَادُوكُمْ اِلَّا خَبَالًا وَلَاَوْضَعُوا خِلٰلَكُمُ الْفِتْنَةَ وَف۪يكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
Lev ḫarecû fîkum mâ zâdûkum illâ ḫebâlen ve le-evża‘û ḫilâlekumu’l-fitneh, ve fîkum semmâ‘ûne lehum, vallâhu ‘alîmun bi’ẓ-ẓâlimîn.
Eğer aranızda sefere çıksalardı, size sadece karışıklık getirirlerdi; fitne çıkarmak için içinizde dolaşırlardı. İçinizde onların sözlerine kulak verenler de var. Allah zalimleri çok iyi bilir.
لَقَدِ ابْتَغَوُا الْفِتْنَةَ مِنْ قَبْلُ وَقَلَّبُوا لَكَ الْاُمُورَ حَتّٰى جَٓاءَ الْحَقُّ وَظَهَرَ اَمْرُ اللّٰهِ وَهُمْ كَارِهُونَ
Le-ḳadibteġav’l-fitnete min ḳablu ve ḳallebû leke’l-umûre ḥattâ câe’l-ḥaḳḳu ve ẓahara emru’llâhi ve hum kârihûn.
Daha önce de fitne çıkarmaya çalıştılar ve işlerin altını üstüne getirdiler. Sonunda hak geldi, Allah’ın emri galip geldi. Onlar istemese de böyle oldu.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ ائْذَنْ لّ۪ي وَلَا تَفْتِنّ۪يؕ اَلَا فِي الْفِتْنَةِ سَقَطُواۜ وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمُح۪يطَةٌ بِالْكَافِر۪ينَ
Ve minhum men yekûlu’z’n lî ve lâ teftinnî, elâ fî’l-fitneti seḳaṭû, ve inne cehenneme le-muḥîṭetun bi’l-kâfirîn.
İçlerinden bazıları “Bana izin ver, beni fitneye düşürme” der. Oysa kendileri zaten fitneye düşmüşlerdir. Şüphesiz cehennem kâfirleri mutlaka kuşatacaktır.
اِنْ تُصِبْكَ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَاِنْ تُصِبْكَ مُص۪يبَةٌ يَقُولُوا قَدْ اَخَذْنَٓا اَمْرَنَا مِنْ قَبْلُ وَيَتَوَلَّوْا وَهُمْ فَرِحُونَ
İn tuṣibke ḥasenetun tesi’uhum, ve in tuṣibke muṣîbetun yekûlû ḳad aḫaźnâ emrenâ min ḳablu ve yetevellav ve hum fereḥûn.
Sana bir iyilik gelse bu onları üzer. Sana bir musibet isabet etse, “Biz önceden tedbirimizi aldık” der ve sevinerek dönüp giderler.
قُلْ لَنْ يُص۪يبَنَاۤ اِلَّا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَنَا هُوَ مَوْلٰينَاۚ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Kul len yuṣîbenâ illâ mâ ketebe’llâhu lenâ, huve mevlânâ, ve ‘ale’llâhi fe-lyetevekkelil mu’minûn.
De ki: Bize, Allah’ın bizim için yazdığından başkası asla isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.
قُلْ هَلْ تَرَبَّصُونَ بِنَاۤ اِلَّاۤ اِحْدَى الْحُسْنَيَيْنِۚ وَنَحْنُ نَتَرَبَّصُ بِكُمْ اَنْ يُص۪يبَكُمُ اللّٰهُ بِعَذَابٍ مِنْ عِنْدِه۪ۤ اَوْ بِاَيْدِينَاۚ فَتَرَبَّصُٓواۜ اِنَّا مَعَكُمْ مُتَرَبِّصُونَ
Kul hel terabbaṣûne binâ illâ iḥdel ḥusneyeyn, ve naḥnu neterabbaṣu bikum en yuṣîbekumu’llâhu bi ‘ażâbin min ‘indihî ev bi-eydîna, feterabbaṣû, innâ me‘akum muterabbiṣûn.
De ki: Siz bizim başımıza iki güzellikten (zafer veya şehitlik) birinden başkasının gelmesini mi gözlüyorsunuz? Biz ise Allah’ın ya kendi katından ya da bizim elimizle size bir azap göndermesini bekliyoruz. Bekleyin bakalım; biz de sizinle birlikte beklemekteyiz.
قُلْ اَنْفِقُوا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا لَنْ يُتَقَبَّلَ مِنْكُمْۚ اِنَّكُمْ كُنْتُمْ قَوْمًا فَاسِق۪ينَ
Kul enfikû ṭav‘an ev kerhen len yuteḳabbela minkum, inne-kum kuntum ḳavmen fâsiḳîn.
De ki: İster gönüllü, ister istemeyerek harcayın, sizden asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz fasık bir toplumsunuz.
وَمَا مَنَعَهُمْ اَنْ تُقْبَلَ مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ اِلَّا اَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَبِرَسُولِه۪ وَلَا يَأْتُونَ الصَّلٰوةَ اِلَّا وَهُمْ كُسَالٰى وَلَا يُنْفِقُونَ اِلَّا وَهُمْ كَارِهُونَ
Ve mâ mena‘ahum en tuḳbele minhum nefakâtuhum illâ ennehum keferû billâhi ve bi-resûlihî ve lâ ye’tûne’ṣ-ṣalâte illâ ve hum kusâlâ ve lâ yunfikûne illâ ve hum kârihûn.
Onların infaklarının kabul edilmesini engelleyen tek sebep, Allah’a ve Resûlü’ne inanmamaları, namaza isteksiz gelmeleri ve verdiklerini gönülsüzce vermeleridir.
فَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَلَآ اَوْلَادُهُمْۜ اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Fe lâ tu‘cibke emvâluhum ve lâ evlâduhum, innemâ yurîdu’llâhu li-yu‘azzibahum bihâ fî’l-ḥayâti’d-dünyâ ve tezeheḳe enfusuhum ve hum kâfirûn.
Ne malları ne de evlatları seni imrendirmesin! Allah onlarla onları dünya hayatında azaplandırmak ve kâfir olarak canlarını almak ister.
وَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنَّهُمْ لَمِنْكُمْ وَمَا هُمْ مِنْكُمْ وَلٰكِنَّهُمْ قَوْمٌ يَفْرَقُونَ
Ve yeḥlifûne billâhi innehum le-minkum, ve mâ hum minkum ve lâkinnehum ḳavmun yefraqûn.
Onlar “Biz de sizdeniz” diye Allah’a yemin ederler. Oysa onlar sizden değildir; fakat korkan bir topluluktur.
لَوْ يَجِدُونَ مَلْجَاً اَوْ مَغَارَاتٍ اَوْ مُدَّخَلًا لَوَلَّوْا اِلَيْهِ وَهُمْ يَجْمَحُونَ
Lev yecidûne melce’en ev meġârâten ev muddaḫalen le-vellev ileyhi ve hum yecmaḥûn.
Sığınacak bir yer, mağara veya gizlenecek bir delik bulsalar, oraya koşarak, başlarını alıp giderlerdi.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَلْمِزُكَ فِي الصَّدَقَاتِۚ فَاِنْ اُعْطُوا مِنْهَا رَضُوا وَإِنْ لَمْ يُعْطَوْا مِنْهَآ اِذَا هُمْ يَسْخَطُونَ
Ve minhum men yelmizuke fî’ṣ-ṣadakât, fe in u‘ṭû minhâ raḍû, ve in lem yu‘ṭev minhâ iźâ hum yesḫaṭûn.
Onlardan bazıları sadakalar konusunda seni ayıplar. Ondan kendilerine verilirse razı olurlar; verilmezse hemen kızarlar.
وَلَوْ اَنَّهُمْ رَضُوا مَآ اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُۚ سَيُؤْت۪ينَا اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ وَرَسُولُهُۚ اِنَّٓا اِلَى اللّٰهِ رَاغِبُونَ
Ve lev ennehum raḍû mâ âtâhumu’llâhu ve resûluhû ve ḳâlû ḥasbunallâh, se-yu’tînallâhu min fażlihî ve resûluh, innâ ile’llâhi râġibûn.
Eğer Allah ve Resûlü’nün kendilerine verdiğine razı olsalardı ve “Allah bize yeter. Allah bize lütfundan verecek, O’nun Resûlü de. Biz yalnız Allah’a yönelmişiz” deselerdi, (ne güzel olurdu).
اِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَٓاءِ وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْعَامِل۪ينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِم۪ينَ وَف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَابْنِ السَّب۪يلِۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۚ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
İnnemâ’ṣ-ṣadakâtu li’l-fuḳarâi ve’l-mesâkîni ve’l-‘âmilîne ‘aleyhâ ve’l-muellefeti ḳulûbuhum ve fî’r-riḳâbi ve’l-ġârimîne ve fî sebîli’llâhi vebni’s-sebîl, ferîżaten mine’llâh, vallâhu ‘alîmun ḥakîm.
Sadakalar, Allah tarafından farz kılınarak sadece yoksullara, miskinlere, sadaka işlerinde çalışanlara, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalmışlara verilir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَمِنْهُمُ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌۜ قُلْ اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ آمَنُوا مِنْكُمْۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ve minhumulleżîne yu’żûnen nebiyye ve yekûlûne huve uzun, kul uzunu ḫayrin lekum, yu’minu billâhi ve yu’minu li’l-mu’minîne ve raḥmetun lilleżîne âmenû minkum, velleżîne yu’żûne resûle’llâhi lehum ‘ażâbun elîm.
İçlerinden Peygamber’e eziyet edenler vardır. “O her söyleneni dinleyen bir kulaktır” derler. De ki: “O sizin için bir hayır kulağıdır; Allah’a inanır, müminlere güvenir ve sizden iman edenler için bir rahmettir.” Allah’ın Resûlü’ne eziyet edenlere acıklı bir azap vardır.
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْۜ وَاللّٰهُ وَرَسُولُهُ اَحَقُّ اَنْ يُرْضُوهُ اِنْ كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ
Yeḥlifûne billâhi lekum li-yurżûkum, va’llâhu ve resûluhû eḥaḳḳu en yurżûh, in kânû mu’minîn.
Size hoş görünmek için Allah adına yemin ederler. Oysa inanmışlarsa, Allah ve Resûlü’nü razı etmeleri daha uygun değil midir?
اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّهُ مَنْ يُحَادِدِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدًا ف۪يهَاۚ ذٰلِكَ الْخِزْيُ الْعَظ۪يمُ
Elem ya‘lemû ennehu men yuḥâddidi’llâhe ve resûlehû feenne lehu nâra cehenneme ḫâliden fîhâ, żâlike’l-ḫizyul-‘aẓîm.
Allah ve Resûlü’ne karşı gelen kimsenin, ebedî olarak içinde kalacağı cehennem ateşi olduğunu bilmiyorlar mı? İşte bu büyük bir rezilliktir.
يَحْذَرُ الْمُنَافِقُونَ اَنْ تُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ سُورَةٌ تُنَبِّئُهُمْ بِمَا ف۪ي قُلُوبِهِمْۚ قُلِ اسْتَهْزِءُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مُخْرِجٌ مَا تَحْذَرُونَ
Yaḥżeru’l-munâfiḳûne en tünezzele ‘aleyhim sûratun tunebbi’uhum bimâ fî ḳulûbihim, ḳul istehzi’û, innallâhe muḫricun mâ taḥżerûn.
Münafıklar, kalplerindekini açığa vuran bir sûre indirilmesinden çekinirler. De ki: “Alay edin! Allah, çekinip durduğunuz şeyi ortaya çıkaracaktır.”
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۚ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِءُونَ
Ve le-in seeltehum le-yeḳûlunne innemâ kunnâ neḫûżu ve nele‘ab, ḳul ebi’llâhi ve âyâtihî ve resûlihî kuntum festehzi’ûn?
Eğer onları sorgularsan, “Biz sadece eğlenip şakalaşıyorduk” derler. De ki: “Allah ile, O’nun ayetleriyle ve Resûlü ile mi alay ediyordunuz?”
لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۚ اِنْ نَعْفُ عَنْ طَٓائِفَةٍ مِّنْكُمْ نُعَذِّبْ طَٓائِفَةًۢ بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ
Lâ ta‘teżirû ḳad kefer-tum ba‘de îmânikum, in na‘fu ‘an ṭâ’ifetin minkum nu‘azzib ṭâ’ifeten bi-ennehum kânû mucrimîn.
Mazeret uydurmayın! Çünkü siz iman ettikten sonra küfre döndünüz. Sizden bir kısmını affetsek bile, suçlu oldukları için diğer bir kısmını azaplandıracağız.
الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۚ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
El-munâfiḳûne ve’l-munâfiḳâtu ba‘ḍuhum min ba‘ḍ, ye’murûne bi’l-munker ve yenhevne ‘ani’l-ma‘rûf ve yaḳbiżûne eydiyehum, nesû’llâhe fe-nesiyehum, innel-munâfiḳîne humu’l-fâsiḳûn.
Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü emreder, iyilikten men ederler, ellerini sıkı tutarlar. Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Münafıklar fasıkların ta kendisidir.
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ هِيَ حَسْبُهُمْۚ وَلَعَنَهُمُ اللّٰهُۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
Ve‘ade’llâhu’l-munâfiḳîne ve’l-munâfiḳâti ve’l-küffâre nâra cehenneme ḫâlidîne fîhâ, hiye ḥasbuhum, ve le‘anehumullâhu, ve lehum ‘ażâbun muḳîm.
Allah, münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini vaad etmiştir. Bu onlara yeter. Allah onlara lânet etmiş, onlar için sürekli bir azap hazırlamıştır.
كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَانُوا اَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَاَكْثَرَ اَمْوَالًا وَاَوْلَادًا فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُواۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Kelleżîne min ḳabli-kum kânû eşedde minkum ḳuvveten ve eksera emvâlen ve evlâden feste-mte‘û bi-ḫalâḳihim feste-mte‘tum bi-ḫalâḳikum kemeste-mte‘elleżîne min ḳabli-kum bi-ḫalâḳihim ve ḫuḍtum kelleżî ḫâżû, ulâike ḥabiṭat a‘mâluhum fî’d-dünyâ ve’l-âḫireh, ve ulâike humu’l-ḫâsirûn.
Sizden öncekiler gibi: Onlar sizden daha güçlü, malları ve evlatları daha çoktu. Nasıl ki onlar paylarına düşenle oyalanmışlarsa, siz de öylece oyalandınız. Nasıl ki onlar boş laflara daldılarsa, siz de daldınız. İşte onların da, sizin de amelleriniz hem dünyada hem ahirette boşa çıkmıştır. İşte onlar hüsrana uğrayanlardır.
اَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰه۪يمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Elem ye’tihim nebe’u’lleżîne min ḳablihim ḳavmi Nûḥin ve ‘âdin ve Semûde ve ḳavmi İbrâhîme ve aśḥâbi Medyene ve’l-mu’tefiket, etethum rusuluhum bi’l-beyyinât, femâ kâne’llâhu li-yaẓlimehum ve lâkin kânû enfusehum yaẓlimûn.
Onlardan önce gelip geçen Nuh kavminin, Âd, Semûd, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olmuş şehirlerin haberleri onlara ulaşmadı mı? Onlara elçileri açık belgelerle gelmişti. Allah onlara zulmetmedi; ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۚ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَزِيزٌ حَك۪يمٌ
Ve’l-mu’minûne ve’l-mu’minâtu ba‘ḍuhum evliyâ’u ba‘ḍ(y), ye’murûne bi’l-ma‘rûfi ve yenhevne ‘ani’l-munker(i), ve yuqîmûne’ṣ-ṣalâte ve yu’tûne’z-zekâte ve yuṭî‘ûne’llâhe ve resûleh(û), ulâ’ike se yerḥamuhumu’llâh, innenallâhe ‘azîzun ḥakîm.
Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar. İyiliği emreder, kötülükten men ederler, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte onları Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Şüphesiz Allah, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Ve‘ade’llâhu’l-mu’minîne ve’l-mu’minâti cennâtin tecrî min taḥtihâ’l-enhâru ḫâlidîne fîhâ ve mesâkine ṭayyibeten fî cennâti ‘adnin ve riḍvânun mine’llâhi ekber(u), żâlike huve’l-fevzu’l-‘aẓîm.
Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaad etmiştir. Allah’tan bir rıza (hoşnutluk) ise daha büyüktür. İşte bu en büyük başarıdır.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Yâ eyyuhen-nebiyyü câhidi’l-kuffâre ve’l-munâfiḳîne va’g’luz ‘aleyhim, ve me’vâhum cehennem, ve bi’sel-maṣîr.
Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ مَا قَالُوا وَلَقَدْ قَالُوا كَلِمَةَ الْكُفْرِ وَكَفَرُوا بَعْدَ اِسْلَامِهِمْ وَهَمُّوا بِمَا لَمْ يَنَالُواۜ وَمَا نَقَمُوا اِلَّٓا اَنْ اَغْنٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَاِنْ يَتُوبُوا يَكُ خَيْرًا لَهُمْۚ وَاِنْ يَتَوَلَّوْا يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ عَذَابًا اَل۪يمًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَمَا لَهُمْ فِي الْاَرْضِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
Yaḥlifûne bi’llâhi mâ ḳâlû, ve leḳad ḳâlû kelimete’l-kufr(i) ve keferû ba‘de islâmihim ve hemû bimâ lem yenâlûh(u), ve mâ naqemû illâ en eğnâhumu’llâhu ve resûluhû min fażlih(î), fe in yetûbû yeku ḫayran lehum, ve in yetevellav yu‘ażżibhumu’llâhu ‘ażâben elîmen fi’d-dünyâ ve’l-âḫireh, ve mâ lehum fi’l-arḍi min veliyyin ve lâ naṣîr.
Onlar: “Söz söylemedik” diye Allah’a yemin ederler. Hâlbuki o inkâr sözünü söylediler, Müslüman olduktan sonra inkâr ettiler, ulaşamadıkları bir şeye de göz diktiler. Allah ve Resûlü, kendilerini lütfuyla zenginleştirdiği için O’na kin tuttular. Eğer tevbe ederlerse, bu kendileri için daha hayırlı olur. Yok eğer yüz çevirirlerse, Allah onları dünyada da ahirette de acıklı bir azaba uğratır. Onların yeryüzünde ne bir dostu ne de bir yardımcısı olacaktır.
