Nisâ Suresi
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثِيرًا وَنِسَاءًۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَسَاءَلُونَ بِهِ وَالْأَرْحَامَۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
Yâ eyyuhen-nâsu’ttekû rabbekumullezî haleḳakum min nefsin vâḥidetin ve haleḳe minhâ zevcehâ ve besse minhümâ ricâlen kesîran ve nisâen. Vetteḳûllâhelleżî tesâelûne bihî vel-erḥâm. İnne’llâhe kâne ‘aleykum rakîbâ.
Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini var eden, sonra ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah, üzerinizde gözetleyicidir.
وَآتُوا الْيَتَامَىٰ أَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَبِيثَ بِالطَّيِّبِ وَلَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَهُمْ إِلَىٰ أَمْوَالِكُمْۚ إِنَّهُ كَانَ حُوبًا كَبِيرًا
Ve âtû’l-yetâmâ emvâlehum ve lâ tetebeddelû’l-ḫabîse bi’ṭ-ṭayyib. Ve lâ te’kulû emvâlehum ilâ emvâlikum. İnnehû kâne ḥûben kebîrâ.
Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi malınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır.
وَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامَىٰ فَانكِحُوا مَا طَابَ لَكُم مِّنَ النِّسَاءِ مَثْنَىٰ وَثُلَاثَ وَرُبَاعَۖ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَلَّا تَعُولُوا
Ve in ḫiftüm ellâ tuḳsiṭû fi’l-yetâmâ fenkihû mâ ṭâbe leküm mine’n-nisâi mesnâ ve sülâse ve rubâ‘. Fe in ḫiftüm ellâ te‘dilû fe vâḥideten ev mâ meleket eymânüküm. Żâlike ednâ ellâ te‘ûlû.
Eğer yetim kızlarla evlendiğinizde onlara adil davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden başka kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Eğer adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir tane alın veya sahip olduklarınızla yetinin. Bu, adaletten sapmamanız için en uygun olandır.
وَآتُوا النِّسَاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةًۚ فَإِن طِبْنَ لَكُمْ عَن شَيْءٍ مِّنْهُ نَفْسًا فَكُلُوهُ هَنِيئًا مَّرِيئًا
Ve âtû’n-nisâe ṣudûḳâtehinne niḥleh. Fe in ṭibne leküm ‘an şey’in minhû nefsen fe kulûhu henî’en merî’en.
Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla verin. Eğer mehirden bir kısmını size kendi rızalarıyla bağışlarlarsa, onu afiyetle yiyin.
وَلَا تُؤْتُوا السُّفَهَاءَ أَمْوَالَكُمُ الَّتِي جَعَلَ اللَّهُ لَكُمْ قِيَامًا وَارْزُقُوهُمْ فِيهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا
Ve lâ tu’tû’s-sufehâe emvâlekümulletî ce‘alallâhu leküm ḳıyâmâ. Verzûḳûhum fîhâ veksûhum ve ḳûlû lehum ḳavlen ma‘rûfâ.
Allah’ın sizin için geçim vasıtası kıldığı mallarınızı, akılsızlara vermeyin. Onları o mallardan yedirin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.
وَابْتَلُوا الْيَتَامَىٰ حَتَّىٰ إِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَ فَإِنْ آنَسْتُم مِّنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُوا إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْۖ وَلَا تَأْكُلُوهَا إِسْرَافًا وَبِدَارًا أَن يَكْبَرُواۚ وَمَن كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْۖ وَمَن كَانَ فَقِيرًا فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِۚ فَإِذَا دَفَعْتُمْ إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ فَأَشْهِدُوا عَلَيْهِمْۚ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ حَسِيبًا
Vebtelû’l-yetâmâ ḥattâ iżâ beleġûn-nikâḥ, fe in ânestüm minhüm ruşden fedfe‘û ileyhim emvâlehum. Ve lâ te’kulûhâ isrâfen ve bidâren en yekberû. Ve men kâne ġaniyyen felyestafif, ve men kâne fakîran felye’kul bi’l-ma‘rûf. Fe iżâ defa‘tüm ileyhim emvâlehum fe eşhidû ‘aleyhim. Ve kefâ bi’llâhi ḥasîbâ.
Yetimleri evlenme çağına gelinceye kadar deneyin. Olgunlaştıklarını anlarsanız mallarını kendilerine verin. İsraf ederek ve büyüyecekler diye aceleyle yemeyin. Zengin olan koruyucu, yetim malından uzak dursun; fakir olan da uygun şekilde yesin. Mallarını kendilerine teslim ederken de şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak Allah yeter.
لِلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِّمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْأَقْرَبُونَ وَلِلنِّسَاءِ نَصِيبٌ مِّمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْأَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ أَوْ كَثُرَۚ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا
Li’r-ricâli naṣîbun mimmâ tereke’l-vâlidâni ve’l-aḳrabûn, ve li’n-nisâi naṣîbun mimmâ tereke’l-vâlidâni ve’l-aḳrabûn, mimmâ ḳalle minhu ev kesur, naṣîben mefrûżâ.
Ana baba ve akrabanın bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; kadınlara da bıraktıklarından bir pay vardır. Azından da çoktan da, paylaştırılmış bir paydır bu.
وَإِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ أُو۬لُوا الْقُرْبَىٰ وَالْيَتَامَىٰ وَالْمَسَاكِينُ فَارْزُقُوهُم مِّنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَّعْرُوفًا
Ve iżâ ḥaḍara’l-ḳısmete ulû’l-ḳurbâ ve’l-yetâmâ ve’l-mesâkîn, ferzûḳûhum minh(u) ve ḳûlû lehum ḳavlen ma‘rûfâ.
Miras taksimi sırasında akraba, yetimler ve yoksullar bulunursa, onlara da bir şeyler verin ve gönül alıcı sözler söyleyin.
وَلْيَخْشَ الَّذِينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُوا عَلَيْهِمْ فَلْيَتَّقُوا اللَّهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا
Velyaḫşe’l-leżîne lev terekû min ḫalfihim żurriyyeten ḍı‘âfen ḫâfû ‘aleyhim felyetteḳûllâhe ve liyeḳûlû ḳavlen sedîdâ.
Ardında zayıf çocuklar bırakacak olsalar, onlar adına korkacak olanlar (yetimlere haksızlık yapmaktan) sakınsınlar, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.
إِنَّ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ أَمْوَالَ الْيَتَامَىٰ ظُلْمًا إِنَّمَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ نَارًاۖ وَسَيَصْلَوْنَ سَعِيرًا
İnne’l-leżîne ye’kulûne emvâle’l-yetâmâ żulmen, innemâ ye’kulûne fî buṭûnihim nârâ. Ve seyaṣlavne se‘îrâ.
Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar alevli ateşe gireceklerdir.
يُوصِيكُمُ اللّٰهُ فِي أَوْلَادِكُمْۚ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنْثَيَيْنِۚ فَإِنْ كُنَّ نِسَاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَإِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۚ وَلِأَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ إِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ فَإِنْ لَّمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُ أَبَوَاهُ فَلِأُمِّهِ الثُّلُثُۚ فَإِنْ كَانَ لَهُ إِخْوَةٌ فَلِأُمِّهِ السُّدُسُۚ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِي بِهَا أَوْ دَيْنٍۗ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ لَا تَدْرُونَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًاۚ فَرِيضَةً مِّنَ اللّٰهِۗ إِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا
Yûṣîkumullâhu fî evlâdikum, liżżekeri mislu ḥaẓẓi’l-unseyyeyn. Fe in kunnâ nisâen fevḳa isneteyn felehunne sülüse mâ tereka, ve in kânet vâḥideten felehâ’n-niṣfu. Ve li ebveyhi likulli vâḥidin minhümâ’s-südüsü mimmâ tereka in kâne lehû veled. Fe in lem yekun lehû veledun ve verisehû ebâvehû fe li ummihis-sülüs. Fe in kâne lehû iḫvetun fe li ummihis-südüs, min ba‘di vasiyyetin yûṣî bihâ ev deyn. Âbâukum ve ebnâukum lâ tedrûne eyyuhum aḳrabu lekum nef‘â. Ferîḍaten minallâh. İnnallâhe kâne ‘alîmen ḥakîmâ.
Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle emrediyor: Erkek çocuğun payı, iki kız çocuğun payı kadardır. Kızlar ikiden fazla iseler, mirasın üçte ikisi onlarındır. Tek bir kız ise, yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana babasından her birine mirastan altıda bir düşer. Çocuğu yok da ana babası ona vâris oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Fakat ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir düşer. Bu, yapılan vasiyetin ve borcun ödenmesinden sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size daha faydalı olacağını bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konulmuş farzlardır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ أَزْوَاجُكُمْ إِنْ لَّمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ فَإِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَۚ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِينَ بِهَا أَوْ دَيْنٍۚ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ إِنْ لَّمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ فَإِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُم مِّنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَا أَوْ دَيْنٍۗ وَإِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً أَوِ امْرَأَةٌ وَلَهُ أَخٌ أَوْ أُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا السُّدُسُۚ فَإِنْ كَانُوا أَكْثَرَ مِنْ ذَٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَاءُ فِي الثُّلُثِۚ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصَىٰ بِهَا أَوْ دَيْنٍۗ غَيْرَ مُضَآرٍّۚ وَصِيَّةً مِّنَ اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ عَلِيمٌ حَلِيمٌ
Ve lekum niṣfu mâ tereka ezvâcukum in lem yekun lehünne veled. Fe in kâne lehünne veledun felekumur-rub‘u mimmâ terekn(e), min ba‘di vasiyyetin yûṣîne bihâ ev deyn. Ve lehünne’r-rub‘u mimmâ terekttum in lem yekun lekum veled. Fe in kâne lekum veledun felehünne’s-sümünü mimmâ terekttum min ba‘di vasiyyetin tûṣûne bihâ ev deyn. Ve in kâne raculun yûresu kelâleten evimraetun ve lehû aḫun ev uḫtun fe likulli vâḥidin minhümâ’s-südüs. Fe in kânû eksera min żâlike fehüm şürakâ’u fi’s-sülüsi min ba‘di vasiyyetin yûṣâ bihâ ev deyn, ğayra muḍârr. Vasiyyeten minallâh. Vallâhu ‘alîmun ḥalîm.
Eğer çocukları yoksa, geride bıraktıkları eşlerinizin size miraslarının yarısı düşer. Şayet çocukları varsa, miraslarının dörtte biri size aittir. Bu, yapılan vasiyetin ve borcun ödenmesinden sonradır. Sizin de çocuklarınız yoksa, geride bıraktığınız mirasın dörtte biri eşlerinize aittir. Eğer çocuk varsa, sekizde bir onlarındır. Bu da vasiyet ve borçların ödenmesinden sonradır. Eğer miras bırakan erkek veya kadın, babası ve çocuğu olmayan biri ise ve bir erkek veya kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Eğer ikiden fazla iseler, mirasın üçte birini paylaşırlar. Bu da vasiyet ve borçtan sonra, zarar vermeden yerine getirilmelidir. Bu, Allah’tan gelen bir emirdir. Allah her şeyi bilendir, halîmdir.
تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۚ وَمَن يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَاۚ وَذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Tilke ḥudûdullâh, ve men yuti‘i’llâhe ve resûlehû yudḫilhû cennâtin tecrî min taḥtihâ’l-enhâr, ḫâlidîne fîhâ, ve żâlike’l-fevzu’l-‘aẓîm.
İşte bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberi’ne itaat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyar. İşte bu, en büyük kurtuluştur.
وَمَن يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ
Ve men ya‘ṣi’llâhe ve resûlehû ve yete‘adde ḥudûdehû yudḫilhû nâran ḫâliden fîhâ, ve lehû ‘ażâbun muhîn.
Kim de Allah’a ve Peygamberi’ne isyan eder, O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu, içinde ebedî kalacağı ateşe sokar. Onun için aşağılayıcı bir azap vardır.
وَاللّٰتِي يَأْتِينَ الْفَاحِشَةَ مِن نِّسَائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ أَرْبَعَةً مِّنكُمْۚ فَإِن شَهِدُوا فَأَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتَّىٰ يَتَوَفَّاهُنَّ الْمَوْتُ أَوْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَبِيلًا
Ve’l-lâtî ye’tîne’l-fâḥişete min nisâiküm festeşhidû ‘aleyhinne erba‘aten minküm, fe in şehidû fe emsikûhünne fî’l-buyûti ḥattâ yeteveffâhünne’l-mevt ev yec‘ale’llâhu lehünne sebîlâ.
Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara gelince; onlara aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, onları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar için bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.
وَاللَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنكُمْ فَآذُوهُمَاۖ فَإِن تَابَا وَأَصْلَحَا فَأَعْرِضُوا عَنْهُمَاۗ إِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَوَّابًا رَّحِيمًا
Ve’l-leżâni ye’tiyânihâ minküm fe âżûhümâ, fe in tâbâ ve aṣlaḥâ fe a‘riżû ‘anhümâ. İnne’llâhe kâne tevvâben raḥîmâ.
Sizden fuhuş yapan iki kişiyi de cezalandırın. Eğer tövbe eder ve kendilerini düzeltirlerse, onlara ilişmeyin. Şüphesiz Allah, tövbeleri çok kabul edendir, merhametlidir.
إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِن قَرِيبٍۚ فَأُو۬لَٰئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۗ وَكَانَ اللّٰهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
İnnemâ’t-tevbetu ‘alâ’llâhi lilleżîne ya‘melûne’s-sû’e bi cehâletin sümme yetûbûne min ḳarîb. Fe ulâike yetûbu’llâhu ‘aleyhim. Ve kâne’llâhu ‘alîmen ḥakîmâ.
Allah’ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük yapıp da sonra hemen tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, onların tövbelerini kabul eder. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّىٰ إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الْآنَۖ وَلَا الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۚ أُو۬لَٰئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
Ve leyseti’t-tevbetu lilleżîne ya‘melûne’s-seyyi’âti ḥattâ iżâ ḥaḍara eḥadehümü’l-mevtu ḳâle innî tubtu’l-âne, ve lâ lilleżîne yemûtûne ve hum kuffâr. Ulâike e‘tednâ lehum ‘ażâben elîmâ.
Tövbe, kötülükleri yapıp da, ölüm kendilerine gelinceye kadar bekleyenlere veya kâfir olarak ölenlere değildir. İşte onlar için acıklı bir azap hazırlamışızdır.
