Al-i İmran Suresi (Ayet 1-50) – Tasavvuf Yolu

Al-i İmran Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1

الٓمٓ

Elif lâm mîm.

Elif, Lâm, Mîm.

2

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُۜ

Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm.

Allah, kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır.

3

نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَاَنْزَلَ التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۙ

Nezzele aleykel kitâbe bil hakkı musaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzelet tevrâte vel incîl.

O, sana Kitab’ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, daha önce Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti.

4

مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَاَنْزَلَ الْفُرْقَانَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍ

Min kablu huden lin nâsi ve enzelel furkân(e), innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîd(un), vallâhu azîzun zuntikâm(in).

İnsanlar için bir hidayet rehberi olarak. O, Furkan’ı (hak ile batılı ayıran ölçüyü) da indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.

5

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْfٰى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ

İnnallâhe lâ yahfâ aleyhi şey’un fîl ardı ve lâ fîs semâ’(i).

Şüphesiz, yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.

6

هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْfَ يَشَٓاءُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

Huvellezî yusavvirukum fîl erhâmi keyfe yeşâ’(u), lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîm(u).

Rahimlerde size dilediği gibi şekil veren O’dur. O’ndan başka ilah yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

7

هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۘ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(un), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(î), ve mâ ya’lemu te’vîlehu illallâh(u), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(i).

Sana Kitab’ı indiren O’dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım âyetler muhkem (anlamı açık)dir. Diğerleri ise müteşâbihtir (anlamı kapalı). Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu (kendi arzularına göre) yorumlamak için ondan müteşâbih olanlara uyarlar. Oysa onun yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise, “Ona inandık. Hepsi Rabbimizin katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.

8

رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ

Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledunke rahmeh(ten), inneke entel vehhâb(u).

“Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bağışla. Şüphesiz sen, çok lütufkârsın.”

9

رَبَّنَٓا اِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِfُ الْم۪يعَادَ

Rabbenâ inneke câmiun nâsi li yevmin lâ raybe fîh(i), innallâhe lâ yuhlifil mîâd(e).

“Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Muhakkak ki Allah, vaadinden dönmez.”

10

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِ

İnnellezîne keferû len tugniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi şey’â(en), ve ulâike hum vakûdun nâr(i).

Şüphesiz inkâr edenlere, ne malları ne de evlatları Allah’a karşı hiçbir fayda sağlamaz. İşte onlar, ateşin yakıtıdırlar.

11

كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّבُوا بِاٰיָתِنَا فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

Ke de’bi âli fir’avne vellezîne min kablihim, kezzebû bi âyâtinâ fe ehazehumullâhu bi zunûbihim, vallâhu şedîdul ikâb(i).

(Bunların durumu) tıpkı Firavun’un ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Âyetlerimizi yalanladılar da, Allah onları günahları sebebiyle yakaladı. Allah’ın azabı çok şiddetlidir.

12

قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْשَرُونَ اِلٰى جَهَنَّمَۜ وَבِئْسَ الْمِهَادُ

Kul lillezîne keferû se tuglebûne ve tuhşerûne ilâ cehennem(e), ve bi’sel mihâd(u).

İnkâr edenlere de ki: “Yenilgiye uğrayacak ve cehenneme sürüleceksiniz. O ne kötü bir yataktır!”

13

قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ

Kad kâne lekum âyetun fî fieteyniltekatâ, fietun tukâtilu fî sebîlillâhi ve uhrâ kâfiretun yerevnehum misleyhim ra’yel ayn(i), vallâhu yûeyyidu bi nasrihî men yeşâ(u), inne fî zâlike le ibreten li ulîl ebsâr(i).

Karşılaşan iki toplulukta sizin için bir ibret vardı. Biri Allah yolunda savaşıyordu, diğeri ise kâfir idi. Onları gözleriyle kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için bir ibret vardır.

14

זُיِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْעَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْיَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ

Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(i), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu husnul meâb(i).

Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan aşırı istek, insanlara süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçici menfaatidir. Varılacak güzel yer ise, Allah’ın katındadır.

15

قُلْ اَؤُנַבِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذٰلِكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَاَזْוָاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَרِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بَص۪ירٌ بِالْعِبَادِۚ

Kul e unebbiukum bi hayrin min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(i), vallâhu basîrun bil ıbâd(i).

De ki: “Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahipleri için Rableri katında, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah, kullarını hakkıyla görendir.

16

اَلَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّנَٓا اِنَّנَٓا اٰמَنَّا فَاغْفِرْ לَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Ellezîne yekûlûne rabbenâ innenâ âmennâ fagfir lenâ zunûbenâ ve kınâ azâben nâr(i).

Onlar, “Rabbimiz! Biz iman ettik. Günahlarımızı bağışla ve bizi ateş azabından koru” diyenlerdir.

17

اَلصَّابِر۪ينَ وَالصَّادِق۪ينَ وَالْقَانِת۪ينَ وَالْمُنْfِق۪ينَ وَالْمُسْتَغْفِر۪ينَ بِالْاَسْحَارِ

Es sâbirîne ves sâdikîne vel kânitîne vel munfikîne vel mustagfirîne bil eshâr(i).

Sabredenler, doğru olanlar, (Allah’a) gönülden itaat edenler, infak edenler ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.

18

شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ קَٓائِمًا بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْעَז۪يزُ الْحَك۪יםُ

Şehidallâhu ennehu lâ ilâhe illâ huve vel melâiketu ve ulûl ilmi kâimen bil kıst(ı), lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîm(u).

Allah, melekler ve ilim sahipleri, O’ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. O’ndan başka ilah yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

19

اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذ۪ينَ اُو۫תُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ בַּعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْעِلْمُ בַغْيًا بَيْنَهُمْۜ وَمَنْ يَכْفُرْ بِاٰיָתِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

İnned dîne indallâhil islâm(u), ve mahtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâb(i).

Şüphesiz Allah katında din, İslam’dır. Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çabuk görendir.

20

فَاِنْ حَٓاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّٰهِ وَمَنِ اتَّבَعَنِۜ وَقُلْ לِلَّذ۪ينَ اُو۫תُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّ۪ينَ ءَاَسْلَمْتُمْۜ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْבَلَاغُۜ وَاللّٰهُ بَص۪ירٌ بِالْعِبَادِ

Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(i), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(u), vallâhu basîrun bil ıbâd(i).

Eğer seninle tartışmaya girerlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla beraber kendimi Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: “Siz de teslim oldunuz mu?” Eğer teslim olurlarsa, doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen sadece tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir.

21

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَכْفُرُونَ بِاٰיָתِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّבِيّ۪ينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الَّذ۪ينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِۙ فَبَשׁِّרْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ

İnnellezîne yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayri hakkın ve yaktulûnellezîne ye’murûne bil kıstı minen nâsi fe beşşirhum bi azâbin elîm(in).

Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenleri, peygamberleri haksız yere öldürenleri ve insanlar arasından adaleti emredenleri öldürenleri elem dolu bir azapla müjdele.

22

اُو۬לٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ حَبِטَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْיَا وَالْاٰخِرَةِ وَمَا لَهُمْ مِنْ נَاصِر۪ينَ

Ulâikellezîne habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhireti ve mâ lehum min nâsırîn(e).

İşte onlar, amelleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiş olanlardır. Onların hiçbir yardımcıları yoktur.

23

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫תُوا נَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ اِلٰى כּِتَابِ اللّٰهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ وَهُمْ مُعْرِضُونَ

E lem tere ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yud’avne ilâ kitâbillâhi li yahkume beynehum summe yetevellâ ferîkun minhum ve hum mu’ridûn(e).

Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Aralarında hükmetmesi için Allah’ın kitabına çağrılıyorlar da, onlardan bir grup yüz çevirerek dönüyor.

24

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّנَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا מَعْدُودَاتٍ وَغَرَّهُمْ ف۪ي ד۪ينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

Zâlike bi ennehum kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdât(in), ve garrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn(e).

Bu, onların “Ateş bize, sayılı birkaç günden başka asla dokunmayacak” demeleri ve uydurdukları şeylerin dinlerinde kendilerini aldatması sebebiyledir.

25

فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْבَ ف۪يهِ وَوُفِّيَتْ כּُلُّ نَفْسٍ مَا כּَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

Fe keyfe izâ cema’nâhum li yevmin lâ raybe fîhi ve vuffiyet kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn(e).

Onları, hakkında şüphe olmayan bir günde topladığımız ve herkese kazandığının karşılığı, haksızlığa uğratılmadan tastamam verildiği zaman halleri nice olur?

26

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُعْطِي الْمُلْكَ مَنْ تَשَٓاءُ وَتَنْזِעُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَשَٓاءُ۠ وَتُעِזُّ مَنْ تَשَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَשَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪ירٌ

Kulillâhumme mâlikel mulki tu’til mulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâ(u), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ(u), bi yedikel hayr(u), inneke alâ kulli şey’in kadîr(un).

De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen, her şeye kadirsin.”

27

تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَتَرْזُقُ مَنْ تَשَٓاءُ بِغَيْرِ חِسَابٍ

Tûlicul leyle fîn nehâri ve tûlicun nehâre fîl leyl(i), ve tuhricul hayye minel meyyiti ve tuhricul meyyite minel hayy(i), ve terzuku men teşâu bi gayri hisâb(in).

“Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü de geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğini hesapsız rızıklandırırsın.”