وَمِنْهُمْ مَنْ عَاهَدَ اللّٰهَ لَئِنْ اٰتٰينَا مِنْ فَضْلِه۪ لَنَصَّدَّقَنَّ وَلَنَكُونَنَّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Ve minhum men ‘âhede’llâhe le in âtânâ min fażlih(î) le naṣṣaddaqanne ve le nekûnenne mine’ṣ-ṣâliḥîn.
İçlerinden bazıları, “Allah bize lütfundan verirse mutlaka sadaka veririz, mutlaka iyi kimselerden oluruz” diye Allah’a söz verdiler.
فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ بَخِلُوا بِه۪ وَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ
Fe lemmâ âtâhum min fażlih(î) baḫilû bihî ve tevellev ve hum mu‘riḍûn.
Fakat Allah onlara lütfundan verince, cimrilik ettiler, yüz çevirdiler ve sırtlarını döndüler.
فَاَعْقَبَهُمْ نِفَاقًا ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلٰى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَٓا اَخْلَفُوا اللّٰهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Fe a‘ḳabehüm nifâḳan fî ḳulûbihim ilâ yevmi yelḳavnehu bimâ aḫlefû’llâhe mâ ve‘edûh(u) ve bimâ kânû yekżibûn.
Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, Allah da onların kalplerine, Kendisiyle karşılaşacakları güne kadar sürecek bir nifak soktu.
اَلَمْ يَعْلَمُوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
Elem ya‘lemû enne’llâhe ya‘lemu sirrahum ve necvâhum ve enne’llâhe ‘allâmu’l-ġuyûb.
Allah’ın, onların gizlediklerini ve fısıldaştıklarını bildiğini, Allah’ın gaybı en iyi bilen olduğunu bilmiyorlar mı?
الَّذ۪ينَ يَلْمِزُونَ الْمُطَّوِّع۪ينَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ فِي الصَّدَقَاتِ وَالَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ اِلَّا جُهْدَهُمْ فَيَسْخَرُونَ مِنْهُمْۜ سَخِرَ اللّٰهُ مِنْهُمْۜ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Elleżîne yelmizûne’l-muṭṭavvi‘îne mine’l-mu’minîne fi’ṣ-ṣadaḳâti velleżîne lâ yecidûne illâ cühdehum fe yeskharûne minhüm, seḫira’llâhu minhüm, ve lehum ‘ażâbun elîm.
Sadaka veren müminleri ve ellerinden gelenin en fazlasını verenleri alaya alanlar yok mu! Allah da onları alaya alır. Onlara acıklı bir azap vardır.
اسْتَغْفِرْ لَهُمْ اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۚ اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ
Estaġfir lehum ev lâ tastaġfir lehum, in tastaġfir lehum seb‘îne merraten fe len yaġfira’llâhu lehum, żâlike bi ennehum keferû bi’llâhi ve resûlih(î), ve’llâhu lâ yehdî’l-ḳavme’l-fâsiḳîn.
Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah’ı ve Resûlü’nü inkâr etmelerinden dolayıdır. Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez.
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللّٰهِ وَكَرِهُوا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّۚ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ حَرًّاۚ لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ
Feriḥe’l-muḫallefûne bi meḳ‘adihim ḫilâfe resûlillâhi ve kerihû en yucâhidû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh, ve ḳâlû lâ tenfirû fi’l-ḥarr, ḳul nâru cehenneme eşeddu ḥarrâ, lev kânû yefḳehûn.
Geri bırakılanlar, Allah Resûlü’ne muhalefet ederek evlerinde oturmaktan memnun oldular. Mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi hoş görmediler ve “Bu sıcakta sefere çıkmayın” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır.” Keşke anlasalardı!
فَلْيَضْحَكُوا قَل۪يلًا وَلْيَبْكُوا كَث۪يرًا جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Fel yaḍḥekû ḳalîlen ve’l yebkû kesîrâ cezâen bimâ kânû yeksibûn.
Öyleyse az gülsünler, çok ağlasınlar; bu, kazandıklarına bir karşılık olarak (onları beklemektedir).
فَاِنْ رَجَعَكَ اللّٰهُ اِلٰى طَٓائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ اَبَدًا وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُوًّاۜ اِنَّكُمْ رَض۪يتُمْ بِالْقُعُودِ اَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِف۪ينَ
Fe in raca‘eke’llâhu ilâ ṭâifetin minhum festa’źenûke li’l-ḫurûci fe ḳul len teḫrucû ma‘iye ebedâ ve len tuḳâtilû ma‘iye ‘aduvven, innekum rażîtum bi’l-ḳu‘ûdi evvele merreten fe’ḳ‘udû ma‘a’l-ḫâlifîn.
Eğer Allah seni onların bir kısmına geri döndürür de (savaşa çıkmak için) senden izin isterlerse, de ki: “Siz asla benimle birlikte çıkmayacak ve hiçbir düşmanla birlikte savaşmayacaksınız. Çünkü siz ilk seferde geri kalmayı tercih ettiniz; şimdi de geri kalanlarla birlikte kalın!”
وَلَا تُصَلِّ عَلٰى اَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ اَبَدًا وَلَا تَقُمْ عَلٰى قَبْرِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ
Ve lâ tuṣalli ‘alâ eḥadin minhum mâta ebeden ve lâ teḳum ‘alâ ḳabrih, innehum keferû billâhi ve resûlihî ve mâtû ve hum fâsiḳûn.
Onlardan biri öldüğünde, onun namazını kılma, kabri başında da durma! Çünkü onlar Allah’ı ve Peygamberini inkâr ettiler ve fâsıklar olarak öldüler.
وَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْۜ اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Ve lâ tu‘cibke emvâluhum ve evlâduhum, innenemâ yurîdullâhu en yu‘ażżibehum bihâ fî’d-dunyâ ve tezhaka enfusuhum ve hum kâfirûn.
Mallarına ve evlatlarına sakın imrenme! Allah onları dünya hayatında bunlarla azaplandırmak ve canlarını kâfir olarak almak istiyor.
وَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ اَنْ اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِه۪ اسْتَأْذَنَكَ اُو۬لُوا الطَّوْلِ مِنْهُمْ وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِد۪ينَ
Ve iźâ unzilet sûratun en âminû billâhi ve câhidû ma‘a resûlihî esta’źeneke ulû’ṭ-ṭavli minhum ve ḳâlû żernâ nekun ma‘a’l-ḳâ‘idîn.
“Allah’a iman edin ve Resûlüyle birlikte cihad edin” diye bir sure indirildiğinde, onlardan güç ve imkân sahipleri senden izin ister ve “Bizi bırak da oturanlarla birlikte olalım” derler.
رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ
Rażû bi en yekûnû ma‘a’l-ḫavâlif, ve ṭubi‘a ‘alâ ḳulûbihim fe hum lâ yefḳehûn.
Geride kalan kadınlarla birlikte oturmaya razı oldular. Kalpleri mühürlenmiştir; bu yüzden anlamazlar.
لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Lâkini’r-resûlu velleżîne âmenû ma‘ahû câhedû bi emvâlihim ve enfusihim, ve ulâike lehumu’l-ḫayrât, ve ulâike humu’l-mufliḥûn.
Oysa Peygamber ve onunla birlikte iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün iyilikler onlara aittir. Onlar gerçekten kurtuluşa erenlerdir.
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
E‘adde’llâhu lehum cennâtin tecrî min taḥtihâ’l-enhâr, ḫâlidîne fîhâ, żâlike’l-fevzu’l-‘aẓîm.
Allah onlar için, altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu, en büyük kurtuluştur.
وَجَٓاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ve câe’l-mu‘azzi-rûne mine’l-a‘râbi li yu’źene lehum, ve ḳa‘ade’lleżîne keżebû’llâhe ve resûleh, se yuṣîbu’lleżîne keferû minhum ‘ażâbun elîm.
Çölde yaşayan Araplardan özür beyan edenler gelip (seferden) muaf tutulmak istediler. Allah’a ve Resûlüne yalan söyleyenler ise (evlerinde) oturdular. Onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azap beklemektedir.
لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَٓاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ اِذَا نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ مَا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ مِنْ سَب۪يلٍۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Leyse ale’d-duafâi ve lâ ale’l-merzâ ve lâ ale’l-lezîne lâ yecidûne mâ yunfikûne haracun izâ nasehû lillâhi ve resûlih, mâ ale’l-muhsinîne min sebîl, vallâhu gafûrun rahîm.
Zayıflara, hastalara ve harcayacak bir şey bulamayanlara -eğer Allah’a ve Resûlüne karşı içtenlikle bağlı iseler- bir sorumluluk yoktur. İyilik yapanlara da bir kınama yoktur. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَآ اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَآ اَجِدُ مَآ اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَنًا اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَ
Ve lâ ale’l-lezîne izâ mâ etevke li tahmilehum, kulte lâ ecidu mâ ehmilukum aleyh, tevellav ve a’yunuhum tefîdu mine’d-dem‘i hazenen ellâ yecidû mâ yunfikûn.
Sana gelip kendilerini bindirmen için binek isteyen ve “Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğinde üzülerek gözlerinden yaşlar boşanarak dönen kimselere de bir sorumluluk yoktur; çünkü harcayacak bir şey bulamamışlardı.
اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَسْتَـْذِنُونَكَ وَهُمْ اَغْنِيَٓاءُۚ رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِۚ وَطَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
İnnemes sebîlu ale’l-lezîne yeste’zinûneke ve hum aġniyâu, radû bi en yekûnû me‘a’l-ḫavâlifi ve ṭabe‘allâhu alâ ḳulûbihim fehum lâ ya‘lemûn.
Kınama, ancak zengin oldukları halde senden izin isteyenleredir. Onlar geride kalan kadınlarla beraber bulunmaya razı oldular. Allah da kalplerini mühürlemiştir. Artık onlar bilmezler.
يَعْتَذِرُونَ اِلَيْكُمْ اِذَا رَجَعْتُمْ اِلَيْهِمْۜ قُلْ لَا تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْۜ قَدْ نَبَّأَنَا اللّٰهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْۜ وَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُۜ ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عٰالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ya‘teżirûne ileykum izâ raca‘tum ileyhim, ḳul lâ ta‘teżirû len nu’min lekum, ḳad nebbe’enallâhu min aḫbârikum, ve seyera’llâhu ‘amelekum ve resûluh, sümme turaddûne ilâ ‘âlimi’l-ġaybi ve’ş-şehâdeh fe yunebbi’ukum bimâ kuntum ta‘melûn.
Siz onlara döndüğünüzde, size özür beyan edeceklerdir. De ki: “Özür dilemeyin. Size asla inanmayacağız. Çünkü Allah, durumunuzu bize bildirdi.” Allah da Resûlü de amelinizi görecek. Sonra gizliyi de açığı da bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O size yaptıklarınızı haber verecektir.
سَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْۜ فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْۚ اِنَّهُمْ رِجْسٌۚ وَمَاْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ جَزَٓاءًۢ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Seyahlifûne billâhi lekum izenḳalebtum ileyhim li tu‘rıdû ‘anhum, fe a‘rıd ‘anhum, innehum ric’s(un), ve me’vâhum cehennem, cezâen bimâ kânû yeksibûn.
Size döndüğünüzde, onlardan yüz çevirmeniz için Allah adına yemin ederler. O halde onlardan yüz çevirin. Şüphesiz onlar pistir. Kazandıkları şeylerin karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir.
يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْۚ فَاِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَرْضٰى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ
Yaḥlifûne lekum li terdav ‘anhum, fe in terdav ‘anhum fe innallâhe lâ yerdâ ‘ani’l-ḳavmi’l-fâsiḳîn.
Size razı olasınız diye yemin ederler. Ama siz onlardan razı olsanız da Allah, fasık topluluktan asla razı olmaz.
اَلْاَعْرَابُ اَشَدُّ كُفْرًا وَنِفَاقًا وَاَجْدَرُ اَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ وَاللّٰهُ عَلِيمٌ حَك۪يمٌ
El-a‘râbu eşeddu kufren ve nifâḳan ve ecderu ellâ ya‘lemû ḥudûde mâ enzellallâhu alâ resûlih, vallâhu ‘alîmun ḥakîm.