يَٓا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ أَن تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهًاۚ وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَا آتَيْتُمُوهُنَّ إِلَّا أَن يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍۚ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ فَإِن كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسٰٓى أَن تَكْرَهُوا شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللّٰهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا
Yâ eyyuhelleżîne âmenû lâ yaḥillu lekum en terisû’n-nisâe kerhen, ve lâ ta‘ḍulûhünne litezhebû bi ba‘ḍi mâ âteytümûhünne illâ en ye’tîne bi fâḥişetin mübeyyineh. Ve âşirûhünne bi’l-ma‘rûf. Fe in kerihtümûhünne fe ‘asâ en tekrehû şey’en ve yec‘ale’llâhu fîhi ḫayran kesîrâ.
Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız helâl değildir. Onlara verdiğinizin bir kısmını almak için, açık bir fuhuş yapmadıkça onları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onları sevmiyorsanız, olabilir ki hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmıştır.
وَإِنْ أَرَدتُّمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَّكَانَ زَوْجٍ وَآتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنطَارًا فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْئًاۚ أَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُّبِينًا
Ve in eredttüm istibdâle zevcin mekâne zevcin ve âteytüm iḥdâhünne ḳinṭâran, fe lâ te’ḫuzû minhû şey’â. Ete’ḫuzûnehû buhtânen ve isnâ mübînâ.
Eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, öncekine yığınla mal vermiş olsanız bile, ondan hiçbir şey geri almayın. Onu iftira ve apaçık bir günahla mı alacaksınız?
وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ أَفْضَىٰ بَعْضُكُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ وَأَخَذْنَ مِنكُم مِّيثَاقًا غَلِيظًا
Ve keyfe te’ḫuzûnehû ve ḳad efżâ ba‘żukum ilâ ba‘ż, ve eḫażne minkum mîsâḳan ğalîżâ.
Onunla birleşmişken ve kadınlar sizden kuvvetli bir söz (nikâh akdi) almışken, verdiğiniz mehri nasıl geri alırsınız?
وَلَا تَنكِحُوا مَا نَكَحَ آبَاؤُكُم مِّنَ النِّسَاءِ إِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۚ إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًا وَسَاءَ سَبِيلًا
Ve lâ tenkiḥû mâ nekaḥe âbâukum mine’n-nisâi illâ mâ ḳad selef. İnnehû kâne fâḥişeten ve meḳten ve sâe sebîlâ.
Babanızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyin. Ancak geçmişte olanlar hariçtir. Şüphesiz bu, çirkin bir iştir, Allah’ın gazabını gerektirir. Ne kötü bir yoldur!
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْأَخِ وَبَنَاتُ الْأُخْتِ وَأُمَّهَاتُكُمُ اللَّاتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُم مِّنَ الرَّضَاعَةِ وَأُمَّهَاتُ نِسَائِكُمْ وَرَبَائِبُكُمُ اللَّاتِي فِي حُجُورِكُم مِّن نِّسَائِكُمُ اللَّاتِي دَخَلْتُم بِهِنَّ فَإِن لَّمْ تَكُونُوا دَخَلْتُم بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ وَحَلَائِلُ أَبْنَائِكُمُ الَّذِينَ مِنْ أَصْلَابِكُمْ وَأَن تَجْمَعُوا بَيْنَ الْأُخْتَيْنِ إِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۗ إِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا
Ḥurri-met ‘aleykum ummehâtukum ve benâtukum ve aḫavâtukum ve ‘ammâtukum ve ḫâlâtukum ve benâtul-aḫi ve benâtul-uḫti ve ummehâtukumulleżî erđa‘nekum ve aḫavâtukum mine’r-rađâ‘ah ve ummehâtü nisâikum ve rabâibukumulleżî fî ḥucûrikum min nisâikumulleżî deḫaltum bihinne, fe in lem tekûnû deḫaltum bihinne fe lâ cünâḥe ‘aleykum. Ve ḥalâilu ebnâikumulleżîne min aṣlâbikum, ve en tecm‘û beyne’l-uḫteyn illâ mâ ḳad selef. İnne’llâhe kâne ğafûran raḥîmâ.
Size şunlarla evlenmek haram kılındı: anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek ve kız kardeşinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, eşlerinizin anneleri, birlikte yaşadığınız ve birlikte olduğunuz eşlerinizden olan üvey kızlarınız (onlarla cinsel ilişkide bulunmadıysanız size haram değildir), öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir nikâh altında birleştirmeniz. Ancak daha önce olanlar başka. Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَاءِ إِلَّا مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْۖ كِتَابَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۚ وَأُحِلَّ لَكُم مَّا وَرَاءَ ذَٰلِكُمْ أَن تَبْتَغُوا بِأَمْوَالِكُم مُّحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَۚ فَمَا اسْتَمْتَعْتُم بِهِ مِنْهُنَّ فَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ فَرِيضَةًۚ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا تَرَاضَيْتُم بِهِ مِن بَعْدِ الْفَرِيضَةِۗ إِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا
Ve’l-muḥṣanâtu mine’n-nisâi illâ mâ meleket eymânukum. Kitâba’llâhi ‘aleykum. Ve uḥille lekum mâ verâe żâlikum en tebtğû bi emvâlikum muḥṣinîne ğayra musâfiḥîn. Femestemta‘tum bihî minhunne fe âtûhunne ucurahunne ferîżah. Ve lâ cünâḥe ‘aleykum fîmâ terâżaytum bihî min ba‘di’l-ferîżah. İnne’llâhe kâne ‘alîmen ḥakîmâ.
Evli kadınlar da size haram kılındı. Ancak savaş esiriniz olanlar hariç. Bunlar Allah’ın size farz kıldığı hükümlerdir. Bunların dışında kalanları, namuslu olarak ve zinaya düşmeden, mallarınızla nikâhlamanız size helâl kılındı. Onlardan faydalandığınızda mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra karşılıklı anlaşarak yapılacak değişiklikte size günah yoktur. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.
وَمَن لَّمْ يَسْتَطِعْ مِنكُمْ طَوْلًا أَن يَنكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِۚ وَاللّٰهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِكُمۚ بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍۚ فَانكِحُوهُنَّ بِإِذْنِ أَهْلِهِنَّ وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ أَخْدَانٍۚ فَإِذَا أُحْصِنَّ فَإِنْ أَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۚ ذَٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنكُمْۚ وَأَن تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَّكُمْۗ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Ve men lem yesteṭı‘ minkum ṭavlen en yenkiḥe’l-muḥṣanâti’l-mu’minât fe min mâ meleket eymânukum min feteyâtikumu’l-mu’minât. Ve’llâhu a‘lemu bi îmânikum, ba‘żukum min ba‘ż. Fenkiḥûhunne bi izinihinne ve âtûhunne ucurahunne bi’l-ma‘rûf muḥṣanâtin ğayra musâfiḥâtin ve lâ mutteḫizâti aḫdân. Fe izâ uḥṣinne fe in eteyne bi fâḥişetin fe ‘aleyhinne niṣfu mâ ‘ale’l-muḥṣanâti mine’l-‘ażâb. Żâlike li men ḫaşiye’l-‘anete minkum. Ve en taṣbirû ḫayrun lekum. Ve’llâhu ğafûrun raḥîm.
İçinizden hür mümin kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyenler, ellerinizin altındaki mümin cariyelerle evlenebilir. Allah, sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz aynı köktensiniz. Onlarla evlenmek isteyenler, sahiplerinden izin alarak, mehirlerini güzelce vererek evlensinler; namuslarını koruyan, zina etmeyen ve gizli dost tutmayan kimseler olsunlar. Evlenip namuslarını koruduklarında fuhuş yaparlarsa, ceza olarak hür kadınlara verilen cezanın yarısı uygulanır. Bu, içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayandır, merhamet edendir.
يُرِيدُ اللّٰهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْۗ وَاللّٰهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Yurîdu’llâhu li yubeyyine lekum ve yehdiyekum sunene’l-leżîne min ḳablikum ve yetûbe ‘aleykum. Ve’llâhu ‘alîmun ḥakîm.
Allah size her şeyi açıklamak, sizden öncekilerin yollarına iletmek ve sizi affetmek istiyor. Allah her şeyi bilen, hikmet sahibidir.
وَاللّٰهُ يُرِيدُ أَن يَتُوبَ عَلَيْكُمْۚ وَيُرِيدُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ أَن تَمِيلُوا مَيْلًا عَظِيمًا
Ve’llâhu yurîdu en yetûbe ‘aleykum, ve yurîdu’lleżîne yettebi‘ûne’ş-şehavâti en temîlû maylan ‘aẓîmâ.
Allah, tövbenizi kabul etmek ister. Şehvetlerinin peşine düşenler ise sizin büyük bir sapkınlığa düşmenizi ister.
يُرِيدُ اللّٰهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْۚ وَخُلِقَ الْإِنسَانُ ضَعِيفًا
Yurîdu’llâhu en yuḫaffife ‘ankum, ve ḫuliḳa’l-insânu ḍa‘îfâ.
Allah, üzerinizdeki yükü hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.
يَٓا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ إِلَّا أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْۚ وَلَا تَقْتُلُوا أَنفُسَكُمْۚ إِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا
Yâ eyyuhelleżîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bi’l-bâṭıli illâ en tekûne ticâreten ‘an terâđin minkum, ve lâ taḳtulû enfusekum. İnne’llâhe kâne bikum raḥîmâ.
Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaret başka. Kendi kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.
وَمَن يَفْعَلْ ذَٰلِكَ عُدْوَانًا وَظُلْمًا فَسَوْفَ نُصْلِيهِ نَارًاۗ وَكَانَ ذَٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَسِيرًا
Ve men yef‘al żâlike ‘udvânen ve ẓulmen fe sevfe nuṣlîhi nârâ, ve kâne żâlike ‘alâ’llâhi yesîrâ.
Kim bunu düşmanlık ve haksızlıkla yaparsa, onu ateşe sokacağız. Bu Allah’a göre kolaydır.
إِن تَجْتَنِبُوا كَبَائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُم مُّدْخَلًا كَرِيمًا
İn tecitenibû kebâire mâ tunhevne ‘anhu nukaffir ‘ankum seyyiâtikum ve nudḫilküm mudḫalen kerîmâ.
Eğer size yasaklanan büyük günahlardan sakınırsanız, küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللَّهُ بِهِ بَعْضَكُمْ عَلَىٰ بَعْضٍۚ لِلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبُواۖ وَلِلنِّسَاءِ نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبْنَۚ وَاسْأَلُوا اللَّهَ مِن فَضْلِهِۗ إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
Ve lâ tetemennev mâ fażżala’llâhu bihî ba‘żaküm ‘alâ ba‘ż. Li’r-ricâli naṣîbun mimmâ iktesebû, ve li’n-nisâ’i naṣîbun mimmâ iktesebne. Ves’elû’llâhe min fażlih. İnne’llâhe kâne bi kulli şey’in ‘alîmâ.
Allah’ın, kiminizi kiminize üstün kıldığı şeyleri kıskanmayın. Erkeklerin kazandıklarından bir payı, kadınların da kazandıklarından bir payı vardır. Allah’tan lütfunu isteyin. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir.
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۚ وَالَّذ۪ينَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ فَاٰتُوهُمْ نَص۪يبَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً
Ve likullin cealnâ mevâliye mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûn(e), vellezîne ‘akedet eymânukum fe âtûhum nasîbehum. İnneallâhe kâne ‘alâ kulli şey’in şehîdâ(â).
Anne-baba ve yakınların bıraktıkları miraslardan her birine mirasçılar tayin ettik. Yeminlerinizle hak tanıdığınız kimselere de paylarını verin. Şüphesiz Allah, her şeye şahittir.
الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۚ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۚ وَاللَّاتٖي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِيّاً كَب۪يراً
Er-ricâlu kavvâmûne ‘alen nisâ’i bimâ faddalallâhu ba‘dahum ‘alâ ba‘din ve bimâ enfekû min emvâlihim, fes-sâlihâtu qânitâtun hâfizâtun lil-gaybi bimâ hafizallâh. Velleti tehâfûne nuşûzehunne fe‘izûhunne vehcûruhunne fîl medâci‘i vadribûhunne. Fein ete‘nekum felâ tebğû ‘aleyhinne sebîlâ. İnneallâhe kâne ‘aliyyen kebîrâ.
Erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidir. Çünkü Allah, kimini kimine üstün kılmıştır ve erkekler mallarından harcamaktadır. İyi kadınlar itaatkâr olanlardır; Allah’ın korumasına karşılık gizliyi koruyanlardır. Başkaldırmalarından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında yalnız bırakın ve (en son çare olarak) hafifçe vurun. Size itaat ederlerse artık onların aleyhine bir yol aramayın. Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür.
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۗ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً
Ve in hiftum şiqâqa beynihimâ feb’asû hakemen min ehlihi ve hakemen min ehlihâ. İn yurîdâ islâhan yuvaffiqillâhu beynehumâ. İnneallâhe kâne ‘alîmen ḫabîrâ.
Eğer karı-koca arasında anlaşmazlıktan endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Eğer barışmak isterlerse, Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاًۖ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراً
Va‘budûllâhe ve lâ tuşrikû bihî şey’â. Ve bil-vâlideyni ihsânâ, ve bizîl-qurbâ, vel yetâmâ, vel mesâkîn, vel câriz zil-qurbâ, vel câril cunubi, ves-sâhibi bil-janbi, vebnis-sebîli, ve mâ meleket eymânukum. İnneallâhe lâ yuhibbu men kâne muḫtâlen feḫûrâ.
Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındakilere iyi davranın. Şüphesiz Allah, kibirli ve övüngen kimseyi sevmez.
الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَا آتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِۗ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُهِينًا
Elleżîne yebḫelûne ve ye’murûne’n-nâse bi’l-buḫli ve yektumûne mâ âtâhumu’llâhu min fażlih. Ve a‘tednâ li’l-kâfirîne ‘ażâben muhînâ.
Onlar ki cimrilik ederler, insanlara da cimriliği emrederler ve Allah’ın kendilerine lütfundan verdiklerini gizlerler. Biz de inkârcılar için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
وَالَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ رِئَاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْآخِرِۗ وَمَنْ يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَرِينًا فَسَاءَ قَرِينًا
Velleżîne yunfiḳûne emvâlehum riâe’n-nâsi ve lâ yu’minûne bi’llâhi ve lâ bi’l-yevmi’l-âḫir. Ve men yekuni’ş-şeyṭânu lehû ḳarînen fe sâe ḳarînen.