28

لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ דُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ وَيُحَذِّרُكُمُ اللّٰهُ נَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪ירُ

Lâ yettehizil mu’minûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(e), ve men yef’al zâlike fe leyse minallâhi fî şey’in illâ en tettekû minhum tukâh(ten), ve yuhazzirukumullâhu nefseh(u), ve ilallâhil masîr(u).

Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, artık Allah ile hiçbir bağı kalmamıştır. Ancak onlardan (gelebilecek bir tehlikeden) sakınmanız başka. Allah, size kendisinden sakınmanızı emrediyor. Dönüş de ancak Allah’adır.

29

قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ اَوْ تُבْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪ירٌ

Kul in tuhfû mâ fî sudûrikum ev tubdûhu ya’lemhullâh(u), ve ya’lemu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ı), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(un).

De ki: “Göğüslerinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir. Allah, her şeye kadirdir.”

30

يَوْمَ تَجِدُ כּُلُّ نَفْسٍ مَا עَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًا وَمَا עَمِلَتْ مِنْ سُٓوءٍ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ בَيْنَهَا وَبَيْنَهُٓ اَمَدًا בَع۪يدًاۜ وَيُحَذِّרُكُمُ اللّٰهُ נَفْسَهُۜ وَاللّٰهُ רَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ

Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdaran ve mâ amilet min sûin teveddu lev enne beynehâ ve beynehu emeden baîdâ(en), ve yuhazzirukumullâhu nefseh(u), vallâhu raûfun bil ıbâd(i).

O gün herkes, yaptığı her hayrı ve her kötülüğü hazır bulur. (Kötülük yapan) ister ki, kendisiyle o (kötülük) arasında uzak bir mesafe olsun. Allah, size kendisinden sakınmanızı emrediyor. Allah, kullarına karşı çok şefkatlidir.

31

قُلْ اِنْ כּُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّבِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ רَح۪יםٌ

Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm(un).

De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

32

قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ

Kul etîûllâhe ver resûl(e), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhıbbul kâfirîn(e).

De ki: “Allah’a ve Resûlüne itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah kâfirleri sevmez.

33

اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَנُوحًا وَاٰلَ اِبْرٰه۪يمَ وَاٰلَ عِمْرٰןَ عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ

İnnallâhastafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle imrâne alel âlemîn(e).

Şüphesiz Allah, Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemlere üstün kıldı.

34

ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪יםٌ

Zurriyyeten ba’duhâ min ba’d(ın), vallâhu semîun alîm(un).

Onlar birbirlerinden gelen bir nesildir. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

35

اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰןَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّרًا فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّמ۪يعُ الْعَل۪יםُ

İz kâletimraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm(u).

Hani İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdakini, (her türlü dünya meşguliyetinden) âzâd edilmiş olarak sana adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen, hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti.

36

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي وَضَعْتُهَٓا اُنْثٰىۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْۜ وَلَيْسَ الذَّכּَرُ كَالْاُنْثٰىۚ وَاِنّ۪ي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَاِنّ۪ٓي اُע۪يذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّיْطَانِ الرَّج۪يمِ

Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ, vallâhu a’lemu bi mâ vadaat, ve leysed zekeru kel unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mineş şeytânir racîm(i).

Onu doğurunca, -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- “Rabbim! Onu kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu da, soyunu da kovulmuş şeytandan sana sığındırırım” dedi.

37

فَتَقَبَّلَهَا רַבُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْבَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا זَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا זَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا רِזْقًاۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ עِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْזُقُ مَنْ يَשَٓاءُ بِغَيْرِ חِسَابٍ

Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen ve keffelehâ zekeriyyâ, kullemâ dehale aleyhâ zekeriyyel mihrâbe vecede indehâ rızkâ(n), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ, kâlet huve min indillâh(i), innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hisâb(in).

Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Onu Zekeriyya’nın himayesine verdi. Zekeriyya, ne zaman onun yanına, mabede girse, yanında bir rızık bulurdu. “Ey Meryem! Bu sana nereden?” derdi. O da “Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır” derdi.

38

هُنَالِكَ דَعَا זَكَرِيَّا רַבَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّבَةًۚ اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّעَٓاءِ

Hunâlike deâ zekeriyyâ rabbeh(u), kâle rabbi heb lî min ledunke zurriyyeten tayyibeh(ten), inneke semîud duâ’(i).

Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil ver. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin” dedi.

39

فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ קَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ اَنَّ اللّٰهَ يُבַשׁِّرُكَ بِيَحْيٰى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَנَبِيًّا مِنَ الصَّالِح۪ينَ

Fe nâdethul melâiketu ve huve kâimun yusallî fîl mihrâbi, ennallâhe yubeşşiruke bi yahyâ musaddikan bi kelimetin minallâhi ve seyyiden ve hasûran ve nebiyyen mines sâlihîn(e).

O, mihrapta durmuş namaz kılarken, melekler ona seslendiler: “Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi (Îsâ’yı) doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeliyor.”

40

قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌۜ قَالَ كَذٰلِكَ اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ

Kâle rabbi ennâ yekûnu lî gulâmun ve kad beleganiyel kiberu vemraetî âkir(un), kâle kezâlikellâhu yef’alu mâ yeşâ(u).

Dedi ki: “Rabbim! Bana yaşlılık gelip çatmış, karım da kısır iken, benim nasıl bir oğlum olabilir?” (Allah) “Öyledir. Allah dilediğini yapar” buyurdu.

41

قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍ اِلَّا רَمْזًاۜ وَاذْكُرْ רַבَّكَ כּَث۪ירًا وَسَبِّحْ بِالْعَשِيِّ وَالْاِبْكَارِ

Kâle rabbic’al lî âyeh(ten), kâle âyetuke ellâ tukellimen nâse selâsete eyyâmin illâ remzâ(en), vezkur rabbeke kesîran ve sebbih bil aşiyyi vel ibkâr(i).

Dedi ki: “Rabbim! Bana bir alâmet ver.” (Allah) “Senin alâmetin, işaretle anlaşma dışında, üç gün insanlarla konuşmamandır. Rabbini çok zikret. Akşam ve sabah O’nu tesbih et” buyurdu.

42

وَاِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيكِ وَطَهَّרَكِ وَاصْطَفٰيكِ عَلٰى נِسَٓاءِ الْعَالَم۪ينَ

Ve iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâil âlemîn(e).

Hani melekler demişlerdi ki: “Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarına üstün kıldı.”

43

يَا مَرْيَمُ اقْنُת۪ي לِرَبِّكِ وَاسْجُد۪ي وَارْكَع۪ي مَعَ الرَّاكِع۪ينَ

Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkeî mear râkiîn(e).

“Ey Meryem! Rabbine gönülden itaat et, secdeye kapan ve rükû edenlerle beraber rükû et.”

44

ذٰلِكَ مِنْ اَنْבَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۜ وَמَا כּُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَכْفُلُ مَرْيَمَ وَمَا כּُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ

Zâlike min enbâil gaybi nûhîhi ileyk(e), ve mâ kunte ledeyhim iz yulkûne aklâmehum eyyuhum yekfulu meryeme ve mâ kunte ledeyhim iz yahtesımûn(e).

İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem’i kim himayesine alacak diye kalemlerini (kur’a için) atarlarken sen onların yanında değildin. Ve onlar bu konuda çekişirlerken de yanlarında değildin.

45

اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُבַשׁِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُ اسْمُهُ الْمَس۪يحُ ע۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَج۪يهًا فِي الدُّنْיَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُקَرَّב۪ينَۙ

İz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minhusmuhul mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fîd dunyâ vel âhireti ve minel mukarrabîn(e).

Hani melekler demişlerdi ki: “Ey Meryem! Allah seni, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de şereflidir ve (Allah’a) yakın olanlardandır.”

46

وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَכَهْلًا وَمِنَ الصَّالِح۪ينَ

Ve yukellimun nâse fîl mehdi ve kehlen ve mines sâlihîn(e).

“Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır ve sâlihlerdendir.”

47

قَالَتْ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْن۪ي בَשَرٌۜ قَالَ כּَذٰلِكِ اللّٰهُ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ اِذَا קَضٰٓى اَمْرًا פَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ כּُنْ فَيَكُونُ

Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(un), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ(u), izâ kadâ emran fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(u).

(Meryem) dedi ki: “Rabbim! Bana bir beşer dokunmadığı halde, benim nasıl bir çocuğum olabilir?” (Allah) “Öyledir. Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece ‘Ol!’ der, o da oluverir” buyurdu.

48

وَيُعَلِّمُهُ الْكِתَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْרٰيةَ وَالْاِنْج۪ילَ

Ve yuallimuhul kitâbe vel hikmete vet tevrâte vel incîl(e).

“Ona Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecektir.”

49

وَرَسُولًا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَنّ۪ي قَدْ جِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ اَنّ۪ٓي اَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطّ۪ينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ فَاَنْفُخُ ف۪يهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِاِذْنِ اللّٰهِ وَاُבْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ وَاُحْيِ الْمَوْتٰى بِاِذْنِ اللّٰهِ وَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ ف۪ي بُيُوتِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

Ve resûlen ilâ benî isrâîle ennî kad ci’tukum bi âyetin min rabbikum, ennî ahluku lekum minet tîni ke hey’etit tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran bi iznillâh(i), ve ubriul ekmehe vel ebrasa ve uhyîl mevtâ bi iznillâh(i), ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve mâ teddehirûne fî buyûtikum, inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn(e).