Bedevîler, inkâr ve nifak bakımından daha şiddetlidirler. Allah’ın Resûlüne indirdiği sınırları tanımamaya daha yatkındırlar. Allah, her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ مَغْرَمًا وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَۜ عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Ve mine’l-a‘râbi men yetteḫizu mâ yunfiku maġramen ve yeterabbaṣu bikumu’d-devâir, aleyhim dâiratu’s-sev’(i), vallâhu semî‘un ‘alîm.
Bedevîlerden öyleleri vardır ki, Allah yolunda harcadıklarını bir kayıp sayar ve size felaketlerin gelmesini bekler. O kötü felaket onların başına gelecektir. Allah her şeyi işitir ve bilir.
وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللّٰهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِۜ اَلَا اِنَّهَا قُرْبَةٌ لَهُمْۜ سَيُدْخِلُهُمُ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ve mine’l-a‘râbi men yu’minu billâhi ve’l-yevmi’l-âḫiri ve yetteḫizu mâ yunfiku ḳurubâti ‘indallâhi ve ṣalavâti’r-resûl, elâ innehâ ḳurbatun lehum, seyudḫiluhumullâhu fî raḥmetih, innallâhe ġafûrun raḥîm.
Bedevîlerden öyleleri de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır, harcadığını Allah’a yakınlık vesilesi ve Resûl’ün dualarını kazanma aracı olarak görür. Dikkat edin, gerçekten de bu onların lehine bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۚ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا اَبَدًاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Ve’s-sâbikûne’l-evvelûne mine’l-muhâcirîne ve’l-ensâr, vellezîne’t-tebe‘ûhum bi iḥsânin raḍiyallâhu ‘anhum ve raḍû ‘anh, ve a‘adde lehum cennâtin tecrî taḥtehâ’l-enhâr, ḫâlidîne fîhâ ebedâ, żâlike’l-fevzu’l-‘aẓîm.
İslâm’ı ilk kabul eden Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzellikle uyanlardan Allah razıdır, onlar da Allah’tan razıdır. Allah onlara, altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu, büyük başarıdır.
وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ مُنَافِقُونَۙ وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِۙ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِۚ لَا تَعْلَمُهُمْۚ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْۚ سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍ
Ve mimmen ḥavlekum mine’l-a‘râbi munâfikûn, ve min ehli’l-medîneti meredû ‘ale’n-nifâḳ, lâ ta‘lemuhum, naḥnu na‘lemuhum, senu‘azzibuhum merrateyni summme yuraddûne ilâ ‘ażâbin ‘aẓîm.
Çevrenizdeki bedevîlerden ve Medine halkından öyle münafıklar vardır ki, nifakta ustalaşmışlardır. Sen onları bilmezsin, Biz biliriz. Onları iki kere azaba uğratacağız, sonra da büyük bir azaba döndürüleceklerdir.
وَآخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلًا صَالِحًا وَاٰخَرَ سَيِّـًٔاۙ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ve âḫarûne‘terefû biẕunûbihim, ḫalaṭû ‘amelen ṣâliḥen ve âḫara seyyi’en, ‘asâ’llâhu en yetûbe ‘aleyhim, inne’llâhe ġafûrun raḥîm.
Diğer bir grup ise günahlarını itiraf ettiler; iyi bir ameli kötü bir işle karıştırdılar. Umulur ki Allah, onların tövbelerini kabul eder. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّ۪يهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Ḫuẓ min emvâlihim ṣadaḳaten tuṭahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ, ve ṣalli ‘aleyhim, inne ṣalâteke sekenun lehum, va’llâhu semî‘un ‘alîm.
Onların mallarından bir sadaka al ki, bununla onları temizleyip arındırasın. Onlara dua et; çünkü senin duan onlar için huzur kaynağıdır. Allah işitendir, bilendir.
اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Elem ya‘lemû enne’llâhe huve yaḳbelu’t-tevbete ‘an ‘ibâdihî ve ye’ḫużu’ṣ-ṣadaḳāti ve enne’llâhe huve’t-tevvâbu’r-raḥîm.
Allah’ın, kullarından tövbeyi kabul ettiğini ve sadakaları aldığını, Allah’ın tövbeleri çokça kabul eden ve merhametli olduğunu bilmiyorlar mı?
وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَۚ وَسَتُرَدُّونَ اِلٰى عٰالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ve ḳul‘melû fe seyere’llâhu ‘amele-kum ve resûluhû ve’l-mu’minûn, ve seturaddûne ilâ ‘âlimi’l-ġaybi ve’ş-şehâdeh, feyunebbi’ukum bimâ kuntum ta‘melûn.
De ki: “Çalışın, yapın! Allah, Resûlü ve müminler yaptıklarınızı görecektir. Sonra da görülmeyeni de görüleni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz; O, size yaptıklarınızı haber verecektir.”
وَآخَرُونَ مُرْجَوْنَ لِاَمْرِ اللّٰهِ اِمَّا يُعَذِّبُهُمْ وَاِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Ve âḫarûne murcevne li emri’llâh, immâ yu‘azzibuhum ve immâ yetûbu ‘aleyhim, va’llâhu ‘alîmun ḥakîm.
Diğer bazıları da Allah’ın emrine bırakılmıştır; ya onları azaplandırır ya da tövbelerini kabul eder. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْر۪يقًا بَيْنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَاِرْصَادًا لِمَنْ حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُۙ وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَا اِلَّا الْحُسْنٰىۘ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Velleżîne’tteḫażû mesciden ḍırâran ve kufran ve tefrîḳan beyne’l-mu’minîne ve irṣâdan li men ḥârabe’llâhe ve resûle-hû min ḳablu, ve leyeḥlifunne in eradnâ illâ’l-ḥusnâ, va’llâhu yeşhedu innehum le-kâżibûn.
Bir de (münafıklardan) öyleleri vardır ki, müminler arasında ayrılık çıkarmak, Allah ve Resûlü’ne savaş açanlara destek olmak amacıyla, zarar vermek ve inkâr için bir mescit yaptılar. “Biz sadece iyilik istedik” diye yemin de edeceklerdir. Ama Allah onların yalancı olduklarına şahittir.