Onlar mallarını insanlara gösteriş için harcarlar; ne Allah’a ne de âhiret gününe inanırlar. Kimin arkadaşı şeytan olursa, ne kötü bir arkadaştır o!
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ آمَنُوا بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَأَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللَّهُۗ وَكَانَ اللَّهُ بِهِمْ عَلِيمًا
Ve mâżâ ‘aleyhim lev âmenû bi’llâhi ve’l-yevmi’l-âḫiri ve enfeḳû mimmâ rezaḳahumu’llâh. Ve kâne’llâhu bihim ‘alîmâ.
Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıp da Allah’ın kendilerine verdiğinden infak etselerdi, ne zararları olurdu? Allah onları hakkıyla bilendir.
إِنَّ اللَّهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍۚ وَإِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ أَجْرًا عَظِيمًا
İnne’llâhe lâ yaẓlimu miṯḳâle żerrah. Ve in tekü ḥaseneten yudâ‘ifhâ ve yu’ti min ledünhû ecren ‘aẓîmâ.
Şüphesiz Allah, zerre kadar bile zulmetmez. Eğer bir iyilik olursa, onu kat kat artırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.
فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَىٰ هَٰؤُلَاءِ شَهِيدًا
Fe keyfe iżâ ci’nâ min kulli ümmetin bi şehîd(in), ve ci’nâ bike ‘alâ hâulâ’i şehîdâ.
Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdiğimiz zaman hâlleri nice olur?
يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَعَصَوُا الرَّسُولَ لَوْ تُسَوَّىٰ بِهِمُ الْأَرْضُۖ وَلَا يَكْتُمُونَ اللَّهَ حَدِيثًا
Yevme’ izin yeveddü’l-lezîne keferû ve ‘asavur resûle lev tusevvâ bihimu’l-ardu ve lâ yektumûne’llâhe ḥadîsâ.
İnkâr edip Peygamber’e karşı gelenler o gün, yerle bir edilmeyi temenni edecekler. Allah’tan hiçbir şeyi gizleyemezler.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلَاةَ وَأَنتُمْ سُكَارَىٰ حَتَّىٰ تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ…
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ takrabû’s-salâte ve entüm sukârâ ḥattâ ta‘lemû mâ tegûlûn…
Ey iman edenler! Ne dediğinizi bilinceye kadar sarhoşken namaza yaklaşmayın…
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُوا نَصِيبًا مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُرِيدُونَ أَنْ تَضِلُّوا السَّبِيلَ
Elem tera ile’l-lezîne ûtû naṣîbem mine’l-kitâbi yeşterûne’ḍ-ḍalâlete ve yurîdûne en taḍillû’s-sebîl.
Kendilerine Kitap’tan bir pay verilmiş olanların sapıklığı satın aldıklarını ve sizin de yoldan çıkmanızı istediklerini görmedin mi?
وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِأَعْدَائِكُمْۚ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ وَلِيًّا وَكَفَىٰ بِاللَّهِ نَصِيرًا
Ve’llâhu a‘lemu bi-a‘dâiküm. Ve kefâ bi’llâhi veliyyâ. Ve kefâ bi’llâhi naṣîrâ.
Allah düşmanlarınızı en iyi bilendir. Veli olarak Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter.
مِنَ الَّذِينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِهِ…
Mine’l-lezîne hâdû yuḥarrifûne’l-kelime ‘an mevâżi‘ih…
Yahudilerden bir kısmı sözleri yerlerinden değiştirirler…
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ آمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ…
Yâ eyyuhel-lezîne ûtû’l-kitâbe âminû bimâ nezzelnâ muṣaddıḳan limâ ma‘aküm…
Ey Kitap ehli! Yanınızdakini tasdik eden bu Kitap’a inanın…
إِنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ…
İnne’llâhe lâ yağfiru en yuşrake bih…
Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz…
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يُزَكُّونَ أَنْفُسَهُمْ…
Elem tera ile’l-lezîne yuzekkûne enfusehum…
Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi?…
انْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَۚ وَكَفَىٰ بِهِ إِثْمًا مُّبِينًا
Unẓur keyfe yefterûne ‘alâ’llâhi’l-keżibe. Ve kefâ bihî iṯmen mubînâ.
Allah’a nasıl yalan uydurduklarına bir bak! Bu, apaçık bir günahtır!
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُوا نَصِيبًا مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذِينَ كَفَرُوا هَٰٓؤُلَاءِ أَهْدَىٰ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا سَبِيلًا
Elem tera ilellezîne ûtû nasîbem minel kitâbi yu’minûne bil-cibti ve’t-tâğût(i), ve yekûlûne lillezîne keferû hâulâ’i ehdâ minellezîne âmenû sebîlâ.
Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilenlerin, batıla ve tâğûta inandıklarını ve kâfirler için, “Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır” dediklerini görmedin mi?
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمُ اللَّهُ ۖ وَمَن يَلْعَنِ اللَّهُ فَلَن تَجِدَ لَهُ نَصِيرًا
Ulâike-llezîne leanehumullâh(u), ve men yel‘ani’llâhu fe len tecide lehu nasîrâ.
İşte onlar, Allah’ın lanet ettiği kimselerdir. Allah kime lanet ederse, ona asla bir yardımcı bulamazsın.
أَمْ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّنَ الْمُلْكِ فَإِذًا لَّا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَقِيرًا
Em lehum nasîbun minel mulk(i), fe izen lâ yu’tûnen nâse naqîrâ.
Yoksa onların mülkten bir nasibi mi var? Eğer öyle olsaydı, insanlara bir çekirdek kadar bile bir şey vermezlerdi.
أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَىٰ مَا آتَاهُمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ ۖ فَقَدْ آتَيْنَا آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُم مُّلْكًا عَظِيمًا
Em yahsudûnen nâse ‘alâ mâ âtâhumullâhu min fadlih(i). Fe qad âteynâ âle İbrâhîmel kitâbe vel ḥikmete ve âteynâhum mulken ‘azîmâ.
Yoksa Allah’ın lütfundan verdiği şeylerden dolayı insanları mı kıskanıyorlar? Oysa biz, İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük bir mülk verdik.
فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ بِهِ وَمِنْهُم مَّن صَدَّ عَنْهُ ۚ وَكَفَىٰ بِجَهَنَّمَ سَعِيرًا
Fe minhum men âmene bih(i), ve minhum men sadde ‘anh(u). Ve kefâ bi-cehenneme sa‘îrâ.
İçlerinden bir kısmı ona inanmış, bir kısmı ise yüz çevirmiştir. Cehennem alevi onlara yeter!
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا سَوْفَ نُصْلِيهِمْ نَارًا ۖ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُم بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَ ۗ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَزِيزًا حَكِيمًا
İnnel-lezîne keferû bi-âyâtinâ sevfe nuslîhim nârâ. Kulle mâ naḍıcat culûduhum beddelnâhum culûden ğayrehâ li-yezûḳûl-‘azâb(e). İnneallâhe kâne ‘azîzen ḥakîmâ.
Ayetlerimizi inkâr edenleri yakında ateşe sokacağız. Derileri her yanışta, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Şüphesiz Allah üstün kudret sahibidir, hikmet sahibidir.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ لَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ ۖ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلًّا ظَلِيلًا
Vellezîne âmenû ve ‘amilûṣ-ṣâlihâti senudḫiluhum cennâtin tecrî min taḥtihâl-enhâr(u) ḫâlidîne fîhâ ebedâ. Lehum fîhâ ezvâcun muṭahharah, ve nudḫiluhum ẓillen ẓalîlâ.
İman edip salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Onlara orada tertemiz eşler vereceğiz ve onları koyu bir gölgeye yerleştireceğiz.
إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤَدُّوا الْأَمَانَاتِ إِلَىٰ أَهْلِهَا ۖ وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ ۚ إِنَّ اللَّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
İnnallâhe ye’murukum en tu’ed-dûl emânâti ilâ ehlihâ. Ve izâ ḥekemtum beynen-nâsi en taḥkumû bil-‘adl(i). İnneallâhe ni‘immeâ ya‘izukum bih(i). İnneallâhe kâne semî‘an baṣîrâ.
Şüphesiz Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitendir, görendir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنكُمْ ۖ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۚ ذَٰلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا
Yâ eyyuhel-lezîne âmenû aṭî‘ûllâhe ve aṭî‘ûr-rasûle ve ulîl-emri minkum. Fe in tenâze‘tum fî şey’in feruddûhu ilallâhi ve’r-rasûl(i), in kuntum tu’minûne billâhi ve’l-yevmi’l-âḫir(i). Żâlike ḫayrun ve aḥsenu te’vîlâ.
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve Resûlü’ne arz edin. Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından en güzel olandır.
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَن يَكْفُرُوا بِهِ ۖ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا
Elem tera ilel-lezîne yez‘umûne ennehum âmenû bimâ unzile ileyke ve mâ unzile min qablik(e), yurîdûne en yeteḥâkemû ilâ’t-tâğût(i), ve qad umirû en yekfurû bih(i). Ve yurîdu’ş-şeyṭânu en yuḍıllahum ḍalâlen ba‘îdâ.
Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenlerin, tâğûta muhakeme olmak istediklerini görmedin mi? Oysa ona inanmayı reddetmeleri emredilmişti. Şeytan ise onları uzak bir sapıklığa düşürmek istiyor.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَىٰ مَا أَنزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنكَ صُدُودًا
Ve izâ qîle lehum te‘âlev ilâ mâ enzelallâhu ve ilâ’r-rasûli reeytel-munâfiqîne yaṣuddûne ‘anke ṣudûdâ.
Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve Peygamber’e gelin” denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.
فَكَيْفَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ ثُمَّ جَاؤُوكَ يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ إِنْ أَرَدْنَا إِلَّا إِحْسَانًا وَتَوْفِيقًا
Fe keyfe iżâ aṣâbethum muṣîbetun bimâ qaddemet eydîhim sümme câûke yaḥlifûne billâhi in erednâ illâ iḥsânen ve tevfîqâ.
Kendi ellerinin işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiğinde, sana gelip, “Biz sadece iyilik yapmak ve arayı düzeltmek istemiştik” diye Allah’a yemin ederlerse halleri nice olur?
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللَّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُل لَّهُمْ فِي أَنفُسِهِمْ قَوْلًا بَلِيغًا
Ulâike-llezîne ya‘lemullâhu mâ fî qulûbihim fe a‘riḍ ‘anhum ve ‘iẓhum ve qul lehum fî enfusihim qavlen belîğâ.
İşte onlar, kalplerinde olanı Allah’ın bildiği kimselerdir. Sen onlardan yüz çevir, onları öğütle ve içlerine işleyecek etkili söz söyle.
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُوا أَنفُسَهُمْ جَاؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا
Ve mâ erselnâ min rasûlin illâ li-yuṭâ‘a bi-iznillâh(i). Ve lev ennehum iż ẓalemû enfusehum câûke festeġferullâhe v’esteġfera lehumur-rasûlu levecedûllâhe tevvâben raḥîmâ.
Biz hiçbir peygamberi, Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir maksatla göndermedik. Onlar, kendilerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi ve Peygamber de onlar için af dileseydi, Allah’ı elbette tövbeleri çok kabul eden, çok merhametli bulurlardı.
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّىٰ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Felâ ve rabbike lâ yu’minûne ḥattâ yuḥakkimûke fîmâ şecera beynehum sümme lâ yecidû fî enfusihim ḥaracen mimmâ qaḍayte ve yusellimû teslîmâ.
Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.
وَلَوْ أَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ أَنِ اقْتُلُوا أَنفُسَكُمْ أَوِ اخْرُجُوا مِن دِيَارِكُم مَّا فَعَلُوهُ إِلَّا قَلِيلٌ مِّنْهُمْ ۖ وَلَوْ أَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِهِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ وَأَشَدَّ تَثْبِيتًا
Ve lev ennâ ketebnâ ‘aleyhim eni’qtulû enfusekum evikhrucû min diyârikum mâ fe‘alûhu illâ qalîlun minhum. Ve lev ennehum fe‘alû mâ yû‘azûne bih(i) lekâne ḫayran lehum ve eşedde tesbîtâ.
Eğer biz onlara, “Nefislerinizi öldürün veya yurtlarınızdan çıkın” diye emretseydik, pek azı dışında bunu yapmazlardı. Ama kendilerine verilen öğütleri yerine getirmiş olsalardı, bu onlar için hem daha hayırlı hem de imanlarını daha pekiştirici olurdu.
وَإِذًا لَّآتَيْنَاهُم مِّن لَّدُنَّا أَجْرًا عَظِيمًا
Ve izen leâteynâhum min ledunnâ ecran ‘azîmâ.
O takdirde onlara katımızdan büyük bir mükâfat verirdik.
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا
Ve lehedeynâhum ṣırâṭan musteqîmâ.
Ve onları doğru yola iletirdik.
وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَالرَّسُولَ فَأُولَٰئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ ۚ وَحَسُنَ أُولَٰئِكَ رَفِيقًا
Ve men yuṭı‘illâhe ve’r-rasûle fe ulâike me‘allezîne en‘amallâhu ‘aleyhim minen-nebiyyîne ve’ṣ-ṣıddîqîne ve’ş-şuhedâ’i ve’ṣ-ṣâliḥîn(e), ve ḥasune ulâike refîqâ.
Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehitlerle ve salihlerle beraberdir. Ne güzel arkadaştır onlar!
ذَٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللَّهِ ۚ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ عَلِيمًا
Żâlikal-faḍlu minallâh(i), ve kefâ billâhi ‘alîmâ.
Bu, Allah’tan bir lütuftur. Bilen olarak Allah yeter.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانفِرُوا ثُبَاتٍ أَوِ انفِرُوا جَمِيعًا
Yâ eyyuhellezîne âmenû ḫuzû ḥizrakeum fenfirû ṯubâten evinfirû cemî‘â.
Ey iman edenler! Tedbirinizi alın, sonra bölük bölük savaşa çıkın yahut hep birlikte çıkın.
وَإِنَّ مِنكُمْ لَمَن لَيُبَطِّئَنَّ فَإِنْ أَصَابَتْكُم مُّصِيبَةٌ قَالَ قَدْ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيَّ إِذْ لَمْ أَكُن مَّعَهُمْ شَهِيدًا
Ve inne minkum lemen leyubatti’enne fe in aṣâbetkum muṣîbetun qâle qad en‘ameallâhu ‘aleyye iż lem ekun me‘ahum şehîdâ.