“Ve (onu) İsrailoğullarına bir peygamber olarak (gönderecektir). (O şöyle der:) ‘Ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben sizin için çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim, o da Allah’ın izniyle hemen bir kuş oluverir. Anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yediğinizi ve ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, şüphesiz bunda sizin için bir delil vardır.'”

50

وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْרٰيةِ وَلِاُحِلَّ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِ

Ve musaddikan limâ beyne yedeyye minet tevrâti ve li uhılle lekum ba’dallezî hurrime aleykum ve ci’tukum bi âyetin min rabbikum fettekûllâhe ve etîûn(i).

“Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak için geldim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.”

Al-i İmran Suresi (Ayet 51-100) – Tasavvuf Yolu

51

اِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

İnnallâhe rabbî ve rabbukum fa’budûh(u), hâzâ sırâtun mustekîm(un).

“Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur.”

52

فَلَمَّٓا اَحَسَّ ع۪يسٰى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِۚ اٰمَنَّا بِاللّٰهِۚ وَاشْهَدْ بِاَنَّا مُسْلِمُونَ

Fe lemmâ ehassse îsâ min humul kufre kâle men ensârî ilallâh(i), kâlel havâriyyûne nahnu ensârullâh(i), âmennâ billâh(i), veşhed bi ennâ muslimûn(e).

Îsâ, onlardaki inkârı sezince, “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havariler, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız. Allah’a inandık. Şahit ol ki, biz Müslümanlarız” dediler.

53

رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ

Rabbenâ âmennâ bi mâ enzelte vetteba’nâr resûle fektubnâ meaş şâhidîn(e).

“Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi şahitlerle beraber yaz.”

54

وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ

Ve mekerû ve mekarallâh(u), vallâhu hayrul mâkirîn(e).

Onlar (inkârcılar) bir tuzak kurdular. Allah da (onlara) bir tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.

55

اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسٰٓى اِنّ۪ي مُتَوَف۪يكَ وَرَافِعُكَ اِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِfُونَ

İz kâlellâhu yâ îsâ innî muteveffîke ve râfiuke ileyye ve mutahhiruke minellezîne keferû ve câilullezînettebeûke fevkallezîne keferû ilâ yevmil kıyâmeh(ti), summe ileyye merciukum fe ahkumu beynekum fîmâ kuntum fîhi tahtelifûn(e).

Hani Allah şöyle buyurmuştu: “Ey Îsâ! Şüphesiz, senin hayatına ben son vereceğim ve seni kendime yükselteceğim. Seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar inkâr edenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz ancak banadır. O zaman, ayrılığa düştüğünüz konularda aranızda hüküm vereceğim.”

56

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۖ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ

Fe emmellezîne keferû fe uazzibuhum azâben şedîden fîd dunyâ vel âhireti, ve mâ lehum min nâsırîn(e).

“İnkâr edenlere gelince, onlara dünyada ve ahirette şiddetli bir azapla azap edeceğim. Onların hiçbir yardımcıları yoktur.”

57

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ

Ve emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yuveffîhim ucûrahum, vallâhu lâ yuhibbuz zâlimîn(e).

“İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onların mükâfatlarını tastamam verir. Allah, zalimleri sevmez.”

58

ذٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْاٰيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ

Zâlike netlûhu aleyke minel âyâti vez zikril hakîm(i).

İşte bu, sana okuduğumuz âyetlerden ve hikmet dolu Zikir’dendir (Kur’an’dandır).

59

اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(e), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(u).

Şüphesiz, Allah katında Îsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra da ona “Ol!” dedi, o da oluverdi.

60

اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ

El hakku min rabbike fe lâ tekun minel mumterîn(e).

Hak, Rabbindendir. O halde sakın şüphe edenlerden olma.

61

فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُsَنَا وَاَنْفُsَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ

Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke minel ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi alel kâzibîn(e).

Sana ilim geldikten sonra, bu konuda seninle tartışanlara de ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah’ın lanetini yalancıların üzerine kılalım.”

62

اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

İnne hâzâ le huvel kasasul hakk(u), ve mâ min ilâhin illallâh(u), ve innallâhe le huvel azîzul hakîm(u).

Şüphesiz bu, gerçek bir kıssadır. Allah’tan başka ilah yoktur. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

63

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ

Fe in tevellev fe innallâhe alîmun bil mufsidîn(e).

Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah bozguncuları hakkıyla bilendir.

64

قُلْ يَآ اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـًٔا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ

Kul yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na’bude illallâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehıze ba’dunâ ba’dan erbâben min dûnillâh(i), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn(e).

De ki: “Ey Kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmeyelim.’ Eğer yüz çevirirlerse, ‘Şahit olun ki, biz Müslümanlarız’ deyin.”

65

يَآ اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَمَٓا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

Yâ ehlel kitâbi lime tuhâccûne fî ibrâhîme ve mâ unziletit tevrâtu vel incîlu illâ min ba’dih(î), e fe lâ ta’kılûn(e).

Ey Kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Aklınızı kullanmıyor musunuz?

66

هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

Hâ entum hâulâi hâcectum fîmâ lekum bihî ilmun fe lime tuhâccûne fîmâ leyse lekum bihî ilm(un), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(e).

İşte siz böyle kimselersiniz. Hakkında bilginiz olan konuda tartıştınız. Peki, hakkında hiçbir bilginiz olmayan konuda niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.

67

مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

Mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen muslimâ(en), ve mâ kâne minel muşrikîn(e).

İbrahim, ne Yahudi idi ne de Hristiyan. Fakat o, hanîf (doğruya yönelen) bir Müslümandı. Müşriklerden de değildi.

68

اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ

İnne evlen nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu ve hâzen nebiyyu vellezîne âmenû, vallâhu veliyyul mu’minîn(e).

Şüphesiz, insanlardan İbrahim’e en yakın olanlar, ona uyanlar, bu Peygamber (Muhammed) ve iman edenlerdir. Allah, mü’minlerin dostudur.

69

وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُsَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ

Veddet tâifetun min ehlil kitâbi lev yudillûnekum, ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn(e).

Kitap ehlinden bir grup, sizi saptırmak istediler. Halbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar da farkında olmazlar.

70

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْfُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ

Yâ ehlel kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi ve entum teşhedûn(e).

Ey Kitap ehli! Göz göre göre niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?

71

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Yâ ehlel kitâbi lime telbisûnel hakka bil bâtılı ve tektumûnel hakka ve entum ta’lemûn(e).

Ey Kitap ehli! Niçin hakkı bâtılla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?

72

وَقَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اٰمِنُوا بِالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْfُرُٓوا اٰخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

Ve kâlet tâifetun min ehlil kitâbi âminû billezî unzile alellezîne âmenû vechen nehâri vekfurû âhirehu leallehum yerciûn(e).

Kitap ehlinden bir grup dedi ki: “İman edenlere indirilene günün başında inanın, sonunda inkâr edin. Umulur ki dönerler.”

73

وَلَا تُؤْمِنُٓوا اِلَّا لِمَنْ تَبِעَ ד۪ינَكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِ اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُو۫ת۪يتُمْ اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْفَضْلَ בِيَدِ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪יםٌ

Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(i), yu’tîhi men yeşâ(u), vallâhu vâsiun alîm(un).

“Sizin dininize uyanlardan başkasına inanmayın.” De ki: “Şüphesiz hidayet, Allah’ın hidayetidir. Size verilenin bir benzerinin bir başkasına verilmesinden veya Rabbinizin huzurunda size karşı delil getireceklerinden (dolayı mı böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Lütuf, Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”

74

يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪יםِ

Yahtassu bi rahmetihî men yeşâ(u), vallâhu zul fadlil azîm(i).

Rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük lütuf sahibidir.

75

وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ קَٓائِمًاۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪ينَ سَب۪ילٌ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

Ve min ehlil kitâbi men in te’menhu bi kıntârin yueddihî ileyk(e), ve minhum men in te’menhu bi dînârin lâ yueddihî ileyke illâ mâ dumte aleyhi kâimâ(en), zâlike bi ennehum kâlû leyse aleynâ fîl ummiyyîne sebîl(un), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(e).

Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle emanet bıraksan, onu sana geri verir. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilmedikçe onu sana geri vermez. Bu, onların “Ümmîlere (Yahudi olmayanlara) karşı bize bir sorumluluk yoktur” demeleri sebebiyledir. Onlar bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.

76

بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ

Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(e).

Hayır! Kim ahdini yerine getirir ve sakınırsa, şüphesiz Allah takva sahiplerini sever.

77

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا קَل۪ילًا اُو۬לٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰמَةِ وَلَا يُזَכּ۪يهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halâka lehum fîl âhireti ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm(un).

Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir değere satanlara gelince, onların ahirette bir nasibi yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlar için elem dolu bir azap vardır.

78

وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقًا يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِתَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِתَابِ وَמَا هُوَ مِنَ الْكِתَابِۚ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَמَا هُوَ مِنْ עِنْدِ اللّٰهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

Ve inne minhum le ferîkan yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâbi ve mâ huve minel kitâb(i), ve yekûlûne huve min indillâhi ve mâ huve min indillâhi ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(e).

Onlardan bir grup vardır ki, Kitap’tan olmadığı halde, Kitap’tan sanasınız diye dillerini Kitap’la eğip bükerler. “Bu Allah katındandır” derler. Halbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.

79

مَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُؤْتِيَهُ اللّٰهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَادًا ل۪ي مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ كُونُوا רַבَّانِيّ۪ينَ بِمَا כּُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَבِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَ

Mâ kâne li beşerin en yu’tiyehullâhul kitâbe vel hukme ven nubuvvete summe yekûle lin nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûnel kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn(e).