لَا تَقُمْ ف۪يهِ اَبَدًاۜ لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقْوٰى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ ف۪يهِۜ ف۪يهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُواۚ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ
Lâ teḳum fîhi ebedâ, lemescidun ussise ‘ale’t-taḳvâ min evveli yevmin aḥaḳḳu en teḳûme fîh, fîhi ricâlun yuḥibbûne en yetaṭahherû, va’llâhu yuḥibbu’l-muṭṭahhirîn.
Orada (o mescitte) asla namaza durma! Daha ilk günden takvâ üzerine kurulan mescit, içinde namaza durmana daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.
اَفَمَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى تَقْوٰى مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ اَمْ مَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِه۪ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
E fe-men essese bunyânehû ‘alâ taḳvâ mine’llâhi ve riḍvân, ḫayrun emmen essese bunyânehû ‘alâ şefâ curufin hârin fenhâra bihî fî nâri cehennem, va’llâhu lâ yehdî’l-ḳavme’ẓ-ẓâlimîn.
Allah’a karşı gelmekten sakınma ve hoşnutluk üzerine binasını kuran mı daha hayırlıdır, yoksa binasını çürük bir yamaca kurup da onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı? Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
لَا يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذ۪ي بَنَوْا ر۪يبَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلَّٓا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Lâ yezâlu bunyânuhumu’l-leżî benev rîbaten fî ḳulûbihim illâ en teḳaṭṭa‘a ḳulûbuhum, va’llâhu ‘alîmun ḥakîm.
Onların kurduğu bina, kalplerinde bir şüphe olarak kalmaya devam edecektir; ta ki kalpleri paramparça oluncaya kadar! Allah hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۚ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَۚ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرٰىةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِهۚۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
İnnallâha’şterâ minel-mu’minîne enfusehum ve emvâlehum bi enne lehumul-cennete, yukâtilûne fî sebîlillâhi feyaktulûne ve yuktelûn, va‘den ‘aleyhi ḥakken fî’t-Tevrâti ve’l-İncîli ve’l-Kur’ân, ve men evfâ bi ‘ahdihî minallâhi festebşirû bi bey‘ikumul-lezî beyâ‘tum bih(i), ve żâlike huve’l-fevzul-‘azîm.
Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar; öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah’ın üzerine söz verdiği bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde O’nunla yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinin. İşte bu, en büyük kazançtır.
التَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۗ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Et-tâ’ibûnel-‘âbidûnel-ḥâmidûne’s-sâ’iḥûner-râki‘ûne’s-sâcidûnel-âmirûne bi’l-ma‘rûfi ve’n-nâhûne ‘ani’l-munkeri ve’l-ḥâfiẓûne li ḥudûdillâh(i), ve beşşiri’l-mu’minîn.
Onlar, tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. İşte böyle müminleri müjdele!
مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِك۪ينَ وَلَوْ كَانُٓوا اُو۫ل۪ي قُرْبٰى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ
Mâ kâne li’n-nebiyyi vellezîne âmenû en yestagfirû li’l-muşrikîne velev kânû ûlî ḳurbâ min ba‘di mâ tebeyyene lehum ennehum aṣḥâbu’l-caḥîm.
Kendilerine cehennemlik oldukları apaçık belli olduktan sonra, peygamberin ve müminlerin, akrabaları dahi olsalar müşrikler için Allah’tan af dilemeleri doğru değildir.
وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ اِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَٓا اِيَّاهُۚ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ اَنَّهُ عَدُوٌّ لِلّٰهِ تَبَرَّأَ مِنْهُۜ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَاَوَّاهٌ حَل۪يمٌ
Ve mâ kâne’stigfâru İbrâhîme li ebîhi illâ ‘an mev‘idetin va‘adehâ iyyâh(u), fe lemmâ tebeyyene lehu ennehû ‘aduvvun lillâhi teberre’e minh(u), inne İbrâhîme leevvâhun ḥalîm.
İbrahim’in babası için istiğfar etmesi, sadece ona verdiği bir söz nedeniyle idi. Fakat onun Allah düşmanı olduğu ortaya çıkınca ondan uzaklaştı. Gerçekten İbrahim çok yumuşak huylu, içli ve sabırlıydı.
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُضِلَّ قَوْمًا بَعْدَ اِذْ هَدٰيهُمْ حَتّٰى يُبَيِّنَ لَهُمْ مَا يَتَّقُونَۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ve mâ kânallâhu liyudille kavmen ba‘de iz hedâhum ḥattâ yubeyyine lehum mâ yetteḳûn(e), innallâhe bi kulli şey’in ‘alîm.
Allah, doğru yola eriştirdikten sonra, sakınmaları gereken şeyi kendilerine açıklamadıkça bir topluluğu saptırmaz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir.
اِنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُحْي۪ي وَيُم۪يتُۚ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
İnnallâhe lehu mulkus-semâvâti ve’l-arḍ(i), yuḥyî ve yumît(u), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ naṣîr.
Şüphesiz göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin Allah’tan başka ne bir dostunuz ne de bir yardımcınız vardır.
لَقَدْ تَابَ اللّٰهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ ف۪ي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَز۪يغُ قُلُوبُ فَر۪يقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْۜ اِنَّهُ بِهِمْ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Leḳad tâballâhu ‘ale’n-nebiyyi ve’l-muhâcirîne ve’l-ensâri’l-lezîne’t-tebe‘ûhû fî sâ‘ati’l-‘usrati min ba‘di mâ kâde yezîğu ḳulûbu ferîḳin minhum, sümme tâbe ‘aleyhim, innehu bihim reûfun raḥîm.
Allah, güçlük zamanında Peygamber’e uyan Muhacirler ve Ensar’dan bir grubun kalpleri sapmaya yüz tutmuşken onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz ki O, onlara çok şefkatli ve merhametlidir.