İçinizden öylesi vardır ki, savaştan geri kalır. Size bir musibet isabet edince de, “Allah bana iyilik etti de onlarla beraber bulunmadım” der.
وَلَئِنْ أَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِّنَ اللَّهِ لَيَقُولَنَّ كَأَن لَّمْ تَكُن بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَنِي كُنتُ مَعَهُمْ فَأَفُوزَ فَوْزًا عَظِيمًا
Ve lein aṣâbekum faḍlun minallâhi leyeqûlenne ke en lem tekun beynekum ve beynehû meveddedun yâ leytenî kuntu me‘ahum fe efûze fevzen ‘azîmâ.
Ama Allah’tan size bir lütuf erişirse, sanki aranızda hiç dostluk yokmuş gibi, “Keşke ben de onlarla birlikte olsaydım, büyük bir başarı kazanırdım” der.
فَلْيُقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ الَّذِينَ يَشْرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالْآخِرَةِ ۚ وَمَن يُقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيُقْتَلْ أَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Felyuqâtil fî sebîlillâhillezîne yeşrûnel ḥayâte’d-dunyâ bi’l-âḫirah(e), ve men yuqâtil fî sebîlillâhi fe yuqtel ev yeğlib fe sevfe nu’tîhi ecren ‘azîmâ.
O halde dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, ona büyük bir mükâfat vereceğiz.
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا
Ve mâ lekum lâ tuqâtilûne fî sebîlillâhi ve’l-mustaḍ‘afîne mine’r-ricâli ve’n-nisâ’i ve’l-vildâni, ellezîne yeqûlûne rabbenâ aḫricnâ min hâzihil-qaryetiz-ẓâlimi ehluha, v’ec‘al lenâ min ledunke veliyyen vec‘al lenâ min ledunke naṣîrâ.
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve “Rabbimiz! Bizi bu zalim halkın bulunduğu şehirden çıkar, bize katından bir dost, bir yardımcı gönder!” diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?
الَّذِينَ آمَنُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۖ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُوا أَوْلِيَاءَ الشَّيْطَانِ ۖ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا
Ellezîne âmenû yuqâtilûne fî sebîlillâh(i), vellezîne keferû yuqâtilûne fî sebîli’t-tâğût(i), fe qâtilû evliyâe’ş-şeyṭân(i), inne keyde’ş-şeyṭâni kâne ḍa‘îfâ.
İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tâğût yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın! Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ قِيلَ لَهُمْ كُفُّوا أَيْدِيَكُمْ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ ۖ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ إِذَا فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللَّهِ أَوْ أَشَدَّ خَشْيَةً ۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَ ۖ لَوْلَا أَخَّرْتَنَا إِلَىٰ أَجَلٍ قَرِيبٍ ۗ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَلِيلٌ وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ لِّمَنِ اتَّقَىٰ ۗ وَلَا تُظْلَمُونَ فَتِيلًا
Elem tera ilellezîne qîle lehum kuffû eydiyekum ve eqîmûṣ-ṣalâte ve âtûz-zekâte. Fe lemmâ kutibe ‘aleyhimul-qitâlu iżâ ferîqun minhum yeḫşevnen-nâse keḫaşyetillâhi ev eşedde ḫaşyah, ve qâlû rabbenâ lime ketebte ‘aleynel-qitâl(e), lev lâ ehhertenâ ilâ ecelin qarîb(in). Qul metâ‘ud-dünyâ qalîlun, ve’l-âḫiratu ḫayrun limenitteqâ, ve lâ tuẓlemûne fetîlâ.
Kendilerine, “Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılınınca, insanlardan Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla korkmaya başladılar. “Ey Rabbimiz! Neden bize savaş yazdın? Bize yakın bir zamana kadar mühlet verseydin ya!” dediler. De ki: Dünya menfaati azdır, ahiret ise Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Size bir hurma çekirdeğinin ipliği kadar bile zulmedilmez.
أَيْنَمَا تَكُونُوا يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ ۗ وَإِن تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هَٰذِهِ مِنْ عِندِ اللَّهِ ۖ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هَٰذِهِ مِنْ عِندِكَ ۚ قُلْ كُلٌّ مِّنْ عِندِ اللَّهِ ۖ فَمَالِ هَٰٓؤُلَاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثًا
Eynemâ tekûnû yudrikkumul-mevt(u), ve lev kuntum fî burûcin müşeyyedah. Ve in tuṣibhum ḥasenetun yeqûlû hâzihi min ‘indillâh(i), ve in tuṣibhum seyyietun yeqûlû hâzihi min ‘indek(e). Qul kullun min ‘indillâh(i). Fe mâ li hâulâ’il-qavmi lâ yekâdûne yefqahûne ḥadîṯâ.
Nerede olursanız olun, sağlam kalelerde bulunsanız bile ölüm sizi bulur. Onlara bir iyilik dokunursa, “Bu Allah’tandır” derler. Bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu sendendir” derler. De ki: Hepsi Allah’tandır. Bu topluluğa ne oluyor ki, söylenen hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللَّهِ ۖ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ ۚ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولًا ۚ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ شَهِيدًا
Mâ aṣâbeke min ḥasenetin fe minallâh(i), ve mâ aṣâbeke min seyyietin fe min nefsik(e). Ve erselnâke lin-nâsi rasûlâ, ve kefâ billâhi şehîdâ.
Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Sana gelen her kötülük ise kendindendir. Biz seni insanlara peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.
مَّن يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ ۖ وَمَن تَوَلَّىٰ فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
Men yuti‘ir-rasûle fe qad eṭâ‘allâh(a), ve men tevellâ fe mâ erselnâke ‘aleyhim ḥafîẓâ.
Kim Peygamber’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, biz seni onların başına bekçi göndermedik.
وَيَقُولُونَ طَاعَةٌ فَإِذَا بَرَزُوا مِنْ عِندِكَ بَيَّتَ طَائِفَةٌ مِّنْهُمْ غَيْرَ الَّذِي تَقُولُ ۖ وَاللَّهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَ ۖ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ ۚ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ وَكِيلًا
Ve yeqûlûne ṭâ‘ah, fe izâ berezû min ‘indeke beyyete ṭâ’ifetun minhum ğayra-llezî teqûl(u). Vallâhu yektubu mâ yubeyyitûn(e). Fe a‘riḍ ‘anhum ve tevekkel ‘alallâh(i), ve kefâ billâhi vekîlâ.
“İtaat ettik” derler. Ama yanından ayrıldıklarında, içlerinden bir grup senin söylediklerinden başka şeyler planlarlar. Allah onların gizli konuşmalarını yazar. Sen onlardan yüz çevir ve Allah’a güven. Vekil olarak Allah yeter.
أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ ۚ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللَّهِ لَوَجَدُوا فِيهِ اخْتِلَافًا كَثِيرًا
Efelâ yetedebberûne-lqur’ân(e), ve lev kâne min ‘indi ğayri-llâhi levecedû fîhi iḫtilâfen kesîrâ.
Kur’an’ı hiç düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı, içinde birçok çelişki bulurlardı.
وَإِذَا جَاءَهُمْ أَمْرٌ مِّنَ الْأَمْنِ أَوِ الْخَوْفِ أَذَاعُوا بِهِ ۖ وَلَوْ رَدُّوهُ إِلَى الرَّسُولِ وَإِلَىٰ أُولِي الْأَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنبِطُونَهُ مِنْهُمْ ۗ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ إِلَّا قَلِيلًا
Ve izâ câehum emrun minel-emni evil-ḫavfi eżâ‘û bih(i), ve lev reddûhu iler-rasûli ve ilâ ulîl-emri minhum le‘alimehullezîne yestanbiṭûnehû minhum. Ve lev lâ faḍlullâhi ‘aleykum ve raḥmetuhû let-tebe‘tu-ş-şeyṭâne illâ qalîlâ.
Onlara güven ya da korku ile ilgili bir haber geldiğinde hemen yayarlar. Hâlbuki onu Peygamber’e ve aralarındaki yetki sahiplerine götürselerdi, onların arasından doğru hüküm çıkarabilecek olanlar, onun doğrusunu bilirlerdi. Eğer Allah’ın üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç şeytana uyardınız.
فَقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۖ لَا تُكَلَّفُ إِلَّا نَفْسَكَ ۚ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ ۖ عَسَى اللَّهُ أَن يَكُفَّ بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ وَاللَّهُ أَشَدُّ بَأْسًا وَأَشَدُّ تَنكِيلًا
Fe qâtil fî sebîlillâh(i). Lâ tukellefu illâ nefsek(e). Ve ḥarriḍil-mu’minîn(e). ‘Asâllâhu en yekuffe be’sellezîne keferû. Vallâhu eşeddu be’sen ve eşeddu tenkîlâ.
Artık sen Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun. Müminleri de teşvik et! Umulur ki Allah, inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha çetindir ve cezası daha şiddetlidir.
مَّن يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُن لَّهُ نَصِيبٌ مِّنْهَا ۖ وَمَن يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُن لَّهُ كِفْلٌ مِّنْهَا ۗ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ مُّقِيتًا
Men yeşfe‘ şefâ‘aten ḥaseneten yekun lehu naṣîbun minhâ, ve men yeşfe‘ şefâ‘aten seyyi’eten yekun lehu kiflun minhâ. Ve kânallâhu ‘alâ kulli şey’in muqîtâ.
Kim güzel bir işe aracılık ederse, onun da ondan bir payı olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse, onun da ondan bir vebali olur. Allah her şeyin hesabını tutandır.
وَإِذَا حُيِّيتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ حَسِيبًا
Ve izâ ḥuyyîtum bi-taḥiyyetin fe ḥayyû bi-eḥsene minhâ ev rudduhâ. İnneallâhe kâne ‘alâ kulli şey’in ḥasîbâ.
Size bir selam verildiğinde, ondan daha güzeliyle karşılık verin veya aynı şekilde iade edin. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla hesap edendir.
اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۚ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ ۚ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللَّهِ حَدِيثًا
Allâhu lâ ilâhe illâ hu. Le yecma‘ennekum ilâ yevmi’l-qıyâmeti lâ raybe fîh(i). Ve men aṣdaqu minallâhi ḥadîṯâ.
Allah, O’ndan başka ilah yoktur. Sizi mutlaka, hakkında şüphe olmayan kıyamet günü bir araya toplayacaktır. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?
فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِقِينَ فِئَتَيْنِ وَاللَّهُ أَرْكَسَهُم بِمَا كَسَبُوا ۚ أَتُرِيدُونَ أَن تَهْدُوا مَنْ أَضَلَّ اللَّهُ ۖ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَلَن تَجِدَ لَهُ سَبِيلًا
Fe mâ lekum fîl-munâfiqîne fi’ateyn(i), vallâhu erkesehum bimâ kesebû. Eturîdûne en tehdû men aḍallellâh(u). Ve men yuḍlilillâhu fe len tecide lehu sebîlâ.
Münafıklar hakkında ikiye bölünmenize ne oluyor? Oysa Allah, işledikleri yüzünden onları baş aşağı çevirmiştir. Allah’ın saptırdığı kişiye hidayet mi vermek istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığına asla bir yol bulamazsın.
وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَاءً ۖ فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ أَوْلِيَاءَ حَتَّىٰ يُهَاجِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۚ فَإِن تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدتُّمُوهُمْ ۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا
Veddû lev tekfurûne kemâ keferû fe tekûnûne sevâen. Fe lâ tetteḫızû minhum evliyâe ḥattâ yuhâcirû fî sebîlillâh(i). Fe in tevellew fe ḫuzûhum va’qtulûhum ḥaythu vecedtumûhum, ve lâ tetteḫızû minhum veliyyen ve lâ naṣîrâ.
Onlar, kendileri inkâr ettikleri gibi sizin de inkâr etmenizi ve böylece eşit olmanızı isterler. O halde Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve nerede bulursanız öldürün. Onlardan ne dost ne de yardımcı edinin.
إِلَّا الَّذِينَ يَصِلُونَ إِلَىٰ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ أَوْ جَاءُوكُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ أَن يُقَاتِلُوكُمْ أَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْ ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْ ۚ فَإِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَأَلْقَوْا إِلَيْكُمُ السَّلَمَ فَمَا جَعَلَ اللَّهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَبِيلًا
İllâ-llezîne yeṣilûne ilâ qavmin beynekum ve beynehum mîṯâqun ev câûkum ḥaṣırat ṣudûruhum en yuqâtilûkum ev yuqâtilû qavmehum. Ve lev şâeallâhu le selleṭahum ‘aleykum fe leqâtelûkum. Fe in’‘tezelûkum felem yuqâtilûkum ve elqev ileykumus-selme fe mâ ce‘alallâhu lekum ‘aleyhim sebîlâ.
Ancak, sizinle aralarında antlaşma bulunan bir topluluğa sığınanlar veya ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmak istemeyip size gelenler hariç. Eğer Allah dileseydi, onları üzerinize salardı ve onlar sizinle savaşırlardı. Ama sizden uzak durup sizinle savaşmaz, barış teklif ederlerse, Allah onlara karşı size bir yol vermemiştir.
سَتَجِدُونَ آخَرِينَ يُرِيدُونَ أَن يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْ ۚ كُلَّ مَا رُدُّوا إِلَى الْفِتْنَةِ أُرْكِسُوا فِيهَا ۚ فَإِن لَّمْ يَعْتَزِلُوكَ وَيُلْقُوا إِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّوا أَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ ۚ وَأُولَٰئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا مُّبِينًا
Setecidûne âḫerîne yurîdûne en ye’menûkum ve ye’menû qavmehum. Kulle mâ rud-dû ilâl-fitneti urkısû fîhâ. Fe in lem ya‘tezilûkum ve yulqû ileykumus-selme ve yekuffû eydiyehum fe ḫuzûhum ve’qtulûhum ḥaythu ṯuqiftumûhum. Ve ulâ’ikum ce‘alnâ lekum ‘aleyhim sulṭânan mubînâ.
Başka bazılarını da bulacaksınız ki, hem sizden emin olmak hem de kendi kavimlerinden emin olmak isterler. Ne zaman fitneye (savaşa) çağrılsalar içine dalarlar. Eğer sizden uzak durmaz, barış teklif etmez ve ellerini sizden çekmezlerse, onları yakalayın ve nerede bulursanız öldürün. İşte onlara karşı size apaçık bir yetki verdik.