Hiçbir beşere, Allah’ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra, insanlara “Allah’ı bırakıp bana kul olun” demesi yaraşmaz. Aksine, “Kitabı öğrettiğinize ve okuyup incelediğinize göre, Rabbe kul olanlar olun” (der).

80

وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّבِيّ۪ينَ اَرْבَابًاۜ اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُfْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

Ve lâ ye’murakum en tettehizûl melâikete ven nebiyyîne erbâbâ(en), e ye’murukum bil kufri ba’de iz entum muslimûn(e).

Ve size melekleri ve peygamberleri rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslümanlar olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?

81

وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّבِيّ۪ينَ لَمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِתَابٍ وَחِكْمَةٍ ثُمَّ جَٓاءَكُمْ רَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ

Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(u), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(e).

Hani Allah peygamberlerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, yanınızdakini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona yardım edeceksiniz” diye sağlam bir söz almıştı. “Kabul ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” dedi. “Kabul ettik” dediler. “O halde şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” dedi.

82

فَمَنْ تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

Fe men tevellâ ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûn(e).

Artık kim bundan sonra yüz çevirirse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.

83

اَفَغَيْرَ ד۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ ف۪ي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ

E fe gayra dînillâhi yebgûne ve lehu esleme men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve ileyhi yurceûn(e).

Onlar, Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O’na teslim olmuştur. Ve onlar ancak O’na döndürüleceklerdir.

84

قُلْ اٰמَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْזِلَ عَلَيْنَا وَמَٓا اُنْזِلَ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰע۪ילَ وَاِسْחٰقَ وَيَعْقُובَ وَالْاَسْبَاطِ وَמَٓا اُو۫תِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَالنَّבِيُّونَ مِنْ רַבِّهِمْ لَا נُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ وَנَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ

Kul âmennâ billâhi ve mâ unzile aleynâ ve mâ unzile alâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ven nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimûn(e).

De ki: “Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Mûsâ’ya, Îsâ’ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz O’na teslim olanlarız.”

85

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ ד۪ينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

Ve men yebtegı gayrel islâmi dînen fe len yukbele minh(u), ve huve fîl âhireti minel hâsirîn(e).

Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki o, kendisinden asla kabul edilmeyecektir. O, ahirette de hüsrana uğrayanlardandır.

86

كَيْفَ يَهْدِي اللّٰهُ قَوْمًا כּَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ وَשَهِدُٓوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ

Keyfe yehdîllâhu kavmen keferû ba’de îmânihim ve şehidû enner resûle hakkun ve câehumul beyyinât(u), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(e).

İman ettikten, Peygamber’in hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkâr eden bir topluluğu Allah nasıl hidayete erdirir? Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

87

اُو۬לٰٓئِكَ جَזَٓاؤُهُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ

Ulâike cezâuhum enne aleyhim la’netallâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn(e).

İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetinin üzerlerine olmasıdır.

88

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا لَا يُخَفَّفُ עَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ

Hâlidîne fîhâ, lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn(e).

Orada ebedi kalacaklardır. Onlardan azap hafifletilmez ve onlara mühlet de verilmez.

89

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ בַּعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ רَح۪יםٌ

İllellezîne tâbû min ba’di zâlike ve aslehû fe innallâhe gafûrun rahîm(un).

Ancak bundan sonra tövbe edip durumlarını düzeltenler müstesna. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

90

اِنَّ الَّذ۪ينَ כּَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا כּُفْرًا لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْ وَاُو۬לٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ

İnnellezîne keferû ba’de îmânihim summezdâdû kufran len tukbele tevbetuhum, ve ulâike humud dâllûn(e).

İman ettikten sonra inkâr eden, sonra da inkârlarını artıranların tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, sapkınların ta kendileridir.

91

اِنَّ الَّذ۪ينَ כּَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ מِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَبًا وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ اُو۬לٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ وَمَا لَهُمْ مِنْ נَاصِر۪ينَ

İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun fe len yukbele min ehadihim mil’ul ardı zeheben ve leviftedâ bih(î), ulâike lehum azâbun elîmun ve mâ lehum min nâsırîn(e).

İnkâr edip de kâfir olarak ölenlere gelince, onlardan birinin, yeryüzü dolusu altını fidye olarak verse bile, asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

92

لَنْ تَنَالُوا الْבِرَّ حَتّٰى تُנْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُנْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪יםٌ

Len tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn(e), ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîm(un).

Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.

93

كُلُّ الطَّעَامِ كَانَ حِلًّا לِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِلَّا مَا حَرَّمَ اِسْرَٓاء۪ילُ عَلٰى نَفْسِه۪ مِنْ قَبْلِ اَنْ تُנَזَّلَ التَّوْרٰيةُۜ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْרٰيةِ فَاتْلُوهَا اِنْ כּُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

Kullut taâmi kâne hillen li benî isrâîle illâ mâ harreme isrâîlu alâ nefsihî min kabli en tunezzelet tevrâh(tu), kul fe’tû bit tevrâti fetlûhâ in kuntum sâdikîn(e).

Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldıkları dışında, bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, Tevrat’ı getirin de okuyun.”

94

فَمَنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَاُو۬לٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

Fe menifterâ alâllâhil kezibe min ba’di zâlike fe ulâike humuz zâlimûn(e).

Artık kim bundan sonra Allah’a karşı yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

95

قُلْ صَدَقَ اللّٰهُ فَاَتَّבِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ חَن۪يفًا وَمَا כָּןَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ(en), ve mâ kâne minel muşrikîn(e).

De ki: “Allah doğru söyledi. O halde hanîf (doğruya yönelen) olarak İbrahim’in dinine uyun. O, müşriklerden değildi.”

96

اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُבَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَ

İnne evvele beytin vudia lin nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden lil âlemîn(e).

Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ev, Mekke’deki, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan (Kâbe)’dir.

97

ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَ وَمَنْ دَخَلَهُ כָּןَ اٰمِنًاۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًاۜ وَمَنْ כּَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ

Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm(e), ve men dehalehu kâne âminâ(en), ve lillâhi alen nâsi hiccul beyti menistetâa ileyhi sebîlâ(en), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun anil âlemîn(e).

Orada apaçık deliller, İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren güvende olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Kim de inkâr ederse, bilsin ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir (zengindir).

98

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِתَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا تَعْمَلُونَ

Kul yâ ehlel kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi, vallâhu şehîdun alâ mâ ta’melûn(e).

De ki: “Ey Kitap ehli! Allah yaptıklarınıza şahit iken, niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?”

99

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِתَابِ لِمَ تَصُدُّونَ עَنْ سَب۪ילِ اللّٰهِ مَنْ اٰמَنَ تَبْغُونَهَا עِوَجًا وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ وَמَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ עַמَّا تَعْمَلُونَ

Kul yâ ehlel kitâbi lime tesuddûne an sebîlillâhi men âmene tebgûnehâ ivecen ve entum şuhedâ(u), ve mallâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(e).

De ki: “Ey Kitap ehli! Siz (gerçeğe) şahit olduğunuz halde, niçin iman edenleri Allah yolundan çeviriyor, onu eğri göstermek istiyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.”

100

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰמَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقًا مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫תُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ כּَافِر۪ينَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû in tutîû ferîkan minellezîne ûtûl kitâbe yeruddûkum ba’de îmânikum kâfirîn(e).

Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi tekrar inkâra döndürürler.

Al-i İmran Suresi (Ayet 101-120) – Tasavvuf Yolu

101

وَكَيْfَ تَكْfُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Ve keyfe tekfurûne ve entum tutlâ aleykum âyâtullâhi ve fîkum resûluh(u), ve men ya’tesim billâhi fe kad hudiye ilâ sırâtın mustekîm(in).

Allah’ın âyetleri size okunup dururken ve O’nun Resûlü de aranızda iken nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa, muhakkak ki o, doğru bir yola iletilmiştir.

102

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(e).

Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.

103

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Va’tasımû bi habbillâhi cemîan ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(en), ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(e).

Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de, O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah, size âyetlerini böyle açıklar ki, hidayete eresiniz.

104

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker(i), ve ulâike humul muflihûn(e).

İçinizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

105

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ

Ve lâ tekûnû kellezîne teferrakû vahtelefû min ba’di mâ câehumul beyyinât(u), ve ulâike lehum azâbun azîm(un).

Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.

106

يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

Yevme tebyaddu vucûhun ve tesveddu vucûh(un), fe emmellezînesveddet vucûhuhum e kefertum ba’de îmânikum fe zûkûl azâbe bimâ kuntum tekfurûn(e).

O gün birtakım yüzler ağarır, birtakım yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkâr mı ettiniz? O halde inkâr etmenizden dolayı azabı tadın!” (denir).

107

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Ve emmellezînebyaddat vucûhuhum fe fî rahmetillâh(i), hum fîhâ hâlidûn(e).

Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

108

تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعَالَم۪ينَ

Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakk(ı), ve mâllâhu yurîdu zulmen lil âlemîn(e).

Bunlar, Allah’ın âyetleridir. Onları sana hak olarak okuyoruz. Allah, âlemlere zulmetmek istemez.

109

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ

Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ı), ve ilallâhi turceul umûr(u).

Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.

110

كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ

Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(i), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(e).

Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan inananlar da var, fakat çoğu yoldan çıkmışlardır.