وَعَلَى الثَّلٰثَةِ الَّذ۪ينَ خُلِّفُوا حَتّٰى اِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ اَنْفُسُهُمْ وَظَنُّٓوا اَنْ لَا مَلْجَاَ مِنَ اللّٰهِ اِلَّٓا اِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Ve ‘ale’s-selâseti’l-lezîne ḥullifû ḥattâ izâ ḍâḳat ‘aleyhimu’l-arḍu bimâ raḥubat ve ḍâḳat ‘aleyhim enfusuhum ve ẓennû en lâ melce’e minallâhi illâ ileyh(i), sümme tâbe ‘aleyhim li yetûbû, innallâhe huve’t-Tevvâbu’r-Raḥîm.
Geri bırakılan üç kişinin de tevbesini kabul etti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmişti; vicdanları da kendilerini sıkıştırmıştı. Allah’tan başka bir sığınak olmadığını anlamışlardı. Sonra Allah onların tevbesini kabul etti ki, tekrar O’na yönelsinler. Şüphesiz Allah, tövbeleri çokça kabul eden, çok merhametlidir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ
Yâ eyyuhelleżîne âmenût-taḳûllâhe ve kûnû me‘a’ṣ-ṣâdîḳîn.
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.
مَا كَانَ لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه۪ۚ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ لَا يُص۪يبُهُمْ ظَمَأٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَطَؤُونَ مَوْطِئًا يَغ۪يظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلًا اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِه۪ عَمَلٌ صَالِحٌۚ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
Mâ kâne li ehli’l-Medîneti ve men ḥavlehum mine’l-a‘râbi en yeteḫallefû ‘an resûlillâhi ve lâ yerğabû bi enfusihim ‘an nefsih(i), żâlike bi ennehum lâ yuṣîbuhum ẓama’un ve lâ naṣabun ve lâ maḫmaṣatun fî sebîlillâhi ve lâ yaṭeûne mavṭi’en yeġîẓu’l-kuffâra ve lâ yenâlûne min ‘aduvvin neylen illâ kutibe lehum bihî ‘amelun ṣâliḥ, innallâhe lâ yuḍî‘u ecre’l-muḥsinîn.
Medine halkı ve çevresindeki Bedevîler, Allah’ın Resûlünden geri kalmamalı ve onun canı pahasına kendi canlarını üstün tutmamalıydı. Çünkü Allah yolunda ne bir susuzluk, ne bir yorgunluk, ne de bir açlık çekerler; ne kafirleri öfkelendirecek bir yere ayak basarlar, ne de düşmana bir zarar verirler ki, bunların her biri kendilerine salih bir amel olarak yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.
وَلَا يُنْفِقُونَ نَفَقَةً صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً وَلَا يَقْطَعُونَ وَادِيًا اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ve lâ yunfikûne nefekaten sagîraten ve lâ kebîraten ve lâ yaktâûne vâdiyen illâ kutibe lehum li yeczıyahumullâhu ahsene mâ kânû ya‘melûn.
Küçük olsun büyük olsun hiçbir harcama yapmazlar, bir vadiyi geçmezler ki, bunlar onlar adına yazılmış olmasın. Böylece Allah, yaptıklarının en güzeliyle onları ödüllendirecektir.
وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنْفِرُوا كَافَّةًۜ فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَٓائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدّ۪ينِ وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ اِذَا رَجَعُٓوا اِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ
Ve mâ kânel mu’minûne li yenfirû kâffeten fe lev lâ nefera min kulli firkatin minhüm tâifetun li yeteffekkehû fid dîni ve li yünzirû kavmehum izâ racaû ileyhim leallehum yahzerûn.
Müminlerin hepsi toptan savaşa çıkacak değildi. Her topluluktan bir grup, dinde derin bilgi sahibi olmak ve kavimlerini uyarmak üzere geri kalmalıydı ki, onlar da sakınabilsinler.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ آمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
Yâ eyyuhellezîne âmenû gâtilûllezîne yelûnekum minel kuffâri ve l-yecidû fîkum gılzah, va‘lemû ennallâhe me‘al muttaqîn.
Ey iman edenler! Size yakın olan kâfirlerle savaşın ve sizde kararlılık ve sertlik bulsunlar. Bilin ki Allah, takvâ sahipleriyle beraberdir.
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ اۨيمَانًاۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ آمَنُوا فَزَادَتْهُمْ اۨيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Ve izâ mâ unzilet sûratun fe minhum men yekûlu eyyukum zâdet-hu hâzihî îmânen, fe emmâllezîne âmenû fe zâdet-hum îmânen ve hum yestebşirûn.
Bir sûre indirildiğinde, onlardan kimisi, “Bu sizin hanginizin imanını artırdı?” der. İman edenlerin ise imanlarını artırır ve onlar sevinirler.
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا اِلٰى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ
Ve emmâllezîne fî kulûbihim maradun fe zâdet-hum ricsen ilâ ricsihim ve mâtû ve hum kâfirûn.
Kalplerinde hastalık olanlara gelince, onların pisliğine pislik katar ve onlar kâfir olarak ölürler.
اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ
Eve lâ yeravne ennehum yuftenûne fî kulli âmin merreten ev merrateyn, summâ lâ yetûbûne ve lâ hum yezekkerûn.
Onlar her yıl bir veya iki kez belaya uğratıldıklarını görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de öğüt alıyorlar.
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ هَلْ يَرٰيكُمْ مِنْ اَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُواۜ صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
Ve izâ mâ unzilet sûratun nazare ba‘duhum ilâ ba‘din hel yerâkum min ehadin summensarafû, sarafallâhu kulûbehüm bi ennehum kavmun lâ yefkahûn.
Bir sûre indirildiğinde, birbirlerine, “Sizi gören biri var mı?” diye bakarlar. Sonra sıvışıp giderler. Allah da kalplerini çevirmiştir; çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَءُوفٌ رَح۪يمٌ
Lekad câeküm resûlun min enfusikum azîzun aleyhi mâ anittum, harîsun aleykum bil mu’minîne raûfur rahîm.
Andolsun, içinizden size öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı şefkatli ve merhametlidir.
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۚ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Fe in tevellev fe kul hasbiyallâhu lâ ilâhe illâ hû, aleyhi tevekkeltu ve hüve rabbul arşil azîm.
Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben O’na tevekkül ettim. O, yüce Arş’ın Rabbidir.”