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِنًا إِلَّا خَطَأً ۚ وَمَن قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَأً فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَىٰ أَهْلِهِ إِلَّا أَنْ يَصَّدَّقُوا ۚ فَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ ۖ وَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِّيثَاقٌ فَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَىٰ أَهْلِهِ وَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ ۖ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ تَوْبَةً مِّنَ اللَّهِ ۗ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
Ve mâ kâne li-mu’minin en yaqtule mu’minen illâ ḫaṭe’en, ve men qatele mu’minen ḫaṭe’en fe taḥrîru raqabetin mu’minetin ve diyetun musellemetun ilâ ehlihî illâ en yeṣṣaddeqû. Fe in kâne min qavmin ‘aduwwin lekum ve huve mu’minun fe taḥrîru raqabetin mu’minet(in); ve in kâne min qavmin beynekum ve beynehum mîṯâqun fe diyetun musellemetun ilâ ehlihî ve taḥrîru raqabetin mu’minet(in); fe men lem yecid fe ṣıyâmü şehreyni muteṭâbi‘eyn(i) tevbeten mine’llâh(i); ve kânallâhu ‘alîmen ḥakîmâ.
Bir müminin diğer bir mümini kaza dışında öldürmesi olacak şey değildir. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, bir mümin köle azat etmesi ve ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir –ancak onlar bağışlarlarsa başka. Eğer öldürülen, size düşman olan bir topluma mensupsa ve mümin ise, o zaman sadece bir mümin köle azat edilir. Eğer aranızda anlaşma olan bir topluma mensupsa, o zaman hem ailesine diyet verilir hem de bir mümin köle azat edilir. Kim bulamazsa, Allah tarafından tövbesinin kabulü için aralıksız iki ay oruç tutar. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا
Ve men yaqtul mu’minen mutea‘ammiden fe cezâuhu cehennem(u), ḫâliden fîhâ, ve ğaḍiballâhu ‘aleyhi ve le‘anehû ve a‘adde lehu ‘azâben ‘azîmâ.
Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ أَلْقَىٰ إِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِنًا تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ فَعِندَ اللَّهِ مَغَانِمُ كَثِيرَةٌ ۚ كَذَٰلِكَ كُنتُم مِّن قَبْلُ فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُوا ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Yâ eyyuhellezîne âmenû, iżâ ḍarabtum fî sebîlillâhi fe tebeyyenû, ve lâ teqûlû limen elqâ ileykumus-selâme leste mu’minen, tebtəğûne ‘araḍa-l-ḥayâti’d-dunyâ. Fe ‘indallâhi meġânimu kesîrah. Keżâlike kuntum min qablu fe menna’llâhu ‘aleykum fe tebeyyenû. İnne’llâhe kâne bimâ ta‘melûne ḫabîrâ.
Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman araştırın. Size selam verene “Sen mümin değilsin” demeyin. Dünya hayatının geçici menfaatini arıyorsunuz. Oysa Allah katında çok ganimet vardır. Daha önce siz de böyleydiniz, sonra Allah size lütufta bulundu. O halde araştırın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُولِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ ۚ فَضَّلَ اللَّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً ۚ وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَىٰ ۚ وَفَضَّلَ اللَّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْرًا عَظِيمًا
Lâ yestevîl-qâ‘idûne minel-mu’minîne ğayru ulîḍ-ḍarari ve’l-mucâhidûne fî sebîlillâhi bi-emvâlihim ve enfusihim. Fad-dalallâhul-mucâhidîne bi-emvâlihim ve enfusihim ‘ale’l-qâ‘idîne dereceh. Ve kullen ve‘adallâhul-ḥusnâ. Ve fad-dalallâhul-mucâhidîne ‘ale’l-qâ‘idîne ecran ‘azîmâ.
Özür sahibi olmayan müminlerden oturanlarla, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Allah her birine en güzel olanı (cenneti) vaat etmiştir. Ama Allah cihad edenleri oturanlardan büyük bir ecirle üstün kılmıştır.
دَرَجَاتٍ مِّنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةً ۚ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Derecâtin minhû ve mağfiraten ve raḥmeh. Ve kânallâhu ğafûren raḥîmâ.
Onlar için Allah katından dereceler, bağışlanma ve rahmet vardır. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ قَالُوا فِيمَ كُنتُمْ ۖ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الْأَرْضِ ۚ قَالُوا أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا فِيهَا ۚ فَأُولَٰئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ ۖ وَسَاءَتْ مَصِيرًا
İnnellezîne teveffâhumul-melâiketu ẓâlimî enfusihim qâlû fîme kuntum, qâlû kunnâ mustaḍ‘afîne fi’l-arḍ(i), qâlû elem tekun arḍullâhi vâsi‘ah fethu hâcirû fîhâ. Fe ulâ’ike me’vâhum cehennem(u), ve seâet meṣîrâ.
Kendilerine zulmederken meleklerin canlarını aldığı kimselere, “Ne haldeydiniz?” diye sorulur. Onlar, “Biz yeryüzünde çaresizdik” derler. Melekler de der ki: “Allah’ın yeryüzü geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya!” İşte onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir!
إِلَّا الْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَطِيعُونَ حِيلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَبِيلًا
İllâl-mustaḍ‘afîne mine’r-ricâli ve’n-nisâ’i ve’l-vildân(i), lâ yestaṭî‘ûne ḥîleten ve lâ yehtedûne sebîlâ.
Ancak, çaresiz bırakılmış erkekler, kadınlar ve çocuklar bundan muaftır; ne bir çare bulmaya güçleri yeter, ne de yol bulabilirler.
فَأُولَٰئِكَ عَسَى اللَّهُ أَن يَعْفُوَ عَنْهُمْ ۚ وَكَانَ اللَّهُ عَفُوًّا غَفُورًا
Fe ulâ’ike ‘asâllâhu en ya‘fû ‘anhum. Ve kânallâhu ‘afuwwen ġafûrâ.
İşte Allah’ın bağışlaması umulanlar bunlardır. Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır.
وَمَن يُهَاجِرْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ يَجِدْ فِي الْأَرْضِ مُرَاغَمًا كَثِيرًا وَسَعَةً ۚ وَمَن يَخْرُجْ مِن بَيْتِهِ مُهَاجِرًا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ ۚ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Ve men yuhâcir fî sebîlillâhi yecid fi’l-arḍi murâġamen kesîran ve sa‘ah. Ve men yaḫruc min beytihî muhâciran ilallâhi ve rasûlihî sümme yudrikhûl-mevt, fe qad veqa‘e ecruhû ‘alallâh. Ve kânallâhu ġafûren raḥîmâ.
Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde barınacak çok yer ve bolluk bulur. Kim de Allah’a ve Resûlü’ne hicret etmek üzere evinden çıkar, sonra ölüm ona yetişirse, onun mükafatı Allah’a aittir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلَاةِ إِنْ خِفْتُمْ أَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُوًّا مُبِينًا
Ve izâ ḍarabtum fîl-arḍi fe leyse ‘aleykum cunâḥun en taqṣurû mineṣ-ṣalâti in ḫiftum en yeftinekumul-lezîne keferû. İnnel-kâfirîne kânû lekum ‘aduwwen mubînâ.
Yeryüzünde sefere çıktığınızda, inkârcıların size zarar vermesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızda bir sakınca yoktur. Şüphesiz, inkârcılar size apaçık düşmandır.
وَإِذَا كُنْتَ فِيهِمْ فَأَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلَاةَ فَلْتَقُمْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا أَسْلِحَتَهُمْ فَإِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَائِكُمْ وَلْتَأْتِ طَائِفَةٌ أُخْرَىٰ لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَ لْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَأَسْلِحَتَهُمْ ۗ وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةً ۚ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِنْ كَانَ بِكُمْ أَذًى مِّن مَّطَرٍ أَوْ كُنْتُمْ مَّرْضَىٰ أَنْ تَضَعُوا أَسْلِحَتَكُمْ ۖ وَخُذُوا حِذْرَكُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ أَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا
Ve izâ kunte fîhim fe eqamte lehumus-ṣalâte feltequm ṭâ’ifetun minhum me‘ake ve lye’ḫuzû esliḥetehum. Fe izâ secedû felyekûnû min verâ’ik(um), ve lte’ti ṭâ’ifetun uḫrâ lem yuṣallû felyuṣallû me‘ak(e) velye’ḫuzû ḥizrahum ve esliḥetehum. Vedde-lleẕîne keferû lev teġfulûne ‘an esliḥetikum ve emti‘etikum fe yemîlûne ‘aleykum meyleten vâḥidah. Ve lâ cunâḥe ‘aleykum in kâne bikum eẕen min maṭarin ev kuntum marḍâ en taḍa‘û esliḥetekum, ve ḫuzû ḥizrakum. İnne’llâhe a‘adde lil-kâfirîne ‘ażâben muhînâ.
Onlarla beraber olup da onlara namaz kıldırdığında, içlerinden bir grup seninle birlikte namaza dursun ve silahlarını yanlarına alsınlar. Onlar secde ettikten sonra arkanızda dursunlar; sonra diğer grup gelsin, henüz namaz kılmamış olanlar, seninle birlikte kılsınlar. Onlar da tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. İnkârcılar, silahlarınızdan ve eşyanızdan habersiz olmanızı isterler ki, üzerinize ani bir baskın yapsınlar. Eğer yağmurdan dolayı zorluk çekiyorsanız veya hasta iseniz silahlarınızı bırakmanızda sakınca yoktur. Yine de tedbirinizi alın! Şüphesiz Allah, inkârcılar için küçük düşürücü bir azap hazırlamıştır.
فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلَاةَ فَاذْكُرُوا اللَّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىٰ جُنُوبِكُمْ ۚ فَإِذَا اطْمَأْنَنتُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ ۚ إِنَّ الصَّلَاةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَّوْقُوتًا
Fe izâ qaḍaytumuş-ṣalâte fe’żkurûllâhe qıyâmen ve qu‘ûden ve ‘alâ cunûbikum. Fe izâ iṭma’nentum fe eqîmûṣ-ṣalâh. İnneṣ-ṣalâte kânet ‘alel-mu’minîne kitâben mevqûtâ.
Namazı bitirince Allah’ı ayakta, otururken ve yan yatarken anın. Güvene kavuştuğunuzda ise namazı gerektiği şekilde kılın. Çünkü namaz, müminler üzerine vakitleri belirlenmiş bir farzdır.
وَلَا تَهِنُوا فِي ابْتِغَاءِ الْقَوْمِ ۖ إِن تَكُونُوا تَأْلَمُونَ فَإِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمُونَ وَتَرْجُونَ مِنَ اللَّهِ مَا لَا يَرْجُونَ ۗ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
Ve lâ tehinû fîbtiġâ’il-qavm(i). İn tekûnû te’lemûne fe innehum ye’lemûne kemâ te’lemûn(e), ve tercûne minallâhi mâ lâ yercûn(e). Ve kânallâhu ‘alîmen ḥakîmâ.
Düşmanı takip etmekte gevşek davranmayın. Siz acı çekiyorsanız, onlar da sizin gibi acı çekiyorlar. Ama siz, Allah’tan onların umut etmeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah, her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.
إِنَّا أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللَّهُ ۚ وَلَا تَكُنْ لِلْخَائِنِينَ خَصِيمًا
İnnâ enzelnâ ileykel-kitâbe bil-ḥaqqi li taḥkume beyne’n-nâsi bimâ erâkallâh. Ve lâ tekun li’l-ḫâ’inîne ḫaṣîmâ.
Şüphesiz biz, bu Kitab’ı sana hak olarak indirdik ki, Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma.
وَاسْتَغْفِرِ اللَّهَ ۖ إِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَحِيمًا
Vesteġfirillâh. İnne’llâhe kâne ğafûren raḥîmâ.
Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
وَلَا تُجَادِلْ عَنِ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ أَنْفُسَهُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّانًا أَثِيمًا
Ve lâ tu câdil ‘ani-llezîne yaḫtânûne enfusehum. İnne’llâhe lâ yuḥibbu men kâne ḫavvânen eṯîmâ.
Kendilerine ihanet edenler adına mücadele etme. Şüphesiz Allah, hainlik eden ve günaha batmış olanı sevmez.
يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللَّهِ وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضَىٰ مِنَ الْقَوْلِ ۚ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا
Yesteḫfûne mine’n-nâsi ve lâ yesteḫfûne mine’llâhi ve huve me‘ahum iz yubeyyitûne mâ lâ yerḍâ mine’l-qavl(i). Ve kânallâhu bimâ ya‘melûne muḥîṭâ.
İnsanlardan gizlenirler ama Allah’tan gizlenemezler. Oysa Allah, geceleyin hoşnut olmadığı sözleri kurduklarında onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatıcıdır.
هَٰأَنْتُمْ هَٰؤُلَاءِ جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَمَنْ يُجَادِلُ اللَّهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَكِيلًا
Hâ entum hâulâ’i câdeltum ‘anhum fî-l-ḥayâti’d-dunyâ, fe men yucâdilu’llâha ‘anhum yevme’l-qiyâmeh, em men yekûnu ‘aleyhim vekîlâ?
İşte siz, dünya hayatında onların adına mücadele ettiniz. Peki kıyamet günü onların adına Allah ile kim mücadele edecek? Ya da kim onların vekili olacak?
وَمَنْ يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللَّهَ يَجِدِ اللَّهَ غَفُورًا رَحِيمًا
Ve men ya‘mel sû’en ev yazlim nefsehû sümme yestagfirillâhe yecidillâhe ğafûren raḥîmâ.
Kim bir kötülük yapar veya kendine zulmeder, sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı bağışlayıcı ve merhametli olarak bulur.
وَمَنْ يَكْسِبْ إِثْمًا فَإِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلَىٰ نَفْسِهِ ۚ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
Ve men yeksib ismen fe innemâ yeksibuhû ‘alâ nefsih(i). Ve kânallâhu ‘alîmen ḥakîmâ.
Kim bir günah işlerse, onu kendi aleyhine işlemiş olur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.
وَمَنْ يَكْسِبْ خَطِيئَةً أَوْ إِثْمًا ثُمَّ يَرْمِ بِهِ بَرِيئًا فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا
Ve men yeksib ḫaṭî’eten ev ismen sümme yermi bihî berî’en fe qad iḥtemele buhtânan ve ismen mubînâ.