111

لَنْ يَضُرُّوكُمْ اِلَّٓا اَذًىۜ وَاِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ

Len yadurrûkum illâ ezâ(n), ve in yukâtilûkum yuvellûkumul edbâra summe lâ yunsarûn(e).

Onlar size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa, arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez.

112

ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللّٰهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ

Duribet aleyhimuz zilletu eyne mâ sukıfû illâ bi hablin minallâhi ve hablin minen nâsi ve bâû bi gadabin minallâhi ve duribet aleyhimul meskeneh(tu), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnel enbiyâe bi gayri hakk(ın), zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(e).

Nerede bulunsalar, Allah’ın ipine ve insanların ipine (güvencesine) sığınanlar başka, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur. Allah’ın gazabına uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri sebebiyledir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir.

113

لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ

Leysû sevâ’(en), min ehlil kitâbi ummetun kâimetun yetlûne âyâtillâhi ânâel leyli ve hum yescudûn(e).

Onların hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah’ın âyetlerini okuyan ve secde eden bir topluluk vardır.

114

يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ مِنَ الصَّالِح۪ينَ

Yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yusâriûne fîl hayrât(i), ve ulâike mines sâlihîn(e).

Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten menederler ve hayırlı işlerde yarışırlar. İşte onlar sâlihlerdendir.

115

وَمَا يَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَلَنْ يُكْفَرُوهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالْمُتَّق۪ينَ

Ve mâ yef’alû min hayrin fe len yukferûh(u), vallâhu alîmun bil muttekîn(e).

Onların yaptıkları hiçbir hayır inkâr edilmeyecektir. Allah, takva sahiplerini hakkıyla bilendir.

116

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

İnnellezîne keferû len tugniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi şey’â(en), ve ulâike ashâbun nâr(i), hum fîhâ hâlidûn(e).

Şüphesiz inkâr edenlere, ne malları ne de evlatları Allah’a karşı hiçbir fayda sağlamaz. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

117

مَثَلُ مَا يُنْfِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُsَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُsَهُمْ يَظْلِمُونَ

Meselu mâ yunfikûne fî hâzihil hayâtid dunyâ ke meseli rîhin fîhâ sırrun esâbet harse kavmin zalemû enfusehum fe ehleketh(u), ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin enfusehum yazlimûn(e).

Onların bu dünya hayatında harcadıklarının durumu, kendilerine zulmetmiş bir topluluğun ekinlerini vurup da mahveden dondurucu bir rüzgârın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

118

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًاۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْf۪ي صُدُورُهُمْ اَكْبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû bitâneten min dûnikum lâ ye’lûnekum habâlâ(en), veddû mâ anittum, kad bedetil bagdâu min efvâhihim, ve mâ tuhfî sudûruhum ekber(u), kad beyyennâ lekumul âyâti in kuntum ta’kılûn(e).

Ey iman edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten geri durmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklınızı kullanırsanız, size âyetleri açıkladık.

119

هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰמَنَّا وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪יםٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tu’minûne bil kitâbi kullih(î), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(ı), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(i).

İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler. Siz kitabın tamamına inanırsınız. Sizinle karşılaştıkları zaman “İnandık” derler. Kendi başlarına kaldıkları zaman da, size karşı olan kinlerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Kininizle geberin!” Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü hakkıyla bilendir.

120

اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۖ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ

İn temseskum hasenetun tesu’hum, ve in tusibkum seyyietun yefrahû bihâ, ve in tasbirû ve tettekû lâ yadurrukum keyduhum şey’â(en), innallâhe bimâ ya’melûne muhît(un).

Size bir iyilik dokunsa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, buna sevinirler. Eğer sabreder ve sakınırsanız, onların tuzağı size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını kuşatandır.

Al-i İmran Suresi (Ayet 121-150) – Tasavvuf Yolu

121

وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ

Ve iz gadavte min ehlike tubevviul mu’minîne makâide lil kıtâl(i), vallâhu semîun alîm(un).

Hani sen, mü’minleri savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, sabah erken ailenden ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

122

اِذْ هَمَّتْ طَٓائِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَا وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

İz hemmet tâifetâni minkum en tefşelâ vallâhu veliyyuhumâ, ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn(e).

Hani sizden iki grup, Allah onların yardımcısı olduğu halde, bozguna uğramaktan (korkup geri çekilmekten) çekinmişti. Mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.

123

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Ve lekad nasarakumullâhu bi bedrin ve entum ezilleh(tun), fettekûllâhe leallekum teşkurûn(e).

Andolsun, siz zayıf durumda iken, Allah size Bedir’de yardım etmişti. O halde Allah’tan korkun ki şükredesiniz.

124

اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ اَلَنْ يَكْfِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلٰثَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُنْزَل۪ينَ

İz tekûlu lil mu’minîne e len yekfiyekum en yumiddekum rabbukum bi selâseti âlâfin minel melâiketi munzelîn(e).

Hani sen mü’minlere, “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melekle size yardım etmesi yetmez mi?” diyordun.

125

بَلٰٓى اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ

Belâ in tasbirû ve tettekû ve ye’tûkum min fevrihim hâzâ yumdidkum rabbukum bi hamseti âlâfin minel melâiketi musevvimîn(e).

Evet! Eğer sabreder ve sakınırsanız, onlar bu anında üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım eder.

126

وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ

Ve mâ cealehullâhu illâ buşrâ lekum ve li tatmeinne kulûbukum bih(î), ve men nasru illâ min indillâhil azîzil hakîm(i).

Allah bunu ancak size bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Zafer, ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah katındandır.

127

لِيَقْطَعَ طَرَفًا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ

Li yaktaa tarafen minellezîne keferû ev yekbitehum fe yenkalibû hâibîn(e).

İnkâr edenlerden bir kısmını kessin veya onları perişan etsin de, umutsuz olarak geri dönsünler diye (bunu yaptı).

128

لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ

Leyse leke minel emri şey’un ev yetûbe aleyhim ev yuazzibehum fe innehum zâlimûn(e).

Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. O, ya onların tövbelerini kabul eder, ya da onlara azap eder. Çünkü onlar zalimlerdir.

129

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ يَغْfِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ı), yagfiru li men yeşâu ve yuazzibu men yeşâ(u), vallâhu gafûrun rahîm(un).

Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

130

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافًا مُضَاعَفَةًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulûr ribâ ad’âfen mudâafeh(ten), vettekûllâhe leallekum tuflihûn(e).

Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.

131

وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ

Vettekûn nârelletî uiddet lil kâfirîn(e).

Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının.

132

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

Ve etîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn(e).

Allah’a ve Resûlüne itaat edin ki size merhamet edilsin.

133

وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْfِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ

Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttakîn(e).

Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, takva sahipleri için hazırlanmış cennete koşun.

134

اَلَّذ۪ينَ يُنْfِقُونَ فِي السَّרَّٓاءِ وَالضَّרَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ

Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(i), vallâhu yuhibbul muhsinîn(e).

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanları affedenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.

135

وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُsَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْfِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ

Vellezîne izâ fealû fâhişeten ev zalemû enfusehum zekerûllâhe festagferû li zunûbihim, ve men yagfiruz zunûbe illallâhu ve lem yusırrû alâ mâ fealû ve hum ya’lemûn(e).

Onlar, bir hayâsızlık yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı anarlar ve günahları için bağışlanma dilerler. Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar, bile bile yaptıklarında ısrar etmezler.

136

اُو۬לٰٓئِكَ جَזَٓاؤُهُمْ מَغْفِرَةٌ مِنْ רַבِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَנִعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ

Ulâike cezâuhum magfiretun min rabbihim ve cennâtun tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, ve ni’me ecrul âmilîn(e).

İşte onların mükâfatı, Rablerinden bir bağışlanma ve altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlerdir. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir!

137

قَدْ خَلَتْ مِنْ קَبْلِكُمْ سُنَنٌ فَس۪ירُوا فِي الْاَرْضِ פَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّב۪ينَ

Kad halet min kablikum sunenun fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(e).

Sizden önce nice (milletler hakkında) kanunlar gelip geçmiştir. Yeryüzünde dolaşın da, yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın.

138

هٰذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ

Hâzâ beyânun lin nâsi ve huden ve mev’ızatun lil muttakîn(e).

Bu, insanlar için bir açıklama, takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.

139

وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْזَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum mu’minîn(e).

Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer (gerçekten) inanıyorsanız, en üstün olan sizlersiniz.

140

اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُۜ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ נُדَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَۙ

İn yemseskum karhun fe kad messel kavme karhun misluh(u), ve tilkel eyyâmu nudâviluhâ beynen nâs(i), ve li ya’lemallâhullezîne âmenû ve yettehıze minkum şuhedâ(e), vallâhu lâ yuhibbuz zâlimîn(e).

Eğer size bir yara dokunduysa, o topluluğa da benzeri bir yara dokunmuştur. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz. Allah’ın, iman edenleri ortaya çıkarması ve sizden şahitler edinmesi için. Allah, zalimleri sevmez.

141

وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰמَنُوا وَיَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ

Ve li yumahhisallâhullezîne âmenû ve yemhakal kâfirîn(e).

Bir de Allah, iman edenleri arındırmak ve kâfirleri helak etmek için (böyle yapar).

142

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ

Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ya’lemillâhullezîne câhedû minkum ve ya’lemes sâbirîn(e).

Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri ve sabredenleri belli etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

143

وَلَقَدْ כּُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ קَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُ فَقَدْ רَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ

Ve lekad kuntum temennevnel mevte min kabli en telkavhu fe kad raeytumûhu ve entum tenzurûn(e).

Andolsun, siz onunla karşılaşmadan önce ölümü temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.

144

وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا רَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ קَبْلِهِ الرُّسُلُۜ اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ קُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى עَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ وَسَيَجْזِي اللّٰهُ الشَّاכּِر۪ينَ

Ve mâ muhammedun illâ resûlun kad halet min kablihir rusul(u), e fe in mâte ev kutilenkalebtum alâ a’kâbikum, ve men yenkalib alâ akıbeyhi fe len yadurrallâhe şey’â(en), ve se yeczîllâhuş şâkirîn(e).

Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde geri mi döneceksiniz? Kim topukları üzerinde geri dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.

145

وَمَا כָּןَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَابًا مُؤَجَّلًاۜ وَمَنْ يُרِدْ ثَوَابَ الدُّنْיَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَنْ يُרِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ وَسَنَجْזِي الشَّاכּِر۪ينَ

Ve mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâ(en), ve men yurid sevâbed dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbel âhireti nu’tihî minhâ, ve se neczîş şâkirîn(e).

Hiçbir kimse, Allah’ın izni olmadan ölmez. O, eceliyle yazılmış bir yazıdır. Kim dünya mükâfatını isterse, ona ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.

146

وَكَاَيِّنْ مِنْ נَبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ רِبِّيُّونَ כּَث۪يرٌ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪ילِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ

Ve keeyyin min nebiyyin kâtele meahu rıbbiyyûne kesîr(un), fe mâ vehenû li mâ asâbehum fî sebîlillâhi ve mâ daufû ve mestekânû, vallâhu yuhibbus sâbirîn(e).

Nice peygamberler vardı ki, onlarla beraber birçok Allah dostu savaştı. Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, zayıflık göstermediler ve boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.

147

وَمَا كَانَ קَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا רַבَّנَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُובَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ

Ve mâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenağfir lenâ zunûbenâ ve isrâfenâ fî emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ alel kavmil kâfirîn(e).

Onların sözü ancak, “Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla. Ayaklarımızı sağlam bastır ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et” demekti.

148

فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْיَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ

Fe âtâhumullâhu sevâbed dunyâ ve husne sevâbil âhireh(ti), vallâhu yuhibbul muhsinîn(e).

Allah da onlara hem dünya mükâfatını, hem de ahiret mükâfatının en güzelini verdi. Allah, iyilik yapanları sever.

149

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰמَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ כּَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû in tutîûllezîne keferû yeruddûkum alâ a’kâbikum fe tenkalibû hâsirîn(e).

Ey iman edenler! Eğer inkâr edenlere uyarsanız, sizi topuklarınız üzerinde gerisin geri çevirirler de, hüsrana uğrayanlardan olursunuz.

150

بَلِ اللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِر۪ينَ

Belillâhu mevlâkum, ve huve hayrun nâsırîn(e).

Hayır! Sizin yardımcınız Allah’tır. O, yardımcıların en hayırlısıdır.

151

سَنُلْقِي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَانًاۚ وَمَأْوٰاهُمُ النَّارُۚ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ

Senulḳî fî kulûbilllezîne keferû’r-ru‘be bimâ eşrekû billâhi mâ lem yunezzil bihî sulṭânâ, ve me’vâhumun-nâr, ve bi’se mesvel-zâlimîn.

Allah’a, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri ortak koştuklarından dolayı, kâfirlerin kalplerine korku salacağız. Onların varacağı yer ateştir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!

152

وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُۙ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ حَتّٰىٓ اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۚ مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۚ وَاللّٰهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ

Ve le-ḳad ṣadaḳakumullâhu va‘dehû iz teḥussûnehum bi-iznihî, ḥattâ izâ feşiltum ve tenâze‘tum fîl-emri ve ‘aṣaytum min ba‘di mâ erâkum mâ tuḥibbûn. Minkum men yurîdu’d-dünyâ, ve minkum men yurîdul-âḫireh. Sümme ṣarafakum ‘anhum li-yebteliyekum, ve le-ḳad ‘afâ ‘ankum. Vallâhu ẕû faḍlin ‘alel-mu’minîn.

Allah size olan vaadini doğruladı. Onları Allah’ın izniyle öldürüyordunuz. Ama sevdiğiniz zaferi görünce zaafa düştünüz, emir konusunda ihtilafa düştünüz, emre karşı geldiniz. İçinizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu. Sonra sizi bozguna uğrattı ki sizi denesin. Yine de sizi affetti. Allah müminlere karşı çok lütufkârdır.

153

اِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْو۪نَ عَلٰى اَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ ف۪ي اُخْرٰيكُمْ فَاَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَٓا اَصَابَكُمْۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

İz tuṣ‘idûne ve lâ telvûne alâ eḥadin, ve’r-resûlu yed‘ûkum fî uḫrâkum, fe esâbekum ġammem bi-ġamm(in) li-key lâ taḥzenû alâ mâ fâtekum ve lâ mâ eṣâbekum. Vallâhu ḫabîrun bimâ te‘melûn.

O zaman siz, kimseye dönüp bakmadan uzaklaşıyordunuz. Peygamber ise arkanızdan sizi çağırıyordu. Bu yüzden Allah, sizi keder üstüne kedere uğrattı ki, elinizden çıkanlara ve başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

154

ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۖ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۚ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۚ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَٓاۚ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۜ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

Sümme enzele aleykum min ba‘di’l-ġaṁmi emeneten nu‘âsen yağşâ ṭâifeten minkum, ve ṭâifetun ḳad ehemmet-hum enfusuhum, yazunnûne billâhi ğayre’l-ḥaḳḳi ẓanne’l-câhiliyyeti, yekûlûne hel lenâ mine’l-emri min şey’. Ḳul inne’l-emre kullehû lillâh. Yuḫfûne fî enfusihim mâ lâ yubdûne lek. Yekûlûne lev kâne lenâ mine’l-emri şey’un mâ ḳutilnâ hâhunâ. Ḳul lev kuntum fî buyûtikum lebereze’llezîne kutibe aleyhimul-ḳatlu ilâ meḍâci‘ihim. Ve li-yebteliyallâhu mâ fî ṣudûrikum ve li-yumeḥḥiṣa mâ fî ḳulûbikum. Vallâhu alîmun bi-ẕâtiṣ-ṣudûr.

Sonra Allah, gamdan sonra üzerinize bir güven duygusu ve hafif bir uyuklama gönderdi ki içinizden bir grup onunla huzur buldu. Bir grup da sadece kendi canlarının derdine düşmüştü. Allah hakkında gerçek dışı, cahiliye zannı gibi yanlış düşünceler içindeydiler. “Bu işte bize bir şey düşer miydi?” diyorlardı. De ki: “Bütün iş Allah’ındır.” Onlar, içlerinde sana açıklamadıkları şeyleri gizliyorlar. “Eğer bu işte bir payımız olsaydı, burada öldürülmezdik,” diyorlar. De ki: “Evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine ölüm yazılmış olanlar yine çıkıp ölecekleri yere giderlerdi.” Bunu Allah kalplerinizdekini denemek ve yüreklerinizdekini temizlemek için yaptı. Allah göğüslerin özünü bilir.

155

اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْۗ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ

İnnel-lezîne tevellev minkum yevme’l-teḳa’l-cem‘âni innemâ’stesellehumu’ş-şeyṭânu bi-ba‘ḍi mâ kesebû. Ve le-ḳad ‘efâllâhu ‘anhum, innallâhe ğafûrun ḥalîm.

İki ordunun karşılaştığı gün sizden yüz çevirenleri şeytan, bazı günahları yüzünden sürçtürdü. Ama Allah onları affetti. Şüphesiz Allah bağışlayıcıdır, halîmdir.

156

يَا أَيُّهَا الَّذ۪ينَ آمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ يُحْي۪ي وَيُم۪يتُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne keferû ve kâlû li-ihvânihim izâ ḍarabû fi’l-arḍi ev kânû ğuzzâ: “Lev kânû ‘indenâ mâ mâtû ve mâ ḳutilû.” Li-yec‘ale’llâhu ẕâlike ḥasreten fî ḳulûbihim. Vallâhu yuḥyî ve yumît. Vallâhu bimâ ta‘melûne baṣîr.

Ey iman edenler! Yeryüzünde sefer eden veya savaşa çıkan kardeşleri hakkında “Yanımızda olsalardı ne ölürlerdi ne de öldürülürlerdi” diyen kâfirler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde bir pişmanlık olarak bırakır. Hayat veren de öldüren de Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.

157

وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ

Ve lein ḳutiltum fî sebîlillâhi ev muttum le-maġfiretun minallâhi ve raḥmetun ḥayrun mimmâ yecme‘ûn.

Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, Allah’tan gelecek bağışlanma ve rahmet, onların topladıklarından daha hayırlıdır.

158

وَلَئِنْ مُتُّمْ اَوْ قُتِلْتُمْ لَاِلَى اللّٰهِ تُحْشَرُونَ

Ve lein muttum ev ḳutiltum le-ilallâhi tuḥşerûn.

Ölseniz de, öldürülseniz de Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.

159

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۖ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۚ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ

Fe-bimâ raḥmetin minallâhi linte lehum. Ve lev kunte faẓẓan ğaḷîẓa’l-ḳalbi len-faḍḍû min ḥavlik. Fa‘fu ‘anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fi’l-emr. Fe-izâ ‘azemte fe tevekkel ‘alallâh. İnna’llâhe yuḥibbü’l-mütevekkilîn.