Kim bir günah veya suç işler, sonra bunu masum birine atarsa, büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّت طَّائِفَةٌ مِّنْهُمْ أَن يُضِلُّوكَ ۚ وَمَا يُضِلُّونَ إِلَّا أَنفُسَهُمْ ۚ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِن شَيْءٍ ۚ وَأَنزَلَ اللَّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ ۚ وَكَانَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا
Ve lev lâ faḍlullâhi ‘aleyke ve raḥmetuhû lehemmet ṭâ’ifatun minhum en yuḍillûk. Ve mâ yuḍillûne illâ enfusehum ve mâ yaḍurrûneke min şey’. Ve enzellallâhu ‘aleykel-kitâbe ve’l-ḥikmeh ve ‘allemeke mâ lem tekun ta‘lem. Ve kâne faḍlullâhi ‘aleyke ‘aẓîmâ.
Eğer Allah’ın üzerindeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, onların bir grubu seni saptırmayı kafalarına koymuşlardı. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi, bilmediğin şeyleri öğretti. Allah’ın sana olan lütfu gerçekten büyüktür.
لَا خَيْرَ فِي كَثِيرٍ مِّن نَّجْوَاهُمْ إِلَّا مَنْ أَمَرَ بِصَدَقَةٍ أَوْ مَعْرُوفٍ أَوْ إِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِ ۚ وَمَن يَفْعَلْ ذَٰلِكَ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللَّهِ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Lâ ḫayre fî kesîrin min necvâhum illâ men emere bi-ṣadaqetin ev ma‘rûfin ev iṣlâḥin beynen-nâs. Ve men yef‘el żâlike-btiġâe marżâti’llâhi fe sevfe nu’tîhi ecran ‘aẓîmâ.
Onların gizli konuşmalarının çoğunda hiçbir hayır yoktur; ancak sadaka vermeyi, iyilik yapmayı veya insanların arasını düzeltmeyi emredenler müstesna. Kim bunu Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, ona büyük bir ödül vereceğiz.
وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَىٰ وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّىٰ وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ ۖ وَسَاءَتْ مَصِيرًا
Ve men yuşâqqıḳi’r-rasûle min ba‘di mâ tebeyyene lehul-hudâ ve yettebi‘ ğayre sebîlil-mu’minîn, nuvelli-hi mâ tevellâ ve nuṣlihi cehennem(e), ve sâet meṣîrâ.
Kim doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra Peygamber’e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakır ve cehenneme sokarız. O, ne kötü bir varış yeridir!
إِنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَٰلِكَ لِمَن يَشَاءُ ۚ وَمَن يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَعِيدًا
İnnallâhe lâ yaġfiru en yuşrake bihî ve yaġfiru mâ dûne żâlike li-men yeşâ’. Ve men yuşrik billâhi fe qad ḍalle ḍalâlen ba‘îdâ.
Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bunun dışındakileri ise dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa, derin bir sapıklığa düşmüş olur.
إِن يَدْعُونَ مِن دُونِهِ إِلَّا إِنَاثًا ۖ وَإِن يَدْعُونَ إِلَّا شَيْطَانًا مَّرِيدًا
İn yed‘ûne min dûnihî illâ inâsâ, ve in yed‘ûne illâ şeyṭânen merîdâ.
Onlar, Allah’ı bırakıp sadece dişi isimler altında bir takım varlıklara yalvarıyorlar. Aslında sadece inatçı bir şeytana yalvarıyorlar.
لَّعَنَهُ اللَّهُ ۘ وَقَالَ لَأَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا
Le‘anehullâh. Ve qâle le’etteḫizenne min ‘ibâdike naṣîban mefrûdâ.
Allah onu lanetlemiştir. O da demişti ki: “Andolsun, kullarından belirli bir pay edineceğim.”
وَلَأُضِلَّنَّهُمْ وَلَأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الْأَنْعَامِ وَلَآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللَّهِ ۚ وَمَن يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِّن دُونِ اللَّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُّبِينًا
Ve le-uḍillennehum, ve le-umennîyennehum, ve le-âmurennem fe leyubettikunne âżâne’l-en‘âm(i), ve le-âmurennem fe le yugayyirunne ḫalqa’llâh(i). Ve men yetteḫizi’ş-şeyṭâne veliyyen min dûni’llâhi fe qad ḫasira ḫusrânen mubînâ.
“Onları mutlaka saptıracağım, onlara kuruntular vereceğim, onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını kesecekler; Allah’ın yaratışını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, açıkça hüsrana uğramıştır.
يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ ۖ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلَّا غُرُورًا
Ye‘iduhum ve yumenniyyihim, ve mâ ye‘iduhumu’ş-şeyṭânu illâ ġurûrâ.
Şeytan onlara vaad eder, onları boş kuruntularla oyalar. Şeytanın onlara vaadi, aldatmadan başka bir şey değildir.
أُولَٰئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَلَا يَجِدُونَ عَنْهَا مَحِيصًا
Ulâike me’vâhum cehennem(u), ve lâ yecidûne ‘anhâ maḥîṣâ.
Onların varacağı yer cehennemdir. Oradan kaçacak bir yer de bulamazlar.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا ۚ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللَّهِ قِيلًا
Vellezîne âmenû ve ‘amilûṣ-ṣâliḥâti senudḫiluhum cennâtin tecrî min taḥtihâl-enhâr(u) ḫâlidîne fîhâ ebedâ. Va‘dallâhi ḥaqqâ. Ve men aṣdaqu minallâhi qîlâ.
İman edip salih ameller işleyenleri, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere koyacağız. Allah’ın verdiği söz haktır. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?
لَّيْسَ بِأَمَانِيِّكُمْ وَلَا أَمَانِيِّ أَهْلِ الْكِتَابِ ۗ مَن يَعْمَلْ سُوءًا يُجْزَ بِهِ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا
Leyse bi-emâniyyikum ve lâ emâniyyi ehli’l-kitâb(i). Men ya‘mel sû’en yujze bih(i), ve lâ yecid lehu min dûni’llâhi veliyyen ve lâ naṣîrâ.
Bu, ne sizin kuruntularınıza ne de ehli kitabın kuruntularına göre olur. Kim kötülük yaparsa, cezasını görür. Ve Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulur.
وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَىٰ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَٰئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَقِيرًا
Ve men ya‘mel mineṣ-ṣâliḥâti min ẕekerin ev unṯâ ve huve mu’minun fe ulâike yedḫulûne’l-cennete ve lâ yuẓlemûne naqîrâ.
Kim, erkek olsun kadın olsun, mümin olarak salih amel işlerse, işte onlar cennete girerler ve kendilerine zerre kadar haksızlık edilmez.
وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا ۗ وَاتَّخَذَ اللَّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلًا
Ve men aḥsenu dînen mimmen esleme vechehû lillâhi ve huve muḥsinun vettebe‘e millete İbrâhîme ḥanîfâ. Vetteḫazallâhu İbrâhîme ḫalîlâ.
Dini, Allah’a teslim ederek, iyi davranan ve hanif olarak İbrahim’in dinine uyan kimseden daha güzel dinli kim olabilir? Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.
وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۚ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Ve lillâhi mâ fî’s-semâvâti ve mâ fî’l-arḍ(i). Ve kânallâhu bi-kulli şey’in muḥîtâ.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatıcıdır.
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَاءِ ۖ قُلِ اللَّهُ يُفْتِيكُمْ فِيهِنَّ وَمَا يُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ فِي يَتَامَى النِّسَاءِ الَّلَاتِي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ أَنْ تَنكِحُوهُنَّ ۚ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الْوِلْدَانِ وَأَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامَىٰ بِالْقِسْطِ ۚ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِهِ عَلِيمًا
Ve yesteftûneke fî’n-nisâ(i), ḳulillâhu yuftîkum fîhinne, ve mâ yutlâ ‘aleykum fî’l-kitâbi fî yetâmâ’n-nisâi’llâtî lâ tu’tûnehunne mâ kutibe lehunne ve terġabûne en tenkiḥûhunne, ve’l-mustaz‘afîne mine’l-vildân(i), ve en teqûmû li’l-yetâmâ bi’l-ḳısṭ(i), ve mâ tef‘alû min ḫayrin fe innallâhe kâne bihî ‘alîmâ.
Sana kadınlar hakkında fetva soruyorlar. De ki: Allah size onlar hakkında fetva veriyor. Kendilerine farz olan mehirlerini vermediğiniz ve nikâhlamak istediğiniz yetim kızlar, güçsüz çocuklar ve yetimlere adaletli davranmanız hakkında Kitap’ta size okunanlar (hükmü) Allah size açıklıyor. Her ne iyilik yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.
وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا ۚ وَالصُّلْحُ خَيْرٌ ۗ وَأُحْضِرَتِ الْأَنْفُسُ الشُّحَّ ۚ وَإِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Ve inimraetun ḫâfet min ba‘lihâ nuşûzen ev i‘râżan fe lâ cünâḥa ‘aleyhimâ en yuṣliḥâ beynehumâ ṣulḥâ, ve’ṣ-ṣulḥu ḫayr(un). Ve uḥḍirati’l-enfusu’ş-şuḥḥ(a). Ve in tuḥsinû ve tetteḳû fe innallâhe kâne bimâ ta‘melûne ḫabîrâ.
Eğer bir kadın, kocasının kendisine kötü muamele edeceğinden veya yüz çevireceğinden korkarsa, aralarında uzlaşmaları kendilerine günah değildir. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise cimriliğe meyillidir. Eğer iyi davranır ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
وَلَن تَسْتَطِيعُوا أَن تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ ۖ فَلَا تَمِيلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِ ۚ وَإِن تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا
Ve len testatî‘û en ta‘dilû beyne’n-nisâ(i) ve lev ḥaraṣtum, fe lâ temîlû kulle’l-meyli fe teżerûhâ ke’l-mu‘allaḳah. Ve in tuṣliḥû ve tetteḳû fe innallâhe kâne ḳafûren raḥîmâ.
Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında adaleti tam olarak sağlayamazsınız. Öyleyse birine tümüyle yönelip diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’tan korkarsanız, bilin ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
وَإِن يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللَّهُ كُلًّا مِّن سَعَتِهِ ۗ وَكَانَ اللَّهُ وَاسِعًا حَكِيمًا
Ve in yetefarraqâ yuġni’llâhu kullan min sa‘atih(i). Ve kânallâhu vâsi‘an ḥakîmâ.
Eğer ayrılırlarsa, Allah her birini kendi geniş lütfundan zengin kılar. Allah’ın lütfu boldur; O, hikmet sahibidir.
وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَإِيَّاكُمْ أَنِ اتَّقُوا اللَّهَ ۚ وَإِن تَكْفُرُوا فَإِنَّ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَنِيًّا حَمِيدًا
Ve lillâhi mâ fî’s-semâvâti ve mâ fî’l-arḍ(i). Ve leḳad veṣṣaynâ’llezîne ûtû’l-kitâbe min ḳablikum ve iyyâkum eni’tteḳûllâh. Ve in tekfurû fe innelillâhi mâ fî’s-semâvâti ve mâ fî’l-arḍ(i). Ve kânallâhu ġaniyyen ḥamîdâ.
Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Sizden önce Kitap verilenlere ve size, Allah’tan korkmanızı emrettik. Eğer inkâr ederseniz, bilin ki göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgü O’na aittir.
وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۚ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ وَكِيلًا
Ve lillâhi mâ fî’s-semâvâti ve mâ fî’l-arḍ(i). Ve kefâ billâhi vekîlâ.
Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.
إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ أَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِآخَرِينَ ۚ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ ذَٰلِكَ قَدِيرًا
İn yeşe’ yuẕhibkum eyyuhen-nâs(u), ve ye’ti bi-âḫerîn(e). Ve kânallâhu ‘alâ żâlike ḳadîrâ.
Ey insanlar! Allah dilerse sizi yok eder ve yerinize başkalarını getirir. Allah buna kadirdir.
مَّن كَانَ يُرِيدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِندَ اللَّهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ ۚ وَكَانَ اللَّهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
Men kâne yurîdu ṯevâbe’d-dunyâ fe ‘indallâhi ṯevâbu’d-dunyâ ve’l-âḫirah. Ve kânallâhu semî‘an baṣîrâ.
Kim dünya mükâfatını istiyorsa, bilsin ki Allah katında hem dünya hem ahiret mükâfatı vardır. Allah her şeyi işiten ve görendir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاءَ لِلَّهِ وَلَوْ عَلَىٰ أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ ۚ إِن يَكُنْ غَنِيًّا أَوْ فَقِيرًا فَاللَّهُ أَوْلَىٰ بِهِمَا ۖ فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوَىٰ أَن تَعْدِلُوا ۚ وَإِن تَلْوُوا أَوْ تُعْرِضُوا فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Yâ eyyuhellezîne âmenû kûnû qevvâmîne bi’l-ḳısṭ(i) şühedâ’e lillâhi ve lev ‘alâ enfusikum evil-vâlideyni ve’l-aqrebîn(e). İn yekun ġaniyyen ev faqîrâ fe’llâhu evlâ bihimâ. Fe lâ tettebi‘û’l-hevâ en ta‘dilû. Ve in telvû ev tu‘riḍû fe innallâhe kâne bimâ ta‘melûne ḫabîrâ.
Ey iman edenler! Kendiniz, ana-babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. İster zengin, ister fakir olsunlar; Allah onlara daha yakındır. Adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğip bükerseniz ya da yüz çevirirseniz, bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَىٰ رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي أَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ ۚ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَعِيدًا
Yâ eyyuhellezîne âmenû âminû billâhi ve resûlihî ve’l-kitâbilleżî nezzele alâ resûlihî ve’l-kitâbilleżî enzele min ḳabl(u). Ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî ve’l-yevmi’l-âḫir(i) fe qad ḍalle ḍalâlen ba‘îdâ.
Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitap’a ve daha önce indirdiği Kitap’a iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, gerçekten uzak bir sapıklığa düşmüştür.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ آمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا لَّمْ يَكُنِ اللَّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَبِيلًا
İnnelleżîne âmenû sümme keferû sümme âmenû sümme keferû sümme’zdeâdû kufren lem yekunillâhu li yağfire lehum ve lâ li yehdiyahum sebîlâ.
İman edip sonra inkâr eden, sonra yine iman edip tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri giden kimseleri Allah asla bağışlamaz ve onları doğru yola iletmez.
بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
Beşşiri’l-munâfiḳîne bi enne lehum ‘ażâben elîmâ.
Münafıklara, kendileri için elem verici bir azap olduğunu müjdele!
الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۚ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ ۖ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا
Ellezîne yetteḫizûne’l-kâfirîne evliyâe min dûni’l-mu’minîn(e). E yebtaġûne ‘indehumu’l-‘izzete fe innel-‘izzete lillâhi cemî‘â.
Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler var ya, izzeti onların yanında mı arıyorlar? Oysa izzetin tamamı Allah’a aittir.
وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتَّىٰ يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ ۚ إِنَّكُمْ إِذًا مِّثْلُهُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا
Ve qad nezzela ‘aleykum fî’l-kitâbi en iżâ semi‘tum âyâti’llâhi yukfaru bihâ ve yüstehzeu bihâ fe lâ teq‘udû ma‘ahum ḥattâ yaḫûḍû fî ḥadîsin ğayrih(i). İnnekum iżen misluhum. İnna’llâhe câmi‘u’l-munâfiḳîne ve’l-kâfirîne fî cehenneme cemî‘â.
Size Kitap’ta, Allah’ın ayetlerinin inkâr edilip alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir söze geçene kadar onlarla oturmayın, bu takdirde siz de onlar gibi olursunuz, diye hükmedildi. Şüphesiz Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde toplar.
الَّذِينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْ فَإِن كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِّنَ اللَّهِ قَالُوا أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ ۖ وَإِن كَانَ لِلْكَافِرِينَ نَصِيبٌ قَالُوا أَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُم مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ ۚ فَاللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ وَلَن يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًا
Ellezîne yeterabbaṣûne bikum. Fe in kâne lekum fetḥun mine’llâhi ḳâlû elem nekun ma‘akum, ve in kâne li’l-kâfirîne naṣîbun ḳâlû elem nesteḥwıż ‘aleykum ve nemna‘kum mine’l-mu’minîn(e)? Fe’llâhu yaḥkumu beynekum yevme’l-ḳıyâmeh. Ve len yec‘ale’llâhu li’l-kâfirîne ‘ale’l-mu’minîne sebîlâ.
Sizi gözetleyip bekleyen münafıklar, Allah’tan size bir zafer nasip olursa “Sizinle beraber değil miydik?” derler. Kâfirlere bir nasip isabet ederse “Sizi tutup müminlerden korumadık mı?” derler. Allah kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah, kâfirlerin müminler üzerinde bir yol tutmasına asla izin vermez.
إِنَّ الْمُنَافِقِينَ يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ ۖ وَإِذَا قَامُوا إِلَى الصَّلَاةِ قَامُوا كُسَالَىٰ يُرَاءُونَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللَّهَ إِلَّا قَلِيلًا
İnnel-munâfiḳîne yuḫâdi‘ûne’llâhe ve huve ḫâdi‘uhum. Ve iżâ qâmû ilâṣ-ṣalâti qâmû kusâlâ, yurâûne’n-nâse ve lâ yezkurûne’llâhe illâ qalîlâ.
Münafıklar Allah’ı aldatmaya çalışırlar; oysa Allah onların oyununu başlarına geçirir. Namaza kalktıklarında üşene üşene kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı pek az anarlar.
مُّذَبْذَبِينَ بَيْنَ ذَٰلِكَ لَا إِلَىٰ هَٰؤُلَاءِ وَلَا إِلَىٰ هَٰؤُلَاءِ ۚ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَلَن تَجِدَ لَهُ سَبِيلًا
Mużażżebîne beyne żâlik(e), lâ ilâ hâulâ’i ve lâ ilâ hâulâ’. Ve men yuḍlilillâhu fe len tecid lehu sebîlâ.
İki taraf arasında bocalayıp dururlar; ne onlara (müminlere) ne de bunlara (kâfirlere) bağlanırlar. Allah kimi saptırırsa, sen onun için bir çıkış yolu bulamazsın.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۚ أَتُرِيدُونَ أَن تَجْعَلُوا لِلَّهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُّبِينًا
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tetteḫizû’l-kâfirîne evliyâe min dûni’l-mu’minîn(e). Eturîdûne en tec‘alû li’llâhi ‘aleykum sulṭânan mubînâ?
Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’a aleyhinizde açık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الْأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ ۖ وَلَن تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا
İnnel-munâfiḳîne fî’d-darki’l-esfeli mine’n-nâr(i). Ve len tecid lehum naṣîrâ.
Münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara asla bir yardımcı bulamazsın.
إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللَّهِ وَأَخْلَصُوا دِينَهُمْ لِلَّهِ فَأُولَٰئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ ۖ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ أَجْرًا عَظِيمًا
İlle’llezîne tâbû ve aṣlaḥû ve‘taṣamû bi’llâhi ve eḫlaṣû dînehum li’llâh(i), fe ulâ’ike me‘a’l-mu’minîn(e). Ve sevfe yu’tî’llâhu’l-mu’minîne ecran ‘aẓîmâ.
Ancak tövbe edenler, hallerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini Allah için halis kılanlar bunun dışındadır. İşte onlar müminlerle beraberdir. Allah müminlere büyük bir mükâfat verecektir.
مَّا يَفْعَلُ اللَّهُ بِعَذَابِكُمْ إِن شَكَرْتُمْ وَآمَنتُمْ ۚ وَكَانَ اللَّهُ شَاكِرًا عَلِيمًا
Mâ yef‘alu’llâhu bi ‘ażâbikum in şekertum ve âmentum. Ve kânallâhu şâkiren ‘alîmâ.
Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niçin azap etsin ki? Allah şükredenleri bilir, karşılığını verir.
لَا يُحِبُّ اللَّهُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ إِلَّا مَن ظُلِمَ ۚ وَكَانَ اللَّهُ سَمِيعًا عَلِيمًا
Lâ yuḥibbullâhu’l-cehre bi’s-sû’i mine’l-qavl(i) illâ men ẓulime. Ve kânallâhu semî‘an ‘alîmâ.
Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak zulme uğrayan başka. Allah işitendir, bilendir.
إِن تُبْدُوا خَيْرًا أَوْ تُخْفُوهُ أَوْ تَعْفُوا عَن سُوءٍ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ عَفُوًّا قَدِيرًا
İn tubdû ḫayran ev tuḫfûhu ev ta‘fû ‘an sû’in fe innallâhe kâne ‘afuwwen ḳadîrâ.
İyiliği açıklasanız da gizleseniz de ya da bir kötülüğü affetseniz de, bilin ki Allah affedicidir, gücü her şeye yeter.
إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللَّهِ وَرُسُلِهِ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذَٰلِكَ سَبِيلًا
İnnelleżîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yürîdûne en yuferriḳû beyne’llâhi ve rusulihî ve yeqûlûne nu’minu bi ba‘ḍin ve nekfuru bi ba‘ḍin, ve yürîdûne en yetteḫizû beyne żâlike sebîlâ.
Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah ile peygamberleri arasında ayrım yapmak isteyen ve “Bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz” diyenler var ya; işte onlar, doğru yoldan sapmak isteyenlerdir.
أُو۟لَـٰٓئِكَ هُمُ ٱلْكَـٰفِرُونَ حَقًّۭا ۚ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَـٰفِرِينَ عَذَابًۭا مُّهِينًۭا
Ulâike humu’l-kâfirûne ḥaqqâ. Ve a‘tednâ li’l-kâfirîne ‘ażâben muhînâ.
İşte onlar gerçekten kâfirdirler. Ve Biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.
وَٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ بِٱللَّهِ وَرُسُلِهِۦ وَلَمْ يُفَرِّقُوا۟ بَيْنَ أَحَدٍۢ مِّنْهُمْ أُو۟لَـٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْتِيهِمْ أُجُورَهُمْ ۚ وَكَانَ ٱللَّهُ غَفُورًۭا رَّحِيمًۭا
Velleżîne âmenû billâhi ve rusulihî ve lem yuferriḳû beyne eḥadin minhum, ulâ’ike sevfe yu’tîhim ucurahum. Ve kânallâhu ġafûren raḥîmâ.
Allah’a ve peygamberlerine iman eden ve onlar arasında ayrım yapmayanlara ise Allah mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.
يَسْـَٔلُكَ أَهْلُ ٱلْكِتَـٰبِ أَن تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَـٰبًۭا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ ۚ فَقَدْ سَأَلُوا۟ مُوسَىٰٓ أَكْبَرَ مِن ذَٰلِكَ فَقَالُوٓا۟ أَرِنَا ٱللَّهَ جَهْرَةًۭ فَأَخَذَتْهُمُ ٱلصَّـٰعِقَةُ بِظُلْمِهِمْ ۚ ثُمَّ ٱتَّخَذُوا۟ ٱلْعِجْلَ مِنۢ بَعْدِ مَا جَآءَتْهُمُ ٱلْبَيِّنَـٰتُ فَعَفَوْنَا عَن ذَٰلِكَ ۚ وَءَاتَيْنَا مُوسَىٰ سُلْطَـٰنًۭا مُّبِينًۭا
Yes’eluke ehlu’l-kitâbi en tünezzile ‘aleyhim kitâben mine’s-semâ’. Fe qad se’elû Mûsâ ekbera min żâlike fe qâlû erinâ’llâhe cehreten fe eḫazethumu’ṣ-ṣâ‘iḳatu bi żulmihim. Sümmettaḫażû’l-‘icle min ba‘di mâ câethumu’l-beyyinât(u), fe ‘afavnâ ‘an żâlik(e), ve âteynâ Mûsâ sulṭânen mubînâ.
Kitap ehli, sana gökten bir kitap indirmeni istiyor. Mûsâ’dan bundan daha büyüğünü istemişler ve “Allah’ı açıkça bize göster” demişlerdi de zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarpmıştı. Sonra kendilerine açık belgeler geldikten sonra buzağıyı ilah edinmişlerdi. Biz yine de onları affettik ve Mûsâ’ya apaçık bir yetki verdik.
وَرَفَعْنَا فَوْقَهُمُ ٱلطُّورَ بِمِيثَـٰقِهِمْ وَقُلْنَا لَهُمُ ٱدْخُلُوا۟ ٱلْبَابَ سُجَّدًۭا وَقُلْنَا لَهُمْ لَا تَعْدُوا۟ فِى ٱلسَّبْتِ وَأَخَذْنَا مِنْهُم مِّيثَـٰقًۭا غَلِيظًۭا
Ve rafa‘nâ fevqahumu’ṭ-ṭûra bi mîsâḳihim ve qulnâ lehumudḫulû’l-bâbe succeden ve qulnâ lehum lâ te‘dû fî’s-sebt(i), ve aḫażnâ minhum mîsâḳan ğalîẓâ.
Onlardan kesin söz aldığımız için üzerlerine Tur dağını kaldırdık. “Kapıdan secde ederek girin!” dedik. “Cumartesi yasağını çiğnemeyin!” dedik. Onlardan çok sağlam bir söz aldık.
فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَـٰقَهُمْ وَكُفْرِهِمۢ بِـَٔايَـٰتِ ٱللَّهِ وَقَتْلِهِمُ ٱلْأَنبِيَآءَ بِغَيْرِ حَقٍّۢ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌۢ ۚ بَلْ طَبَعَ ٱللَّهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ إِلَّا قَلِيلًۭا
Fe bimâ naqżihim mîsâḳahum ve kufrihim bi âyâti’llâhi ve qatlihimu’l-enbiyâe bi ğayri ḥaqq(in), ve qavlihim qulûbunâ ğulfun. Bel ṭaba‘allâhu ‘aleyhâ bi kufrihim fe lâ yu’minûne illâ qalîlâ.
Ne zaman sözleşmelerini bozmaları, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve “Kalplerimiz perdelidir” demeleri nedeniyle… Aslında Allah, inkârları sebebiyle onların kalplerini mühürlemiştir. Bu yüzden pek azı iman eder.
وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلَىٰ مَرْيَمَ بُهْتَـٰنًۭا عَظِيمًۭا
Ve bi kufrihim ve qavlihim ‘alâ Meryeme buhtânen ‘aẓîmâ.
Meryem’e büyük bir iftira atmaları ve inkârları yüzünden…
وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا ٱلْمَسِيحَ عِيسَى ٱبْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ ٱللَّهِ ۖ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَـٰكِن شُبِّهَ لَهُمْ ۚ وَإِنَّ ٱلَّذِينَ ٱخْتَلَفُوا۟ فِيهِ لَفِى شَكٍّۢ مِّنْهُ ۚ مَا لَهُم بِهِۦ مِنْ عِلْمٍ إِلَّا ٱتِّبَاعَ ٱلظَّنِّ ۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًۭا
Ve qavlihim innâ qatalnâ’l-Mesîḥa ‘Îsâbne Meryem(e), resûlallâh(i), ve mâ qatalûhu ve mâ ṣalebûhu ve lâkin şubbihe lehum. Ve innelleżîne’ḫtelefû fîh(i) le fî şekkin minh(u), mâ lehum bihî min ‘ilmin illâ’t-tibâ‘a’z-ẓann(i), ve mâ qatalûhu yaqînâ.
“Allah’ın resulü Meryem oğlu Îsâ’yı biz öldürdük.” demeleri yüzünden… Oysa onu ne öldürdüler ne de astılar; fakat (öldürdükleri kişi) onlara Îsâ gibi gösterildi. Bu konuda anlaşmazlığa düşenler de şüphe içindedirler. Onların bu konudaki bilgileri sadece zanna dayanır. Îsâ’yı kesinlikle öldürmediler.
بَل رَّفَعَهُ ٱللَّهُ إِلَيْهِ ۚ وَكَانَ ٱللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًۭا
Bel refa‘ahullâhu ileyh(i). Ve kânallâhu ‘azîzen ḥakîmâ.
Bilakis, Allah onu kendi katına yükseltti. Allah azizdir, hüküm ve hikmet sahibidir.
وَإِن مِّنْ أَهْلِ ٱلْكِتَـٰبِ إِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِهِۦ قَبْلَ مَوْتِهِۦ ۖ وَيَوْمَ ٱلْقِيَـٰمَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًۭا
Ve in min ehli’l-kitâbi illâ le yu’minenne bihî qabla mevtih(i). Ve yevme’l-qiyâmeti yekûnu ‘aleyhim şehîdâ.
Kitap ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak hiç kimse yoktur. Kıyamet günü Îsâ onların aleyhine şahit olacaktır.
فَبِظُلْمٍۢ مِّنَ ٱلَّذِينَ هَادُوا۟ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَـٰتٍ أُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَن سَبِيلِ ٱللَّهِ كَثِيرًۭا
Fe bi żulmin mine’lleżîne hâdû ḥarramnâ ‘aleyhim ṭayyibâti uḥillet lehum, ve bi ṣeddihim ‘an sebîli’llâhi kesîrâ.
Yahudilerin zulmü ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları nedeniyle, kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri onlara haram kıldık.