Allah’tan gelen bir rahmet sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılıp giderlerdi. Öyleyse onları affet, onlar için bağışlanma dile, iş konusunda onlarla istişare et. Karar verdiğinde ise Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

160

اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْۖ وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذ۪ي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

İn yensurkumullâhu felâ ğâlibe lekum. Ve in yaḫzulkum fe men ẕellezî yensurukum min ba‘dih. Ve ‘alallâhi felyetevekkelil-mu’minûn.

Eğer Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Ama sizi yardımsız bırakırsa, O’ndan sonra size kim yardım edebilir? Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.

161

وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَغُلَّۚ وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

Ve mâ kâne li-nebbiyyin en yağull. Ve men yağlül ye’ti bimâ ğalle yevme’l-ḳıyâmeh. Sümme tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet, ve hum lâ yuzlemûn.

Hiçbir peygambere ganimetten hile yapmak yaraşmaz. Kim hıyanet ederse, kıyamet günü hıyanet ettiğiyle gelir. Sonra herkese kazandığının karşılığı eksiksiz verilir. Onlara asla zulmedilmez.

162

اَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّٰهِ كَمَنْ بَٓاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰاهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

Efe-menittebea riḍvânallâhi kemen bâe bi-seḫaṭin minallâhi ve me’vâhu cehennem. Ve bi’sel-maṣîr.

Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? Ne kötü bir dönüş yeridir o!

163

هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ

Hum derecâtun ‘indallâh. Vallâhu baṣîrun bimâ ya‘melûn.

Onlar Allah katında dereceler bakımından farklıdırlar. Allah, onların yaptıklarını görmektedir.

164

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۜ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

Le-ḳad mennellâhu ale’l-mu’minîne iz be‘ase fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yu‘allimuhumu’l-kitâbe ve’l-ḥikmeh. Ve in kânû min ḳablu le-fî ḍalâlin mubîn.

Andolsun ki Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Çünkü onlara kendi içlerinden, onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermiştir. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.

165

اَوَلَمَّآ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَا قُلْتُمْ اَنّٰى هٰذَاۚ قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۗ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Evelemmâ aṣâbetkum muṣîbetun ḳad aṣabtum misleyhâ, ḳultum ennâ hâzâ. Ḳul huve min ‘indi enfusikum. İnna’llâhe ‘alâ kulli şey’in ḳadîr.

Başınıza iki katını vurduğunuz bir musibet gelince, “Bu nereden geldi?” mi dediniz? De ki: Bu, kendinizdendir. Şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir.

166

وَمَٓا اَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَ

Ve mâ aṣâbekum yevme’l-teḳa’l-cem‘âni fe-bi-iznillâh. Ve li-ya‘leme’l-mu’minîn.

İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelenler, Allah’ın izniyle olmuştur. O, bu sayede müminleri ortaya çıkaracaktır.

167

وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ وَق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوِ ادْفَعُواۚ قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالًا لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْا۪يمَانِۚ يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۚ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَ

Ve li-ya‘leme’l-lezîne nâfeḳû. Ve ḳîle lehum: “Te‘âlev ḳâtilû fî sebîlillâhi ev idfe‘û.” Ḳâlû: “Lev na‘lemu ḳitâlen let-tebe‘nâkum.” Hum li’l-kufri yevme’iẕin aḳrabu min-hum li’l-îmân. Yekûlûne bi-efvâhihim mâ leyse fî ḳulûbihim. Vallâhu a‘lemu bimâ yektumûn.

Allah münafıkları da ortaya çıkarmak istedi. Onlara, “Gelin Allah yolunda savaşın yahut savunma yapın!” denmişti. Onlar: “Savaş olduğunu bilseydik elbette sizinle gelirdik!” dediler. O gün onlar imandan çok küfre yakındılar. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Allah, onların gizlediklerini en iyi bilendir.

168

الَّذ۪ينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ قُلْ فَادْرَءُوا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

El-lezîne ḳâlû li-ihvânihim ve ḳa‘edû: “Lev eṭâ‘ûnâ mâ ḳutilû.” Ḳul fedre’û ‘an enfusikumul-mevte in kuntum ṣâdiḳîn.

Kendileri savaşa katılmadıkları hâlde, kardeşleri için “Eğer bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi.” diyenlere de ki: “Eğer doğru sözlüyseniz ölümü kendinizden savın bakalım!”

169

وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًاۚ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ

Ve lâ taḥsebennellezîne ḳutilû fî sebîlillâhi emvâtâ, bel aḥyâ’un ‘inde rabbihim yurzeḳûn.

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanma! Aksine, onlar Rableri katında diridirler ve rızıklanmaktadırlar.

170

فَرِح۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

Feriḥîne bimâ âtâhumullâhu min faḍlih(i), ve yestebşirûne billezîne lem yelḥaḳû bihim min ḫalfihim, ellâ ḫavfun aleyhim ve lâ hum yaḥzenûn.

Allah’ın lütfundan kendilerine verdikleriyle sevinç içindedirler. Henüz kendilerine katılmayan mümin kardeşleri için de sevinirler. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

171

يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُؤْمِن۪ينَ

Yestebşirûne bini‘metin minallâhi ve faḍlin ve enne’llâhe lâ yuḍî‘u ecre’l-mu’minîn.

Onlar, Allah’tan gelen bir nimet ve lütufla, Allah’ın müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinç içindedirler.

172

اَلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَصَابَهُمُ الْقَرْحُۚ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا مِنْهُمْ وَاتَّقَوْا اَجْرٌ عَظِيمٌ

Ellezînestecâbû lillâhi ve’r-resûli min ba‘di mâ aṣâbehumu’l-ḳarḥ. Lillezîne eḥsenû min-hum vetteḳav ecrun ‘aẓîm.

Yaralandıktan sonra bile Allah’a ve Resulüne uyanlara; içlerinden iyilik yapan ve sakınanlara büyük bir mükâfat vardır.

173

الَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَانًا وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Ellezîne ḳâle lehumun-nâsu in-ne’n-nâse ḳad cema‘û lekum faḫşevhum fezâdehum îmânâ ve ḳâlû: “Ḥasbunallâhu ve ni‘me’l-vekîl.”

Kendilerine: “Düşmanlarınız size karşı toplandı, onlardan korkun!” denildiğinde, bu söz onların imanını artırdı ve şöyle dediler: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!”

174

فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۚ وَاللّٰهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ

Fenḳalebû bini‘metin minallâhi ve faḍlin lem yemses’hum sû’, vettebe‘û riḍvânallâh. Vallâhu ẕû faḍlin ‘aẓîm.

Böylece Allah’tan bir nimet ve lütufla döndüler; kendilerine hiçbir kötülük dokunmadı. Onlar Allah’ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf sahibidir.

175

اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۚ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

İn-nemâ ẕâlikumu’ş-şeyṭânu yuḫavvifu evliyâehu. Felâ taḫâfûhum ve ḫâfûn in kuntum mu’minîn.

O şeytan ancak kendi dostlarını korkutur. Onlardan korkmayın, eğer iman etmişseniz Benden korkun.

176

وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

Ve lâ yaḥzunka’llezîne yusâri‘ûne fi’l-kufr(i). İnnehum len yaḍurrûllâhe şey’en. Yurîdullâhu ellâ yec‘ale lehum ḥaẓẓen fi’l-âḫireh. Ve lehum ‘azâbun ‘aẓîm.

Küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah, onlara ahirette bir nasip vermemeyi dilemiştir. Onlar için büyük bir azap vardır.

177

اِنَّ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

İnnel-lezîne’şterevul-kufre bil-îmân(i) len yaḍurrûllâhe şey’en. Ve lehum ‘azâbun elîm.

İmanı inkârla değiştirenler Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azap vardır.

178

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْۚ اِنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ لِيَزْدَادُوا اِثْمًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ

Ve lâ yaḥseben-nellezîne keferû ennemâ numlî lehum ḫayrun li-enfusihim. İnnemâ numlî lehum li-yezde dû ismâ. Ve lehum ‘azâbun muhîn.

Kâfirler, kendilerine mühlet verilmesini kendileri için bir hayır sanmasınlar. Biz onlara ancak günahlarını artırmaları için süre tanıyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.

179

مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَمِيزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۗ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ فَآمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ

Mâ kânallâhu li-yeẓera’l-mu’minîne alâ mâ entum ‘aleyhi ḥattâ yemîze’l-ḫabîse mine’ṭ-ṭayyib. Ve mâ kânallâhu li-yuṭli‘akum ‘ale’l-ğayb. Ve lâkin-nallâhe yeçtebî min rusulihî men yeşâ’. Fe-âminû billâhi ve rusulihî. Ve in tu’minû ve tetteḳû fe lekum ecrun ‘aẓîm.

Allah, temiz olanı pis olandan ayırmadan müminleri sizin bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah, gaybı size bildirecek de değildir. Fakat Allah, dilediği peygamberini seçer. Öyleyse Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’tan korkarsanız büyük bir mükâfat sizin olacaktır.

180

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا آتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ هُوَ خَيْرًا لَهُمْۚ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْۘ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِه۪ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلِلّٰهِ مِيرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۗ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ

Ve lâ yaḥseben-nellezîne yebḫelûne bimâ âtâhumullâhu min faḍlih(i) huve ḫayran lehum, bel huve şerrun lehum. Seyuṭavvaḳûne mâ beḫilû bihî yevme’l-ḳıyâmeh. Ve lillâhi mîrâsu’s-semâvâti ve’l-arḍ. Vallâhu bimâ ta‘melûne ḫabîr.

Allah’ın lütfundan kendilerine verdiklerinde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu, onlar için kötüdür. Kıyamet günü cimrilik ettikleri şey boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’a aittir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

181

لَقَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ فَق۪يرٌ وَنَحْنُ اَغْنِيَٓاءُۘ سَنَكْتُبُ مَا قَالُوا وَقَتْلَهُمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّۘ وَنَقُولُ ذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ

Le-ḳad semi‘allâhu ḳavlel-lezîne ḳâlû: “İn-nallâhe faqîrun ve naḥnu aġniyâ.” Senektubu mâ ḳâlû ve ḳatluhumul-enbiyâe bi-ğayri ḥaḳḳ. Ve neḳûlu: Ẕûḳû ‘ażâbe’l-ḥarîḳ.

Allah, “Allah fakirdir, biz zenginiz” diyenlerin sözünü elbette işitmiştir. Biz onların söylediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız. Ve onlara: “Yakıcı azabı tadın!” diyeceğiz.

182

ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ

Zâlike bimâ ḳaddemet eydîkum ve ennallâhe leyse bi-ẓallâmin li’l-‘abîd.

Bu, ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir. Yoksa Allah kullara asla zulmetmez.

183

اَلَّذ۪ينَ قَالُوا اِنَّ اللّٰهَ عَهِدَ اِلَيْنَا اَلَّا نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتّٰى يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُۗ قُلْ قَدْ جَٓاءَكُمْ رُسُلٌ مِنْ قَبْل۪ي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذ۪ي قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

Ellezîne ḳâlû inne’llâhe ‘ehide ileynâ ellâ nu’mine li-resûlin ḥattâ ye’tiyenâ bi-ḳurbânin te’kuluhunnâr. Ḳul ḳad câekum rusulun min ḳablî bi’l-beyyinâti ve bi’llezî ḳultum, fe lime ḳateltumûhum in kuntum ṣâdiḳîn.

“Allah bizden, ateşin tükettiği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere iman etmememizi kesin olarak istemiştir” diyenlere de ki: “Benden önce nice peygamberler size açık delillerle ve dediğiniz mucizeyle geldi. O hâlde, eğer doğruysanız onları neden öldürdünüz?”

184

فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ جَٓاءُوا بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ

Fe in keẕẕebûke fe-ḳad kuẕẕibe rusulun min ḳablik. Câû bi’l-beyyinâti ve’z-zuburi ve’l-kitâbi’l-munîr.

Eğer seni yalanlarlarsa, bil ki senden önce de nice peygamberler yalanlanmıştı. Oysa onlar apaçık belgeler, suhuflar ve aydınlatıcı kitaplarla gelmişlerdi.

185

كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۗ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۗ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

Kullu nefsin ẕâ’iḳatu’l-mevt. Ve innemâ tuveffevne ucurakum yevme’l-ḳıyâmeh. Fe men zuḥziḥa ‘ani’n-nâr ve udḫile’l-cennete fe ḳad fâz. Ve mel-ḥayâtü’d-dünyâ illâ metâ‘u’l-ğurûr.

Her nefis ölümü tadacaktır. Kıyamet günü mükâfatlarınız size eksiksiz verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulursa, işte o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı bir metadan ibarettir.

186

لَتُبْلَوُنَّ ف۪يٓ اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۙ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَذًى كَث۪يرًاۚ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ

Le-tublevunne fî emvâlikum ve enfusikum. Ve le-tesme‘unne minellezîne ûtû’l-kitâbe min ḳablikum ve minellezîne eşrekû ezen kesîrâ. Ve in taṣbirû ve tetteḳû fe inne ẕâlike min ‘azmi’l-umûr.

Mallarınız ve canlarınızla imtihan edileceksiniz. Sizden önce kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok incitici söz işiteceksiniz. Ama sabredip sakınırsanız, işte bu, kararlılık gerektiren işlerdendir.

187

وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ الَّذ۪ينَ اُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۚ فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ

Ve iz eḫaẕallâhu mîsâḳellezîne ûtû’l-kitâbe le-tubeyyinnunnehu li’n-nâsi ve lâ tektumûneh. Fe nebeżûhu verâe ẓuhûrihim ve’şterev bihî semenen ḳalîlâ. Fe bi’se mâ yeşterûn.

Allah, kendilerine kitap verilenlerden: “Onu insanlara mutlaka açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz” diye söz almıştı. Ama onlar bu sözü arkalarına attılar ve karşılığında az bir değer satın aldılar. Ne kötü bir alışveriş yaptılar!

188

لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

Lâ taḥseben-nellezîne yefraḥûne bimâ etev ve yuḥibbûne en yuḥmedû bimâ lem yef‘alû. Fe lâ taḥsebennehum bi-mefâzetin mine’l-‘azâb. Ve lehum ‘azâbun elîm.

Yaptıklarıyla övünmeyi seven, yapmadıklarıyla da övülmek isteyenlerin azaptan kurtulacaklarını sanma! Onlar için elem dolu bir azap vardır.

189

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Ve lillâhi mulkus-semâvâti ve’l-arḍ. Vallâhu ‘alâ kulli şey’in ḳadîr.

Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.

190

اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَآيَاتٍ لِاُولِي الْاَلْبَابِ

İnne fî ḫalḳi’s-semâvâti ve’l-arḍi ve’ḫtilâfi’l-leyli ve’n-nehâr le-âyâtin li-ulî’l-elbâb.

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için gerçekten ibretler vardır.

191

الَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Ellezîne yezkurûnallâhe ḳıyâmen ve ḳu‘ûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî ḫalḳi’s-semâvâti ve’l-arḍ. Rabbenâ mâ ḫaleḳte hâzâ bâṭilâ, subḥâneke fe-ḳinâ ‘ażâbe’n-nâr.

Onlar, ayakta, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın. Seni tenzih ederiz. Bizi ateşin azabından koru.”

192

رَبَّنَآ اِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ اَخْزَيْتَهُۚ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ

Rabbenâ inneke men tudḫili’n-nâre feḳad eḫzeyteh. Ve mâ liẓ-ẓâlimîne min enṣâr.

Rabbimiz! Sen kimi ateşe sokarsan, onu gerçekten rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.

193

رَبَّنَٓا اِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَاد۪ي لِلْا۪يمَانِ اَنْ اٰمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَاٰمَنَّاۚ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّاٰتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْاَبْرَارِ

Rabbenâ innenâ semi‘nâ munâdiyen yunâdî li’l-îmân: “En âminû bi-rabbikum,” fe-âmennâ. Rabbenâ fağfir lenâ ẕunûbenâ ve keffir ‘annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ me‘a’l-ebrâr.

Rabbimiz! Biz, “Rabbinize iman edin” diye imana çağıran bir davetçiyi işittik ve iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı iyilerle birlikte al.

194

رَبَّنَا وَاٰتِنَا مَا وَعَدْتَّنَا عَلٰى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۗ اِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْم۪يعَادَ

Rabbenâ ve âtinâ mâ va‘adtenâ ‘alâ rusulike ve lâ tuḫzinâ yevme’l-ḳıyâmeh. İnneke lâ tuḫliful-mî‘âd.

Rabbimiz! Peygamberlerin vasıtasıyla bize va‘dettiğin şeyleri ver. Kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen, va‘dinden dönmezsin.

195

فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّ۪ي لَٓا اُض۪يعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰىۚ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ

Festecebe lehum rabbuhum: “Ennî lâ uḍî‘u ‘amele ‘âmilin minkum min ẕekerin ev unṯâ, ba‘ḍukum min ba‘ḍ.”

Rableri onlara şöyle karşılık verdi: “Erkek olsun kadın olsun sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Hepiniz birbirinizdensiniz.”

196

لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِ

Lâ yağurrenneke teḳallubullezîne keferû fi’l-bilâd.

İnkâr edenlerin yurtlardaki dolaşmaları seni aldatmasın.

197

مَتَاعٌ قَل۪يلٌ ثُمَّ مَاْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ وَبِئْسَ الْمِهَادُ

Metâ‘un ḳalîl, sümme me’vâhum cehennem. Ve bi’se’l-mihâd.

Bu, sadece geçici bir faydadır. Sonra varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir yataktır orası!

198

لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا نُزُلًا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۗ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ

Lâkinillezîne’t-teḳav rabbehum lehum cennâtün tecrî min taḥtihâ’l-enhâr, ḫâlidîne fîhâ nuzulen min ‘indillâh. Ve mâ ‘indallâhi ḫayrun li’l-ebrâr.

Rablerinden korkanlar için, altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Bu, Allah katından bir ikramdır. Allah katındaki nimetler ise iyiler için daha hayırlıdır.

199

وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِ لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًاۚ اُو۬لٰئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

Ve inne min ehlil-kitâbi le-men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile ileyhim, ḫâşi‘îne lillâh. Lâ yeşterûne bi-âyâti’llâhi semenen ḳalîlâ. Ulâike lehum ecruhum ‘inde rabbihim. İnna’llâhe serî‘u’l-ḥisâb.

Kitap ehlinden öyleleri de vardır ki Allah’a, size indirilenlere ve kendilerine indirilenlere iman ederler; Allah’a saygı içinde boyun eğerler, Allah’ın âyetlerini az bir değer karşılığında satmazlar. İşte onların mükâfatı Rableri katındadır. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.

200

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû, iṣbirû ve ṣâbirû ve râbiṭû vetteḳullâhe le‘allekum tufliḥûn.

Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın, nöbet tutun ve Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.