وَأَخْذِهِمُ ٱلرِّبَوٰا۟ وَقَدْ نُهُوا۟ عَنْهُ وَأَكْلِهِمْ أَمْوَٰلَ ٱلنَّاسِ بِٱلْبَـٰطِلِ ۚ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَـٰفِرِينَ مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًۭا
Ve aḫżihimur-ribâ ve qad nuhû ‘anhu ve eklihim emvâle’n-nâsi bi’l-bâṭıl(i). Ve a‘tednâ li’l-kâfirîne minhüm ‘ażâben elîmâ.
Faiz almaları ve haksız yere insanların mallarını yemeleri sebebiyle –ki bunlardan men edilmişlerdi–, içlerinden inkâr edenlere acı bir azap hazırladık.
لَّـٰكِنِ ٱلرَّٰسِخُونَ فِى ٱلْعِلْمِ مِنْهُمْ وَٱلْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَآ أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَآ أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ ۚ وَٱلْمُقِيمِينَ ٱلصَّلَوٰةَ وَٱلْمُؤْتُونَ ٱلزَّكَوٰةَ وَٱلْمُؤْمِنُونَ بِٱللَّهِ وَٱلْيَوْمِ ٱلْـَٔاخِرِ ۚ أُو۟لَـٰٓئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا
Lâkini’r-râsihûne fi’l-‘ilmi minhüm ve’l-mu’minûne yu’minûne bimâ unzile ileyke ve mâ unzile min qablika, ve’l-muqîmîne’ṣ-ṣalâte ve’l-mu’tûne’z-zekâte ve’l-mu’minûne billâhi ve’l-yevmi’l-âḫir(i); ulâike senu’tîhim ecran ‘aẓîmâ.
Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlarla müminler, sana ve senden önce indirilene inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar; işte onlara büyük mükâfat vereceğiz.
إِنَّآ أَوْحَيْنَآ إِلَيْكَ كَمَآ أَوْحَيْنَآ إِلَىٰ نُوحٍۢ وَٱلنَّبِيِّـۧنَ مِنۢ بَعْدِهِۦ ۚ وَأَوْحَيْنَآ إِلَىٰٓ إِبْرَٰهِيمَ وَإِسْمَـٰعِيلَ وَإِسْحَـٰقَ وَيَعْقُوبَ وَٱلْأَسْبَاطِ وَعِيسَىٰ وَأَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهَـٰرُونَ وَسُلَيْمَـٰنَ ۚ وَءَاتَيْنَا دَاوُۥدَ زَبُورًۭا
İnnâ evḥaynâ ileyke kemâ evḥaynâ ilâ Nûḥin ve’n-nebiyyîne min ba‘dih(i), ve evḥaynâ ilâ İbrâhîme ve İsmâ‘île ve İsḥâqa ve Ya‘qûbe ve’l-esbâṭi ve ‘Îsâ ve Eyyûbe ve Yûnuse ve Hârûne ve Suleymân(e). Ve âteynâ Dâvûde Zebûrâ.
Biz sana, Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlara, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a da Zebur verdik.
وَرُسُلًۭا قَدْ قَصَصْنَـٰهُمْ عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَرُسُلًۭا لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ ۚ وَكَلَّمَ ٱللَّهُ مُوسَىٰ تَكْلِيمًۭا
Ve rusulen qad qaṣaṣnâhum ‘aleyke min qabl(u), ve rusulen lem naqṣuṣhum ‘aleyk(e), ve kellemallâhu Mûsâ teklîmâ.
Sana daha önce anlattığımız peygamberler de var, sana anlatmadığımız peygamberler de. Allah Mûsâ ile de doğrudan konuştu.
رُّسُلًۭا مُّبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللَّهِ حُجَّةٌۭ بَعْدَ ٱلرُّسُلِ ۚ وَكَانَ ٱللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًۭا
Rusulen mubashshirîne ve munżirîne liellâ yekûne li’n-nâsi ‘alallâhi ḥujjatun ba‘de’r-rusul(i). Ve kânallâhu ‘azîzen ḥakîmâ.
(Gönderdik) ki peygamberler, müjdeleyici ve uyarıcı olsunlar. Ta ki insanların, peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah daima üstün ve hikmet sahibidir.
لَّـٰكِنِ ٱللَّهُ يَشْهَدُ بِمَآ أَنزَلَ إِلَيْكَ ۖ أَنزَلَهُۥ بِعِلْمِهِۦ ۖ وَٱلْمَلَـٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَ ۚ وَكَفَىٰ بِٱللَّهِ شَهِيدًا
Lâkinnallâhu yeşhedu bimâ enzele ileyk(e), enzelehu bi ‘ilmih(i), ve’l-melâiketu yeşhedûn(e). Ve kefâ billâhi şehîdâ.
Fakat Allah sana indirdiğine şahitlik eder; onu kendi ilmiyle indirmiştir. Melekler de şahitlik eder. Şahit olarak Allah yeter.
إِنَّ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ وَصَدُّوا۟ عَن سَبِيلِ ٱللَّهِ قَدْ ضَلُّوا۟ ضَلَـٰلًۭاۢ بَعِيدًا
İnnelleżîne keferû ve ṣaddû ‘an sebîli’llâhi qad ḍallû ḍalâlen ba‘îdâ.
Gerçekten inkâr edenler ve Allah yolundan alıkoyanlar, derin bir sapıklık içindedirler.
إِنَّ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ وَظَلَمُوا۟ لَمْ يَكُنِ ٱللَّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَرِيقًا
İnnelleżîne keferû ve ẓalemû lem yekuni’llâhu li yağfira lehum ve lâ li yehdiyahum ṭarîqâ.
Gerçekten inkâr edip zulmedenleri Allah ne bağışlayacak ne de doğru yola iletecektir.
إِلَّا طَرِيقَ جَهَنَّمَ خَـٰلِدِينَ فِيهَآ أَبَدًۭا ۚ وَكَانَ ذَٰلِكَ عَلَى ٱللَّهِ يَسِيرًۭا
İllâ ṭarîqa cehenneme, ḫâlidîne fîhâ ebedâ. Ve kâne żâlike ‘alallâhi yesîrâ.
Ancak cehennem yoluna. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Bu Allah’a göre çok kolaydır.
يَـٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ قَدْ جَآءَكُمُ ٱلرَّسُولُ بِٱلْحَقِّ مِن رَّبِّكُمْ فَـَٔامِنُوا۟ خَيْرًۭا لَّكُمْ ۚ وَإِن تَكْفُرُوا۟ فَإِنَّ لِلَّهِ مَا فِى ٱلسَّمَـٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ ۚ وَكَانَ ٱللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًۭا
Yâ eyyuhen-nâsu qad câekumu’r-rasûlu bi’l-ḥaqqi min rabbikum, fe âminû ḫayran lekum. Ve in tekfurû fe inne li’llâhi mâ fi’s-semâvâti ve’l-arḍ(i). Ve kânallâhu ‘alîmen ḥakîmâ.
Ey insanlar! Size Rabbinizden hakla gelen Peygamber geldi. O hâlde iman edin; bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer inkâr ederseniz, bilin ki göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
يَـٰٓأَهْلَ ٱلْكِتَـٰبِ لَا تَغْلُوا۟ فِى دِينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا۟ عَلَى ٱللَّهِ إِلَّا ٱلْحَقَّ ۚ إِنَّمَا ٱلْمَسِيحُ عِيسَى ٱبْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ ٱللَّهِ وَكَلِمَتُهُۥٓ أَلْقَىٰهَآ إِلَىٰ مَرْيَمَ وَرُوحٌۭ مِّنْهُ ۖ فَـَٔامِنُوا۟ بِٱللَّهِ وَرُسُلِهِۦ ۖ وَلَا تَقُولُوا۟ ثَلَـٰثَةٌۭ ۚ ٱنتَهُوا۟ خَيْرًۭا لَّكُمْ ۚ إِنَّمَا ٱللَّهُ إِلَـٰهٌۭ وَٰحِدٌۭ ۖ سُبْحَـٰنَهُۥٓ أَن يَكُونَ لَهُۥ وَلَدٌۭ ۘ لَّهُۥ مَا فِى ٱلسَّمَـٰوَٰتِ وَمَا فِى ٱلْأَرْضِ ۗ وَكَفَىٰ بِٱللَّهِ وَكِيلًۭا
Yâ ehle’l-kitâbi lâ taġlû fî dînikum ve lâ tegûlû ‘alallâhi illâ’l-ḥaqq(a). İnnemel-mesîḥu ‘Îsâbnu Meryeme resûlullâhi ve kelimetuhû elkâhâ ilâ Meryeme ve rûḥun minh(u). Fe âminû billâhi ve rusulih(i). Ve lâ tegûlû selâset(un). Entehû ḫayran lekum. İnnemallâhu ilâhun vâḥid(un). Subḥâneh(u) en yekûne lehû veled(un). Lehû mâ fî’s-semâvâti ve mâ fî’l-arḍ(i). Ve kefâ billâhi vekîlâ.
Ey Kitap Ehli! Dininizde aşırılığa gitmeyin! Allah hakkında gerçek dışında bir şey söylemeyin! Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah’ın resulü, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve O’ndan bir ruhtur. O hâlde Allah’a ve peygamberlerine iman edin, “Üçtür” demeyin. Sizin için hayırlı olan bundan vazgeçmektir. Allah ancak tek bir ilahtır. O, çocuk sahibi olmaktan uzaktır. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.
لَّن يَسْتَنكِفَ ٱلْمَسِيحُ أَن يَكُونَ عَبْدًۭا لِّلَّهِ وَلَا ٱلْمَلَـٰٓئِكَةُ ٱلْمُقَرَّبُونَ ۚ وَمَن يَسْتَنكِفْ عَنْ عِبَادَتِهِۦ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيْهِ جَمِيعًۭا
Len yestenkife’l-mesîḥu en yekûne ‘abden lillâhi ve lâ’l-melâiketul-muqarrabûn(e). Ve men yestenkif ‘an ‘ibâdetihî ve yestekbir fe seyaḥşuruhum ileyhi cemî‘â.
Ne Mesih ne de yakın melekler Allah’a kul olmaktan çekinirler. Kim O’na ibadetten çekinir ve kibirlenirse, Allah onların hepsini huzuruna toplayacaktır.
فَأَمَّا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّـٰلِحَـٰتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَيَزِيدُهُم مِّن فَضْلِهِۦ ۖ وَأَمَّا ٱلَّذِينَ ٱسْتَنكَفُوا۟ وَٱسْتَكْبَرُوا۟ فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا أَلِيمًۭا ۖ وَلَا يَجِدُونَ لَهُم مِّن دُونِ ٱللَّهِ وَلِيًّۭا وَلَا نَصِيرًۭا
Fe emmelleżîne âmenû ve ‘amilû’ṣ-ṣâlihâti fe yuvaffîhim ucûrahum ve yezîduhum min faḍlih(i). Ve emmelleżînes tenkefû vesteḳberû fe yu‘azzibuhum ‘ażâben elîmâ. Ve lâ yecidûne lehum min dûnillâhi veliyyen ve lâ naṣîrâ.
İman edip salih ameller işleyenlere Allah, mükâfatlarını tam olarak verecek ve lütfundan onlara daha fazlasını da verecektir. İbadetten çekinip kibirlenenlere ise acı bir azapla azap edecek ve onlar, Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabileceklerdir.
يَـٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ قَدْ جَآءَكُم بُرْهَـٰنٌۭ مِّن رَّبِّكُمْ وَأَنزَلْنَآ إِلَيْكُمْ نُورًۭا مُّبِينًۭا
Yâ eyyuhen-nâsu qad câekum burhânun min rabbikum ve enzelnâ ileykum nûren mubînâ.
Ey insanlar! Size Rabbinizden bir delil geldi. Size apaçık bir nur indirdik.
فَأَمَّا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ بِٱللَّهِ وَٱعْتَصَمُوا۟ بِهِۦ فَسَيُدْخِلُهُمْ فِى رَحْمَةٍۢ مِّنْهُ وَفَضْلٍۢ وَيَهْدِيهِمْ إِلَيْهِ صِرَٰطًۭا مُّسْتَقِيمًۭا
Fe emmelleżîne âmenû billâhi va‘taṣamû bih(i), fe se yudḫiluhum fî raḥmetin minh(u) ve faḍl(in), ve yehdîhim ileyhi ṣırâṭan musteqîmâ.
Allah’a iman edip O’na sımsıkı sarılanları rahmetine ve lütfuna kavuşturacak ve onları kendisine giden dosdoğru yola iletecektir.
يَسْتَفْتُونَكَ قُلِ ٱللَّهُ يُفْتِيكُمْ فِى ٱلْكَلَـٰلَةِ ۚ إِنِ ٱمْرُؤٌ هَلَكَ لَيْسَ لَهُۥ وَلَدٌۭ وَلَهُۥٓ أُخْتٌۭ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَ ۚ وَهُوَ يَرِثُهَآ إِن لَّمْ يَكُن لَّهَا وَلَدٌۭ ۚ فَإِن كَانَتَا ٱثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا ٱلثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَ ۚ وَإِن كَانُوٓا۟ إِخْوَةًۭ رِّجَالًۭا وَنِسَآءًۭ فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ ٱلْأُنثَيَيْنِ ۗ يُبَيِّنُ ٱللَّهُ لَكُمْ أَن تَضِلُّوا۟ ۗ وَٱللَّهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌۭ
Yesteftûnek(e), qulillâhu yuftîkum fî’l-kelâleh(i). İn’imru’un heleke leyse lehû veledun ve lehû uḫtun fe lehâ nisfu mâ tereke, ve huve yerithuhâ in lem yekun lehâ veled(un). Fe in kânetâ isnetteyn(i) fe lehumâ’s-sülüseyn(i) mimmâ tereke. Ve in kânû iḫveten ricâlen ve nisâen fe li’żżeker(i) mislu ḥaẓẓi’l-unseyeyn(i). Yubeyyinullâhu lekum en taḍıllû, ve’llâhu bi kulli şey’in ‘alîm(un).
Sana miras hakkında fetva soruyorlar. De ki: Allah size kelâle (çocuksuz vefat eden kişi) hakkında fetva veriyor. Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür ve bir kız kardeşi varsa, onun yarısını alır. Kız kardeşin çocuğu yoksa, erkek kardeş onun tüm mirasını alır. Eğer iki kız kardeş varsa, mirasın üçte ikisini alırlar. Erkek ve kadın kardeşler varsa, erkeğe iki kadının payı kadar verilir. Allah, şaşırmayasınız diye açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilendir.